31 Tem 2015

KİMLİK İÇİNE SIKIŞMIŞ AHMAKLIK-UÇURUM KENARINDA KOYUN OLMAK

Nereden başlasam bilemiyorum doğrusu susmak belki. Bir oda dolusu cins deliye laf anlatmak mümkün mü bilinmez.

Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal.

İstiklal marşımızın son dizesi böyle bitiyor. Millet nedir ? Milliyetçilik nedir ? Türk Milleti ne demektir ?

Bu kavramları hiç anlamadığımızı düşünüyorum. 

Önümüzde duran basit bir vaka var. İstiklal marşının yazarı merhum Akif etnik olarak arnavut. Ama sürekli Türk Milleti der. Buradaki Türk kelimesi bir etnisiteyi tanımlamaz.. Bir üst kimliktir Türklük. Bu coğrafyada yaşayan pek çok etnik topluluk günlük hayatında etnik kimliğini kullanır lakin toplamda herkes Türk olduğunu bilir. 

Ben kendim Adigeyim. Saf kan adige(çerkes). Ana dilim de türkçe değil. Son tahlilde ben bir Türküm. Benim dedelerim bu vatan için canını verdi. Seve seve. Anadolu Yunan işgaline uğradığında ilk tepki verenlerden biri de adigelerdir. Vatansız kalmanın acısını biliriz çünkü. Bizzat ben de altı ay pkk ile savaştım dağlarda. 

Cumhuriyet bir ulus yaratma düşüyle hepimize dayak attı tamam. Ama o günler geçti gitti. 

Bu topraklarda yaşayan ve sayıları hiç te az olmayan pek çok etnik grup var. Adigeler,pomaklar,boşnaklar,lazlar,araplar vs. Kürtler de bu etnik gruplardan birisi . Yukarıda dediğim gibi üst kimlik olarak hepimiz türküz. 

Bir de mezhepsel ve dinsel kimlikler var. Alevileri de bir etnik kimlik olarak tanımlayabiliriz. 

Kürtlerin demokratik hakları lafı bizim yuttuğumuz bir zokadır. Hak kimliğe bakmadan insan olmamız hasebiyle doğal olarak sahip olduğumuz ya da olmamız gereken bir şeydir. 

Söz konusu olan Kürtlerin demokratik hakları değildir söz konusu olan bu vatanda yaşayan herkesin demokratik hakkıdır. 

Maalesef  silahın ahmaklaştırıcı etkisi nedeniyle (ve buna eklenen çeşit çeşit çıkar odaklarının medya operasyonları) Pkk adı altına sıkışmış bir Kürt kimliği sorunu varmış gibi algılanıyor. 

Ve işin en tuhafı bütün kürtler = pkk olduğu varsayılıyor . Pkk Kürtlerin tek temsilciymiş gibi bir algı yaratılıyor.

Bu ülkede adını açıkça koymasak ta birbirinden tiksinen pek çok kimlik var.  

Kafamız acayip karışık . 

Devlet ya da hükümet bence bilinçli olarak uydurulmuş olan bu karşıtlık üzerinden politika üretmeye kalkarak büyük bir gaflete düştü. Neden ? Bunu en açık nedeni adam öldüren bir örgüt olması ve her cinayet siyasi bir fatura çıkarıyor.

Günlük yaşam derdinde olan ve kürtlerden tiksinen büyük çoğunluk (çocuğu bu işe bulaşmasın da ne olursa olsun  derdinde olan bilinçsiz ruhsuz bir ahmak sürüsü) bu beladan bir şekilde kurtulmak istiyor. Pkk'nın da en iyi bildiği şey bu nasırımıza basmak. 

Bir defa 90'lı yıllardaki güvenlikçi politikalara mı dönüyoruz lafı saçma sapan bir laf. Devlet imkansızlık hantallık ve parasızlık ve akılsızlık sebebiyle etkin güvenlik politikaları uygulayamadı. Devlet 30 bin kişiyi 30 yılda öldürdü. BU iş böyle olmaz aslında. Direk devleti hedef almış bir örgütle normal bir savaştaymışçasına hiç ara vermeden mücadele edilmeliydi. Bunu yöntemleri geliştirilmeliydi. Bir defa kamu düzeni sağlanmak zorunda. Kendisine saldıran birilerine haddini bildirmek durumundadır. 

Ne pahasına olursa olsun Pkk eylem yapamaz hale getirilmelidir. Bu yapılmadan masaya oturmak delilikti.

Bu ülkeyi binbir emekle güç bela kurduk. Bir kere bu topraklarda başka bir egemenlik alanı yaratılmasıan izin vermek düşünülemez bu ancak türk ordusu yenilerek olabilir. BU konu çok net. 

Erdoğandan nefret edenler herşeyden onu sorumlu tutuyor. Böyle de bir sorunumuz var.

Hdp,Pkk nin siyasi yansımasıdır. Bizim gerzek tatlı su solcularımız da gidip hdpye oy verdi. Hipnotik bir şeydi. İnsan beyni işte manüpüle etmek çok kolay.

90'lar geçti oaraları bitirdik. Bu ülkede bir kürt sorunu yok. Bu ülkede pkk sorunu var . Kürt olmak niye sorun olsun ? Baş örtüsü de öyleydi bir zamanlar vatan millet meseleseydi. Öyle bir sorunumuz yokmuş meğer. Devletin bakışı değişince hop her şey değişiverdi. Memlekette yıkılmadı.

Kürtlere eziyet edildi evet ama bana da eziyet edildi. Ben de kendi dilimi okulda konuşunca dayak yiyordum. Bir türk köyünde ''pis çerkez '' denilerek taşa tutuldum. Bir süreçti geçti gitti. 

Devlete saldırmak kabul edilemez. Devletsiz kalmanın neticelerinin ne olduğunu görmek isteyen sokaklarımızdaki suriyelilere baksın.

Çözüm süreci pkk nın enterne edilmesiyle kendiliğinden gerçekleşecektir. 

Şiddetle bu iş çözülmez diyenler ahmaktır. Bu iş ancak şiddetle silahla çözülür ya da pkk gelir teslim olur. Dağda silahla gezen adam eyvallah edmez bir devlet aksi halde devlet olma vasfını yitirir. Tamil kaplanları meselesi nasıl çözüldüyse öylece çözülür. ABD nin bir kızılderili sorunu yok hepsini öldürdüler çünkü.

Devlete ve millete silah çeken herkesin de öldürülmesi şart. 

Şurda kurtarabildiğimiz göt kadar bin zahmetle kurduğumuz bir devletimiz var onu da herkes bir tarafa çekiştiriyor. Olmaz ki.

Zor oyunu bozar o kadar...

30 Tem 2015

İNSANLIĞIN EN BÜYÜK KATLİAMI -ÖZKIRIM





Ahmet Tezcan'ın müthiş cemaat yazısı olarak internet sitelerinde öne çıkan makalesini aşağıda okuyacaksınız. Bu yazıyı almamın sebebi cemaate vurmak felan değil onlarla ilgili yazacağımı yazdım Allah ıslah etsin demekten başka bir şey gelmez. Ahmet Tezcan'ın makalesini benim için önemli kılan Fethullah Gülen'e sorgusuz teslim olanları psikoanalizini gayet isabetli bir şekilde yapmış olması. Hep diyorum ya her şey insan beynini tanımakla alakalı, beynimizin hangi prensiplerle çalıştığını iyice anlarsak insan ve toplum davranışlarını da şıp diye anlarız. İnsanın en temel psikolojik ihtiyaçlarından biri onaylanma güdüsüdür. Bebeklik çağından başlayarak yaptığımız her hareketin anne ve babamız tarafından onaylanıp onaylanmadığına göre bir anayasa oluştururuz. Bilimsel olarakta kanıtlanmıştır ki insan tekinde sürüye uyma refleksi vardır. Bunun yanında bir de insan karar alırken de onay bekler. Karar insanın en stresli anıdır verdiği karar ya onaylanacaktır ya da onaylanmayacaktır onaylanmama ihtimali yaşamsal bir sorunmuş gibi algılanır beyin tarafından. O yüzden insanlar grup içinde birbirlerini taklit etme eğilimi gösterirler. Bir de kişisel gelişimde şöyle bir durum vardır, kişi farkındalık ve çekirdek inanç çalışması sonucunda bir sıçrama anına gelir fakat sıçramaz, durup şöyle der : peki benim kayıp 17 senem ne olacak ?? Pek çok kişide kişisel gelişim çalışmalarının tıkandığı nokta burasıdır. 

İşte böyle dostlar , peygamber şefaati,evliya kerameti,yanılmaz hocaefendi kabullerin altında bu psikolojik ihtiyaç yatar bu kadar da basittir hayatı anlamak. Beynimiz evrendeki en komplike (bildiğimiz evrende) organdır sınırları nerdeyse yoktur lakin en basit işletim komutlarıyla çalışır, onaylan ve güvende ol. 

Her zaman dediğim gibi sürü hakikatin değil amigonun peşinden gider.  

Bu yazıyı okuyan herkesi aynı zamanda nbeyin.com adresinde beyin okumaları yapmaya davet ediyorum, okuyunuz okutunuz. Sıkıcıdır evet ama hayat kurtarır..

Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz.


İşte Ahmet Tezcan'ın o yazısı:(TEŞEKKÜRLER VE ÖMRÜNE BEREKET ÜSTAD)

Son yerel seçimler öncesiydi. Sandıklara gitmeye iki yahut üç gün vardı.
Akrabamdan Gülen Cemaati'ne mensup biri görüşmek istedi. Cemaat 17/25 Aralık sonrasında AkParti'ye karşı o güne dek reddettiği bütün siyasi oluşumları destekleme kararı almış, hangi il ve ilçede AkParti karşısında hangi parti güçlü görünüyorsa ona oy verilmesi için çabalıyordu. Akrabamın benimle görüşmek istemesi de Ankara'da CHP'ye oy vermemi sağlamak ümidi taşıyordu.
Bir ara heyecana kapıldı akrabam:
"Hocaefendi 25 yıldır bizi hiç yanıltmadı" dedi.
Gülümsedim. Niyesini sonra anlatacağım.
"Ekrem Dumanlı'nın Hocaefendi ile yaptığı, Zaman'da 5 gün yayınlanan mülakatını okudun mu?" diye sordum. Bu sorunun arkasından gelecek olanı kestiremediği için, "tedbir" ile davrandı ve "Hayır okumadım" dedi. Oysa Cemaat'ten olmadığım halde, sırf "sadık bir Nur Talebesi"kanaati ile yıllarca desteklediğim, hakkında yazılar yazdığım, her sözünü kendi nefsime ders kabul edip öyle dinlediğim Hocaefendi'nin;17/25 Aralık sonrasında, özellikle "Mülaane" denilen ve sadece mutahaplarını değil yedi göbek sülalesini de kapsayan bedduası sonrasındaki uzun sessizliğinin ardından ne diyeceğini dört gözle bekliyordum. Olanı biteni anlayabilmek için sürekli çapraz okumalar yapıyor, kim ne diyorsa, kimliğine, kişiliğine, ideolojisine, inancına bakmadan kulak kabartıyordum. Ve hem Cemaat hem AkParti yanlılarınca aynı tavırla "Haksız karşısında susan dilsiz Şeytan'dır" hükmüyle suçlanmama rağmen hüküm vermemeye çalışıyordum. Dolayısıyla 25 yıl Hocaefendi'nin kendilerini yanıltmadığını söyleyen akrabamın, o mülakatı okumaması mümkün değildi.
Üstünde durmayıp devam ettim:
"O mülakatta Hocaefendi, 'soruşturma dosyalarını örtün mü deseydim, böyle diyerek ahiretimi mi yaksaydım' diyor. Hani soruşturma yapanların binde birini bile tanımıyordu? Hadi bunu geçelim. TUSKON Genel Sekreteri'nin Hocaefendi ile bir telefon konuşması yayınlandı, inkar da edilmedi. O konuşmada Genel Sekreter, devletin Koç Grubu'na yapacağı mali denetimi haber verdiklerini, bu nedenle Koç'un Türkçe Olimpiyatları'na sponsor olduğunu ve Hocaefendi'ye teşekkür ettiğini anlatıyor; Hocaefendi de 'maliyeciler gitseler de bir şey bulamayacaklardı, onlar tedbirlerini aldılar' diyor. Şimdi sana soruyorum; Hocaefendi devletin mali denetimini bir özel şirkete ihbar ettirmek ve sebebi ne olursa olsun bundan maddi çıkar sağlamakla ahiretini yakmış oluyor mu olmuyor mu?"
Akrabam bir an düşündü, tekrar "Ben okumadım o mülakatı" demekle yetindi. Bir süre daha konuştuk ve gitti.
Şimdi geleyim niye gülümsediğime.
Gülümsedim, çünkü; akrabamın "Hocaefendi 25 yıldır bizi hiç yanıltmadı" sözünün gerçek anlamı"Ben 25 yıldır hiç yanılmadım" iddiasından başka bir şey değildi.
İnsan kendisine rehber kabullense de bir başkasının yanıldığını görür, kalben kabul eder ama zihnen kabullenemeyeceği şey, kendisinin yıllarca bir yanılgıyla yaşadığı gerçeğidir.
Rehberine atfettiği Yanılmazlık Sanrısı, kendisinin yanılmayacağına olan inancından kaynaklanır çünkü.
Çünkü kişi; ölüm anında bile yalnız değilken, tek başına dımdızlak kaldığı Karar Anı'nda, geçmişini belgeleyip, geleceğini belirleyecek olan iradesini ortaya koyarken, omuzlarına yüklenecek sorumluluktan kaçar, böylece kendisini kurtaracağını düşünerek, Said Nursi'nin tabiriyle "aklını başkasının cebine koyup" karar ve iradesini kendinden başka bir makam, merci ve mevkiye bağlarsa; o makam, merci ve mevkinin yanılmaz olduğu inancına bel bağlamak zorunda kalır.(işte bütün mesele bu.benim notum)
Gülen'in herkesi şok eden, "acuze imanı" tabir edilen inanca sahip ablama "Biz onu Allah Dostu diye seviyorduk, bir Allah Dostu nasıl böyle beddua eder" dedirterek gözyaşları döktüren lanet okumasının hemen ardından, twitterdan bana bir DM (Özel Mesaj) gelmişti. Mesajı gönderen kişiyi twitterdan tanımış, bir yahut iki defa aynı ortamda bulunmuştum. Kalbi, fikri, siyasi aidiyetini bilmiyordum, merak da etmemiştim. DM'de mealen şöyle diyordu:
"Abiler söyledi; Hocaefendi Peygamber Efendimizle görüşmüş, Peygamberimiz çok yumuşak davrandığı, sert konuşmadığı için Hocaefendi'ye kızmış, o yüzden mülaane yapmış!"
Mesaja cevap vermedim. Ne desem boş olacaktı çünkü.
Sonraki günlerde tweetlerin ikiye katlanmasından tut, şu an hapiste olan STV yöneticisi Hidayet Karaca'nın "Peygamberi rüyasında göremeyenler bizi kıskanıyor" tweetine kadar sayısız Peygamberli rüya bahisleri dolanıp durdu. Bu bahislerin tek ortak noktası "Hocaefendi'nin yanılmayacağı" inanışı idi. Hatta biri "Peygamberler zelleye düşebilir ama Hocaefendi her Perşembe Peygamberimiz ile görüştüğü için hataya düşmesi imkansız" diyecek kadar işi ileri götürmüştü. Said Nursi "Rüya ile amel edilmez" diyor ama rehberlerine dair yanılmazlık sanrısı içinde olanlar adeta rüya dışında bir şeyle amel etmiyorlardı. O yüzden Fethullah Gülen'in4. Fasıldan Fasıla kitabında Rüya Hakikati başlığı altında sarfettiği şu sözlerin gerçek hayatta ve ortaya çıkartılan son belgelerde neye tekabül ettiği hiç sorgulanmıyordu:
"Bazı kimseler, daha sonra kazanacakları bir başarıyı, çok öncesinden rüyalarında görebilmekte ve gireceği imtihan sorularını bütün ayrıntılarıyla müşahede edebilmektedirler."
Olan biten, ortaya çıkan yahut çıkartılan bütün olay ve olgulara rağmen sorgulamanın yani düşünmenin devreye girmemesinin, sadakat ile, iman ile, adanmışlık ile alakası olamaz.
Belki kalp kabul eder ama akıl (daha doğru ifadeyle zihin) kabul etmez. Çünkü kalp hakikatle; zihin ise görüntülerle, yansımalarla, hayallerle meşguldür ve zihnin duvarlarındaki görüntüler, yansımalar, hayaller kişinin kendi ürettikleridir. Yansıma kendinden kendinedir ve aklı durdurup kalbi susturan yüksek çözünülürlüklü, yüksek volümlü görüntülerde kişi, Elazığlı Gakkoşların "Sen sağa pişir, sen sağa ye" dediği gibi, kendisi çalıp kendisi oynar.
Sadakat, bağlılık, adanmışlık, iman kisvesi altında kişinin kutsadığı, kendi egosundan başka bir varlık değildir.
De ki, nerden biliyorsun Amedbaba?
Kendimden biliyorum. Yanılmaz zannettiğim bütün kişiliklere dair yanılmalarımın, kendime dair yanılmazlık sanrısından başka bir şey olmadığını gördüm de biliyorum.
Bir kişiye yahut bir kesime değil, herkese ve her kesime bulaşan, giderek kronikleşen bir hastalık bu.
Dini inanç derecesine yükseltilen bütün siyasi ideolojilerin; siyasi ideoloji derekesine düşürülen bütün dini inançların kin ve kan doğuran çarpıtılışlarının temelinde egoya tapınmaktan başka bir etken olmadığını düşünüyorum.
Bugün "Hocaefendi" diyerek Gülen'i, "Reis" diyerek Edoğan'ı kutsayan ve bu kutsayışta sınır, had, edeb, adab, ölçü, tartı, mizan ve mikyal gözetmeyen her kim ise, emin olsun rehber ve lider eşkali altında kutsadıkları kendi nefislerinden, benlerinden, egolarından başkası değildir.
Bugün AkParti ve Erdoğan'a sadakatten bahsedenlerin, söze "Hocaefendi'ye Resullullah demiş ki..." diye başlayan cemaat mensuplarıyla dalga geçerken; yarın kıyamda, rükuda, secdede ve duada boy boy fotoğraflarını yaydıkları Erdoğan'a "Hazret-i Nebi eliyle giydirilen halifelik hil'ati" rüyaları yaymaya başlamalarından endişeliyim.
Kişi nefret ettiğine benzemeye mahkumdur zira!
Evet, onların yanılmaz, yanlış yapmaz kabul ettikleri ne Fethullah Gülen'dir, ne Haydar Baş'tır, neAdnan Oktar'dır; ne Tayyip Erdoğan'dır, ne Ahmet Davutoğlu'dur, ne Devlet Bahçeli'dir, neKemal Kılıçtaroğlu'dur, ne Selahattin Demirtaş, ne Abdullah Öcalan, ne Cemil Bayık'tır.
Tarih bin defa yanlışı gözlerinin önüne koysa da bir defa olsun görmezler; zihin duvarlarına ego projeksiyonundan yansıyan kendi görüntüleri gözlerine perdedir çünkü.
"Hayır, asla, onlar yanılmadılar, yanılmazdırlar!" demeyi sürdürürler.
Oysa kendi egolarıdır yanılmaz olan ve o yüzden can yakmayı, kin gütmeyi, hakareti, tahkiri, tahfifi tercih ederek; eleştiriye, hoşgörüye, müsamahaya, saygıya, sevgiye, meveddet ve muhabbete tahammül göstermezler.
Seviyoruz dediklerini öldürenlerdir onlar...
Ve insanlığın en büyük katliamı budur.
Soykırım değil, özkırımdır zira!

KENDİNİ VE DÜŞMANINI TANI

Sadra şifa bir Soner Yalçın yazısı daha...(beynimizin çalışma prensipleri ile bütün sosyolojik meseleler çok net anlaşılıyor.insan beyninin adaptasyon yeteneği onun içinde bulunduğu olumsuz koşulları görmesini ve değiştirmesini engelliyor. belirsizlik beynimizin hiç istemediği bir durumdur. şöyle bir deney yapılmış, deniz kenarındaki bir lokantada hem içerde hem dışarda denizin kıyısında masalar vardır ve herkes dışarda ve denizin kyısında yemek yer o lokantaya gidiş amacıda odur. Gelen müşterilere dışardaki masalar dolu denilerek içerde buyrun bekleyin dışarda masa boşalırsa sizi dışarıya alırız diyerek içeriye oturtuyorlar. Bir süre sonra içerdekilere garsonlar gelip dışarıda masa boşaldı buyrun dediğinde deneklerin %60 tan fazlası yerini değiştirmek istememiş. Okuyucuların özellikle Çin ile yapılan füze antlaşması ve sonrasını arşivden bir gözden geçirmelerini öneririm. Erdoğanın cadılaşma sürecinin İran ve Çin ile ilişkilerinden sonra başladığını göreceksiniz.  Para var huzur var..)
Adı, Mike Mullen.
Askerdi. Denizciydi.
Vietnam, Irak ve Afganistan savaşlarında bulundu.
2007-2011 yılları arasında ABD’nin genelkurmay başkanlığınıyaptı.
2010 yılında şu sözü etti:
“ABD’nin en büyük güvenlik sorunu, borçlarıdır!”
Hanımlar ve beyler!
Türkiye, IŞİD’i de PKK’yı da bir kaşık suda boğar!
Ama bunu yapamaz.
Yaptırmazlar çünkü.
Mike Mullen’ın ABD için dediği Türkiye için de geçerlidir:
“Türkiye’nin en büyük güvenlik sorunu, borçlarıdır!”
Cari açığınız, borçlarınız bu haldeyken gücünüz hiçbir terör örgütüne yetmez!
Sürekli telefon başında Batı’dan izin beklersiniz sınır ötesi operasyon yapmak için!
Çıkarlarına uygun olduğunda izin verirler. Sonra, “tamam yeter” dediklerinde duruverirsiniz.
Biz bu köşede sürekli…
“Atatürk” dediğimizde…
“Tam bağımsızlık” dediğimizde…
Retorik yapmıyoruz. Bir gerçeğin altını çiziyoruz:
Atatürk ve kuşağı bugün Türkiye’nin yaşadığını Osmanlı’nın son döneminde gördü/yaşadı. Bu nedenle ekonomik bağımsızlığın önemini kavradı:
- “Tam bağımsızlık, ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca, o devletin bütün hayat ışıklarında bağımsızlık felç olur.”
- “Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.”
- “Yeni Türkiye Devleti temellerini süngüyle değil, süngünün de dayandığı ekonomi ile kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye Devleti bir ekonomi devleti olacaktır…”
Peki…
Türkiye’yi; ekonomik bağımsızlık rotasından ayırıp, borç batağına kimler soktu ise,bugünkü güvenlik zafiyetinin sorumlusu onlardır!

“Kıçlarına sok”

Yıl, 2008.
NATO’nun Gürcistan’a girmesini engellemek isteyen Rusya, Kafkasya’ya müdahale etti.
Soros’un “renkli devrimi” ile iktidara gelen ve maaşını ABD’nin verdiği Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili o günlerde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaşadıklarını geçen yıl Time dergisine anlattı:
“ABD ve AB yetkililerin çok sert ve öfkeli beyanatlar verdiğini söylediğimde Putin bana şunu tavsiye etti: O beyanatları rulo yap ve kıçlarına sok!”
Son yıllarda Batı’nın; Putin Rusyasını ekonomik olarak çökertmek için neler yaptığını biliyoruz.
Rusya ekonomik olarak güçsüz değil. Hele…
Arkasında Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) var. Bir örnek vereyim; Rusya ile Çin geçen yıl Şanghay’da 400 milyar dolarlık doğalgaz antlaşması yaptı! ABD’yi hedef alarak, üçüncü bir ülkenin içişlerine karışması durumunda ortak hareket edeceklerini açıkladılar!
Asya kaplanı büyüyor; Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’ın ardından, ŞİÖ’ye Hindistan, İran, Pakistan sürekli gözlemci üye ve Sri Lanka ile Türkiye diyalog ortağı olarak katıldı.
Batı, bu ittifaka ateş püskürüyor.
Sanıyor musunuz ki, despot yönetim anlayışına karşı çıktıkları için bugün Erdoğan’ı Batı yayın organlarında topa tutuyorlar! Çocuk olmayınız. Sert çıkışları 2012’de Türkiye’nin ŞİÖ’ye katılımıyla başladı. Sonra…
Örneğin… Türkiye’nin, Soğuk Savaş döneminden kalma hava sahası konseptini değiştirmek amacıyla Çin’den füze alma ve ortak üretim yapıp satma girişimiyleBatı’da Erdoğan nefreti başladı!
Detaya girmeyeyim…
Demek istediğim şu…

Politik tercih

Gerçekçi olmalıyız:
Türkiye, ekonomik zayıflığı ve kafası karışık siyasi istikrarsızlığıyla bölgesinde “oyun kurucu” olamaz. Neo-Osmanlı hayalciliğiyle gözü kara atacağı her adım geri tepmeye mahkumdur. Örneğin, Suriye politikası!
Peki ne yapmalıdır/ne yapılmalıdır?
Politika, öncelikle güç toplama ve elde edilen gücü kullanma sanatıdır.
Türkiye’de Batı’da kalarak güç toplayabilir mi? Olmadığını gördük/görüyoruz.
Türkiye’nin gücünü geliştireceği jeopolitik vizyonu Doğu’dur/Avrasya’dır.
Bu politik tercih değil zorunluluktur.
Çünkü: Batı bizi intihara sürüklüyor.
Batı’nın tarihi düşmanlığı nedeniyle iç savaşa sürükleniyoruz.
Batı’nın iki yüzlü politikası sonucu bölünüyoruz.
Batı’nın dayattığı politikalar sonucu sınırlarımız tartışılır hale geliyor.
Bu nedenle…
Türkiye, ülkesini bölmek isteyen Batı yörüngesinden çıkmalıdır.
Çocuk değiliz; biliriz ki küresel güç odaklarından kurtuluş hiç kolay değildir.
Örneğin… 35 yıldır İran ile sıkı ittifak kurmamıza izin vermiyorlar:
1990’larda Uğur Mumcu gibi aydınlarımız katledilirken ne sloganı atılıyordu: “Türkiye İran olmayacak!”
Rahmetli Erbakan ilk yurtdışı gezisini İran’a yapınca ABD desteğini çekti ve Refah Yol Hükümeti yıkıldı.
Tabii ki birilerinin rüşvetle cebini doldurduğu 17-25 Aralık operasyonunun asıl hedefi İran değil midir?
ABD-İsrail gölgesindeki Cemaat’in son yıllardaki İran düşmanlığı malumdur.
Örnekleri uzatmayayım.
Evet sonuçta…
Batı, Türkiye ilişkilerinden iyi niyetli değildir; potansiyel tehdit’tir.
Amacı hep aynıdır; Türkiye’yi sorunlarının içinde boğuşturmak!
Bu nedenle… PKK yetmez yanına IŞİD’i eklerler! Size de tercih hakkı verirler; PKK mı daha kötü; IŞİD mi daha kötü?
Bu hakikatler ortada iken…
Türkiye’de ezberlenmiş kalıpları kırmak kolay değildir.
Türkiye’de Batı tabusunu yıkmak kolay değildir.
Bunu sorgulayan dönemin MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç gibi askerler Ergekenon ve Balyoz kumpaslarıyla hapislere tıkılmadı mı?
Bakınız…
Politikacılar, devlet adamları, bürokratlar, hepimiz gelip geçiciyiz.
Aslolan…
Ne pahasına olursa olsun Batı’nın oyunlarını bozup Türkiye’nin bekasını ve bağımsızlığını korumaktır…
Ne diyor Sofokles:
“Basit insanlar sahip oldukları nimetin kıymetini elden çıkmadan bilmez.”

29 Tem 2015

EY MİLLET DÜŞMANINI TANI

''celladına aşık olmuşsa bir millet ister ezan ister çan dinlet''
Dün gece bir kanalda Allenby'nin Kudüse girişini gösteren bir belgesele denk gelmiş bir iç çekmiştim. Soner Yalçın'da bugün köşesinde yazdığı makale ile ruhuma tercüman oldu. Cemil Meriç'in ifadesiyle celladına aşık olmuş  münevverimiz  toplumu da körleştirdi. İki asırdır neredeyse tek bariz vasfımız garp hayranlığı . Dilinden ve medeniyetinden kopuk batıya teşne evlatlar yetiştirdik. Ne diyim ya aklımızı yitirdik savrulduk gittik yaa...Makaleye buyrun...
Ah benim canım Türk kardeşim…
Ah benim canım Kürt kardeşim…
Hepimizin yüreği yanıyor.
Öfkeliyiz.
Ve ne yazık ki çok da şaşkınız. Meselenin özünü kaçırıyoruz…
Bakınız…
Adı, Edmund Henry Hynman Allenby (1861-1936) idi.
İngiliz mareşaldi.
Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin ve Suriye’deki İngiliz harekatını yönetti.
Bir-iki cephede güçsüz Osmanlı kuvvetlerine yenilse de, 9 Aralık 1917’de Kudüs’ü aldı.
Kentin dini kimliğine saygı ifadesi olarak yaya girdi.
İlk gittiği yer neresiydi biliyor musunuz; 1187’de Kudüs’ü Haçlı ordusundan geri alan Selahattin Eyyubi’nin mezarı oldu! Ayağını mezar taşına koyup elindeki asasıyla mezara vurarak şöyle dedi:
“Selahattin Eyyubi kalk! 700 yıl sonra biz yine geldik!”
Ardından… “Kudüs Fatihi” unvanını aldı.
İki yıl sonra…
İşgal orduları komutanı sıfatıyla -Fatih Sultan Mehmet’e nazire yapmak amacıyla-İstanbul’a beyaz at üstünde girdi!
Ardından… “Vikont” soyluluk unvanı aldı…
Bugün…
Tel Aviv kentinin ana caddesi Allenby Street adını taşır.
Bugün…
İsrail ile Ürdün arasında Şeria Nehri üzerindeki geçiş noktasının ismi de Allenby Köprüsü’dür.
Ey Türk kardeşim…
Ey Kürt kardeşim…
Meselenin tarihi özünü anlamak zorundasın; yoksa akıntıda kaybolup gidersin…

Gerçek budur

Asıl düşman kim?..
Kime tavır koymalıyız?..
Kendimizi kandırmayalım…
Adı, Soner Polat…
1958’de Van’da dünyaya geldi.
Deniz Harp Okulu’ndan 1979’da mezun oldu.
Deniz Harp Akademisi, Silahlı Kuvvetler Akademisi ve NATO Savunma Koleji’nden
mezun oldu.
Deniz Kuvvetleri İstihbarat Daire Başkanı oldu.
Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı oldu.
Deniz Kuvvetleri Lojistik Başkanlığı’nı yaparken 11 Şubat 2011’de Balyoz’dan tutuklandı! 3.5 yıl hapis yattı. Cezaevinde iken tümamiral rütbesinden emekli edildi.
“Türkiye İçin Jeopolitik Rota” adlı kitabı yazdı.
Kitabında; İngiliz mareşal Allenby’nin takipçisi subayların duygu ve düşünceleriyle ilgili çarpıcı anısını paylaştı:
“1993 yılıydı. Roma’da NATO Savunma Koleji’nde bir panel için hazırlık yapıyorduk… Diplomatik dil bir kenara bırakılmıştı. Herkes düşündüklerini serbestçe dile getiriyordu… Seminer danışmanı İngiliz Albay, Türkiye’nin NATO’da olmasına rağmen aslında Batı ülkesi olmadığını coğrafi olarak Doğu’da yer aldığını, dini ve kültürel özellikleriyle bir Asya ülkesi olduğunu söyledi.
Seminer üyelerinden Alman diplomat, Türklerin Kürtlere ağır baskı yaptığını, onlara demokratik haklar vermediğini, PKK’nın özgürlük savaşçısı olduğunu belirtti.
İngiliz havacı Yarbay, Türkiye’nin sivil bir ülke olmadığını ifade etti. Söylediği bir söz ilginçti:‘Türkiye’nin Güney sınırı tartışmalıdır.’
Amerikalı deniz piyade Albayı, önce Osmanlı haremiyle girip yersiz-uydurma hikayeler anlattı. Daha sonra Ermenileri ne kadar çok sevdiğini, Türklerin Ermenileri öldürerek kötülük ettiğini söyledi.
Kanadalı havacı Albay, Kıbrıs’ın gerçekte Türk işgali altında olduğunu ve Türk Ordusu’nu Kuzey Kıbrıs’ta işgal gücü olarak gördüğünü belirtti.
Yunanlı Albay, Türk tehdidinden bahsetti ama Allah’tan mükemmel (!) İngilizcesiyle söylediklerinden kimse bir şey anlamadı.
Norveçli bayan diplomat, ülkesindeki Kürtlerin Türkiye’de görmüş oldukları baskı nedeniyle psikolojik tedaviye ihtiyaç duyduklarını; İslam’ın Batı yaşam tarzını tehdit ettiğini vurguladı.
Sempatik bir İtalyan Albay vardı; yemeklerde hep benim masama gelirdi; iyi anlaşıyorduk. Söze Fatih Sultan Mehmet’in Toronto çıkarmasıyla başladı. Türklerin o dönemdeki kötülükleri nedeniyle İtalya’da annelerin hâlâ çocuklarını‘Mamma, li Turchi’ (Anneciğim Türkler geliyor) diye korkuttuğunu ballandırarak anlattı…
Kolej’e davet edilen istisnasız tüm devlet adamları, akademisyenler, gazeteciler ya doğrudan Türkiye’yi ve Müslüman ülkeleri hedef alıyor ya da imalı ve iğneli sözler ediyorlardı…”
Sanıyor musunuz ki; düşman PKK!..
Sanıyor musunuz ki; düşman IŞİD!..
Mesele başka…
Bunu görmemek için kör ya da saf olmak gerekir!

Celladına aşık

Evet…
Batı, Türkiye ile ilişkilerinde iyi niyetli değildir.
Konjonktürel yakınlaşmalar oluyor ama bu kesinlikle kalıcı dostluğa dönüşmüyor.
Hangi örneği vereyim… AB, Bulgaristan ve Romanya’yı içine alıyor; Türkiye’yi ise yıllardır oyalayıp duruyor.
Gerçekle artık yüzleşmeliyiz; “maskeli balo” bitmelidir!
Bu, -özellikle Batı gölgesinde yaşayan kimi Türk medyası eliyle dayatılan- “celladına aşık” rolü terk etmeliyiz.
“Terör” dersiniz; “insan hakları” diye karşımıza dikilirler. Kerkük’te, Telafer’de Türkmenler katledilir, sesleri çıkmaz.
Ne zaman teröristleri sınır ötesinde de kovalarsanız, “bu bir ülkenin içişlerine müdahaledir” diye karşı çıkarlar. Diyemezsiniz ki, “Irak’ta, Afganistan’da ne işiniz vardı!”
“Ermeniler ile büyük acılar yaşandı” dersiniz; “soykırımı kabul et” diye dayatırlar.
“Kıbrıs’ın can güvenliği” dersiniz; “işgalci” derler. Ama Dağlık Karabağ işgaline tek söz etmezler.
“Ege’deki Türk adaların işgaline göz yumamayız” dersiniz; “Barbarlar Yunanistan’la savaşmak istiyor” diye yalan söylerler.
Türkiye’yi, Irak, İran ve Suriye gibi komşularına düşman ettirirler.
Patrikhaneyi desteklerler, ekümenik statüsü için ayağa kalkarlar “Elhamdülillah Müslümanım” diyeni radikal dinci ilan ederler! Türkiye’deki irticayı sanki kendileri koruyup kollamadı.
Hangisini yazayım…Hepsini biliyorsunuz.
Ne yazık ki…
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türkiye, gerçekçi bir tehdit analizi yapamadı.
Dünya 1990’lardan itibaren köklü değişimler-dönüşümler yaşarken Türkiye bilindik -Batı’ya/NATO’ya dayalı politik-askeri ezberini hiç bozmadı.
İşte... Bu nedenle kafamızın üstüne çakılıp duruyoruz.

28 Tem 2015

KAÇMA KAPAN ŞEYLER

Uzun uzadıya upuzun okunup uzun uzun düşünülüp tok karna  yutulması önerilir. baş ağrısı mide bulantısı ve baş dönmesi yapabilir. bu durumda yukarıya müracaat ediniz. ge.miş olsun 

Kaçma Kapan Şeyler


Âşk da yalan, meşk de yalan
Var biraz da sen tığında oya’lan.
(lâkin âşk bir ok’tur, yemeyen yoktur)
-Bu, süflî bir sözü tâmir içindi-
Valdem, astığı çoraplarıma intihâr süsü verdi
Ben, âşkı bir ceymıs bond(camus da nereden çıktı Rıfkı!)
Çantaya koyup bir köprünün altına bıraktım
Halk ihbâr edince, vatandaş tedirgin oldu(!)
Bomba uzmanları geldi, fünyeyle patlattılar bir çanta dolusu âşkı
Mobese görmüş beni meğer, dakkasında paçaladılar beni
Gözaltında gözaltımı morarttılar.
Doktor, Azmîyi siyâsetten, gündemden uzak tutun dedi.
(bazen, 1. tekil şahısta birini anlatırsın, bu öyle!)
Eski ‘sol’lucanlar
Samsung içiyor şimdi
“Yasa”sın eşeklerin neslinin tükendiği çağ!
İt çağ! Haste çağ!
Bit çağ, pul çağ, pitbull çağ!
Yaşasın yirmibirinci yüzyıl’an!
Antibiyotiklerin büyüğünü yapmak lâzım,
İnsânlar için olanı…
Ben de biliyorum antibiyotik insânlar için
Dediğimi değil, demek istediğimi anla!;
Topluma enjekte ediyorsun,
Tecâvüzcüler yok oluyor meselâ…
Karısını temizliğe gönderen, keyfince döven
Bonusundan söven, onun parasıyla
Zıkkımlanan bir puşta sıkıyorsun
On ikinci sâniyesinde herif iptâl!
Ne güzel dı mı?
Dı!
Gözünü köstebek doyursun ey insân!
Aklı king, fikri soytarı insân!
At, avrat, bilgisayar!
Medenî hâli: İlkel
İnsân
Son insân
El’End insân…
Sabır dediğin hasır,
Çile dediğin iplik…
Arşı arşınlayan rûhumuz,
İç mîmâr, iç ezân, iç sularda sazan
Lâ deki; lâ’nı bir Mim bulsun,
Lâ’n, Lâm olsun, Ba’dan bir gemi olsun,
Lam-ba olsun, ışıkta yüzsün…
Defolu târih, defol
Yalan yalamış, mürekkep kaçırmış
Egosu agora kadar
B’aydınların saz ekibinde def ol
Sitelerde pinknik yapan zevâttan hol!
Âşk gribi var her yerde…
Üç türlü hüsrân vardır:
One!: Âşık olmak
Do: Ulaşmak
Üç: Ulaşmamak.
Biyoâşk, hayvânda da var!
Şehvetinde afrodisyak
Kaç Afrodit yaktı hayâlinde
Yüzünde sivilce patladı
Ah bu ergenler destândır.
Ağlama dedim,
Sen ağlayınca, kemân kemiğim kırılıyor
Hüzün miyavlıyor kediler,
Tavuklar, ağlayışları çoğaltıyor her yudumda
O’dam kiriş tutmuyor!
Kan kadın bir günâhı büyütüyoruz.
Öleceğimi bilseydim, öldürürdüm kendimi
Şiirân’dım, şiir’andım, şiir-ân’dım
Tektim, ay tekti
Kendimi güneşlere, ay’ı yıldızlara böldüm.
Sabâhleyin, melekleyin, heceleyin bir şiire kondum
Bindenbire vuruldum, dağıldım birdenbine!
Gök öldü, çarpmıyor kalbi
Beni en çok şarkılar öldürüyor
Hava atomunu gagalıyor kuşlar
Her ân üstümüze atmosfer düşebilir
Frekansı yırtılan radyolar
Ve biz! Bozuk radyo gibi ses çıkaran insânlar!
İstansiyon; kara tren kanlar damarımızda
Sunî griyder geçiyor anayolumuzdan
A benim kartezyen bahtım!
Felsefesizlik eylemi senin neyineydi!
Bir pazartesi akşamı kadar yorgunum.
Yalnızlığımı, yalnızlıkla paylaşıyorum.
Kelimeler oyuncağım, ben çocuk değilim!
Sevgi(lin’in) düşünde uyuyakalmalıyım
O, benim cumâ’m, ben onun pazarı;
Ona tezgâhımda aynalar, cımbızlar kadifeler, kokular serdim
Gülüm/serdim
Serdim gülüm..
Ağla/yamadım
Yamadım ağla
Söyle/yemedim
Yemedim söyle
Öptüm mahreminden…
Avuçlarım dökülüyor ellerimden
Başımdan bıçaklandım! Başımdan bıçaklandım!
Beynim, bir kalb gibi çarpıyor başımda
Gül yaprağına gülberg derler
Gül yağına gülzeyt dedim ben de.
Bülbül gül demiyor, şâirliğe özeniyor, “bülgül” diyorum
Gülbül oluyorum: cik cik cik
(cılkını çıkardın kelimelerin be adam!
Mûrâdî, bir gülmeyle gelir şimdi bu cümleden su içmeye)
Tirabizyon’a düşer ay, su’lar akar pontusya’dan bu yana
Deniz, dalgasıyla konuşur; ben, ona kelime söylerim
Anlaşırız, “ayna”şırız…
Zeytûnîya, nicedir küsüm kalbime
Gülümsemenin şeklini unuttum.
İştâh nedir? Nedir iştâh zeytûnîya?
Mutluluk, gereksiz bir kelime
Merak şehvetin de hocası
Ağzıyla düşünen, ağız dolusu konuşur
Susmayı bilmekle, dinlemeyi bilmek, aynı şey değil
Sen konuş zeytûnîya, ben dilinde konuşlandım.
Hiç kimse benim kadar kendiyle kalakalmamıştır
Sonrocağıma, Antartika’ya kesiyor yalnızlığım
Kelimeyi kesiyorsam,
“çoğalmalığı”ndandır.
Bir veli, beni deli eyledi, bir deliye verdi;
Deli, beni veli eyledi, yalan değil!
Bir yarayla, bu yarayla ömür boyu yaşa..
35’i zor ettim, bir 35’i daha nasıl eylerim!?
Zayıflama sabunu yapacaktık yıhsoyla
(yıhso, kuşa çevrilmiş özel bir isimdir İhsancığım)
Adına Bedrettin Berkemâl sabunları diyecektik ki
İsmine eriyecekti, midesi iki asgârî ücret şişko kadınlar
Ve hâmile adamlar…
Story
Hisstory
Hikâyenin başına his konulsa, târih oluyor.
Bir “s” fazla mı?
Ne belledin! Bu anglo-saksonun benden çekeceği var.
Edebîyât mühendisleri, dilin kemiğidir; kırdım!
Hecekonduları yıktım!
Gör bak benle dil nasıl da lokum, nasıl Türk işi dılayt
Vâkıa, ben hasb’el-kader Kürdüm ama, a güzel Türkçem!
A coğrafyam, a birleşmiş kan bayrak!
Şehâdetlerimizin kanı yerde kalmadı, ay oldu, yıldız doldu
“Güzellik yaşlanmaz”ı
Dile getiriyorum
Dile götürüyorum
Besliyorum dili
Kelimelerim, üfledim geçti parça te’sirli
Çiftleşmiş aklımız..
Fikr-i kabl’el vuku
Avlakta aylak kuşu avlarlar..
Ay çıktığında, seni özlediğimi anımsarım…
Aylı gecelerde mâh-tâb, suda yıkanır ıdı.
-bu(a)rada vel’bahs, kız ismi değil
Ayışığı, ayâşığı, ayaşağıdır-
Islıkların ortasına sığdırdığım koyunlar
Merâlar, tahayyül-el’sevgili…
Şekle koydukça daralır her şey!
İnsânın tecâvüzüne uğrayan şehirler
Dağlar, doğada pikniğe çıkmış
Asgârî geçim indirimli şâir
Büyük şiir, dehâ işidir
Dayanıklı ol dedim, dayanaklı değil!
Senin Küçük İskendertlerin var
Böyle büyüyemezsin!
Hâlen Helen büyüsündesin!
(İskender Şâiri bilmem, sanadır sözüm!)
Şiir dağınık olmuş diyen’olur
Onların hatr u kadrına alfabeyi on dört heceledim:
Ağlantı Âyeti Âşk; An Adını AndındA
Bulut Bârân, Büşrâbahâr; Burçlar, Bâtınî BâB
Cânım, Cânına Câdde Cânâ!; Cânân, CihântâC
Çayır Çimende Çilek Çehre, Çelik Çana ÇekiÇ
Dişi Dürr, Dudağı Dârusselâm, Dili, DilbenD
Eserim Elinde, Evim, Eşyâm EteğindE
Fikrime Fermânfermâ; Felsefeme FeylesoF
Gülgonce Gönlü Gazeller Güzeli, Gözü GöG
Hayâle Halat, Hâtrımda Hâli Hak, HamdillâH
Issız Işık Iraktan, Işk’ı Irkıma IsI
İç İçe, İşli İncidir İç İçinde İçİ
Jeojanda Jerberi Jardiniyerde JeylaJ
Kalbi, Kalbime Kulp; Kaderi, Kaderime KöK
Lisânbestedir; Lâf u Lafzı, Lisânıma Lâl
Müstakbel Mâzîmden Mis Mîrâs, Mûrâdıma MiM
(kimi yarım bırakmalar, tamlamaktan kıymetlidir
Yâ nasîb!)

Hazer’an 2013
Mum, damlaya damlaya gül olur
iBRAHİMi FEYZULLAH YALÇIN 

Ve Melek Dedi:Hiçbir şeyi tutma,bırak

Ve Melek Dedi:

Hiçbir şeyi tutma, bırak
Dedi,
Kuşlar dedim, kuşlar gidecek
Onlar, senin elinin değil
Bırak ki bırakıl, yükten kurtul
Dedi
Sâhiplenme!
Sâhiplenirsen; hak sâhip olan, sâhipsiz bırakır
Unut bildiklerini, hâfızanı da!
Kimsin? Dedim
Ben senin meleğinim Yâ Âhirzamân Şâiri!
Tümlere ayrılmışsın, bütünlemeye geldim
Yaratıldık ve yâr atıldık, ki bulmaya…
Senin arayışın, kimseye dâir değil sana!
Dedi.
Sen? Dedim yâ melek
Ben, senin parçanım;
Aradığında, kendine ait bir parçayı aradın sen
Yine sen’di, senindi, sana dâirdi…
Dedi.
Ne yapmalıyım? Dedim
Bildiklerini unut
Dedi
Ben ümmîyim, kitâb bilmem, ilmim yok dedim
Okumak dediğin illâ ki sâhife çevirmek değil!
Aklın, gece-gündüz okuyor, tezgâhına bilgi yığıyor
Ve kalbin, histen hendeseler kuruyor, ölçüyor, biçiyor
Dedi.
Ne yapmalıyım?
Bildiklerini unut dedim, dedi.
Günâhların, O’nun rahmetini unutturacak
kadar yakmamalı seni!
Sebeplere, kurallara takılma!
Bildiklerini sök at!
Toprağı otlardan temizlemezsen, münbît olmaz!
Otlardan arın, güneşin buğdaylar açacak bağrında
Sesin dedi, benden; ben içi Rabbinden gelir gibi
Sesin; surdan, serden, süreyyadan iner gibi
El’gitarını Farjad’a ver, kanatlarımı çal
Dedi.
Meleğin kanatlarında bir uykuya dalacağım. Hakîkâtli rüyâlarda, bana beni anlatacak. Sabrı söyleyecek, makâmları gösterecek. O, sizin içinizde sizin gibi, ama iç âlemde öyle değil. Rûhunun yağlarını atmış, fazlalıklardan kurtulmuş, kendini kabûllenmiş, O’nun sözlerine yüreg açmış, çiçek açmış, zakkûmları da sevmiş, ezcümle “Rıza”ya ermiş olarak dönmek niyetindeyim.
40 gün yokum. 40 gün sonra, kalblerinizin kıblesinden geleceğim.
Allâhaısmarladım!
İbrahimi Feyzullah Yalçın

27 Tem 2015

HENGAMEDE YİTİRDİK AKLIMIZI

Hava sıcak, kavurucu temmuz yalazı yüzümüzü yakıyor..

Godot"yu bekler gibi bekliyoruz , serin zamanların bilgeliğini..

Lakin evlerde,sokaklarda,yollarda , yüreklerde , havada ateş var.. Kan sıcak akıyor gölgelerde bile..

Dinmeyen,dindirilmeyen öfkelerimiz ahmak yollara sürüyor bizi, kavruluyoruz cehenneme varmadan daha...

Daha ne kadar sürecek bu delilik diye sormuyorum , çünkü delilik şifasız bir marazdır..

Yazmak ne sadra şifa oluyor ne de serinletiyor..

Oysa iki gün önce yediğim orak armutlarının tadı hala damağımda..

Çocuklar su tabancalarıyla birbirini ıslatıyor avluda, kırlangıç yavruları büyümüş uçmuş yuvadan, eşek arıları kapının önünde duran soba kovasının  ve onun yanındaki tuğlanın içine yuva yapmışlar. Ne onlar bizi rahatsız etti ne biz onları..Akşam olunca baykuşlar evin çatısında fare avlamaya geliyor. Bahçede semizotları büyüyor, mezarlıkta sessizce yatıyor annelerimiz babalarımız hemen evin karşısında..Büyük bir sessizlik var ağır ve sıcak havada olması gerektiği gibi..

Birilerinin öldürdüğü birilerinin öldüğü otobüslerin yakıldığı bir ülkede birileri de denize giriyor düğün yapıyor..

Bu delilik değil mi yav...

Zaten kendi derdim bana yetiyor bir de bu ülkenin ahmaklığı çekilmiyor bu sıcaklarda..

Ey bilgeliğin sessiz süvarileri, güz mevsiminde serinletin şu yanmış yüreklerimizi..

Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz...

14 Tem 2015

DOLAP BEYGİRİ

Gün bitti ben de bittim....

Bitirdim kendimi çıkmaz sokaklarda

Ahmakça bir selam ile uyandım akşamdan sabaha

Kendime kurşun sıkarak öldürdüm

Barut izi suratımda kurşun aklımı deldi

İki göz göremedi gölgeden kaçan kediyi

Sıçradım derin uykumdan

Rüyadaki adam çoktan gitmiş

Bir deli gömleği getirdiler içinde ben

Tanıdığım bir çehreye bakar gibi baktım

Ayı tuttum yüzüne babaannemin masallarını aradım

Kendi yolumun üstüne oturdum kaçak yolların üstüne

Aptallık ne tahammül edilemez bir belaymış deli gömleği bile uymadı

Dolaptan bir mum çıkardılar

Al dediler bunu güneşte yak

Elimdeki mum eridi yakamadan

En geç ölüm uğrar bir aptalın sofrasına

Bir dolap beygiri gibi döner durur etrafında zira

Bulamaz öleceği yeri...

(Nesir yazacaktım şiir çıktı . duygular ancak şiirle ifade edilebiliyor . ahmaklar sofrasındaki ahmaktan bir serzeniş .. hadi kalın sağlıcakla bu şiiri copy paste yapacak olursanız kara murat diye yazarsınız altına , kara murat kahpe bizansa karşı )






7 Tem 2015

YÜCE YARGICIN HUZURUNDA

Jean-Jacques Rousseau…
Büyük ilgi gören “İtiraflar” kitabında kendini şöyle tanımladı:
“Kıyamet borusu istediği zaman çalsın…
Ben elimde bu kitapla, yüce yargıcın huzuruna çıkacak ve yüksek sesle şöyle diyeceğim:
İşte böyle yaptım, böyle düşündüm, böyle oldum.
İyiyi de, kötüyü de aynı içtenlikle söyledim.
Hiçbir kötülüğü saklamadım, hiçbir iyiliği eklemedim; eğer bazı önemsiz süsler kullandığım olduysa, bu ancak bellek kusurumdan ileri gelen boşluğu doldurmak için olmuştur.
Doğru olabileceğini bildiğim şeyi doğru saydım, yanlış olduğunu bildiğim şeyi asla.
Kendimi nasılsam öyle gösterdim…”

Soner Yalçın'a teşekkürler.

6 Tem 2015

BİSİKLET SEYRETMEK RAFİNE BİR ZEVKTİR

Bisikletle tam zamanlı ilgilenmeye başlamam 2013 Tour ile başlar. 

Bisiklet sporu tıpkı yürüyüş gibi ruhunuzla yaptığınız bir eylemdir. Onu seyretmek te limbik sistemle ve üst beyinle yapılan bir eylem olduğundan hipnotik bir terapidir.Bisiklet seyretmeye başlayan insan değişir.. Daha şuurlu olur, sabır kesbeder, doğanın içinde akıp giden pedal nehrini takip etmek farkındalığınızı arttırır. 

Bisiklet insanın icat ettiği tekerlekli ve motorsuz tek ulaşım aletidir. Benzersizdir. Bisiklet insanı hem doğadan koparmaz hem doğadan bağımsız kılar. Tekerlekler üzerinde yürümek gibidir bisiklet sürmek. Bisiklet sürmeye başladığınız andan itibaren beyniniz farklı bağlantılar yapar ve düşünme şekliniz değişir ve devamında hayatınızı değiştirebilecek bir eşiğe getirir sizi. Araba sürücüsünün ego şişkinliği yoktur bisiklet üstündeki adamda. Levyeyle diğer bisikletçiye yol vermedin diye dalmaz. Naiftir ve bir pastoral şiirin bizatihi bir mısrasıdır. Muhabbet ehlidir. Onda motosiklet sürücüsünün kibri de yoktur. Tevazuyla pedal çevirir ve terden ıslattığı forması yüklerinden arınmış bir bedeni sarar.

Akşam vakti temmuz ayında ayçiçeği tarlaları arasında gün batımına doğru pedal çevirmek bir tekkede çile odasında edineceğin bir olgunluk imkanı suna sana. Kendinle yaptığın yolculukta bir binektir bisiklet. 

Bisiklet sürmek oruç tutmak gibidir nefsani arzularınızı tekerlerin ritminde yola bırakırsınız ardınızdan...Kendinizi daha iyi tanıma fırsatı verir.Limitlerinizi farkedersiniz. Kendinizi hesaba çekersiniz.. Hiç bir şey olmaz ise bile (zayıf ihtimal) açık havada keyifli vakit geçirmiş olursunuz ve manzaranın tadını çıkarırsınız en kötü.

Tour de France izlemek deneysel bir tecrübedir. Benim için öyle oldu en azından. Elinizin altında Eurosport varsa birazdan başlayacak 3.etabı izleyin derim. (dopingle neredeyse özdeşleşmiş bir spor olması ayrı bahis işin o kısmı nahoş) . Takımların diğer takımlarla ve takım liderlerinin diğer takım liderleriyle mücadelesinin karmaşık matematiğini çözerken doğanın şiirini izlemek bambaşka bir keyiftir. 

Bisiklet sürenlerimiz arttıkça daha zeki,çalışkan ve sevecen bir toplum olacağımızı iddia ediyorum. 

Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz..

fransa bisiklet turu ile ilgili görsel sonucu


1 Tem 2015

İNSAN BU HER ŞEYE ALIŞIYOR




seni böyle seviyorum diyenden kork. öyle'nden tiksinmektedir zira.
bugün annem öldü. belki de dün, bilmiyorum."

seni diğerlerinden farksız yapmaya çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek dünyanın en büyük savaşını vermek demektir, bu savaş bir başladı mı asla bitmez.

"günler bazen hep pazartesi."

bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.

"fısıldayacağız birbirimize olduklarımızı, oldurduklarımızı

sınayacağız birbirimizde olamadıklarımızı, olduramadıklarımızı."

amerikan kültürünün cidden ne olduğunu öğrenmek istiyorsan, gidip kaufhaus des westens'deki yeni yürüyen merdivenlere bak. amerikan imalatı onlar. bu kadar çok sağlıklı yetişkinin hareket etmeden ayakta durmak için sıraya girdiğini görebileceğin tek yer orası.

"hayatını değiştiremeyecekse, bir insana neden asık olasın ki?"

olaylar insanı aşmaz, insan olay karşısında kenara çekilir.
hayatın, insanlığın çoğunluğu için, içtenlikle yaşanması gereken bir mutluluk değil, baskılar ve cezalarla ve inanılması gereken yalanlarla yapılmış dar bir alanda, sürekli bir rol yapma hali olduğunu, ilk bu sıralarda sezmeye başlamış olmalıyım.

"paran varsa her şeyi satın alabilirsin, elbette en başta da insanları. doktorları, hakimleri, savcıları, polisleri, yanlış anlamayın herkesi. bu ülkenin sorunu ahlaksızlık, şeref yoksunluğu,onur kaybı..."

"insan çamurdan değil korkudan yaratılmıştır."

bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar. unutamamak. belleğin kaçınılmaz intikamı. herhangi bir iz taşınıyorsa eğer, bu bir zamanlar bir yara açıldığındandır.

' her insanda insanlığın bütün halleri vardır ''

"hayatımızın belli bi anında yaşamımızın denetimini kaçırırız ve bunun sonucu olarak hayatımızın denetimi yazgının eline geçer. dünyanın en büyük yalanı budur"

hayat bazılarına mutsuz olmakla duygusuz olmak arasında bir tercih hakkı tanır, daha fazlasını değil."
"tanrının bana baş edemeyeceğim bir şey vermeyeceğini biliyorum. sadece keşke bana bu kadar güvenmeseydi diyorum."

"vakit var. dönüşler var. gitmek dönmektir." 

iskeleye yüzükoyun uzanıp iki elini suya daldırıp ,çıkardı. 

avcunun içindeki suya baktı. 
o su deniz değil,
deniz dışarıda kalan,avcunun dışında. 

...kitle bir hayalettir. her şeyden ve her olaydan etkilenen bir düzenektir. ne inancı ne iradesi vardır. bir şey yaratmayı bilmez. zaten bugüne kadar yarattığı bir şey de yoktur. onun işlevi, varoluş nedeni yıkmaktır. birey ve kitle aynı gerçeğin iki farklı yüzüdür, aynı motorun iki pistonu gibidir. birey yaratır, kitle yıkar...."

özgürlük, olumlu yanı sorumluluk olan olgunun tamamının negatif yanından başka bir şey değildir. aslına bakılacak olursa, sorumluluk terimiyle yaşanmadığı sürece özgürlük, salt keyfiyet içinde yozlaşma tehlikesiyle karşı karşıyadır. 

muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldiklere yere gideceklerdi.

uygar ülke, kimsenin politika ile zaman harcama gereksinimi hissetmediği yerdir."

gelgelelim, böyle bir zahmete katlanmak istemediğinden, kimsenin bir sonraki savaşı önlemek gibi bir niyeti yok. milyonlarca insanın boğazlanmasına yol açacak savaştan kimse kendisini ve çocuklarını esirgemeye çalışmıyor. bir saat kadar düşünüp taşınmak, gözlerini bir süre için kendi içine çevirip dünyadaki bozuk düzende ve kötülüklerde ne ölçüde payı olduğunu araştırmak, işte buna kimse yanaşmıyor! anlayacağın, böyle sürüp gidecek; bir sonraki savaş binler ve binlerce insan tarafından her gün harıl harıl hazırlanmakta

elbet sen de bir gün hayatının kadınına rastlayacaksın evlat ve ona şöyle diyeceksin; ''ben evli bir adamım.''

"birini sevmem için karşılık beklemem ki. zaten sevdiğim hiçbir şarkı da benim için bestelenmedi."

"iki insanı, bir üçüncüyü ezmek kadar birbirine yaklaştıran bir şey var mıdır dünyada?"

"dünyanın en eski mesleği fahişelikse, en eski hayal kırıklığı da aşktı..."

insan ayrılınca değil, yeniden kavuşma ümitleri tükenince yıkılır"

senin bu kadar mutlu olmana, ancak senden bir şey almaya hazırlandıkları zaman izin verirler...
"işte bugünün kazancı -mazgal deliği- bu baş dönmeli, ılımlı günün kazancı ayaklarımın altındaydı. deliğin başına çöktüm. tutkularımı, birer birer perçemlerimden çıkarıp mazgaldan aşağı attım. kentin lağımına karıştılar. 'oh! bu kadar', dedim. bu kadardı."

çalışmak, yoksulluktan, açlıktan ve hastalıktan başka bir şey kazandırmıyor insanlara. her şey aleyhimize. tüm ömrümüzü sabahın köründen gece yarılarına dek çalışıp didinerek tüketiyoruz. çirkefin, aldatmacanın içinde sürünüyoruz, kahroluyoruz. öte yanda ise başkaları çektiğimiz çileler sayesinde çatlayıncaya dek yiyor, içiyor, eğleniyor ve bizleri zincirli tutuyorlar, cehalet içinde bırakıyorlar, korku içinde yaşatıyorlar..”

"insan ne de olsa tek başına bir bağ kuramaz!"

mektepteyken hayallerimiz olmayacak rüyalarla doludur. sonra hayat birer birer onların icaplarına bakar.

"bazen bir şey yapar belanızı bulursunuz. bazen de yapmadığınız şeyler size belanızı buldurur."

insan bütün bu pislikleri ancak yalnız başına ve didine didine üstünden atabilir. ama yalnız başına. kimseye bir şey sıçratmadan.

bir insanın yetişme tarzına en iyi ışık tutan şey kavga ederken sergilediği davranışlardır.


"ve bir dost sana kötülük yaparsa ona şöyle de: bana yaptığını, sana bağışlıyorum. fakat kendine yaptığını ben nasıl bağışlayayım?"

"insan her şeye alışır."