27 May 2016

ERİK DALINDA ÜZÜM YEMEK

çıktım erik dalına 
anda yedim üzümü 
bostan ıssı kakıyıp 
der ne yersin kozumu 

uğruluk yaptı bana 
bühtan eyledim ona 
çerçi de geldi aydur 
hani aldın gözünü 

kerpiç koydum kazana 
poyraz ile kaynattım 
nedir diye sorana 
bandım verdim özünü 

iplik verdim cullaha 
sarıp yumak etmemi$ 
becid becid ısmarlar 
gelsin alsın bezini 

bir serçenin kanadın 
kırk katıra yüklettim 
çift dahi çekemedi 
$öyle kaldı kazanı 

bir sinek bir kartalı 
salladı vurdu yere 
yalan değildir gerçektir 
ben de gördüm tozunu 

bir küt ile güre$tim 
elsiz ayağım aldı 
güre$ip ba$amadım 
gövündürdü özümü 

kafdağından bir ta$ı 
$öyle attılar bana 
öylelik yola dü$tü 
bozayazdı yüzümü 

balık kavağa çıkmı$ 
zift tur$usun yemeğe 
leylek koduk doğurmuk 
baka $unun sözünü 

gözsüze fısıldadım 
sağır sözüm i$itmi$ 
dilsiz çağırıp söyler 
dilimdeki sözümü 

bir öküz boğazladım 
kakladım sere kodum 
öküz ıssı geldi der 
boğazladın kazımı 

bundan da kurtulmadım 
nideyim bilemedim 
bir çerçi de geldi der 
kani oldum gözgümü 

tosbağaya sata$tım 
gözsüz sepek yolda$ı 
sordum sefer nereye 
kayseri'ye azami 

yunus bir söz söylemi$
hiç bir söze benzemez 
münafıklar elinden 
öter mana yüzünü 
  • Koca Yunus'un bu şiirinin ne anlattığı hakkında kafa yormamış birisi ne kitaptan ne peygamberden  ne tanrıdan ne de şeytandan haberdar demektir. 
  • Hadi bakalım sorgulayın hayatlarınızı. Derrida, Yunustan haberdar olsaydı o kadar kitap yazmakla uğraşır mıydı acaba diye düşünmeden de edemedim.
  • Hayırlı cumalar....

25 May 2016

DÜCANE CÜNDİOĞLU'NUN İLAHİYAT FAKÜLTESİNDE İŞİ NE

"SORGULANMAYAN HAYAT YAŞAMAYA DEĞMEZ"

Bu yazının başlığını youtube"daki bir videoya verilmiş isimden ödünç aldım. Ne yazacağımı ve ne başlık koyacağımı çok düşündüm üç-dört gündür hala ne yazacağımı karar vermedim ama başlık yerini buldu sanırım.

Dücane Cündioğlu'nun ne işi var ilahiyat fakültesinde diyen düşüncenin ne işi var demek istiyor sanırım o videoya o başlığı uygun görerek o arkadaş. 

Aslında bu yazı özgürlük kavramı üzerine olacaktı ama anladım ki bu blogun çerçevesine sığmayacak 

Ne diyordu "Ecinniler" romanındaki Kirilov karakteri ; " tanrı varsa özgürlük yoktur"

Dücane Hocam bir söyleşide şunu demişti " müslümanlar tanrı üzerinde hiç düşünmüyorlar nasıl olsa inanıyorlar ve inandıkları o tanrı her koşulda kendilerini koruyup kolluyor ve ahirette de cennetine koyacak. bu kafa konforu inanların en büyük felaketi" (kelime kelime aynı olmayabilir mana itibariyle bknz)



Gene şunu demişti hoca " müslümanlar Kuranın işaret ettiği yöne bakacaklarına metni didikleyip duruyorlar"

" islamcılar iktidara gelmeden önce düşünmüyorlardı iktidara geldikten sonra düşünmelerine gerek kalmadı "

Çocukların dünyasında kavramlar yoktur kişiler ve eşyalar vardır. Çocukların sorularına onların akıl seviyelerine uygun cevaplar verdiğinizde gerisini merak etmezler gerekçesiz cevabınız yeterlidir ve tatmin olurlar. Ben nasıl dünyaya geldim diye sordu mesela beş yaşındaki oğlum "annenin karnından" çıktın diye cevap verdik daha gerisini sormadı. 5N1K yok zihinlerinde yani. 

Öleceğiz sonrada hesaba çekileceğiz sonra da ya cennete ya da cehenneme gideceğiz ana ekseninde beyan edilen ve iyi işler yapın cennete gidin tavsiyesi çocukça bir zihne hitap eder. Bakınca gözlemleyeceğiniz üzere inananlar kitlesi ötesini sorgulamaz ve babasının öğüdünü tutarak akşam çikolata yemeyi bekleyen çocuk gibidir. Sorgulamaz ne hayatı ne tanrıyı ne de şeytanı. 

Çocuk topluluklara bu tarzda hitap edilmesi çok makuldur. 

Peki Dücane Cündioğlu ilahiyat fakültesine girdiğinde bu açıklama ne olur ? 

Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez peki sorgulanan hayat yaşanabilir mi ?

  

18 May 2016

HAYAT HEP ALACAKLISIN


sadece boğuk nefesler alıyordu. gözleri tavana dikili bir ceset gibi ama nefes alan bir ceset. Onun boşluğa dikili gözleri neler görmüştü onu düşünerek bakıyordum annemim gözlerine. Uzunca yıllar o gözlerin nelere tanıklık ettiğine ben de şahit olmuştum ama o gözlerden annemin gönlüne hangi duygular akmış hangi hayal kırıklıkları ciğerini delmişti artık bu kesik nefesler alan gövdeye gömülmüştü ebediyen. 


Hırs vardı gözlerinde bir parça tarlaya bir parça eşyaya bir parça hayata sahip olmak için. Babamın gözlerinde olmayan hırslarıda yüklemişti gözlerine. Ufka doğru derin derin bakar '' bu sene oğlum bu sene'' derdi . Onun hırsı bize de geçer ve neşeyle çapalarımızı savurmaya devam ederdik.Ne çok uykusuz kalmıştı o gözler benim için oysa birazdan ebediyen kapanacak ve birbirimizi asla göremeyecektik.O ebedi uykusuna dalarken ben de ebedi pişmanlık uykuma dalacaktım. 



Onun gözlerinin içine bakarak bir kere onu sevdiğimi söylemiştim yarım yamalak bana sarılıp ağlamıştı.Anneler çocuklarının gözünün içine bakarken biz evlatlar o bakışların körleştirdiği gözlerle hep bir boşluğa bakıyoruz aslında. Ben bunu annemim boşluğa bakan gözlerine düştüğümde anladım. O gözlerin içinde bir hayatın dipdiri yaşanmış olduğunu o zaman anladım. 



Ellerini tuttum. Soğuk ve donuktu. Oysa o eller kışın en soğuk günlerinde bile pişirdiği sıcak çorbalar kadar sıcaktı. Ben hayatımı o ellere borçluydum o nasırlı ellere. Elimi kestiğimde,ayağıma diken battığında,kafama taş düştüğünde ,üşüdüğümde ,acıktığımda o eller imdadıma yetişmişti. O anda dünyanın en çaresiz elleriyle tutuyordum o elleri. Minnettarlıkla,pişmanlıkla,utanmışlıkla...



Bir kurban bayramı arafesinde eski evimizin camlarını silmiştim de bana ne kadar çok ta teşekkür etmişti. Bu hayatta ona tek faydamda belkide o olmuştu bir de ceset torbasına koymuştum ve onu cenaze arabasına kadar taşımıştım. Oysa en çok benden hayır beklerdi ''sen benim en hayırlı evladımsın'' derdi .Yıllarca dişlerini yaptırmamı bekledi. Bırak dişlerini yaptırmayı mutfağı için keskin bir bıçak bile almamıştım.




Annemin aldığı her boğuk nefes içimde bir anıyı çekip çıkarıyor evirip çeviriyor suratımın önünde tutuyor  verdiği nefesle birlikte de boşluğa savuruyordu.   



Ben duygularımı ifade edebilen biri olmadım hele anneme karşı tam böyleydim. Şimdi beni işitmeyen.beni görmeyen,bana dokunmayan bu canlı cesete içimi döküyordum ürkek kelimelerle.



Ceset torbasına koyduğum kadın benim annemdi ve ben annesiz nasıl yaşanır hiç bilmiyordum. O siyah torbaya baktım siyahtı ve sessizdi. Ölüm böyle siyah ve sessiz bir karaltı.



Anneler ölür müydü ? Ölmeli miydi ? Böyle evladını bırakıp gider miydi anneler ?



Ne kadar da boşluk bırakıyordu ölüm yerini dolduramayacağın.Gökyüzüznü alıp gidiyordu işte artık uçurtmaların uçamayacağı bir boşluk bırakarak.



İyi bok yedin be hayat böyle elsiz ayaksız kaldık... 

 

16 May 2016

NE KAHRAMAN NE DE HAŞERENİN BİRİYİM

'' kötü biri olamamak bir yana, herhangi bir şey olmayı da beceremedim: ne kötü ne iyi, ne alçak ne namuslu, ne kahraman ne de haşerenin biriyim. şimdi bir yandan köşemde pinekliyor, bir yandan da acı, faydasız bir teselliyle avunuyorum; 'zeki insanlar asla bir baltaya sap olamaz, olanlar yalnız aptallardır''.(YER ALTINDAN NOTLAR-DOSTO)

İNSANDAN NE BEKLENEBİLİR Kİ ?

"insandan zaten ne beklenebilir ki?

yeryüzünün bütün nimetlerini basindan asagi dökün, onu girtlagina kadar mutluluga batirin; öyle batirin ki, mutlulugun yüzeyine kabarciklar yükselsin. ona, yatip uyumaktan, bütün gün kurabiye yemekten ve insan soyunun devamini getirmekten baska bir sey yapmasina gerek kalmayacak parasal gelir saglayin...

iste bu insan, sirf nankörlügünden ve rezillige olan egiliminden dolayi, size ayaküstü bir oyun oynayacaktir: bu olumlu ve akilli davranisinizin içine, sirf kendi ugursuz ve basina beladan baska bir sey getirmeyecek hayalperest yanini sokacaktir. kurabiyeleri kaybetmeyi göze alacak, oraya buraya koca burnunu sokacak, hatta belki de en olmayacak belanin, en berbat ekonomik durumun basina gelmesini isteyecektir.

özellikle de hayallerinden, hayalperest saplantilarindan ve o kalin kafaliligindan asla vazgeçmek istemeyecektir." Dostoyevsky

14 May 2016

DURUDUM KENDİMDEN NEFRET ETTİM

Aşağıda okuyacağınız yazı, kendisine bir nick bulamayan bir ekşi yazarının korkularıyla yüzleşme anının anlatısı. Bu arkadaşın yazdıkları hayatımla o kadar örtüşüyor ki ben yazdım zannettim. Ne yazıkki ben , kendine nick bulamayan bu arkadaşın gösterdiği cesareti gösteremedim hayatımın hiçbir anında. Şu anda korkularımın altına sıkışmış bir halde ezik büzük titriyorum. Ben asla o parka geri dönemedim ve kimsenin elinden hakkım olan bir şeyi geri alamadım. Kişisel gelişim ile tanışıp travmalarımdan özgürleşme çalışmaları yaptığım 2009 yılının mayıs ayında (yedi yıl olmuş) en temel iki travmamdan birinden özgürleşip (bu blog o sayede yazılıyor) hem migrenimden hem kabızlığımdan kurtulduğum o muhteşem günlerde hayatımın en temel korkusuyla yüzleşme fırsatı sundu hayat bana. Hem de altın tepside. Korkumla yüz yüze geldim sandığınız gibi kaçmadım ilk anda. Aşağıdaki örnekten alırsak; geri döndüm  banktaki tinercilere fakat ne sigarımı ellerinden alma cesareti gösterdim ne de bir söz söyleyebildim. Banktaki tinerciler '' ne var lan'' dediklerinde kuyruğumu bacaklarımın altına kıstırıp gerisin geriye döndüm.  

Geçen hafta da böyle bir şeye asla cesaret edemeyeceğimi anladım ve her şey bitti. Kendimden nefret ettiğim o anda dondum kaldım...


'' can sıkıntısıyla uzun süre dışarıda sürttüğüm bir akşam bir olay geçti başımdan. (aslında buna olay bile denemezdi.) 

yürümekten sıkılıp yakındaki bir büfeden iki bira aldım, hemen yandaki parka girip bir banka oturdum. oturduğum anda da pişman oldum. on beş on altı yaşlarındaki iki tinerci çocuk, tam karşımdaki bankta oturmuş sırıtarak bana bakıyorlardı. saçlarımdan ayakuçlarıma kadar ürperdim. 

korku!

oturur oturmaz kalkıp dikkatlerini çekmek istemediğim için ilgisiz görünmeye çalışarak birayı açtım ve içmeye başladım. çocukların bulunduğu tarafa hiç bakmıyordum ama onların sürekli beni süzdüklerini biliyordum. ilk birayı aceleyle içip ikinciyi bankın altına doğru sürdüm ve kalkıp yürümeye başladım. arkamdan seslendi bir tanesi. 

“abi! abi baksana! biranı unuttun.” 

“senin olsun.”, dedim. 

dönüp yürümeye başlamıştım ki tekrar seslendi. 

“bu sigarasız gitmez be abi.” 

pis pis sırıtıyordu. ondan korktuğumu biliyordu ve bu çok hoşuna gidiyordu. yanına gidip cebimden çıkardığım paketi verdim. “al”, dedim. “ben büfeden alırım birazdan.” sigarayı aldı, küçümseyerek yüzüme baktı. 

“arkadaş için bira parası vermeyecek misin? 

sinirlendim. “ortak için”, dedim. “o kadar param yok.” 

allah kahretsin nereden çıkmıştı bunlar şimdi? nasıl kurtulacaktım bu serserilerden? bir şeyler yapmalıydım. verdiğim sürece istemeye devam edeceklerdi çünkü. 

“biranız var, sigaranız var. keyfinize bakın işte. hadi iyi akşamlar!” 

dönüp hızla yürümeye başladım. arkama bakmaya cesaret edemiyordum. uzun süre seslenmelerini bekledim ama vazgeçmişlerdi anlaşılan. korkudan dizlerim titriyordu. orada, o karanlık ve rüzgarlı caddede kendi ayak seslerimden ürkerek ve kalp atışlarımı kulaklarımda hissederek yürürken tuhaf bir şey oldu: kendimden nefret ettim bir anda! 
kendimi önemsiz, üzerine basılıp geçilecek bir sürüngen gibi hissettim. o kadar güçlü bir duyguydu ki bu başka her şey anlamını yitirdi. 
hayatım boyunca kaçmış, saklanmıştım. hiçbir şeyle yüzleşmeye cesaretim olmamıştı. sokak çocuklarından, köpeklerden, kapı eşiklerindeki cinlerden, aklımı karıştıran şeytandan… 
yağmurda saklandığımız o saçak altında onu öpmem için bana neredeyse yalvaran gözlerle bakan melek yüzlü o kızdan… 
onun ruhumun derinliklerine bakan gözlerinden… 
korkularım bir örümcek ağı gibi sarmıştı beni. 
çocukken yukarı mahalledeki bakkala gitmekten korkmuştum yıllarca; sataşan, laf atan, sopa gösteren, taş fırlatan çocuklardan. 
herkesin eğlence konusu olan, ağzından salyalar akan o zararsız deliden, onun gözlerindeki tuhaf ışıktan… 
mezarlıktan, ölülerden, okula giderken her gün yanından geçtiğim -üzerinde yüzlerce hayaletin izlerini taşıyan- musalla taşından, her gece rüyalarıma giren beyaz saçlı ikiz kardeşlerden… 
karabasandan… 
camide kuran kursu veren hocanın adresini hiç şaşrımayan sopasından… 
kız arkadaşıma asılan serseriden, lisede üç yıl boyunca bana asılan güzel gözlü o kızdan… 
trafikten, gürültüyle yanımdan geçen araçlardan, sokak lambalarından yansıyan parlak ışıktan, gölgelerden… 
sarhoşlardan, aptallardan, iki kelimeyi bir araya getiremeyen devlet memurlarından... 

durdum! 

hırsla geri dönüp çocukların oturdukları banka doğru yürümeye başladım. daha çocuklar ne olduğunu anlamadan banktaki sigarayı alıp cebime soktum. sonra çocuğun elindeki bira kutusunu kapıp çimlerin üzerine fırlattım. hiçbir şey söylemeden yüzüme bakıyorlardı. dönüp yürümeye başladım tekrar. rahatlamıştım. bu sefer arkamdan kırık, mahcup bir sesle bağırdı benimle konuşan çocuk: 

“eyvallah abi, ona da eyvallah!” 

yüzümde kendimden memnun bir ifadeyle gülümsedim. 

“ben sokakların kralıyım!”, dedim içimden. "bütün korkuların canı cehenneme!" 

sonra ancak bir krala yakışan heybetle belediye otobüsüne binip evime gittim.  

GELİŞEN KORKU



"sonra her şey birdenbire çirkin, birdenbire çirkin, birdenbire 
çirkindi
bozuldu bir akşamüstü kıyılara çıkmak çünkü
eller bir soğuk el resmine girip dondular
ay çürüdü
her şey bir hizada kaldı, bütün eşyaları kaldırdılar
o kaldı
bir o kaldı: gelişen korku.

yani kutsal kitaplardaki değil ve çağdaş felsefedeki
seçkin bir dili abartırkenki görkemli
bir korku değil
değil de, ne romalı bir köleninki
ne engizisyon mahkemelerindeki, ne de
barışsever bir yahudinin
avlanırken duyduğu
bir korku da değil bu
ve bütün insan avlarında duyulan
konuşmaya ya da telaşlanmaya
hiç mi hiç vakit bırakmadan
tüyler, anılar bir daha yaşasın, bırakmadan
kocaman bir "vur!" sesi
var ya
o bile değil.

gelişen bir korku bu yalnız
umudu, umutsuzluğu
bir anlama getiren
anlamsız bir soy olma korkusu"

edip cansevertragedyalar v
[iç. yerçekimli karanfil, toplu şiirleri birinci cilt adam yay. 12. baskı, sf. 205]

13 May 2016

FAKİRLER ÖLSÜN PORSCHEDEN SELAMLAR

Bir ara ekşisözlükte pek popüler olmuştu bu hanım kızımız. Ekşinin fakir ve ezik ergenleri de türlü saçmalıklarla fakirliklerine anlam bulmaya çalışmışlardı oysa hepsi hasetten çatlıyordu ve altlarına bir porsche verdiğinizde aynı selamı çakmayacaklarsa ne olayım.

Evet abicim fakirler ölsün zaten yaşayan ölüden ne farkımız var. Hayat süren leşler değil miyiz biz fakirler. Lağım fareleri gibi yaşamıyor muyuz lan ???

Fakirlik leştir abicim fakirlik şerefsizliktir. Fakirlik ahlaksızlıktır. 

Bu aralar sık sık düşünüyorum Kuranda neden sürekli fakire miskine yardım edilmesi öğütlenir ?? Miskin bildiğin homeless , sokakta yaşayan hayvanımsılar. İtlaf edilmesi gereken bir kitleye ne diye yardım edilmesi gerekiyor anlamış değilim. Ona ne faydası var bana ne faydası var. Sokak köpeklerine yem bırakmak gibi bir şey bu anlamsız bir faaliyet. 

Fakirlik dinsizlik imansızlıktır yav. Fakirlik tiksinçtir iğrençtir fakirin dilencinin avluya sokulmaması gerekir bulaşır maazallah. 

Ne diyordu Ebu Süfyan; benim şerefim develerimin sırtında. Doğru söze ne denir.

Bu dünyada fakirlerin korkakların yaşayacağı bir hayat yok. Dolgu malzemesinden başka bir şey değiliz. Hakkımız olmadığı halde evleniyoruz üstelik çocukta yapıyoruz.

Porscheye selamlar abla hayat size güzel biz ölelim zaten yaşıyor muyuz ki ?!

Bu videoya ekşide en anlamlı yorumu yazan arkadaşın(balkabağı krali şakir) manalı yazısına buyrun. evet o kız değil geri kalan herkes aptal 




''sosyolojik bir video. kız için değil. bu videoyu izleyenler için. resmen sokaktaki gündelik hayatını yaşayan insanların hayatlarına girmeye başladık. bu kızın bu videoyu neden çektiği falan hatta videodakiler umurumda değil. sadece aklıma şu geldi;

ben sartre da okudum, poe de, bach da dinlerim, massive attack da, aki kaurismaki de izlerim, yasujiro ozu da.. temel şeylerden örnekler verdim sinema müzik edebiyat gibi.. ve bunların biraz uç olmasını istedim birbirinden. aptal değilimdir herhalde bunu demek istiyorum.

lakin bir gün bir porşa binsem, ki öyle bir hayalim de yok, cidden araba almak gibi bir düşüncem dahi yok, 24 yaşındayım ehliyet almadım bu yüzden. ama porşa binsem arkadaş kayıt etse "amk fakirleri yeaa bak şahine biniyorlar porşta akıyoruz kankiiii" gibi bir cümle kurarım. çünkü porşta bunun geyiği güzel döner.

varmak istediğim yer şurası, beni tanımıyorsunuz, benimle oturup frankfurt okulu hakkında konuşabilirsiniz belki ama o videodan sonra ben sizin için serdar ortaç dinleyip baba parası yiyen bir piç kurusu olarak kalıcam.

bu kız çok zekidir ya da geyik yapıyor demiyorum. dediğim şey şu; sosyal medya ile gündelik yaşamın sadece 30 saniyesinden, 1000lerce insan bir sonuca varıp çok güzel yargılama yapabiliyor. haklı veya haksız ama bu hakkı kendilerinde buluyorlar. bulamazlar da demiyorum. belki de bulmak hakları. bu olayı daha da ethlikeli bir yere sürükler bence. buradan bu konuyu sayfalarca uzatırdım ama kimse okumaz.

işin özeti, kız değil bence kalan tüm insanlar aptal.''


12 May 2016

TİKSİNMEK

tdk türkçe sözlük, 
tiksinmek:
(-den) Bir şey, bir kimse, bir düşünce vb.ni kötü, iğrenç veya aşağılık bularak ondan uzak durma duygusuna kapılmak, ikrah etmek, istikrah etmek: "Herkes, körü körüne emrine girdiği bu adama tiksinerek bakıyor." -N. F. Kısakürek.
 
ben ne kadar iğrenç bir insanım,herkes de benim belamı versin.
bu kadar gurursuz olamam.
insanları tek bir hareketimle bu kadar zor durumda nasıl bırakıp,acizlik senfonilerinde bulunup onları hiç olmak istemedikleri durumlar içine sokabiliyorum?
cevabını ne vermek ne de bu cevabı duymak istiyorum.
işin iğrenç taraflarından biriside karşımda durumun gerçekten öyle olduğuna kanaat getirdiğim %90a yakın durumları yaşayan biri söz konusu.halen daha buna rağmen neden bunu devam ettiriyorum bilmiyorum.
sadece söylemek isterimki ben iğrenç bir varlığım ve kendimden tiksiniyorum.
yaptığım bu tek hareketin bilincinde olanlardanda olmayanlardanda özür diliyorum.
yine ne kadar çaresiz ve aciz olduğumu görmüş oldum. 
teşekkürler hayat.(ekşisözlük-suanaklımageldi)

Bir de entellektüel tiksinti var ama bugünün konusu değil lakin makale güzel kazara bu yazımı okuyan olursa tiksinti dışında bir parmak bilgelik kazansın diye aşağıya aldım. Evet blog kendimden tiksiniyorum. İlk eşim benden bir bok olmayacağını anlayıp bir senede topuklamıştı.Şİmdiki eşim sekiz yıldır bana katlanıyor belki arada iki çocuk olduğundan belki bana aşık olduğundan lakin tıkandık. Kadın benden umudu kestiğinden bankalarda çay hizmeti yapmak için işe girmeyi göze alıyor . Karadelik gibiyim blog kaçan kurtuluyor. Kızımda akşam ''bu yaz çok güzel olacak'' diye hayal kuruyordu kucağımda. Umarım dedim içimden umarım senin için çok güzel olur bu yaz ve daha yaşayacağın onlarca yaz...

10 May 2016

GİZLİ SIĞINAK

Bu hafta sonu çocukları ofise getirdim (evde internet olmadığından ara sıra geliyorlar oyun oynuyorlar) oğlan kapıdan girerken ''burası babişin gizli sığınağı '' dedi.

Gerçekten öyle burası benim sığınağım. Korkularımdan kaçıp sığındığım yer. Tıpkı annemin köyünde sığındığım avlu gibi. 

Burada çalışıyormuş gibi yapıyorum aslında yaptığım kaçmaktan başka bir şey değil. 

Hayattan kaçıyorum genel anlamda. Para kazanma korkumdan özel anlamda. 

Ta çocukluk yıllarımdan beri bilinen ve başa gelen şeyden kaçıyorum. 

'' sen büyüyünce para kazanıp aile geçindiremezsin, eğer memur olmazsan aç kalırsın sen''

Demek 8-9 yaşında insan belli ediyor kendini. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de o.

Git tedavi ol diyor eşim 

Tedavisi var mı bunun ki ?

6 May 2016

UNUTTURULAN !? ZAFER KUT'ÜL AMARE YA DA ZÜĞÜRT TESELLİSİ



Süleyman Çobanoğlu geçenlerde bir Tv programında (bu blogta ayrıntılı yazmıştım) şöyle demişti: bu Osmanlı konusu dangalakça bir yere gidiyor. Bu tespiti bir kenara yazın.

Geçen 29 nisan 1.Kut savaşında kazanılan.Kut zaferinin 100.yıl dönümüydü. Duymayan kalmamıştır herhalde. Hatta resmi devlet kutlaması yapıldı tiyatrolar falan oynandı .

Durup dururken nereden çıktı bu Kut'ül Amare  zaferi? 

Aslında durup dururken çıkmadı tabiiki . Tarihçi olmayan tarih uzmanımız Mustafa Armağan'ın , Muatafa Kemal Paşa'nın bulunmadığı bir cephede kazanılan bu zaferi parlatmak niyetinden çıkmıştır evvela kanaatimce. Zira bu şahıs Mustafa Kemal Paşa'dan ölesiye nefret etmektedir ve bütün gayreti Mustafa Kemal Paşa'nın askeri ve siyasi dehasına bok atmaktır. Kazanılan bu muharebenin 23 nisan haftasına denk gelmesi de bu şahsın çok işine gelmiş ve Atatürk'ün ihdas ettiği bayramı gölgede bırakmak için bu naneyi yukurtlamıştır. Maksat Mustafa Kemal Paşa'nın adının geçmediği bir zaferi olabildiğince parlatmaktır. 

Bu şahsın Kurtuluş Savaşında da sürekli Kazım Karabekir'i parlatmaya çalışması  aynı saikten beslenmektedir. 

Tamlama da özenle seçilmiştir ''unutturulan zafer''. İma edilen şey Mustafa Kemal Paşanın içinde olmadığı bu zaferin kasıtlı olarak unutturulduğudur.

Kut zaferinin kutlanmasının bırakıldığı tarih 1952. Pek sevdikleri Menderes dönemi. Ayrıca Ordu içinde kutlanan bir zaferdir. Kim unutturdu peki ???

Şİmdi zafer yönüne gelelim. Savaşın ismi 1.Dünya Savaşı. Genel anlamda zafer savaşın kesin kazanılmasıdır. Osmanlı bu savaşı (1.dünya savaşı)kesin olarak kaybetmiştir. Bu savaş çeşitli cephelerde gerçekleşmiştir. Fransa'daki Batı Cephesi, Rusya'daki Doğu Cephesi, Çanakkale Cephesi,Filistin Cephesi, Galiçya Cephesi,Irak Cephesi gibi. Osmanlının 1.Dünya Savaşında kazandığı tek muharebe (muharebe ve savaş arasındaki anlam farkını bir zahmet öğrenin) Çanakkaledir. Zira müttefikler bu cephede kesin olarak yenilmiş ve tümüyle geri çekilmişlerdir ve bir daha bu cepheye saldırmamışlardır.Zafer bu dur.

Gelelim Irak Cephesine.

Bu cephede 2 Kut savaşı olmuştur. İlki İngilizlerin 1914 yılının sonunda Basradan başlattıkları saldırı Selman-ı Pak savaşında durdurulmuş buradan geri çekilen İngiliz ordusu Kut-ul Amarede kuşatılmış beş ay süren bu kuşatmanın ardından İngiliz Ordusu 29 nisan 1916 da teslim olmuştur. Bu 1.Kut zaferidir ve kutlanan da bu zaferdir. Evet burada muharebe kazanılmıştır fakat cephe kapanmamıştır.Osmanlı Basrayı geri alamamıştır ve İngilizler Basrada tutunmuşladır.

İngilizler 1917 yılının mart ayında tekrar saldırıya geçmiş Kut-ül Amare,Bağdat ve en nihayetinde Musul İngilizlerin eline geçmiştir. Bu cephede de tam bir yenilgi yaşanmıştır. Buna da 2.Kut Savaşı denir.

Yani maçın ilk yarısını önde bitirdik ama ikinci yarı bizi sahadan sildiler anlayacağınız. İlk yarıyı önde bitirmek maçı kazanmak yani zaferse evet bu zaferi kutlayalım. İkinci yarıyı hiç izlemeyelim ama.

Moda tabirle bir algı operasyonu yapılıyor ertesi sene Irak Cephesinde İngilizler bizi süpürdüler. Gerçek bu dur. Zafer bunun neresinde bilmiyorum.

Maçın ilk yarısını kazandık ama diye pohpohlanacaksak tamam pohpohlananlım. İngilizlerin tarihteki en büyük yenilgisi diyelim gaz verelim çorak ruhlarımıza. Buna züğürt tesellisi denir ancak. 

Bu neo osmanlı fesli islamcı kafası bu müsamere jargonunu çok sevebilirler sıkıntı yok. Sıkıntı bu arkadaşların memleketi yönetiyor olması.

Bugünkü Etyen Mahçupyan makalesi aslında herşeyi anlatıyor. Malzeme bu abi yapacak bir şey yok. 

Sloganla fikir arasındaki farkı bilmeyen bu yığın yatağından boşanmış bir sel gibi akıyor canını seven kaçsın..