10 Nis 2018

BASTIRILAN DUYGULAR CİNSELLİĞİN DÜŞMANI

bastırılmış(ifade edilmemiş) duygular asla ölmez sadece diri diri gömülür ve sonradan korkunç şekilde tezahür ederler (S.Freud)

aşağıdaki makaleyi sadece cinsel sorunlar olarak okumayın hocanın cinsel sorunlara yol açan beş duygu dediği durumlar tüm hayatınızı ve tüm eylemleriniz etkiler. kanser,kabızlık,panik atak,migren, mide ve bağırsak sorunları,fibromiyalji,diz ve eklem sorunları,bel ve omurga (fıtıklar) sorunları vs.hastalıklar çoğunluk olarak ifade edilmemiş duyguların tezahürü olarak oluşurlar. Çocuklukta alınmamış sevginin ve şefkatin sonradan telafisi ise neredeyse imkansız maalesef ki.
Şöyle bir pratik çalışma önereyim kendim de denedim ve çok istifade ettim; yaşınız kaç olursa olsun ebeveynlerinize arkadaşlarınıza sevgilinize hatta kendinize ifade edemediğiniz içinize bastırdığınız ya da bastırmak zorunda kaldığınız duygularınızı tarayın ve bir kağıda kişi ve durumlar olarak yazın sonra bunları aynanın karşısına geçerek yüksek sesle muhtabına söylediğinizi  imleyerek  okuyun. ayrıca psikodramayı da hararetle tavsiye ederim..

Cinsel işlev bozukluklarının nedenlerini ortaya çıkarmak pek öyle kolay değil. Çünkü cinsel sorunlar her hastanın kendine özgü dinamiğine göre ve bu dinamiğin de işin içine karışmasıyla, bir sürü faktörün birbirine girmesi, birbirini etkilemesi sonucu ortaya çıkan bir sonuçtur. Peki, böyle bir sonucun ardında ne yatıyor? Bu sonucu bazen travmatik çocukluk yaşantılarından bazen de başarısız ilk cinsel deneyimlerden kaynaklanan endişe, korku ve kaygı, aşağılık ve değersizlik duygusu, saldırganlık ve öfke, utanç ve sıkılganlık, suçluluk ve günahkarlık duygusu gibi psikolojik engeller ve iç yasaklar oluşturabiliyor. Bu nedenle cinsel işlev bozuklukları birçok değişkenlerin bir fonksiyonu olarak ele alınmalıdır. Bu değişkenler arasında en sık rastlanılan ve en az bilinen ise farkında olunmayan ve bastırılan duygulardır. 

BASTIRILAN DUYGULAR CİNSELLİĞİN DÜŞMANI!

 Bastırılan duygular cinselliğin düşmanıdır. Bastırıma savunma mekanizması, kişiyi rahatsız eden tüm dürtü, duygu ve deneyimlerin bilinçdışına itilmesi ve orada tutulması olarak tanımlanabilir ve kişi bu şekilde kendini bilinçdışı olarak bir şekilde korumaya çalışır. Yaşanmış olan travmatik birçok anı bastırılarak unutulma eğilimlidir. Kişinin rahatlayabilmesi için yaşanmış olan olumsuz anıların hafıza katmanlarının derinlerine gönderilmesi ve çağrışım zincirinden uzak tutulması gerekmektedir. Aktif olarak bilince ulaşamayan travmatik yaşantılar ve duygular bilinçdışında varlığını sürdürerek kişiyi farklı şekillerde varlığından haberdar eder, bunun en güzel yollarından biri cinsel işlev bozukluklarıdır. Birçok cinsel sorunun arka planında çocukluğa ve ilk gençlik yıllarına ait travmatik yaşantıların derin duygularını bulmak mümkündür. Bu nedenle bastırma oldukça zihinsel ve bedensel enerji tüketen bir savunmadır. Bir kişinin hem kendini tanıması ve bilmesi hem de sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşama sahip olması bastırmayı az kullanmasıyla mümkündür.

CİNSEL SORUNLARA YOL AÇAN 5 DUYGU... 

Cinsel sorunu olan kişilerde kendini belli eden bastırma savunma mekanizması beş tip sıkıntıya yol açar. Bastırılan ve kişinin bilinçli olarak farkında olmadığı duygusal engeller bir araya gelince, kadın da, erkek de, kendi öz kişiliklerini bir türlü bulamazlar, sağlıklı ve mutlu bir cinsellik yaşayamazlar. Çünkü çoğu zaman çocukluk yaşantılarından ya da başarısız ilk cinsel deneyimlerden kaynaklanan korku, aşağılık duygusu, sıkılganlık ve suçluluk duygusu gibi psikolojik engeller ve iç yasaklar insanlarda cinsel arzuyu azaltmakta, heyecan ve orgazma yol açan cinsel refleksleri sınırlamaktadır. Kısacası, insanın normal cinsel tepkilerini engellemektedir. 
1- Endişe, korku ve kaygı 
Bu duygular türlü biçimlerde kendini gösterir. Karşı cinsten korkmak, cezalandırılmaktan korkmak, gebelikten korkmak, canının acımasından korkmak, başkasına bağımlı kalacak olmaktan korkmak, cinsel hastalık kapacak olmaktan, korkacak olmaktan korkmak... Ve, bütün bu korkular aile, eğitim ve toplumsal değer yargılarıyla kişinin benliğine yerleşebilir. Endişe, korku ve kaygı kişide adrenalin adı verilen stres hormonunun salgılanmasına yol açar, adrenalin aşk kaslarında kasılma yapar ve cinsel doyumu azaltır, cinsel tepkilerde bozulmalara neden olur, bu da cinsel sorunlara yol açar. 

2- Saldırganlık ve öfke 

Saldırganlık ve öfke seks ile boşaltılamaz. Erkekler türlü suçlara yönelebilir, yarışmalı ve tehlikeli sporlara (gönüllü paraşütçü olmak, vb.) heves edebilir. Kadınlar ise erkek düşmanı olabilir veya kendilerini erkeklerin kollarına bırakmak istemeyebilirler. Ayrıca kadınlarda cinsel soğukluğun en açık seçik nedenlerinden biri erkek düşmanlığıdır.

3- Suçluluk ve günahkarlık duyguları 

Suçluluk ve günahkarlık duyguları, nedenleri en kolay bulunabilecek olan duygulardır yani cinsel terapist, hastanın çocukluk özgeçmişinde bunun izlerini bulmakta güçlük çekmez. Bazı çocuklar, hiç bir bedensel temasın hoş görülmediği bir ailede ve toplum içinde yetişir. Ebeveynler kendi iç yasak ve koşullanmalarından ötürü, çocuklarını yeteri kadar sevip okşamaktan kaçınırlar, onlarla cinselliği konuşmazlar, bu da çocukta fiziksel temasa karşı bir ürkeklik yaratabilir. Hatta çoğu zaman, çocuğun cinsel organıyla oynamasına da izin vermezler ve onu mastürbasyon yaparken yakaladıklarında hakaret ederler, cezalandırırlar ve çocukta cinsellikle günah düşüncesinin birleşmesine yol açarlar. Kendisini suçlu hisseden bir çocuk yetişkinliğinde haz veren bir cinselliği hak etmediğini düşünebilir veya cinsel sorun yaşayarak kendi kendini bilinçdışı olarak cezalandırabilir. Ayrıca bir yandan suçluluk, kirlilik ve cinsellik, öbür yandan iffetlilik, temizlik ve cinsiyetsizlik, cinsel yönden baskı altındaki kişinin zihninde birbirine karşıt ilkeler olarak ortaya çıkabilir. Ve bu kişiler sadece günahkar bir atmosferde seks yapmaktan hoşlanabilirler veya ağrılı, sancılı veya yasak bir ilişki kendilerine zevk verebilirler. 

4- Aşağılık ve değersizlik duyguları 

Cinsel işlevleri zayıflatan veya cinsel isteği azaltan duygusal engellerden biri de aşağılık ve değersizlik duygularıdır. Bu duygulara sahip kişiler, çeşitli nedenlerden ötürü, başka insanlara oranla kendilerini eksik veya yetersiz hissederler. "Ben beceriksizim, ben yetersizim, ben değersizim" düşüncesi zamanla kişiyi gerçekten beceriksizleştirebilir, cinsel gücünü azaltabilir, cinsellikten kaçan bir hale getirebilir. Her insanın başkasıyla mukayese edilemeyecek veya kıyaslanamayacak kendine özgü bir takım özellikleri, cinsel doyumları ve başarı düzeyleri vardır. Başkalarından farklı cinsel davranışları ve tepkileri olan ve bunu bir eksiklik olan gören bir kişi, zamanla elindekini de kaybedebilir, onlar kadar yapamadığını düşündüğünde hiç yapamaz bir hale gelebilir. 

5- Utangaçlık duygusu 

Başarılı ve doyurucu bir cinsel yaşamın önüne dikilen en büyük engellerden biri aşırı utangaçlıktır. Cinsel konularda rahat olmayan, cinselliği rahat konuşamayan ve aşırı sıkılgan olan kişiler cinsel heyecanlarını kontrol altında tutmaya çalıştıkları için gerçek doyuma ulaşamazlar. Utangaçlık duygusunun güven duygusuyla sıkı bir ilişkisi vardır. Kendine ve performansına güven duymayan kişiler utanç duygusuyla cinsellikten kaçabilirler. Partnerler kişilerin utangaçlık davranışını etkileyebilir, bunu baskı yaparak, suçlayarak, alay ederek, utandırarak ve motive etmeyerek yaparlar. 

ALTIN DEĞERİNDE TAVSİYELER... 

Zevkli bir seksin yolu kişinin kendi vücuduyla barışık olmasından geçer. Bastırmaya yol açan duyguların ve anlaşmazlıkların değişik bir açıdan ele alınması gerekir. Kişilerin kendi cinsel yetersizliklerini yenebilmeleri için bastırdıkları ve farkında olmadıkları duyguların farkına varmaları gerekir. Cinsel sorununuz olduğunu düşünüp hem kendinizi hem de partnerinizi suçluyor ve çaresizlikle mutsuz bir yaşam sürüyorsanız aşağıdaki tavsiyelerimiz size iyi gelecektir. Çünkü cinsellik hem eğlenceli, hem de sağlığınız için çok yararlıdır. İşte altın değerindeki tavsiyelerim: 
- Ailenizin ve toplumun size şırınga ettiği değer yargıları sistemiyle mücadele edin. 
- Başkasıyla cinsel ilişkiye yer vermeyen ya da en azından böyle bir ilişkiyi kırılacak eşya haline sokan kişilik yapınızla mücadele edin.
- Partnerinizle gerçek bir diyalog kurun veya sağlıklı bir iletişim kurabilmek için onunla el ele mücadele edin. Nelerden hoşlandığınızı, nelerden hoşlanmadığınızı açıkça paylaşın. 
- Partnerinizle duygularınızı ve çocukluk travmalarınızı paylaşın. 
- İşi işte bırakın ve iş yerinde yaşadığınız tüm sıkıntıyı kapıdan çıkarken ardınızda bırakmaya ve özel hayatınıza taşımamaya çalışın. 
- Eve gidince sıcak bir banyo yapın, müzik dinleyin, bahçe işleriyle uğraşın, yoga, meditasyon gibi kendinizi rahatlatacak ve stresinizi atacak aktivitelerde bulunun. 
- Alkol ve sigara tüketimini azaltın veya kesin. Aşırı alkol tüketimi ve sigara cinsel isteğinizi azaltır ve performansınızı kötü etkiler. 
-Eğlenmek ve aşk oyunları seksin bir parçasıdır. Kişilerin dilediğince özgür olması, cinsel fanteziler kurması, cinselliği birbirlerine ayrıcalıklı bir armağan olarak sunmaları ve herkesin kendi zevkinden sorumlu olması cinsel hayatınızı renklendirecektir. 
- İlişkinize yeniden cinsel heyecan getirmek için yeni mekanlarda seks yapın, ilişkinize gizem katın ve bir fantezi olarak partnerinize yabancı gözüyle bakın. 
- Eğer cinsel sorununuzu kendiniz çözemiyorsanız birlikte bir cinsel terapiste danışın.  Prof.Dr.Cem Keçe Yayın tarihi: 11.04.2012

Yazının tamamı: http://www.hurriyetaile.com/yazarlar/a-cem-kece/bastirilan-ve-ifade-edilmeyen-duygular-cinsel-sorunlara-yol-aciyor_2284.html?utm_source=copy-paste&utm_medium=copy-paste&utm_campaign=copy-paste-with-url

2 Nis 2018

SOĞUK OTLARIN ALTI


Ülkü Tamer'in aramızdan ayrılışı münasebetiyle, Allah Rahmet Etsin



soğuk otların altı 

atlarında taşındıkça yorgunlar...
öyle görüyorum; anlıyorum ki günlerce o yerleri hiç bırakmamışlar;
yemeklerini bile galiba o atların sırtlarında yemişler.
ey benim yalnızlığım! soğuk otların altından bakacağız onlara, değil mi?
onları ağaçların bittiği yerde görüyorum. yorgunlar. anlıyorum ki
ormanın çevresinde dört dönmüşler. benim çıkmamı bekliyorlar. beni
götürecekler.
ey benim yalnızlığım! bu kadar eğilmeselerdi üstüne senin. bu
kadar anlatmasalardı seni. n'olurdu, yalnız ben yazsaydım bu
yapraklara seni. seni yalnız ben bilseydim. beraber ölseydik
seninle.
ne aptal adamlar! oysa ki nasıl olsa bırakacağım buraları bir gün.
gidip evlerinde otursalar ya, okula bile başlamamış ölü çocukların
gezindiği büyük sobalarda. nasıl olsa, oysa ki nasıl olsa
bir gün kapılarını çalacağım. "ben ormandan geldim."
diyeceğim. "beni yanınıza alın," diyeceğim.
soğuk otların altında büyür çocuklar. oraya da gitmesek, ey benim
yalnızlığım! evet, soğuk otların altında kuş mezarları vardır belki.

ben yalnız seni istedim belki.
ben yalnız bütün ormanı belki.
ben yalnız ışıklarını şehrin.

neden, anlayamıyorum bir türlü, neden bu ormanı istedim ve neden,
anlamıyorum bir türlü, neden beni istiyor bu kaçtığım atlılar?
gizliden gizliye onları istediğim için mi?
atlarında taşındıkça yorgunlar.
ne güzel! onları yoruyorum. bu sürüp gidecek anlaşılan; hemencecik
ölüversek. bekleseler. dönseler. hep bekleseler. ölüversek.
soğuk otların altı...

ÇORAK ÜLKE



Çorak Ülke(antoloji.com dan alıntıdır)

Ezra Pound için
I. ÖLÜLERİN GÖMÜLÜŞÜ
Nisan en zalim aydır, gövertir
Leylakları ölü toprakta, yoğurur
Anılarla istekleri, uyarır
Uyuşuk kökleri bahar yağmuruyla.
Kış, sıcacık tuttu bizi, örter
Toprağı unutkan karla, sürdürür
Kısır bir hayatı kuru köklerle.i
Yaz şaşırttı bizi, Starnbersee'ye gelince
Deli bir sağnakla; sığındık sıra kolonlara,
Derken yeniden güneş, uzandık Hofgarten'a,
Birer kahve içip konuştuk bir saat kadar.
Bin gar keine Russin, stamm' aus Litauen, echt deutsch.
Ve çocukluğumuzda, arşidüklerde kalırken,
Yeğenimgillerde, kızakla gezdirirdi beni,
Ve ben korkardım. Ama o, Marie, derdi,
Sıkı tutun Marie! Ve yamaçtan kayardık.
Dağlardaysan, orada özgür bulursun kendini.
Çoğu geceler okurum, kışın da güneye giderim.
Hangi kökler kavrar, hangi dallar bezer
Buradaki taş yığınını? Ey insanoğlu
Bunu bilemez, sezemezsin, çünkü bildiğin yalnız
Bir kırık putlar yığınıdır ki güneşte kavrulur
Ve ona ne ölü ağaç gölge, ne cırcırböceği erinç,
Ne de kuru taş su sesi verir. Yalnız
Burası gölge, altı bu kızıl kayanın,
(Sığın gölgesine bu kızıl kayanın) ,
Ve ben öyle bir şey göstereceğim ki sana,
Ne seni durmadan izleyen sabahki gölgendir,
Ne kalkıp seni karşılayan akşamki gölgendir,
Sana korkuyu göstereceğim bir avuç tozda.
"Bana sümbülleri ilk verişin bir yıl önceydi,
Sonra sümbül kız koydular adımı."
- Ama döndüğümüzde, gün sonu, sümbül bahçesinden,
Kolların dolu, saçların ıslak, bir türlü
Konuşamadım, gözlerim de seçmedi, sanki
Ne diriydim, ne ölü, ne de bir şey biliyorum,
Sırf bakıyordum ışığın gözüne, sessizlik.
Oed' und leer das Meer.
Madam Sosostris, şu ünlü falcı,
İyice üşütmüştü kendini ama
En akıllı kadın diye bilinir Avrupa'da
Elinde bir deste hayın kağıtla. İşte, dedi,
Senin kağıdın, boğulmuş Finikeli gemici,
(Şu inciler onun gözleriydi bir zamanlar, Bak!)
İşte Belladonna, Kayalıkların Ecesi,
Durumların ecesi.
İşte üç değnekli adam, işte Çarkıfelek,
Ve işte tek gözlü tüccar, bu kağıda gelince,
Bu boş kağıt, tüccarın sırtındaki şeydir,
Onu da görmem yasaktır. Peki nerede
Asılmış Adam! Suda ölümden sakın.
Kalabalıklar görüyorum halka olmuş yürüyor.
Falınız tamam. Sayın Mrs. Equitone'u görürseniz,
Deyin ki yıldız falını kendim getiririm:
Öyle zamandayız ki su uyur düşman uyumaz.
Düşçül Kent,
Kirli sisi altında bir kış sabahının,
Bir kalabalık aktı Londra Köprüsünden, sürüyle,
Ummazdım, ölüm çökertsin insanları sürüyle.
Duyulan, kesik ve seyrek, iç çekişlerdi,
Ve gözleri kendi adımlarındaydı her adamın.
Aşıp tepeyi aktılar King William Caddesinden
Saint Mary Woolnoth Kilisesine, kulede çan
Ölü bir sesle tınlarken son vuruşunda dokuzun.
Bir tanış görüp durdurdum haykırarak, "Stetson!
"Sen ha! Gemilerdeki yoldaşım benim, Mylae'de!
"Şu ceset, bıldır diktiydin ya bahçene,
"Filiz verdi mi? Bu yıl durur mu çiçeğe?
"Yoksa o beklenmedik don bozdu mu tarhını?
"Öyleyse uzak tut köpeği, insanların dostudur,
"Yoksa tırnaklarıyla kazıp çıkarır gene!
"Sen! hypocrite lecteur! - mon semblable, - mon frère! "
II. BİR SATRANÇ PARTİSİ
Kadının koltuğu, yaldızlı bir taht gibi,
Çil Çil yansıdı mermerde ve ayna
- Destekleri salkımlı asmalarla bezenmiş
Birisinden bir altın Küpidon baka kalmış,
(Biri de gizlemiş gözlerini kanadıyla) -
Çiftleyip alevlerini yedi kollu şamdanın
Yansıttı ışığı masanın üzerine, tam da
Yükselirken mücevherlerinin parıltısı
Öbek öbek atlas döşeli kutulardan;
Fildişi ve renkli camdan şişeciklere,
Tapasız, sinmiş acayip, sentetik parfümleri,
Macun, toz ya da sıvı - bunalttı, şaşırttı
Ve boğdu duyuları kokularla; tedirgin olup
Pencereden gelen esinle, kokular yükseldi
Besleyerek upuzun alevlerini şamdanın
Ve savurdu dumanları bölmeli tavana,
Tedirgin edip desenlerini oymalı tavanın.
Geniş kızılağaç kaplama, renkli taşlarla çevrili,
Bakır kakmalı, bir yeşil, bir turuncu yanıyor
Ve bu içli ışıltıda oyma bir yunus yüzüyordu.
Antik şömine üstündeki tabloda anlatılan,
Sanki bir pencereydi ormana açılan,
Değişimiydi Philomel'in, o barbar kralın
Onca zorladığı; ama bülbül kesilmiş orda,
Sarmıştı tüm çölü kirletilemez bir sesle,
Ve hala ağlıyordu ve dünya hala o yolda,
"Cik cik! " kös dinlemiş kulaklara.
Ve zamanın öbür solgun artıkları da
Anlatılmıştı duvarlarda; ısrarla bakan biçimler
Dört yönden sarkmış, eğilip susturuyordu odayı.
Sürüklendi merdivende adımlar.
Ocağın ışığında, fırçanın altında, saçları
Alevli oklar gibi dağılmış
Işıl ışıl konuşurken, artık zalimce susacaktı.
"Sinirlerim bozuk bu gece. Çok bozuk. Gitme kal.
"Bir şeyler anlat. Neden konuşmazsın hiç. Konuş.
"Ne düşünüyorsun? Ne düşüncesi bu? Ne?
"Ne düşünürsün böyle bilmem ki hiç. Düşün bakalım."
Sanırım biz dönekler geçidindeyiz,
Ölü adamlar orda yitirmişti kemiklerini.
"Nedir bu gürültü? "
Eşikten esen yel.
"Peki ya bu gürültü? Zoru nedir bu yelin? "
Hiçbişey gene hiçbişey.
"Bilmez
"misin hiçbişey? Görmez misin hiçbişey? Hatırlamaz mısın
"Hiçbişey? "
Hatırlarım
Şu incilerdi adamın gözleri bir zamanlar.
"Diri misin, değil misin? Hiçbişey yok mu kafanda? "
Ama
O O O O şu Şekispiyerimsi cümbüş-
Hem ne incelik
Ne yetkinlik
"Ne yaparım şimdi ben? Ne yaparım ben?
"Öyleyse hemen fırlayıp sürterim sokaklarda,
"Saç baş darmadağın. Peki ne yaparız yarın?
"Ve her günü Tanrının? "
Sıcak su saat onda.
Yağmur varsa, kapalı bir araba saat dörtte.
Sonra bir el satranç oynayacağız,
Kapaksız gözlerimiz kısılmış, kulağımız kapıda.
Kocası terhis edildiğinde Lil'e dedim ki -
Esirgemedim sözümü, hem yüzüne söyledim,
VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ
Bak Albert dönüyor, çekidüzen ver kendine biraz.
Bilmek ister n'aptın sana verdiği parayı,
Dişlerini yaptırman için. Verdi, hem de yanımda.
Gel çektir tümünü, Lil, güzel bir takım yaptır,
İnan ki, demişti, yüzüne bakasım gelmiyor.
Al benden de o kadar, dedim, Albert'ciği düşün bir,
Dört yıldır askerdeydi, gününü gün etmek ister,
Bunu sende bulamazsa, başkaları var, dedim.
Ya, öyle mi dedi. Olabilir a, dedim.
O zaman bir kapı bulurum, dedi, ama açık konuşsana.
VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ
O işten hoşlanmasan da dayanmalısın, dedim.
Yok, yapamam, dersen, başkaları seçip kapar.
Albert çekip giderse, bilir miydim? deme sakın.
Utanmalısın, dedim, böyle yaşlı görünmekten.
(Oysa ancak otuz birinde.)
Elimden ne gelir, dedi, suratını asarak,
Hep aldığım o haplar, düşürmek için, dedi.
(Beş tane vardı, minik George'da az kalsın ölüyordu.)
Ezzacı her şey düzelir, dedi, ama nerde eski halim.
Sen eni konu aptalmışsın, dedim,
Ya Albert rahat bırakmazsa, sil baştan, dedim.
Çocuk istemiyordun da niye evlendin?
VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ
Neyse, Albert geldi o pazar, sofrada sıcak domuz budu,
Yemeğe bırakmadılar beni, tatmalıymışım sıcacık -
VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ
VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ
İğgeceler Bill. İğgeceler Lou. İğgeceler May. İğgeceler.
Haydi eyvallah. İğgeceler. İğgeceler.
İyi geceler leydiler, iyi geceler sevimli leydiler,
iyi geceler, iyi geceler.
III. ATEŞ TÖRENİ
Irmağın tentesi çökmüş: damar parmaklarıyla
Son yapraklar kavrayıp gömülür ıslak setlere. Yel
Arşınlar kavruk ülkeyi duyulmadan. Su perileri gitmiş.
Nazlı Thames, usulca ak, bitinceye kadar türküm.
Üstünde ne boş şişeler, sandviç kağıtları,
Ne ipek mendiller, karton kutular, izmaritler,
Ne de başka izi yaz gecelerinin. Su perileri gitmiş.
Ve dostları, kent kodamanlarının aylak mirasçıları,
Gitmişler, adres filan bırakmadan.
Leman gölünün kıyısında oturdum da ağladım.
Nazlı Thames, usulca ak, bitinceye kadar türküm,
Nazlı Thames, usulca ak, sessiz ve kısadır sözüm.
Ama ansızın soğuk bir yel ve duyarım ardımda
Kemik takırtıları ve kikirdemeler, kulaktan kulağa.
Bir sıçan otların arasından usulca süzüldü
Yapış yapış karnını toprağa sürterek,
Avlanırken ben durgun sularında kanalın
Havagazı fabrikasının ardında, bir kış akşamı,
Aklımda kral kardeşimin uğradığı deniz kazası
Ve kral babamın ölümü, ondan önce.
Aşağıda ıslak toprakta çıplanmış ak gövdeler
Ve basık ve kuru tavanarasındaki kemikleri
Yıllardır takırdatan ayaklarıydı sıçanların.
Ama ben ardımdan, zaman zaman, duyarım
Korno-motor seslerini ki getirirler nasılsa
Sweeney'i Mrs. Porter'a baharda.
Ooo! Dolunay doğup üstüne parlasın
Mrs. Porter'la kızının
Onlar sodalı suda yıkar ayakların'
Cik cik cik
Cık cık cık cık cık cık
Onca zorlanmış
Tereu
Düşçül Kent
Boz sisi altında bir kış öğlesinin
Mr. Eugenides, İzmirli tüccar,
Tıraşsız, bir cebi kuşüzümü dolu,
CIF Londra: Belgeler para ödenince,
Kaba bir Fransızcayla, ne dersin, dedi,
Canon Street Otelinde öğle yemeğine,
Sonra hafta sonu tatiline Metropole'de.
Erguvanımsı saatte ki bakışlar ve sırt
Doğrulur masadan ve insan makinesi bekler
Avara çalışan, bekleyen bir taksi gibi,
Ben Tiresias, iki hayat arası bocalayan, kör,
Pörsük dişi memeli yaşlı adam, nasıl sezmem,
Erguvanımsı saatte, akşam saatinde ki çırpınır
Yuvaya doğru, gemicileri yuvaya getirir denizden,
Daktilo kız çay zamanı yuvada, sabah sofrasını tpolar,
Sobasını yakar, düzenler hazır yiyecekleri masada.
Pencerenin dışına korkusuzca astığı
İç çamaşırları güneşin son ışınlarıyla yanar,
Ve yığılmış üstüne divanın (geceleri yatağı)
Çoraplar, terlikler, kombinezonlar, korseler.
Ben Tiresias, pörsük hayvan memeli kocamışa yeter
Yeter de artardı bu sahne, gerisine gelince -
Yolu gözlenen konuğu bekledim ben de.
Adam, iğrenç suratlı bir gençtir, gelir,
Sıradan bir emlakçı katibi, küstah bakışlı,
Aşağı kesimden biri ki kurumlu hali sırıtır
Bir Bradford milyonerinin ipek şapkası gibi.
Umduğu gibi, zaman en uygun zamandır,
Yemek bitmiş, kadın oyalamaya çalışır,
İstemese bile engel de olmaz kadın.
Ateşlenmiş ve kararlı, adam hemen saldırır;
Hiçbir engele rastlamaz yoklayan eller;
Karşılık mı bekler adamdaki kör gurur,
Kayıtsızlığı da hoş karşılar.
(Ve ben, Tiresias, önceden acısını çekmiş
Aynı yatak-divanda oynanan oyunların,
Ben ki Thebai surlarına sırtımı dayamış,
Yürümüşüm safında en aşağılık ölülerin.)
Adam son bir öpücüğe daha kıyar,
El yordamıyla iner ışıksız merdiveni.
Kadın döner, bir an pencerede görünür,
Sanki habersizdir aşığının gittiğinden,
Kafasından puslu bir düşünce geçer:
"Neyse bu da bitti, iyi ki bitti hem."
Bir gün gelir düşer de yosma kadın
Yalnızken gene dolanırsa odasında,
Eli saçlarına gider kendiliğinden
Ve bir plak koyar gramafona.
"Sulardaydım, bu ezgi çalındı kulağıma"
Ve Strand boyunca, Queen Victoria Caddesine dek.
Kent, ey Kent! arasıra duyarım
Lower Thames Caddesinde bir meyhaneden
Bir mandolinin hoşa giden dertlenişini
Ve öğle yemeğindeki gürültüsüyle sohbetini
Balıkçıların ki orda yaşar duvarlarında
Magnus Martyr Kilisesinin,
Büyülü görkemi İyon beyazıyla altın renginin.
Irmağın terlediği
Yağ ve katran,
Mavnalar sürüklenir
Alçalan sularda,
Al yelkenler
Dopdolu
Yelle, yelpirder koca serende.
Mavnalar yıkar
Sürüklenen paraketeleri
Varırlar Aşağı Greenwich'e
Köpekler Adasından ileri.
Weialala leia
Wallala leialala
Elizabeth'le Leicester
Çekilen kürekler,
Teknenin kıçı
Yaldızlı deniz kabuğu
Al ve altın,
Sert soluğanlar
Yıkadı kıyıları,
Güneybatı yeli
Çan seslerini
Ak kulelerin
Weialala leia
Wallala leialala
"Tramvaylar tozlu ağaçlar.
Highbury'denim. Richmond'la Kew idi
Beni mahveden. Bir kanodaydı, dapdar,
Richmond'un yanında kaldırdım dizlerimi."
"Moorgate'in gediklisiyim ve gönlüm
kırık dökük. Her şey olup bitince
Ağladı adam ve sözerdi 'yeni bir yarın'.
Ses etmedim. Nemeydi benim gücenme."
"Margate kumsalındayım.
Bağlayamam ki
Hiçbir şeyi hiçbir şeyle.
Ucu kırık turnakları kirli ellerin.
Benim halkım gönülsüz halk, ummaz ki
Hiçbir şey."
la la
Sonra vardım Kartaca'ya
Yanıyor yanıyor yanıyor yanıyor
Ey Tanrım Sen kurtar beni
Ey Tanrım Sen kurtar
yanıyor
IV. SUDA ÖLÜM
Fenikeli Phlebas, öleli iki hafta olmadan
Unuttu martı çığlıklarını, soluğanları
ve kâr ile zararı.
Bir akıntı, deniz altında,
Sıyırdı kemiklerini fısıltılarla. Yüksele alçala
Yeniden yaşadı evrelerini yaşlılığıyla gençliğinin
Kapılırken burgaçlara.
Yahudi ol, olma
Sen, ey çarkı çevirirken yelden yöne bakan!
Düşün Phlebas'ı, o da yakışıklı ve boyluydu eskiden.
V. GÖK GÜRÜLTÜSÜNÜN DEDİKLERİ
Vurunca meşale kızıllığı terli yüzlere
İnince dondurucu sessizlik bahçelere
Başlayınca can çekişme taşlık ülkede
Bağıranlar ve ağlayanlar
Mapusane ve saraylar ve yankıması
Gök gürlemesinin, bharda, uzak dağlarda
O adam ki yaşıyordu, şimdi ölüdür
Bizler ki yaşıyorduk, şimdi ölüyoruz
Sabrımız tükenmiş
Burada su yok yalnız kaya var
Kaya ve susuzluk ve kumlu yol
Yol döne döne tırmanıyor dağlara
Dağlar ki sırf kaya, su yüzü görmemiş
Su olsaydı durup içerdik birer birer
Kayalar arasında kim durur, kim düşünür
Ter kupkuru, ayaklarsa kuma gömülü
Hiç olmazsa su olsaydı arasında kayaların
Ki ölü dağın çürük dişli ağzıdır, tüküremez
Kişi burda dikilemez, oturamaz, yatamaz
Üstelik sessizlik de yok bu dağlarda
Ama kuru kısır gök gürlemesi var, yağmursuz,
Üstelik çile yerleri de yok bu dağlarda
Ama asık mor suratlar sırıtır ve hırlar
Çatlak duvarlı evlerin kapılarından
Su olsaydı
Kaya olmasaydı
Kaya olsaydı ama
Su da olsaydı
Ve su
Bir pınar
Bir gölcük kayalar arasında
Hiç olmazsa su sesi olsaydı
Değil ağustosböceği
Ve türküyen kuru otlar
Ama bir su sesi kayalardan
Şakırken yalnızgezer ardıç kuşu orada çamlarda
Şıp şıp şip şıp şıp şıp
Ama ne gezer su
Kimdi o üçüncü, hep yanında yürüyen?
Sayınca bir sen varsın, bir de ben
Ama ne zaman uzayıp giden ak yola baksam
Birisi daha var daima yanında yürüyen
Akıyor sanki boz harmanisiyle, kukuletalı,
Bilemem artık erkek mi, kadın mı
- Ama kimdir öbür yanında yürüyen?
Yücelerden gelen şu ses de nedir
Anaların yaktığı ağıdın mırıltısı,
Nedir şu kukuletalı insan yığını, kaynaşır
Sonsuz ovalarda, tökezler çatlak toprakta,
Ki kuşatılmış dümdüz bir ufukla yalnız,
Hangi kenttir şu dağların üstündeki
Çatırdı ve sessizlik ve patlamalar erguvan gökte
Yıkılan kuleler
Kudüs Atina İskenderiye
Viyana Londra
Düşçül
Bir kadın uzun kara saçlarını gerdi eliyle
Ve zırıldattı tellerinde bir ezgiyi
Ve bebek yüzlü yarasalar erguvan ışık içre
Islık çaldılar ve kanatlarını çırptılar
Ve kara bir duvardan aşağı sarktılar başaşağı
Ve havada tepetaklaktı kuleler
Çalarak hatırlatan çanları ki saatleri vurur
Ve boş sarnıçlarla kör kuyulardan yükselen türküler.
Dağlar arasındaki bu kokmuş çukurda
Solgun ayışığında, otlar türkü yakıyor
Çökmüş mezarlar üzre, kilise avlusunda
Bomboş bir kilise, yelin cirit attığı,
Cam çerçeve yok, kapı gıcırdar durur,
Kuru kemikler incitmez ki kimseyi.
Sırf bir horoz kurulmuş çatı direğine
Ku ku riku ku ku riku
Bir şimşeğin yalazında. Sonra çileyen bir bora
Yağmur getiren.
Ganj cılızlaşmıştı ve bitkin yapraklar
Yağmur bekliyordu, kara kara bulutlar
Yığılırken çok uzaklarda, Himalayalarda.
Cengel sinmiş, kamburlaşmıştı sessizce.
Derken konuştu gök gürültüsü
DA
Datta: Verdiğimiz nedir?
Dostum, tutkuyla titremekte yüreğim,
Bir anlık kapılışın korkunç ataklığı,
Ki bir sakınganlık çağı da onaramaz bunu,
Bununla ama sırf bu tutkuyla varolduk
Ve bu, ne ölüm ilanlarımızda izlenebilir
Ne iyiliksever örümceğin sardığı anılarda
Ne de mühür altında, sıska dava vekili kırar
Bomboş odalarımızda
DA
Dayadhvam: Duydum anahtarlar
Bir kez döner kapıda, ve yalnız bir kez döner
Düşünürüz anahtarı, herkes kendi zindanında
Düşünmekte anahtarı, bir zindanı onar herkes
Ancak akşam saatinde, göksel söylentiler
Bir an için umutsuz bir Coriolanus yaratır
DA
Damyata: Tekne yanıtladı
Neşeyle, yelken ve kürekte usta ellere
Deniz durgundu, yüreğin yanıtlayacaktı
Neşeyle, çağrılsaydı bir, usulca atarak
Altında yoklayan ellerin
Oturmuş kıyıda
Avlanıyordum, ardımda çorak düzlükler,
Topraklarımı işleyebilecek miyim hiç olmazsa?
Londra Köprüsü yıkılıyor yıkılıyor yıkılıyor
Pi s'ascose nel foco che gli affina
Quando fiam uti chelidon - Ey kırlangıç kırlangıç
Le Prince d'Aquitaine à la tour abolie
Bu parçalarla yıkıntılarımı payandaladım
Ya, siza uyarım öyleyse. Hieronymo delirdi gene.
Datta. Dayadhvam. Damyata.
Shantih shantih shantih
Sibyl'i Cumae'de kendi gözlerimle gördüm
cam bir kavanoz içinde yaşıyordu,
oğlanlar sorunca, "Sibyl ne oldu? "
yanıtı hep şuydu, "Ölümü özlüyorum."
Petronius'dan
Satiricon, Bölüm 48
(Çevirenin notu: Sibyl'e (kahin kadın) sonsuz hayat verilmiştir ama sonsuz
gençlik değil. Yüzyıllar boyu kocadıkça gövdesi küçüle küçüle bir çekirge
kadar kalır. Daha da büzülecek ama ölemiyecektir. Yani hem zamanın, hem de
doğum-ölüm-yeniden doğum halkasının dışına itilmiştir.)
Daha iyi usta
Hayır Rus değilim, Litvanyalıyım, Alman kökenli.
Dağlarından yurdunun
Yel eser serin serin
İrlandalım, çocuğum
Gurbet elde neylersin?
R. Wagner (Tristan ile İsolde)
Boş ve ıssız gene deniz.
R. Wagner (Tristan ile İsolde)
Sen! dönek okur! - benzerim, kerdeşim benim!
C. Baudelaire
Ve ey çocuk sesleri, kubbelerde çınlayan!
Verlaine
Tereu: Bülbül sesine öykünmede kullanılır.
Tereus: Philomel'i kirleten kral.
Sonra kendilerini arıtan alevlere daldı.
Dante, Araf
Ne zaman kırlangıç gibi olacağım.
Pervigilium Veneris
Aquitane Prensi yıkık kulede
Gerard de Nerval
Ver. Duyuları paylaş. Denetle.
Upanishad'dan
Barış. Barış. Barış.
Çeviren: "Eliot" Suphi Aytimur,
Thomas Stearns Eliot

SON YAPRAK

SON YAPRAK- O'HENRY

(The LAST LEAF)
Washington Meydanı'nın batısındaki küçük mıntıkada, caddeler acayip şekilde' sokak' denilen kollara ayrılıp, tuhaf köşeler ve üçgenler oluştururlar. Bir cadde diğeriyle iki, üç yerde kesişir. Vaktiyle hiç tablo satamamış ressamın biri burada iyi bir fırsat yakaladı. Galiba caddeyi geçerken aniden yağlı boya tablolara para harcamaya hevesli bir  kolleksiyoncuyla karşılaşmıştı.

Sonra Greenwich denen bu eski, antika mahalleye kısa zamanda başka ressamlar da gelip, kuzeye bakan pencereli, ucuz kiralık odalara, 18. Yüzyıldan kalma ve Hollanda tarzı çatılarla dolu evlere yerleştiler..ve neredeyse bir 'koloni' oluşturdular.

Alçak, üç katlı, tuğla bir evin üst katında, Sue ve Johnsy'nin stüdyosu vardı, Johnsy, Joanna' nın kısaltılmışıydı. biri Maine'li, diğeri de Kaliforniya'lıydı. 8. Caddedeki 'Delmonico'nun yeri'nde tanışmışlardı, sanat, frenk salatası, katlanır perdeli pencereler gibi ortak zevkleri sonucunda stüdyolarını birleştirdiler.

Bu olay Mayıs'ta olmuştu. Kasım'da doktorların 'zatüree' dediği beklenmedik, soğuk bir 'misafir' mahalleye geldi, buz gibi parmaklarıyla, mahalledeki herkese bir bir dokundu. Bu afet  doğu yakasında ardında bir sürü kurban bırakmıştı, fakat dar sokaklı ve rutubetten yosun tutmuş bu sokaklarda daha yavaş yavaş ilerliyordu.

Bay 'zatüree' yaşlı beyefendilerden değil, Kaliforniya rüzgarlarıyla kanı incelmiş, tıknefesli, kırmızı yumruklu, yaşlı bir dolandırıcı karşısında şansı olmayan küçük, yaşlı bir kadındı. Ve Johnsy'i de çarptı, kızı yatağa düşürdü. Kız, boyalı karyolasında, bitişik tuğla evin boş tarafındaki küçük penceden dışarı bakıyordu. 

Bir sabah işi başından aşkın, fırça gibi gri kaşlı doktor, Sue' yü salona çağırdı
 
-  Onda bir yaşama şansı var, elindeki termometreyi salladı, bu şans da onun yaşama arzusuna bağlı, bu arzusu olmayan insanlar tüm tıp ilminin bir işe yaramadığını göstererek öteki taraf boyluyorlar, sizin küçük hanımın morali pek iyi değil, yapmak istediği bir şey var mı?
 - Bir gün Napoli Körfezi'nin resmini yapmayı çok isterdi"

- Resim mi, pöh! Düşünmeye iki katı değer bir şey yok mu aklında, bir erkek mesela?

- Bir erkek mi? İki kez düşünmeye değer hem de.....hayır doktor öyle biri yok

Doktor, 'tıbbi olarak elimden geleni yapacağım' dedi

- Fakat hastalarım cenaze törenlerine katılacak kişilerin sayısını düşünmeye başlayınca, ilaçlarımın iyileştirici etkisi yüzde 50  azalır, ama size bu kışın pelerin modelleriyle ilgili sorular sormaya başlarsa şansının onda bir yerine, beşte bire çıkacağına yemin edebilirim.

Doktor gittikten sonra, Sue çalışma odasına gitti ve bir Japon işi peçeteyi sırılsıklam edene kadar ağladı. Sonra, resim tahtasını alıp, ıslık çalarak Johnsy'nin odasına gitti.

Johnsy, üstüne yatak örtüsünü çekmiş, yüzü pencereye dönük yatıyordu, Sue kızın uyuduğunu düşünüp ıslık çalmayı bıraktı. Kalemini, mürekkebini alıp, bir dergi için hikaye resmetmeye başladı, genç ressamlar magazin hikayelerini resmederek, genç yazarlar da bu hikayeleri yazarak mesleklerine adım atıyorlardı..

Sue,  gözünde monokl olan kahraman bir Idaho'lu kovboy ve şık at binici pantolonları çizerken, birkaç kez tekrarlanan cılız bir ses işitti. Hemen yatağın yanına gitti.

Johnsy'nin gözleri açıktı, pencereden bakıyor ve sayıyordu...

- oniki, onbir, on.. dokuz...sekiz...yedi...

Kız merakla pencereden baktı, sayacak ne vardı ki? bomboş avlu, uzaktaki tuğla ev, ve bu evin yarısına kadar tırmanmış, kökleri çürümüş, bozulmuş eski bir sarmaşık. Soğuk sonbahar rüzgarı dallarını tamamen çıplak bırakana dek yapraklarını kopartıyordu..

- Neyi sayıyorsun hayatım?

Kız, adeta fısıltıyla 'altı' dedi. 

- Şimdi daha hızlı dökülüyorlar, üç gün önce neredeyse yüz yaprak vardı, sayana kadar başıma ağrılar girdi, fakat şimdi sayması daha kolay, biri daha gitti, sadece beş tane kaldı..

- Neye beş tane kaldı?

- Sarmaşıktaki yapraklar, son yaprak da dökülünce, benim de gitme vaktim gelecek, üç gündür biliyorum doktor söylemedi mi?

Sue kızı yüksek sesle azarladı: "Hayatımda bu kadar saçma bir şey duymadım, kuru yaprakların senle ne ilgisi var, seni yaramaz kız seni! hem sen bu eski sarmaşığı severdin, doktor bu sabah bana senin iyi gittiğini söyledi, tam olarak dediğine göre şansın bire onmuş, New York'ta tramvaya binmek ya da yeni bir binanın önünden geçmek kadar çok yani! Şimdi biraz çorba iç ve ben de çizimimi götüreyim, o da editöre satsın, hastamız için şarap, kendi doymaz midemiz için de domuz paçası alalım..

- Şarap almak zorunda değilsin...gözleri yine pencereye takıldı, bir tane daha düştü, dört tane kaldı, çorba da istemiyorum..  hava kararmadan son yaprağın da düştüğünü görmek istiyorum..

- Johnsy hayatım, işimi bitirene kadar gözlerini kapatıp, pencereden bakmamaya söz verir misin? Bu çizimleri yarına kadar bitirmem lazım, abajur bana lazım yoksa gölgeleri iyi çizemiyorum.

- Öbür odada çizemez misin?

- Seninle yanında olmayı tercih ederim, ayrıca bu salak yapraklara bakmanı istemiyorum.

Yüzü heykel gibi bembeyaz olan Johnsy, gözlerini yumarken 'Bitirince bana haber ver, çünkü son yaprağın düşüşünü görmek istiyorum. Beklemekten bıktım, beklemekten, düşünmekten bıktım, tıpkı bu küçük, yorgun yapraklar gibi artık her şeyi bırakıp, gitmek istiyorum' dedi.

- Uyumaya çalış, ben gidip bana yaşlı madenci resmi için poz etmesi için Behrman'ı çağıracağım, ben gelene dek kımıldama, geleceğim.

Yaşlı Behrman, alt katlarında oturan bir ressamdı, altmışını geçmişti ve Michelangelo gibi sakalları olan, küçücük boylu bir adamdı. Başarısız bir ressamdı. Hep bir 'baş yapıt' yapmayı istiyordu ama 40 yıldır hala yapamamıştı. Arada sırada reklam amaçlı bir şeyler yapmıştı ve profesyonel modellere ücret ödeyemeyecek ressamlara modellik yaparak para kazanıyordu, çok cin içiyor ve hep yapacağı baş yapıttan söz ediyordu, Ayrıca kendisini üst katındaki iki genç ressamın koruyucusu olarak addediyordu. Sue adamı loş, böğürtlen kokan kümesinde buldu, bir köşede yirmi beş yıldır baş yapıtın çizilmesini bekleyen boş resim sehpası duruyordu. Kız, adama Johnsy'nin yaprak yüzünden nasıl korktuğunu ve kızın gerçekten bir yaprak kadar güçsüz, kırılgan olduğunu anlattı.

Yaşlı Behrman, kırmızı gözleri şimşek gibi böyle aptalca şeylere lanetler savurdu.

"Neee! diye bağırdı. " Kahrolası bir sarmaşığın yaprakları dökülüyor diye öleceğini düşünen insanlar mı var bu dünyada! Hayır bu senin mankafa arkadaşın için poz  vermem!"

Sue " çok zayıf ve hasta, ve ateşi çıktığından aklı karıştı, tuhaf hayaller kuruyor, pekala Bay Behrman poz  vermek istemiyorsanız vermeyin. Siz korkunç, kafasız bir insansınız"    

" Tam bir kadınsın! PoZ vermeyeceğimi kim söyledi!? Seninle geliyorum, yarım saattir sana poz vermeye hazır olduğumu söylüyorum, bir gün bir baş yapıt çizeceğim! Ve hepimiz köşeyi döneceğiz!" 

Sue ve ressam yukarı kata çıkarken, Johnsy uyuyordu, Sue abajuru pencereden aşağı sarkıttı..sonra korkarak pencereden sarmaşığa doğru baktılar..sonra hiç konuşmadan birbirlerine baktılar soğuk karla karışık bir yağmur yağıyordu.

Ertesi sabah, Sue yarım saatlik uykusundan uyandığında, Johnsy, cansız, gözlerle yeşil perdeye bakıyordu

- Perdeyi kaldırsana, görmek istiyorum diye fısıldadı

 Sue yorgun yorgun perdeyi kaldırdı.

O da nesi? Onca yağmur ve rüzgara rağmen, tuğla evin üzerindeki sarmaşıkta bir yaprak hala duruyordu. Hala koyu yeşildi, kenarları biraz sararmıştı,

- Bu sonuncuydu, geceleyin mutlaka düşer diyordum rüzgarı duyuyordum, sabaha düşecek ve ben de aynı anda ölürüm diyordum..

- Hayatım, hayatım, kendini düşünmüyorsan beni düşün, ne yapardım?

Ama Johnsy cevap vermedi. Dünyanın en yalnız şeyi, esrarengiz son yolculuğuna hazırlanan bir ruhtur,

Günler geçti, akşam karanlıkta bile sarmaşık yaprağının duvarda asılı olduğu görülebiliyordu, gece oldu, akşam rüzgarı başladı, yağmur camları dövüyor, çatılardan aşağı akıyordu,

Sabah olunca Johnsy, perdeyi kaldırmasını söyledi

Sarmaşık yaprağı hala oradaydı.

Johnsy birkaç gün daha yaprağa bakarak yattı, sonra ocakta tavuk çorbasını karıştırmakta olan Sue'ye seslendi

 - Çok mızmızlık yaptım, o son yaprağın orada durmasını sağlayan şey ne kadar kötü bir kız olduğumu gösterdi, ölmek istemek günahtır, şimdi bana çorba getirebilirsin, biraz da süt yok önce bir ayna getir bana biraz da yastık doğrulup yemek pişirirken seni seyretmek istiyorum.

Yarım saat sonra,

- Bir gün Napoli Körfezi'nin resmini yapmak istiyorum.

Ertesi gün doktor geldi..

- İyi bakımla iyileşeceksin, şimdi alt kattaki bir başka hastaya bakmam lazım, adı Behrman, bir ressam o da zatüree olmuş, yaşlı, zayıf bir adam, hiç umut yok fakat yarın hastaneye yatacak orada daha iyi bakılır

Ertesi gün doktor 'tehlikeyi atlattın, kazandın bakım ve iyi beslenme...işte bu kadar'
dedi.

Öğleden sonra, Sue Johnsy'nin yanına geldi, kız mavi yünden bir atkı örüyordu, kolunu kızın omuzuna ve yastıklara dayadı..

Sana bir şey söylemem lazım beyaz fare, bay Behrman hastanede zatüreeden ölmüş, hastanede sadece iki gün kaldı, kapıcı onu odasına geldiği ilk gün bulmuş, giysileri, ayakkabısı sırılsıklam ve buz gibiymiş, bu berbat gece boyunca nerede olduğunu bilmiyorlar, sonra hala yanan bir fener bulmuşlar, bir de merdiven...yerinden sürüklenerek çekilmiş..sonra oraya buraya dağılmış fırçalar ve üzerinde yeşil ve sarı rengi boya olan resim paleti..  ve pencereden bak hayatım, duvarın üzerindeki son yaprağa bak, o kadar rüzgara rağmen onun niçin hiç düşmediğini, kopmadığını merak etmedin mi? Ah hayatım, o yaprak Behrman'ın baş yapıtıydı: Son yaprak düştüğü gün duvara senin için bir yaprak resmi çizmişti...

 Yazan: O'HENRYÇeviren: Müjde Dural
Orijinali: 
http://www.online-literature.com/donne/1303/