1 Ağu 2017

YABANCILAŞMA VE DİNDAR İNSAN



  Aldatıcı(Şeytan), sizi Allah ile Aldatmasın”(31-Lokman/33)

.......

“Yabancılaşma, insanın kendini düşünen, hisseden, duyumsayan ve seven bir varlık olarak göremiyor; kendi eylemlerinin bir öznesi olarak göremiyor; fakat kendisini yarattığı şeylerde ve yaratma gücünün tezahürlerinin bir nesnesi olarak görüp algılıyor ve ancak kendi yaratıcılığının ürünlerine boyun eğdiği oranda kendisi ile ilişki kuruyor hale gelmesidir. Yabancılaşmanın en önemli araçları emek, düşünce, duygu/aşk ve dindir. Dinde yabancılaşmanın en önemli aracı da Tanrıdır. Dini yabancılaşmada Tanrı inancı, insanın kendi güçlerini kendi dışındaki bir güce aktarmasından(kadercilik) kaynaklanmaktadır. İnsan, ancak tanrısına sığınarak kendi gücüne ulaşabilmekte; Tanrı’sının güçlülüğü oranında da kendi yoksullaşmaktadır.”(E.Fromm. Çağımızın Özgürlük Sorunları. Çev: B.Güvenç.İst.1973.s61) “Dini yabancılaşmada insan kalbinin(vicdanının) ve beyninin/aklının çalışması, kendiliğinden/özgürce değil; (tek taraflı/dogmatik-taklidi olarak)tanrıların veya şeytanların kontrolündedir” (Fromm, a.g.e.63)

Dini yabancılaşmanın özü, putlar yaratıp onlara tapmaktır. Yabancılaşma açısından paganizme baktığımızda önemli olan, tanrıların sayısı/çokluğu değildir; önemli olan, -tek tanrıya inanıyor olsa dahi-, bu inancının/tanrısının kendini kendine yabancılaştırıyor olup olmadığıdır. “İnsan enerjisini ve yaratıcı gücünü, kendi insanca çabasının ürününden başka bir şey olmayan bir tanrı(imgesi/tasavvuru) yaratmak ve sonra o tanrıya tapmak için harcar. Bireyin yaşama gücü kendi dışında bir “şey”de toplanır ve bu “şey”, bir tanrı(lider, şeyh, para, kadın/aşk, parti, başarı, ulus…İG) olduktan sonra, artık kişi onu kendi yaratma gücünün bir ürünü olarak değil de; onu, bir tanrı(put) olarak algılar.”(Fromm.a.g.e.76)

.......

Dinde yabancılaşma, Tanrı’nın -mutlak otorite olarak- insanın bölgesini işgal etmesi ve Ahiretin de Dünyayı ilga etmesi ile olur.

.......

Peygamberlerin Tanrıdan aldıkları vahye ve kendi söylem ve edimlerine dikkatle bakıldığında esas davalarının insanı kendi iradesi-vicdanı ve düşünme kapasitesi/aklı ile Tanrı ve hemcinsleri ile aktif-üretici ve dayanışmacı bir sosyal ilişkiye sokmak istedikleri görülür. Dinin özünü oluşturan “denenme” aksiyon, irade, insaf, izan, inisiyatif… gerektiren; bundan dolayı da “risk” barındıran bir süreçtir. Bazı dindarlar, Tanrıyı ve kendilerini kandırma teşebbüsüne girerek bu zorlu süreçten kaçınarak kendi arzularına, zaaflarına ve cehaletlerine göre bir dindarlık ajandası oluştururlar. Bu bağlamda sözü bir müddet büyük psikanalizci Erich Fromm’a bırakmak istiyorum: “İnsan zihninin en iyi, ama aynı zamanda en şeytanca dışa vurumları, onun bedeninden değil, onun “ülkücülüğü”nden/ruhundan kaynaklanır. Bu nedenle, bir ülküye ya da dinsel inanca sahip olmanın başlı başına bir değer taşıdığı yolundaki geçici anlayış, tehlikeli ve yanlış bir anlayıştır… Yönelecek ve bağlanacak bir amaca sahip olma anlamında “dinsel” gereksinimi olmayan hiçbir kimse yoktur. Ama bu yargı, bu gereksinmenin açığa vurulduğu özel koşullar hakkında bize hiçbir şey anlatmaz. İnsan hayvanlara, ağaçlara, altından ya da taştan yapılmış putlara, görünmez bir Tanrıya, ermiş bir kişiye, ya da şeytanca özellikleri olanlara tapınabilir. Atalarına, ulusuna, sınıfına, ya da partisine, paraya, ya da başarıya tapınabilir. Sarıldığı din yıkıcılığın veya sevginin, baskının ya da kardeşliğin gelişmesine elverişli olabilir. İnsanın akıl yeteneğini geliştirebilir ya da kötürümleştirebilir… Bu noktada “din mi, değil mi” sorusu önemli değildir; önem taşıyan, “ne tür bir din” sorusudur. Bağlanılan din, insan gelişimini, yalnızca insana özgü olan yeteneklerin açılıp serpilmesini sağlamakta mıdır; yoksa bunları kösteklemekte midir?”(E.Fromm. Psikanaliz ve Din. Çev: Ş.Alpagut.İst.1990.s 34-35) Zira, dindarlık ilişkisi akıl, bilgi, hikmet, yorum ve ahlakî yani teolojik bir süreç olduğu kadar; aynı oranda psikolojik, içgüdüsel, toplumsal-bireysel bilinç dışı, bilinç altı süreçleri ile de ilgili karanlık bir olgusallıktır da.

...............


Son olarak başımıza gelen “FETÖ ve 15 Temmuz Darbe Olayı”, aslında böylesine yeni bir dini “yabancılaşma” örneğidir. Bir şeyh(hoca efendi), Sünni-Tasavvuf kültüründen beslenmesi ile geliştirdiği bir Allah ve Ahiret teolojisi/teorisi ile müritlerini Allah ve Ahiret aracılığı ile kendilerine ve dünyaya yabancılaştırarak, onları zombileştirerek, canavarlaştırarak bu meşum teşebbüste bulunabilmiştir. Fetullah’ın vaazlarını, kitaplarını tahlil edenler, bunu rahatça görebilirler. Bu hareketin “İslami olmadığını” veya “gayri dini” olduğunu iddia edenler, yanılmaktadırlar. Doğrusu, E.Fromm’un dediği gibi  bu harekette “ne tür bir din?”in istihdam edildiği sorusunu sormalıdırlar.

.............


Sonuç olarak, gerek Cemaatın kendisi, gerekse sonunda kalkıştığı meşum olay, politik ve teolojik bir “olay” olduğu kadar; psiko-patolojik bir “olay”dır da. İnsanımızın kendine ve dinine yine din aracılığı ile yabancılaşması olarak bir ruhsal “hastalık” olayıdır. Bu olayı, teolojik bir “sapıklık” olarak nitelemek, hiçbir şeyi izah etmez.

...............

Duygunun, -şayet ona acımasız-kritik/mantıki bir dil eşlik etmediği sürece- yanılgıya karşı hiçbir güvence veremediği de gayet açıktır. Bu süreçlerde dinin yani duygunun-inancın rolünü, içine düşebileceği durumları öğrenmek isteyenler, Kutsal kitap okudukları kadar, din-iman sorununu psikolojik-sosyolojik-antropolojik açılardan ele alan Marx, Freud, Jung, Spinoza, Nietzsche, Fromm, Lacan, Feuerbach… da okuyabilirler. Tabii, eğer bunların içinde neden bir tane Müslüman isminin olmadığını merak ediyorlarsa veya bilgide dogmatik “Kafir” kuşkusu veya “Pozitivist” inancı/takıntıları yoksa şayet.

İLHAMİ GÜLER'in "dinin insanı kendine ve dünyaya yabancılaştırması" makalesinden alıntılar okudunuz.

bu aralar diyanetin hazırladığı ve 26 temmuzda kamuoyuna sunduğu raporu tartışılıyor ve kimi çevreler diyanet niye geç kaldı diyor.diyanet geç kalmadı,olması gereken buydu. hocaya aynen katılıyorum,diyanetin bu raporu cemaati "teolojik bir sapıklık" olarak niteliyor ve bu hiç bir şeyi izah etmiyor. diyanet böyle bir raporu 20 yıl önce yayınlamaya kalksaydı topa tutulurdu bugün geç kaldı diyen tayfa tarafından.

dil bir yandan insanı inşaa ederken öbür yandan da imha eder. farkındalık ve aklı işletmek bu inşaa imha sürecinden bir davut heykeli çıkarmaktır. okumak ve düşünmek yemek içmek faaliyetlerimiz kadar hayatidir. inanç sahibi olmak aynı zamanda bedavadan bir düşünce dünyasına da sahip olmaktır ve beyin bedavacıdır. 

tanrı üzerinde düşünmek tanrıyı düşünmek değildir tanrısallığı düşünmektir zaten tanrı da ez cümle budur.

geçen Kemal Sayar'ın(psikyatrist dr) twitinde şöyle bir cümle vardı: namaz çıkışında yetmişine merdiven dayamış bir bir hacı amca bana "das kapital" okuduğunu ve kafasının karıştığını söyledi.

kafası karışık insanların artması temennisiyle...

ne mutlu insanım diyene...

   



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder