26 Kas 2014

DEVE-HİZMET-GALAKSY S 4

Biz imam hatipte okurken hadis dersinde , hadis kitaplarındaki hadislerin nasıl incik cincik didiklenip elekten geçirildiğini ve sağlam olduklarını anlatmak için şöyle bir hikaye anlatılırdı; efendim bu hadis kitaplarını yazan şahıslardan biri (buhari olsun) aylarca yol tepip bir hadis bildiği söylenen adamdan o bir tek hadisi almak için zatın bulunduğu beldeye intikal eder. adam tarlada bağda derler. Gider bizim eleman adamı aramaya , uzaktan birinin bir deveyi çağırdığını görür. Neyse adama doğru yaklaşır. Selam verir. Deveye yem mi vereceksin der hadisçi. Bizim deveyi çağıran eleman yok elimde bir şey yok deveyi getirmek için yem varmış gibi çağırıyorum onu der. Hayrola sen ne istemiştin diye ekler. Bizim hadisçi; yok birader artık kalmadı der ve gerisin geriye döner. 
Neymiş deveyi kandıran, bizi de kandırabilir diye o adamdan hadis rivayet edilmemiştir bu kadar hassastır bu arkadaşlar. Biz  aklı apış arasında olan ergen beyinler olarak bunu sorgulamak aklımızdan bile geçmemiştir. Be birader eğer adam deveyi çağırmasaydı o adamdan o hadis nakledilecek miydi ? Evet. Peki öbür adamların sağlamlığı deve çağırmamalarından mı kaynaklanıyor ? Şöyle bir algı var; bu hadis kitaplarını yazanlar sanki böyle üniversite tarafından görevlendirilmiş özel donanımlı bağımsız ve tarafsız tek dertleri sahih hadisleri toplamak olan adamlar. Bunlar insan değil. Hiç bir aşirete, mezhebe ve siyasi görüşe tabi değiller. İthal beyinler adeta.  

Bir de utanmadan sanki matah bir şeymiş gibi Ahmed bin Hanbel 500.000 (yazıyla beşyüzbin) hadisi ezbere bilirdi ve o hadislerden ayıklamıştır sahih hadisleri diye menkıbe anlatırlar. Bu nasıl kafa ya , ne dediğini bile bilmiyorsun ! 

Şimdi Tirmizinin uydurma dediğine Hanbel sahih diyor , nasıl yani ? Deve ne oldu bu arada .


Uydu kanallarında ve radyolarda yüzlerce reklam kanalı var. Sabahtan akşama uyduruk malları satıyorlar. Mutlaka denk gelmişsinizdir , 149 TL ye Galaksy S4. Benim saf milletim de Samsung Galaxy S4 zannediyor bunu ( ki bu kanallarda özellikle böyle sanılmasını sağlıyorlar) sazan gibi atlıyor. Çakma Çin malı telefonları alıyorlar ama iş işten geçmiş oluyor..

Hizmet Hareketi diyor ya malum cemaat kendine, bana bu çakma mal satan reklam kanallarını çağrıştırıyor bu tanımlama. İslama Hizmet Hareketi değil isim. Fethullah Gülene Hizmet Hareketi de değil. vesaire vesaire. Pekçok saf zihin bunu İslama Hizmet Hareketi zannedip ömrünü adıyor. Çağrışım islama hizmet ama fiiliyat çakma Çin malı gibi. Biz okullar açıyoruz dünyanın 160 ülkesinde islamın ve Türkiyenin tanıtımını yapıyoruz. İyi güzel de sen turizm acentesi misin dini bir hareket misin ? Okullarında islam akaidi ve tefsir mi okutuluyor? Kuran allemesi mi yetiştiriyorsunuz ? Benim tanıdığım şakirtlerin (imam hatip kökenli olanları hariç) hepsi Kuranı yüzündne bile okumaktan acizdir. 500 bin hadis hikayesi gibi işte. 

Ruşen Çakır bugün köşesinde yazmış ya ; Batı Afrika ülkesinin biriyle ticaret yapan bir arkadaş bu Hizmet?in okulunu ziyaret etmiş ve çok etkilenmiş. Safça sormuş bizim ki;senede kaç kişi müslüman oluyor ? Cevap; ne diyorsun abi öyle bir şey olursa bizi burada tutarlar mı ?

Tedbir illa tedbir şii takiyyesi halt etmiş. Bunlar gizli müslüman. 

149 TL ye galaksi s4..Yersen..

24 Kas 2014

İHA-İSMİ DE BAYRAKTAR

Kendi silahını üretemeyen oyun kurucu olamaz..

TSK'nın envanterine yerli yapımı bir İHA girdi nihayet.Bu bir devrin başladığının en önemli göstergelereniden biridir.

Bayraktar ailesinin ürettiği ve an itibariyle dünyanın en gelişmiş İHA'sı TSK'nın emrinde. %100 yerli. Kendi uydusunu(ki yapıyoruz),kendi gemisini(ki yapıyoruz),kendi uçağını ve kendi otomobilini yapma yolunda dev bir adım daha atıldı. Şükürler olsun.

Biz yapamayız ezikliğinin geride kaldığı günleri de gördük. Nuri Demirağ ve Şakir Zümre'nin ruhu şad olsun.

Çok mutluyum..

İlk yerli tankımız da 2017 yılında hizmete giriyor.

Bir zamanlar Anadol marka yerli bir otomobilimiz vardı. Yollarda tek tük görülebiliyor hala. Biz aklını vicdanını Batıya adamış yerli işbirlikçiler demediğimizi bırakmadık o arabaya. O dönem esamesi okunmayan Hyundai bugün yollarımızda cirit atıyor. Utanıyor muyuz acaba ?

Hürriyet Gazetesinin(niyeyse bütün kötülükleri bu gazeteye özgülüyorum o vermediyse bile vermiş sayıyorum vermekten kaçınmazlardı çünkü )  ilk sayfadan verdiği haber ve resim hala gözümün önünde. Eşeklerin yediği araba imajının altında kaybolup gitti. Çürümeyen fiberglass gövde ve monokok yapısıyla devrimci bir modeldir. Taş gibi arabadır ve ucuzdur.

Ruhumuz öyle bir tarumar olmuşki yabancı hayranlığından ne desem boş..

Bu hayhuyun içinde gerçek bir gündem maddesi ...İt ürür kervan yürür netekim..

EYVAH ÇOCUĞUM ATEŞLENDİ-DURUN HEMEN ANTİBİYOTİK SON ÇARE

Bizim oğlan geçen hafta muhtemelen bir gribal enfeksiyon geçirdi ve ateşlendi. Salı akşamı hafif ateş ile başladı. Gündüz normale dönüyordu. Akşam saatlerinde yeniden ateşleniyordu. İlk başta çok önemsemedik (hanım hariç O önemsiyor ama mış gibi yapıyor) terle atsın diye bekledik. Gittikçe ateş nöbetleri artmaya başladı. Perşembe akşamı artık nöbeti geçti ateş ve tamamen ateşlendi. Ateş düşürücü de işe yaramıyor artık. Eşim panik oldu doktora götürelim dedi. Ben de doktor ve ilaç düşmanı olarak ,sakin ol bu akşam doğal tedavimizi yapalım olmazsa yarın doktora götürürüz dedim. Eşim de kendini toparladı bunun üzerine "tabi ya doğal ilçlarımız var neden onları uygulamıyoruz ki " dedi. Bu arada bizim oğlan ciğerleri ağzından çıkacak gibi öksürmeye başladı. Bizim oğlan biraz nazlıca , ateşi çıktığında paniğe kapılıyor ve başlıyor ağlamaya , O ağlayınca annesi de ağlıyor..
Hemen sirkeli su hazırladık. banyoya götürüp bir güzel yüzünü ve kafasını sildik. Yatağına götürüp sirkeli bezi başına koyduk. Sirkeli suda ıslattığımız pamukları koltuk altlarına yerleştirdik. Bir hayli caz cuz etti ama iğne olmamak için katlandı oğlumuz. Hazırladığımız sirkeli sudan da yalvar yakar bir kaç yudum içirdik. Bütün gece bizi asker etti oğlan tabi kendisi de uyuyamadı doğru dürüst. Sirkeli bez ve pamuk faslı sabaha kadar devam etti. Ertesi sabah ateşi tamamen düştü ve normale döndü ve kahvaltıdan sonra yatıp bütün gün uyudu . 
Öksürük içinde siyah turpunu içini oyduk ve doğal balımız var bizim ondan birkaç kaşık turpun içine koyduk ve balın sulanmasını bekledik. Oğlana her sabah o baldan bir kaşık yediriyoruz. Hala öksürüyor arada ama biz bala devam ediyoruz. Öksürükleri de çok azaldı. İUnşallah bugün yarın o da geçer..

Evet sevgili anneler ve babalar bizim ateş ile mücadelemiz böyle oldu ve ateşi yendik.  


20 Kas 2014

SOKAK ORTASINDA ÇOCUK DÖVMEK

Akşam , eve dönüş telaşında herkes. Ben de eve doğru yürüyorum. Otobüs durağına doğru akşamın karanlığında ilerlerken çocuk ağlama sesiyle birlikte bir anne ve annenin elinden tutup adeta sürüklediği dört-beş yaşlarında bir çocuk  belirdi kaldırımda. O dört beş saniyelik anda oldu herşey .Çocuk biteviye ağlıyor ve bir duygusunu ifade etmeye çalışıyor besbelli annesine. Tam geçişmek üzereyken anne ağlayan çocuğa "yeter" nidasıyla okkalı bir tokat indirdi ,tokadın sesi karanlıkta şakladı. Çocuk yediği tokadın etkisiyle kaldırıma savruldu. Daha da şiddetle ağlamaya başladı. Çocuk hızla doğruldu ve annesinin eline yapışarak ağlamasına devam etti. Ben donup kaldım .. Anneye doğru bir hamle yaptım ve "hanımefendi siz napıyorsunuz" diyecektim ki yutkundum. Aklımdan elli türlü şey geçti. Karanlıkta gözden kaybolana kadar anne ve çocuğun arkasından bakakaldım. 

Sonra yol boyunca kendi yediğim dayakları hatırladım. Yediğim bütün dayaklar hafızamda hafif tozlanmış ta olsa kaybolmadan duruyordu. Ne dayak yedik bizim nesil.Bizden öncekiler.
Benim de iki çocuğum var.. Çocuk dövmek ne demek yaa aklım almıyor..Her şeyiyle bize muhtaç o küçük bedenlere inen tokatların hesabı nasıl verilir ? Dayak iletişim kuramayan güçlülerin haklı ve üste çıkma yolu. Onu ikna etmek yerine dayak atıyorsun . Ondan sonra o çocuktan mutlu ve sorumlu ve iyiliksever insanlar olmasını bekliyoruz. 

Karısın öldürüyor ya bir takım erkek adamlar ?! . Aynen o annenin yaşadığı çaresizlik duygusuyla hareket ediyor. Bir tokat ileride bir kurşun oluyor. 

Dayak unutulmuyor hacı ve çok derin yaralar açıyor.. 

Daha geçen hafta annem (ay başında bir rahatsızlık geçirmişti hastane falan uğraştık biraz bol bol konuşma fırsatımız oldu) yıllar önce kafasına yediği bakraçın canını nasıl yaktığını anlatıyordu ve anlatırken de tansiyonu çıktı. Bakraçı vuran da rahmetli babam. 

Boşanmak isteyen karılarını öldüren kaç millet var merak ediyorum ? Yol verme yüzünden birbirini vuran ? Düğünde kutlama yapıyorum diye ateş edip damadı vuran ? Kuyrukta beklemeyi bilmeyen ? Yengeç sepeti gibi kaç millet vardır ?

Bu çocukların çektiği nedir ya Allah aşkına ? Doğmadı mı derdinden yanarız doğdu mu da ne ağzı kalır ne burnu  . 
Ben çocuklarımdan gayet iyi biliyorum ki konuşunca dinliyorlar , anlıyorlar , hatırlıyorlar ve sözlerini tutuyorlar. Biz büyükler zahmet edip onların göz hizasına ineceğiz ve gözlerinin içine bakarak onlarla konuşacağız . Bakın bakalım nasıl da anlaşıyorsunuz. Ben dört yaşındaki oğlumla oturuyorum ciddi ciddi adama adama konuşuyorum. Verdiğim sözleri tutuyorum ve onların sözlerini asla kesmiyorum. Konuşurken de sürekli aynı seviyeden konuşuyorum. Sorun çıktığı zaman sorun çözülene taraflar ikna olana kadar iletişimde kalıyoruz. Kızımın bir huyu var çok seviyorum; annesiyle tartıştıklarında mutlaka sarılıp barışıyorlar. Hiç küs uyumaz bizim kız mutlaka sorunu çözer. Konuşursanız anlaşırsınız beyler ve anneler. Şiddete lüzum yok..

" diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman.hangi günahından dolayı öldürülmüş"

Hesap var hesap..

17 Kas 2014

ÇOK HASSAS KİŞİLİK

Bir önceki yazımda kızımın ilkokuldaki alışma sürecinden behsetmiştim. Derki'deki bir makale kızımın (ve benim) ve kızım gibi ruhsal durumu olanlara farklı bir gözle bakmamı sağladı. Durumu daha derinlemesine araştıracağım bulduklarımı paylaşırım.

Bir Amerikalı psikolog olan Elaine N.Aron , yanlışlıkla başka tanımlamalar ile farklı kategorilere alınan içe kapanıklık ve utangaçlık durumlarının aslında doğuştan gelen kalıtımsal bir durum olduğunu ve bunun bir hastalık değil sadece beynin farklı çalışmasından kaynaklanan çok hassas kişilik sahibi olmaktan kaynaklanan normal bir durum olduğunu açıklıyor kitabında. http://www.hsperson.com/ adlı siteden ayrıntılı bilgi edinilebilir.
TEST – Aşağıdaki özelliklerden en az 14'üne sahipseniz bir HSP olmanız kuvvetle muhtemeldir.
  • Güçlü dış uyarılara maruz kaldığımda kolayca kafam yorulur.
  • Çevremde olup biten en ufak olayın farkındayımdır.
  • Başkalarının ruh halleri beni etkiler.
  • Ağrı eşiğim düşüktür. Canım kolay yanar.
  • Yoğun günlerde dinlenme ihtiyacı hissederim. Uyaranlardan uzak kalabileceğim bir yerde yalnız kalmak, loş bir odada ya da yatağımda zaman geçirmek isterim.
  • Kafein beni etkiler.
  • Parlak ışıklar, güçlü kokular, sert kumaşlar, siren sesleri beni rahatsız eder.
  • Zengin ve karmaşık bir iç dünyam vardır.
  • Yüksek sesler beni rahatsız eder.
  • Sanatsal üretim ve müzik beni duygulandırır.
  • Bazen sinir sistemim o kadar bitkin düşer ki, alıp başımı gidesim gelir.
  • Titizimdir.
  • Kolayca irkilirim.
  • Kısa zamanda çok iş yapmam gerektiğinde gerilirim.
  • Fiziksel şartlar insanları rahatsız ediyorsa onların konforunu arttırmaya ve rahat etmelerinde çalışırım (ışığı ayarlama ya da oturma şeklini değiştirmek).
  • İnsanlar bir seferde bana birden fazla iş yüklemeye çalıştığında canım sıkılır.
  • Hata yapmamak ve bir şeyleri unutmamak için çok çaba sarfederim.
  • Şiddet içeren film ve televizyon programlarından sakınırım.
  • Çevremde çok fazla sayıda olay gerçekleştiğinde nahoş bir şekilde sıkılırım.
  • Çok fazla acıkmak bende konsantrasyonumu ve ruh halimi bozacak bir tepki yaratır.
  • Yaşamımdaki değişiklikler beni sarsar.
  • Hoş koku, tat, sesleri ve sanat eserlerini farkeder, zevk alırım.
  • Aynı anda çok sayıda olayın birlikte gerçekleşmesinden hoşlanmam.
  • Üzücü ve yorucu durumların ortaya çıkmaması için özel çaba gösteririm.
  • Yüksek sesler ve kaos durumları gibi yoğun uyarılar canımı sıkar.
  • Rekabet içinde olmam ya da bir iş yaparken gözlemlendiğimde asabileşirim ve beceriksizleşirim. Yapabileceklerimi yapamam, performansım bozulur.
  • Çocukken öğretmenlerim ve ebeveynlerim benim hassas ya da utangaç olduğumu söylerlerdi.

İÇİMDEKİ KURBAĞAYI ÇIKARDIM( KÜÇÜK KIZIMIZ OKULA ALIŞIYOR)

Altı yaşında bir kızımız var , bu yıl ilkokul birinci sınıfta. Geçen sene ana sınıfına gitti. Bizim kızın (aynı babası gibi) yabancı sosyal ortamlarda kabuğuna çekilme (kaplumbağa refleksi) gibi sosyofobik bir durumu var. 
Ana sınıfındayken 23 Nisan gösterilerinde sınıfın okuduğu şiire hiç katılmamış sırada öylece etrafa bakınarak kendi aleminde takılmıştı. Sınıfta konuşmayan,iletişim kurmayan, soru sorulsa bile cevap vermeyen elindeki kalemi veya başka bir şeyi bir çocuk alsa hiç tepki vermeyen bir çocuk. Normalde evde canavar gibi. Ama dışarıda öyle değil.

Ana sınıfında yıl sonu gösterileri için Candan Erçetin'in seslendirdiği Ramo Türküsü seçilmişti. Bu türkü ile birlikte bir gösteri konfigrasyonu hazırlanmıştı. Bizim kız bu türküyü bilgisayara kaydettirdi annesine ve hemen  hemen her gün prova yaptı evde annesiyle beraber( sonradan öğrendik ki okulda hiç provalara katılmamış). Yıl sonu gelip çatınca öğretmeni; ben onu en sona koyarım arkada sırıtmaz öyle durur dedi. (Bu arada biz rehber öğretmen ile sürekli irtibat halindeyiz , rehber öğretmen kızımızı arkaya değil öne koyulmasını önerdi) . 

Neyse gösteri günü geldi okulun konferans salonunda toplandık ebeveyinler. Bizim kızı en öne koydu öğretmeni (buna şaşırdık) . Neyse müzikle birlikte gösteri başladı , kızımız sınıfın en iyi performans gösteren iki öğrenciden biri oldu. Öğretmeni o kadar çok şaşırdı ve sevindi ki gösteri biter bitmez sahneye fırladı ve bizim kızı kucaklayarak havaya kaldırdı.

Bu sene birinci sınıfa başladı dediğim gibi ve ana sınıfından hiç kimse yok bu yeni sınıfında. Bizim kız aynen ana sınıfındaki modda aynı başı önde , aynı sessiz kız. Oysa ana sınıfı yıl sonu gösterisindeki başarısından sonra yırtar diye umuyorduk.  Zaman ilerledikçe annesinin stresi artıyor ve endişesi de. Annesi özellikle öğretmeniyle sürekli irtibat halinde hemen hemen her hafta durum değerlendirmesi yapıyorlar. En son profesyonel bir yardım alınması noktasına gelmişler hatta bir anne eşime , sizin kızda şizoid bozukluk var onu psikiyatra götürün demiş , bizim hanım perperişan. Moral yerlerde. 

Okulda bir sınıf çiçeği hazırlanmış herkes fotoğraf çektirmiş ve fotoğrafları o çiçeğin yapraklarına yapıştırılmış. Bizim kız o gün resim çektirmeyi kabul etmemiş. Fotoğrafçı bizim kızı ana sınıfından da tanıdığından hiç üstelememiş fotoğraf için. Bir tek bizim kızın fotoğrafı yok. 

Annesi iki hafta önce ona birlikte çektirdikleri fotoğraflardan birini veriyor al bunu öğretmenine ver diye. Bizim kız daha evde kaybediyor fotoğrafı. Geçen hafta başı tekrar bir fotoğraf veriyor bizim kız bu sefer okulun içinde kaybediyor fotoğrafı. Annesi o gün moralman çöküyor. 

Akşam ev stres topu halinde eşime dokunsan ağlayacak durumda. Bana carladı kızınla biraz ilgilen diye. Kızımı kucağıma aldım ve ona anlatmak istediği bir şey olup olmadığını annesinin fotoğrafı kaybettiğini söylediğinden bahsettim. Anlatmak istememekte özgür olduğunu ama eğer anlatmaz ise bir sorun olup olmadığını anlayamayacağımızı ve ona yardım edemeyeceğimizi ifade ettim. Korkuyor musun diye sordum kızıma ve bunun normal olduğunu eğer korkuyorsa ona göre bir strateji belirleyebileceğimizi anlattım. Hayır korkmuyorum dedi. Peki utanıyor musun dedim. Hayır utanmıyorum dedi. Peki yarın fotoğrafı öğretmenine verip veremeyeceğini sordum , vereceğim dedi. 

Ertesi akşam okul çıkışı eşim aradı heyecanla. Hayırdır dedim ters bir şey mi var ? Yok yok bugün çok harika şeyler oldu akşam eve gelirken pasta al kutlama yapacağız dedi. Meğer bizim kız fotoğrafını öğretmenine vermekle kalmamış o gün , tahtaya kalkmış , öğrtemeniyle konuşmuş ve teneffüse çıkıp arkadaşlarıyla oynamış. 

Annesine anlatıyor kızım; sınıfa girdim sırama oturdum bu böyle gitmez bir sene böyle geçmez konuşmadan derslere katılmadan dedim kendi kendime ve içimdeki kurbağayı dışarı çıkarmaya karar verdim. 

Sevgili anne babalar eğer sizin de çocuğunuzun içine kaçmış bir kurbağa var ise onu çıkarması için sabırla ona destek verin ve sürekli çocuğunuzun arkasında olun ve ona kayıtsız güvenin.


   

13 Kas 2014

PUT YIKAN DİNİN SURETSİZ PUTLARI

İslam diye özel olarak tanımladığımız Hz.Muhammed tarafından tebliğ edilen dinin (ve doğal olarak önceki peygamberlerin tebliğ ettiği sonradan isimleri islam olmaktan çıkan dinlerin de) en en temel mesajı tevhiddir. Yani şeriksiz bir Allah'a iman ve sadece ona kuluk ve sadece ondan yardım istemek formülüyle özetlenebilecek tevhid mesajı. Putsuz,aracısız bir inanç. Şahsen düşüncem an itibariyle putlaştırdığımız ve farkında olmadan taptığımız büyük putlarımız var. Küçükler sayısız..



1- KURAN. 

"Elif Lam Ra Tilke ayatül kitabil mübin.İnna enzelnahü kur'anen arabiyyen le'alleküm te'kilune" Yusuf 1-2.ayetler.

Bu ayetleri Mehmet Sait Toprak Hoca nazara verdi. Kitap ve Kur'an kavramlarının farkları açısından üzerinde durulup düşünülmesi gereken ayetlerdir. Zaten ,umulur ki kafanızı çalıştırırsınız diye arapça indirdik diye üstüne basa basa açıklanmaktadır. 

Kur'an bir metin değildir, bir kelamdır. Toptan yazılı bir metin olarak peygambere indirilmemiştir. Süreç içinde gelişen ve değişen durumlara göre yer ve zaman bağlamında peygambere vahyedilmiş ve kelam olarak resul tarafından beyan edilmiştir. Metin haline gelmesi resulün vefatından sonradır. 

Kelam durup dururken edilmez. Kelam , vaka ve durum üzerine söylenir. Damdan düşer gibi laf söylenmez. Kur'an , kelime olarak " okunan" demektir zaten. 

Süreç içinde Kur'an lafzen putlaştırılmıştır. Bağlamından koparılmış ve özellikle Harici akıl tarafından metin taşlaştırılmıştır. Kur'an , atomize edilmiş ve bütünlükçü okuma yerine ayetler tek tek piyasaya sürülmüş ve donmuş bir metin üzerinden cepheler açılmış ve kılıçlar çekilmiştir. 

Oysa hemen daha Nebinin vefatından iki-üç ay sonra zekat vermek istemeyen bedevi kabilelere karşı halife Ebu Bekir ordu göndermiştir. Oysa Kur'anda ,zekat vermeyenleri öldürün ya da onlarla savaşın diyen bir ayet olmadığı gibi bunu ima eden hiç bir söz yoktur. O devirde de bu çok tartışılmış ve halifeye itiraz edilmiştir. Ama halife Ebu Bekir , aklını işletmiş ve zekat vermek istemeyenlerin üzerine asker göndererek hem fitneyi önlemiş hem de düzeni sağlamıştır. Ne oldu Kur'an ?! 

Halife Ömer, açık ayet hükmüne rağmen zekat almak isteyen ümeyye oğullarını defetmiş (müellefeti kulüp) " o o zamandı artık islam güçlendi size ihtiyacı yok beleşçilik yapmanıza  müsaade etmem " diyerek müellefeti kulüba zekat verilmesini yasaklamıştır. Aynı şekilde kıtlık döneminde hırsızlık cezasının uygulamasını kaldırmıştır. Ne oldu Kur'an ?! 

Maelesef biz Kur'anı hayatın dışına itip duvarlara asmış ve adeta putlara tazim eder gibi öpüp başımızın üstüne koymuşuzdur. Kur'an metin olarak putlaştırılmıştır. Maalesef ; Allah'a ve Resüle itaat edin ayetleri tersine çevrilmiş ve Resüle ve Allah'a itaat edin şekline çevrilmiştir ve öyle anlaşılmıştır. Nebi ve resul ayrımını ortadan kaldırırsan olacağı buydu..


2- SAHABE VE AŞERİ MÜBEŞŞERE

Sahabe üçüncü yüzyıldan sonra kutsallaştırılmış (bu da kutsal peygamber fikrinin yan ürünüdür) ve tartışılmaz kabul edilmiştir. O yüzden Cemel ve Sıffin savaşları zihinsel parçalanmaya ve ruhsal çöküntüye sebep olmuştur. İşin içinden çıkılamamış ve uyduruk kavramlar ve yorumlar geliştirilmiştir. Çünkü ,  güya dünyadayken cennetle müjdelenen kişiler Cemelde karşı karşıya gelmiş ve binlerce sahabe ölmüştür. Bu açık cinayet karşısında Kur'an hükmü uygulanmaya kalkıldığında cennetle müjdelenen bu kişilerin cehennemlik olmak ihtimali ile cehennemlik olamayacakları beyanı çarpışmış ve bu tenakuz karşısında  işler arap saçına dönmüştür.  Nasreddin Hocanın çözümü benimsenmiş ve herkes haklı kabul edilmiştir.

Akıl işletilmemiş ve kutsal kişi metaforuna teslim olunmuştur. 

Bu da kişilerin putlaştırlmasının trajikomik sonucudur..

3- SAHİH HADİS KİTAPLARI

En büyük putlarımız kütübi sitte denen ,Buhari,Müslim,Ebu Davud,İbni Mace, Nesai ve Tirmizi tarafından derlenen hadis kitaplarıdır. Bugün özellikle Buhari ve Müslim Kur'an kadar muteber bir kaynak kabul edilmektedir. Bugün Buharideki bir hadisi eleştirsen aforoz edilirsin. Onlar araştırmış incelemiş ve elemişlerdir artık bize onları ezberleyip tekrar etmek düşer biz kim oluyoruz da onlara laf söyleyebiliriz. Haşa ! 

Okuyanlar bilir Buharide ve Müslimde hemen okuyunanın gözüne batan uydurma ve akıl dışı hadisleri farketmişlerdir. Eğer  siz " et yahudiler yüzünden koktu" hadisini sahih kabul ederseniz Buharide yazyor diye insanlık ortak aklını ve ortak bilimsel birikimi inkar etmiş olursunuz. 

Bu işte Muaviye ve avanesinin büyük vebali var.. Tabiki ezbere taklit eden sözde ehli sünnet müslümanların da..

Sünnet demedim farkındaysanız hadis kitapları dedim.. Uygulama ile gelen sünnet ayrıdır. 

İşin en tuhaf yanı bizim baş üstünde taşıdığımız Buhari denen arkadaş gene bizim mezhep imamı olarak kabul ettiğimiz İmama-ı Azam'a " yaratılmış en şerli insan " demiştir. Hadi bakalım çık işin içinden..

4- KADER

Bu konu çok önemli bence. Kader kavramı en çok saptırılan kavramların başında gelir ve kültürümüzün sütunlarından biridir. Müslimde geçen bir hadise dayanarak Kader iman konusu yapılmış ve hepimize çocuk yaşta ezberletilen "amentü" nün esaslarından biri haline gelmiştir. Oyse Kur'anda iman edilecek kavramlar arasında Kader yoktur. Gene kuran kursundan geçmiş herkesin ezbere bildiği Bakara son iki ayet ( amenerresulü) iman esaslarını sayar. Küllün amene billahi ve melaiketihi ve kutubihi ve rusuluhi. 

Kader yok.Kur'anın hiç bir ayetinde kadere iman diye bir hüküm yoktur. Kader kelimesi ölçü ve fizik kuralı anlamına gelir. 

Kader putu aklımızı kullanmak önündeki en büyük engellerimizden birini oluşturmaktadır. Ne diyordu Muaviye, ben sizin kaderinizim bana karşı gelirseniz Allah'a karşı gelmiş olursunuz. Hadi bakalım kolay gelsin..

Akılnızı kullanın diyen kitabın müminleri gün olmuş aklını ve ruhunu , putlaştırdığı bu kavramlara teslim etmiş ve tarihin öznesi değil nesnesi olmuştur.

Bir de İmam_ı Şafiinin uydurduğu vahyi metlü - vahyi gayrı metlü kavramları vardır ki akla zarar..Koy içine ne koyarsan..

Benim içimi sızlatan bir şey var bir de Bediüzzaman denen Said-i Nursi'nin Tarihçe-i Hayat adlı kitabında  bir anekdot vardır; bir gün darda kalan üstad (bir çukura mı düşüyordu neydi ) yetiş ya abdülkadir geylani der ve o sıkıntılı durumdan kurtulur. Böyle durumlarda kalan şakirtlerine de aynı şekilde yapmalarını salık verir.. 

Bunu okur şakirt arkadaşlar ve sorgulamadan kabul ederler ve Geylaniyi eli her yere uzanan bir ulu kişi olarak zamanı ve mekanı tasarrufu altında bulunduran insan üstü melek üstü bir yere oturturlar. Sonra namaza kalkar fatiha süresini okur " ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım isterim " der. 

Mustafa Öztürk Hocanın tabiriyle ; İsmaililer-batıniler  cifir işleriyle uğraştığından zındık (hurufilik) ama Saidi Nursi (ki eserleri bu cifir hesaplamaları ve cifir kehanetleriyle doludur hatta sikke-i tasdiki gaybi diye ayrı bir eser yazmıştır pardon yazdırılmıştır) bunları yapınca üstad , bediüzzaman..Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu..

Cüppeli Efendi de Fatiha Süresindeki o ayetler şeyhlerden yardım istemeye engel değilmiş bu sahih rivayetlerde varmış diye maval okuyor. Niye yetiş Muhammed değil yetiş Abdülkadir.. Çünkü Abdülkadir Geylani ben öldükten sonra da size ayar verebilirim çağırırsanız yetişirim demiştir ama peygamberimiz öyle bir şey dememiştir. 

Cüppeliye göre ben kafir oldum şimdi. Sonra da ben senin inandığın dine inanmıyorum deyince kabahat oluyor..Ben senin inandığın bu saçmalıklara nasıl inanayım aklımı peynir ekmekle yememişsem..

Put bitmiyor ki arkadaş yıkıyorsun yenisi doğuyor..Putperest çok putlar ne yapsın...

11 Kas 2014

ERMEKLE DELİLİK ARASINDA KALMAK

Dün gece Takva filmini seyrettim. Film 2005 yılında çekilmiş ben daha yeni seyrettim aferin bana. Film on numara ,Erkan Can 12 numara oynamış.."Gemideki" performansından daha iyiydi.. Film ile ilgili Ekşideki yorumları okuyun şahane tespitler yapılmış...Ben film eleştrisi yapmayacağım..

Filmin ana karakteri Muharrem'in (Erkan Can)  filmin ilk yarısındaki ruh hali beni gençliğime götürdü. O günahtan ödü kopan , rüyasındaki günaha bile tövbe eden kendi kapalı devre hayatında bir derviş gibi yaşayan bir adam, Muharrem.. Günahın gölgesinden bile korkuyor ve günahın semtinden bile geçmiyor. 

Ben de 20'li yaşlarda İstanbul'a ilk geldiğim ve cemaat ile ilk tanıştığım sene birden kabuk değiştirmiş ve kendime kapalı devre (güya) dervişane bir yaşam alanı oluşturmuştum. Televizyon izlemeyi bıraktım, müzik dinlemeyi de ( Metalciydik) . Libidonun tavan yaptığı yaştaydım ama ben de aynen Muharrem gibi rüyamda bile kadın görmekten ve ertesi sabah hamamcı olmaktan tövbe istiğfar ediyordum. Sadece Risaleleri okuyor ve kasetten Fethullah Gülen'in vaazlarını dinliyordum..Tatilde köye geldiğimde bendeki değişiklilkler evdekileri şaşkına çevirmişti ( ben adige olarak doğdum ve adige köyünde büyüdüm ve bizim toplumda kadın erkek ilişkileri kontröllü serbestlik içindedir ve akraba kavramı çok geniştir ve müslüman olmamıza reğmen kadın erkek ilişkileri tamamen adige örfüne göre şekillenirdi.Normal olarak.Bizde genç kızlar evlenmeden başlarını örtemezlerdi , -istisnaları vardı tabiki .Türkiyedeki toplumsal düzen bize de sirayet ediyordu ufak fak- ) Mesela benim büyük teyzemin kızı Macide Abla  beni avluda gördüğünde sevinçten yanıma koşarak gelmiş ve hoşgeldin diyerek elini uzatmıştı , ben de hoşbulduk diyerek elini havada bırakmıştım.Arıtk dervişiz ya. Macide Abla şok olmuş bir şekilde eve girmişti. ( Halbiki babam benim çok dindar biri olmasına karşın herkesin elini tutardı zira bizde sülaleden olan herkes akrabadır ve asla evlenilemez ve kardeş gibidir ve eli de tutulur,sarılınırda. En uzak akraba kızının bile   kız kardeşten hiç bir farkı yoktur. Hatta komşu kızları bile bizim törede akraba kabul edilir yan gözle bakılmaz. Eve misafir gelen yedi kat el bile eğer o evde bir gece yatmışsa artık akraba kabul edilirdi ve onunu çocuklarıyla asla evlenilmezdi.)

Babaannem (rahmetli) benim gelişim şerefine poğaçalar , börekler pişirmişti ki ben çocukken bababannemin poğaçalarının hastasıydım. Ben salak derviş , babaannemin pişirdiği o poğaçaları nefsimi azdırır diye yememiştim. Babaannem ne kadar üzülmüştü.. Komşumuzun oğlu evlenmişti o yazda (ki akrabayız aynı avlunun insanlarıyız , kardeş torunlarıyız, süt akrabalığı da var) ben haram diye düğüne bile katılmamış yaptığım bu terbiyesizlik yetmiyormuş gibi bir de " çok gürültü yapıyorsunuz" diye azarlamıştım. Daha neler neler..İnsan nasıl da savruluyor..

İşte Muharrem bana o takvalı günlerimi hatırlattı bana. 

Ben de Muharrem gibi kafayı yemek üzereydim ki -günah deryasına balıklama atlayarak- kendimi delirmekten kurtardım. 

İnsanı insan eden günah,günah olmadan kendimizi gerçekleştiremeyiz. 

Şunu çok iyi biliyorum yaşadıklarımdan bünyeye yedirilmemiş takva insanı iki yüzlü yapıyor ve de gizli günahkar..

10 Kas 2014

KABİLECİLİK-CEMAAT VE MEZHEP(İNSANIN ALLAHLAŞMA SAPLANTISI)

"Kibir,en sevdiğim günahtır" (Şaytanın Avukatı Filminden )

İslamiyet öncesi arap toplumunun sosyal ve ekonomik durumu hiç bilinmez bizde. Mordor gibi karanlık bir cahiliyye tasviri yapılır. Kızların diri diri gömüldüğünden, fuhşun ve ahlaksızlığın alıp başını gittiğinden o dönem arapların koyu bir cahiliyye karanlığında yaşadığından dem vurulur . Ve nihayet Hz.Muhammet adeta bir ak Gandalf gibi ortaya çıkarak bu karanlık cahilliye dönemini Kuran nuruyla aydınlatmıştır.
(Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi edinmek istiyorsanız kıçınızı kaldırıp biraz mürekkep yalamanız gerekiyor. Kusura bakmasın kimse cennet ucuz değil ,ilim hiç ucuz değil..)

Bilinçli bir mümin olmak ve Kuranı ve sünneti anlamak istiyorsanız ve en önemlisi size bir şeyler anlatan kişilerin anlattıklarını anlayıp tartabilmeniz için islam öncesi ve islam sonrası siyasi ve ekonomik tarih okuması yapmak Z-O-R-U-N-D-A-S-I-N-I-Z. 

Ya da paşa gönlünüz bilir , ortada takıl bana sıratı uçarak geçelim diyen sürüyle adam var takılırsınız birine uçarsınız cennete. İşin kolayı var canım, sorarım öğrenirim takılırım geçerim. Size kolay gelsin o zaman artık bu sayfadan ayrılabilirsiniz.

Kibir dedim de Ebu cehil bilinir tanınır bu konuda ama asıl kibir abidesi insanlar bilinmeyenlerdir. Adamın adı çıkmış. 

Ümeyye ibn ebi's Salt diye bir arkadaş var. Taif'li. Sakif kabilesinden. Okur yazar ve çok büyük bir şair. Kuran'da ayet var ya  "bu Kuran o iki kişiden birine indirilmeli değilmiydi " diye müşrikler itiraz ederler işte o iki kişiden biri bu arkadaş oluyor. Hanif müslüman. Putlarla işi yok. Hem hristiyanlığı hem museviliği incelemiş öğrenmiş. Bir peygamber geleceğini biliyor. Bu peygamberin de kendisi olmasını bekliyor. Tutuyor Allah Mekke'li gariban Muhammed'i peygamber seçiyor. Olacak şey mi ? Kendisi dururken. Aynen İblis'in itirazı gibi itiraz ediyor.. 

Kendimizi bir yoklayalım Allah ile aramıza ne giriyor ? Cihat onları aradan çıkarmaktır işte. İslam aracı kabul etmez savaşı şirkledir atezimle değil. Ateistleri muhatap bile almaz , onları kendi haline bırak der resule, selam ver geç git.

Konumuza gelirsek, araplar kabile halinde yaşıyorlar. Kabile demek her şey demek. Asabiyet denilen bu kavram  sosyal hayatın temelini oluşturur. Kabilen varsa varsın yoksa yoksun. Kabileden dışlanmak demek ölmek demek. Ya da başka bir kabileye sığınacaksın. Kabiledeki bütün düzeni sağlayan kabile şefi. Kabileden birisi diğer kabileden birisiyle kavga ederse bütün kabile haklı haksız bakmadan onunu yanında dururdu. Durması da beklenirdi açıkçası durmamak büyük bir onursuzluk kabul edilir insan içine çıkamazdın. Bu kabilecilik mantığını iyice zihninizde oturtursanız Mekke ve Medine dönemi ile Nebinin irtihalinden sonra ortaya çıkan çekişmeleri analiz etme şansınız olur. 

Hukuk kabilenin hukukuydu. Düzen kabilenin düzeniydi. Mal mülk ve köle edinmenin en kolay yolu diğer kabileye baskın verip onların kadınlarını ve mallarını ele geçirmekti. Roma benzeri bir güçlüler hukuku vardı. Gücü olan kuralı koyar ve altını alırdı ve bu hak kabul edilirdi. 

Bu kabilecilik refleksi arap toplumunun öylesine bilinçaltına işlemiştir ki Nebi öldükten 15 sene sonra islam toplumu eski kabilecilik mantığı içinde parçalanmış ve iktidar mücadelesi içine girmiştir. Mezhepler tamamen siyasi harektler neticesinde oluşmuştur. Siyasi hareketlerde kabileler etrafında şekillenmiştir. 

Kabileciliğin en bariz vasfı karşısındakini ötekileştirmesi ve düşman ilan etmesidir. Bu islam tarihi boyunca tekfir hadiseleriyle kendisini göstermiş ve çok kan dökülmüştür. Cemaat tipi oluşumlara da aynı sebepten hiç sıcak bakmıyorum. Aynı aidiyet zihniyeti aynı paşam ne derse o dur zihniyeti aynı bizim dışımızdakiler ötekidir zihniyeti. Özellikle cumhuriyet devri cemaat oluşumları tipik kabilecilik zihniyeti taşımaktadır. 

Her kabilenin kendi totemi vardı. Ve kendi putu. Özellikle Kureyş kendisini Hz.İbrahim'in ve oğlu İsmali'in bakiyesi olarak görür ve Hz.İbrahim ile övünürlerdi. Allah inancları vardı. Fakat bu Allah uzak bir Allah'tı. O yüzden araya şefaatçiler ve elçiler koyuyorlardı. Putları kendilerini Allah'a yakınlaştıran aracılar olarak nitelerlerdi. Bunun yanında ruhlara,cinlere inanırlardı. Düşünsenize ıssız arap çöllerinde gezien bedevilersiniz , korku kaçınılmaz olarak zihinleer yerleşir. Sanatsız ve kitapsız bir toplum ve göçebe ve bunun sonucu ruhlar,şeytanlar ve cinlerel örülü bir alem tasavvuru. 

Mesela araplar , ölen bir kimsenin ruhunun cesedinden ayırlarak kabirden çıktığına inanırlardı. Eğer bu kişi öldürülmüş ve katilinden intikam alınmamışsa kuş şekline giren ruhunun mezarını başında sürekli " beni sulayın" diye bağırdığına inanılırdı. Ruhun dönüştüğü bu kuşa " hame" derlerdi. 

Peygamber Medine'ye hicret ettiğinde Neccaroğlularının misafiri olmuştur. Neden ? Çünkü Peygamberin dedesi Abdülmuttalib'in annesi Selma(Haşimi'n karısı)  , Neccaroğullarının resinin kızıdır hatırladığım kaadrı ile. Medine'lilerin müslüman olmasında ve peygamberi korumalarında bu akrabalığın büyük bir rolü vardır. Aynen Haşimoğullarının Mekke'de peygamberi koruyup kollaması gibi.

Kadın o dönem arap toplumunda çocuk doğurmaktan başka bir işe yaramayan füzuli bir boğazdır. Özellikle bedeviler arasında kadının hiç bir değeri yoktur. Şehirli ve soylu kadınlar bir nebze saygınlık görürler hatta kocalırını bile boşayabilirler. 

Genel olarak kadın alınıp satılan bir dayanıklı tüketim malıdır. O dönem savaş ekonomisi cari olduğundan ve kadınlarda savaşamadığından erkek egemen toplumda kılıcı tutan değer görürdü. Araplarda bizim türklerde olduğu gibi bir at avrat silah anlayışı olmadığından erkekler karışılıklı olarak karılarını değiştirebilirlerdi.Hicret esnasında Ubeyde bin Rebi , Abdurrahman bin Avf'a ( ensar ve muhacir kardeşliği olarak teşvik edilen bu dönemde malsız müklsüz ve kadınsız olarak Medine'ye hicret eden Mekke'li müslümanlar , ensar tarafından kendi mallarına ortak edilmiş ve adeta aileye dahil edilmiştir) dönerek , benim dört karım var bak içlerinden beğendiğini al demiştir. Bunu bizim algılayabilmemiz mümkün değildir bu arap örfüdür.  Mehir olarak evlenen erkek kendi kız kardeşini ya da kızını karşılık olarak verebilirdi. Bir kadın onu geçmemek üzere aynı anda bir çok erkekle evli olabilirdi. Mesela bugünün taşıyıcı anneliği o dönem araplarında da vardı. Daha enteresanı bir erkek karısına git falan ile ilişkiye gir diyerek soylu ve boylu poslu bir erkekle karısının ilişkiye girmesini emreder ve kadın da onunla ilişkiye girerek ondan çocuk sahibi olurdu. Muta nikahı da geçerli nikahlardan biriydi. Ama asıl olan hür bir kadını mehrini vererek nikahlamaktı.

Mehir kurumu islamın icat ettiği bir kurum olmayıp cahiliye araplarında var olan bir kurumdu. 

Kadınlar asla mirasçı olamazlardı bilakis kendileri miras olarak kalırdı.Bir kadın kocası öldüğünde kabilesine geri dönebilirdi ancak ölen kocasının oğlu kendi cüppesini kadın evi terketmeden üstüne attığında onun karısı olurdu.(üvey oğul söz konusu burada üvey anneyle evlilik yasaklanmıştır islamla) O yüzden miras ayeti geldiğinde şiddetli bir itiraza uğramıştır. Kadınlar ne yapıyor ki mirastan pay alıyor diyerek peygambere ciddi ciddi itiraz etmişlerdir.Kılıcı sallayan biziz onlar evlerinde otururken bize nasıl mirasçı olabilir diyerek itiraz etmişlerdir. Bugün bile gelenksel olarak anadoluda kadınlara miras bırakılmaz bırakılsa da yarım bırakılır. 

İslam öncesi arap toplumu dindar bir toplumdu. Hz.İsmail'den kalan dini gelenekler bozulmuş olarak yaşıyordu. Cömertlik cahiliye arap toplumunda yüceltilen bir değerdir. Mekke'de dehri inanca sahip bir zındık grup vardı fakat toplum genel olarak dindardı. 

Hac ibadeti aynen islamda farzedildiği şekliyle yapılıyordu. Vakfe,say gibi uygulamalar aynen devam etmiştir.
Yani hac islamın icat ettiği bir ibadet değildir. 

Namaz da bilinen bir ibadetti. Maun süresindeki "yazıklar olsun o namaz kılanlara" hitabı , namaz kılan müşrikleredir. Zaten emir namaz kılın değil , namazı ayağa kaldırındır. Nebi de Mekkedeyken üç vakit namaz kılıyordu iki rekattan. 

Cahiliye arapları muharrem orucu tutarlardı. İslam ,orucu ramazana tahsis etmiştir. 

Abdest ve gusülde cahiliye arapları tarafından bilinen uygulamalardı. 

Kuranda 1,5 sayfa anlatılan haram aylar mevzusu da cahiliye arap adetidir. 

Kur'an , arap toplumunun örfüne hemen hemen hiç karışmamış onların hukukunu da kendi kodeksine alarak uygulamalrı devam ettirmiştir. El kesme cezası mesela kuran taarfından icat edilmiş bir ceza değildir. 

Peygamber, namazda başını örter miydi sarık sarar mıydı gibi yaklaşımlar dini değildir yobazlıktır. Peygamber peygamber olmadan önce nasıl yiyor nasıl giyiniyor ve nasıl yaşıyorsa peygamber olduktan sonra da öyle yaşamaya devam etmiştir. Sakal sünnettir denir ya ,ya hu peygamber islamdan önce de sakallıydı. Sarık sarıyordu. Çöl de ne giyilirse öyle giyiniyordu. 

Bir de bedevi nasıl bir insandır onu aklınızda tutun. Aklınıza gelebilcek en kaba saba ve görgüsüz adam tipidir bedevi. 

Bizim dini dediğimiz şey aslında %80 arap örfüdür. Malasefe islam olmayı araplaşma olarak anlamışızdır arap olmayan müslümanlar. Kadınlarla ilgili (muhtemelen) uydurulan hadislerin hepsi cahiliye dönemi arap bilinçaltının izlerini taşır. 

O yüzden neyin kitabi neyin örfi olduğunu çok iyi tespit etmeliyiz ki din dediğimiz şeyin tanımını yapabilelim. 
Harici kafasıyla kitaba bakarsan , Allahın irdirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerdir ayetini kıçından anlarsın ve Tc.devletinde hakimlik yapmak küfürdür diye akla zarar bir hüküm çıkarırısın. İşte bu Allahlaşmaktır. Yargılama Allah'a aittir ve ceza vermekte. Sıffin de Hz Ali'yi Kur'an hakem olsun diye bastıran ve Hz Ali'yi hakeme zorlayan bu bedevi aklı  daha sonra "hüküm Allah'ındır" ayetini delil göstererek , vay sen nasıl Allah'tan başka hakem tayin edersin küfre girdin diyerek Hz.Ali'yi öldürmüştür. Hz.Ali küfre girdiyse kim mümindir acaba diye sormak aklına gelmez. Allah'ın yerine geçer ve kendi gerekçesiyle tanakuza düşerek hüküm verirsin ve ne yaptığının bile farkında olmazsın. 

Bu harici aklı malesef egemen akıldır ve hemen hemen her cemaat diğerini tekfir eder üstüne vazifeymiş gibi. Uydurulmuş bir fırkai necat hadisi vardır ve herkes kurtuluşa eren cemaatin kendisi olduğunu savunur. 

Cüppeli cemaati bu harici aklın egemen olduğu garip bir yapıdır. Peygamber sünneti zannedip şalvar ve cüppeyle gezerler ve bir karış sakal bırakırlar. Sakala laf söylersen kafir oldun derler. Muaviyeye laf söyleyemeyen(içtihat ediyor ve sahabe ya arkadaş 70,000 kişinin ölmesine sebep oluyor bu önemli değil) Cüppeli, Mustafa İslamoğlu'nu kafir ilan eder. Mustafa İslamoğlu içtihat edemez zira. İçtihat kapısı kapanmıştır felan filan.. Msutafa İslamoğlu'na iftira serbest, gıybet serbest, beddua serbest tekfir serbest ama sen ehli sünnet müslümansın. Silahsız İŞİDçiler , kafa aynı kafa. Ya benimsin ya kara toprağın..

Gülen cemaati de peygamberin seçtiği cemaat olduğuna inanır gayrısı yalandır, yaptığın her dine uymayan fiil yüce gaye uğruna affedilecektir. Rüyasında görmüştür ve bizzat peygamber gelerek teyit etmiştir, Gülen cemaati cennetliktir..

1400 sene sonra , 2014 yılının kasım ayında insanlık DNA kopyalarken biz cahiliye arap kabilecilğini aşabilmiş değiliz. Çünkü birbirimzle uğraşmaktan bilimle ilimle uğraşamıyoruz. Kafir ?! bulsun sen bu Kur'anda vardı zaten de. Aman ne güzel ?!

İmam-ı Azamın akılcılığı üzerine bir tuğla koyamadık ya bunca senedir yanarım da ona yanarım..

Soruyor bir müslüman; hocam gusül abdesti gerektiren bir durumdayken traş olmamın bir sakıncası var mı ? 

Bu kafayla nereye kadar hocam diye ben soruyorum ???

7 Kas 2014

MODERN-İNSAN ?!


Modern insan uçurumunu içinde gezdiren insan.

Kalpleri tatmin eden , o kalpte Allah'ın hatırlanması ve yaşatılmasıdır. Dikkat edin..

İman böyle başlıyor işte, uçurumun kenarından Allah'ın ipine sarılarak..

Anlayanlar anlamayanlara anlatsın lütfen..

Hatırlayalım ki islam bir kabul ediş değil bir reddediştir...

3 Kas 2014

YAŞANMIŞLIKLAR DİLERİM

Hayat seçimlerden ibaret..

Hayat gerçekten çok kısa..

Ben dahil etrafımdaki herkes öleceğimizin idrakinde değiliz..

Para ve sağlığın yokluğu sefalet..Kimin kimsen de yoksa hele..

Sevdiklerimiz olmadan hayatımız çok eksik kalıyor..

Sağlığımızın ve sevdiklerimizin değerini kaybetmeden anlamıyoruz,yok anlamıyoruz vallahi anlamıyoruz..

Özgür olmak demek şartlanmışlıktan kurtulmak demek..Bir de inat etmeyeceksin..

Bir de Fatma Barbarosoğlu'nu okuyun arada..

Yaşanmışlıklar dilerim..