14 Şub 2018

KORKU HEM ÇEKER HEM İTER

"korku işe yarayabilir ama korkaklık hiçbir işe yaramaz" Gandhi.

korku duygu olarak her zaman var olacaktır ve bu iyi bir şeydir.korku bizi tetikte tutar daha iyi kararlar almamızı sağlar. korku ne zaman hastalık olur? korkaklık olduğu zaman . Korkaklık,korktuğunuz şeyi sürekli yaşamanızı garanti eder.

ben geçen haftaya kadar bir korkaktım ve şükür ki eşiği geçtim..

size bugün kederli günlerimden değil o günlerde olan bir harikalıktan bahsedeceğim.siz açık olduğunuzda hayatın nasıl sürprizler yapacağından.dışarıdan korkulacak bir durumda olduğunuz söylense bile.

malum son beş yazımı okuyanlar (hayret birisini 120 kişi okumuş birisini 11 kişi.oysa hepsi birbiriyle bağlantılıydı merak etmemiş adam demekki önünü arkasını) maddi bocalamalarımı not etmişlerdir. 

 2009-2010 sonbahar ve kış mevsimi vakileri. 2009 yılının yaz sonu (eylül başı sanırım) avukat olarak bir büroya girdim. büroda üç hatun vardı. baştan hepsini avukat zannetmiştim. günler geçtikçe kadınların avukat olmadığını anlamıştım ama ne olduklarını çözebilmiş değildim. bazen bir iki gün ortadan kaybolsalarda genel olarak ofisteydiler hatta bazen ofiste yatıp kalkıyorlardı. içlerinden birisi patron gibi davranıyordu benim birlikte çalıştığım avukat ofis kendisinin değilmiş gibi onun hiyerarşisini kabul etmişti. tuhaf halleri vardı ama ben kendi işimle ilgili olduğumdan genelde odamda takılıyordum ve pek muhatap olmuyordum. 

2009 yılının mayıs ayı benim için hayatımın en önemli dönemeçlerinden biridir. o ayda yıllardır boğazımda duran düğümü çözmüştüm ve büyük bir rahatlama yaşamıştım.fakat geçen hafta yaptığım çalışmada özgürleşebildiğim düğümler hala içerde duruyordu ve hyatın nimetlerini geri kusuyordu. nisan ayında işten çıkmıştım boştaydım. daha önce çalışmak için cv gönderdiğim ve beni asla kabul etmezler diye düşündüğüm ofisten aramışlardı üstelik cv falan da göndermemiştim. inanılmaz bir olaydı benim için zaten inanamamıştım. görüşmeye gittim ve ertesi gün işe başladım. fakat korkularım depreşti,paranoyaklaştım,hep gözetleniyor sınanıyormuşum gibi geliyordu. elim ayağıma dolanmıştı. ve hep olan oldu ve ofiste benden kıdemli olanlar benim kuyumu kazdılar ve ben buna ses edemedim ve ağustos ayında işten atıldım.tümüyle duyguların ifade edilememesi ve içine girilen panik havası ve bebek gibi büzüşme hali.

neyse hanımlara geri dönelim. ha bu arada hala evren bana kredi açıyordu hanımların ofisinde çalışmaya başladığım hafta (burada maaş almıyordum yüzdeyle çalışıyordum gene,ne aptalcaydı) 2008 yılı boyunca çalıştığım eski ofisten (oradan kovulmadım ihtiyar bir avukatın yanında çalışmak üzere ayrıldım daha çok maaş daha çok prim) bir arkadaş aradı,(kız arkadaşının çalıştığı ofis avukat arıyormuş fakat patron gelenlerden hiç birini beğenmemiş ve bana adam gibi bir avukat bulun demiş sekretere o da bizim arkadaşı aramış  ) "abi beşiktaşta bir ofis var avukat arıyorlar maaş çok iyi aklıma sen geldin kabul ediyorsan hemen kız arkadaşımı arayacağım kabul et abi dedi. (kafamı sikeyim) yok be sağolasın ben işe girdim dedim. arkadaş ısrar etti abi yapma bu iş çok iyi ofis iyi maaş iyi çalışma şartları iyi. inatlaşıyorum ya hayatla illa kendi ayaklarımın üzerinde duracağım ama öte yandan içerisi ayakta durmamak için türlü entrikalar içinde. kabul etmedim. o ara başka bir arkadaşım aradı bir avukat benim adımı duymuş laf arasında bizim arkadaş beni tanıdığını söylemiş ,hemen ara arkadaşını demiş benim acil avukata ihtiyacım var hemen başlasın ne kadar istiyorsa vereceğim hatta altı aylık maaşını bile peşin verebilirim demiş. ben inat ettim ya yok dedim ona da.

bu sefer hanımlara geri döndüm.bir gün yemek yerken bunların kendi aralarında define lahit muhabbeti yaptıkların fark ettim. o ara benim birader define işine sarmıştı. kulak kabarttım bu sefer ve lafa girerek konuyu açmalarını istedim. o patroniçe kılıklı hatun meğersem defineceymiş. bunlar yalnız sadece lahit işi yapıyorlarmış öyle ıvır zıvır işlerle uğraşmıyorlar. neyse bu ayrıntıları geçeyim nolur nolmaz..benim definecilik maceram böylece başlamış oldu.

ben avukatlığı artık yan iş olarak yapıyordum ,biraderle lahit peşine düştük rakamlar deliydi çünkü. sıradan bir lahit 2 milyon dolardı. süslü tumturaklı ve işlemeli olanlar 10-12 ,imparator ailesine ait olanlar 50 milyondan başlıyordu. o dört ay yaşadıklarım tam bir maceraydı o bahsi diğer. lahit işinden bir şey kıvıramadık sonuçta hevesimiz kursağımızda kadı (lahit bulduk bulmasnıa ama bir türlü işi bağlayamadık birileri fena yalan söylüyordu ama)

2010 ocak ayında oturduğumuz ev icradan satıldı ve bizi tahliye ettiler eşimi ve o zamanlar tek olan kızımızı alıp babasının evine gitti beş parasızdım .üstelik eşim beş aylık hamileydi. lahit işi yatmıştı ben de kızıp ofisi bırakmıştım zaten avukatlık yapmıyordum doğru dürüst. o ara açıkta kaldığımdan avukat arkadaşımın yanına sığındım.bir aylığına. iş yok para yok umutlar bitmiş eşimin doğumu yaklaşıyor ama ben de garip bir rahatlık durumun vahametine karşılık. bir mucize lazım. 

arkadaşın aklına geçen yıl bana iş teklif eden arkadaşı geldi.arayım istiyorsan dedi.ara dedim. aramış tabiki avukat almışlar ofise adamın beni bekleyecek hali yok fakat ismimi duyunca başımın üstüne demiş ona  her zaman kapımız açık. görüşmeye gittik beraber konuştuk falan yemekteyiz. ben teklifini kabul etmedim ayrıldık. dönerken arkadaşım az daha beni dövecekti; naptın oğlum ulan evden atsam sokaktasın burnundan kıl aldırmıyorsun işe ihtiyacın var hazır işi iteliyorsun bu ne cesaret dedi. rahat ol dedim  kozlar benim elimde. sonraki akşam arkadaşı aramış gelsin bir daha görüşelim demiş gittik görüştük ben gene kabul etmedim şartlarım şu şu dedim. ayrıldık. o akşam arkadaşı aradı (ben yanındayım ama öteki bilmiyor) biraz mırın kırın sitem falan sonra dediki(hepsini duyuyorum) tamam ağzını kırayım gelsin başlasın dört aylık maaşta peşin dedi.

ertesi gün gittim ve işe başladım,üç gün sonra elime bir deste para tutuşturdu.gittim bakırköyden dayalı döşeli ev tuttum,eşimi çağırdım ve hayat bayram oldu..

işte gene böyle bir dönemeçteyim ve gene böyle bir mucizeye ihtiyacım var..allahın hazinesi biter mi?

dua görsel ile ilgili görsel sonucu


7 Şub 2018

SÜRGÜN ÇOCUK

(yaşama açılmak serisi 5.yazı)

-bu serinin yazılış amacı kendimle yüzleşme ve yüreğimi hiç tanımadığım insanlara açma cesaretimdir. bir nevi oto-terapi-

cesaret, korkmamak değil korkuna rağmen harekete geçmektir.yoksa hepimiz korkarız ama pek azımız cesaret ederiz.

doğumla beraber getirdiğimiz duygu ,kaygı.doğum başımıza gelmiş en derin travmadır. bebekler memedeyken çoğunlukla uyuyup kalırlar. tam olma bütünleşme fantezisinin en somut hali annenin memesinnden hem besin hem güven duygusunu emen bebeğin halidir. anneden ayrı olmaktan daha derin bir kaygısı yoktur bebeğin. 

ilk çocuksanız (benim gibi) anne sizin için hayat veren bir sığınaktır.her şeyi onun gözünün içine bakarak yaparsınız. bütün çabanız onun ilgisini çekmek yüzünde bir gülümseme oluşturmaktır. (cem mumcunun paylaştığı bir video vardı bulup seyredin.bir anne ile bebek arasında bir deneysel çalışmayı gösteriyordu .iki dakikalık. bir bebek ve annesi var,anneye ne olursa olsun bebeğe hiç tepki vermemesi söyleniyor. bebek önce gülümsüyor ,şirinlikler yapıyor annede hiç tepki yok,sonra anneye eliyle dokunuyor yüzünü elliyor falan gene hiç tepki yok sonra bebek ağlamaya başlıyor zangır zangır annede gene tepki yok ama bebeğin gözü hep annede. sonra anne bebeğini kucağına alıyor deneyi bitiriyorlar.cem mumcu sonunda şöyle dedi,bu iki dakika bile bebeğe travma olarak yeter)

sonra bir kardeş gelir üstünüze. siz daha anneye bağlanma yaşındasınız ve biri geliyor ve anneyi elinizden alıyor. annenin ilgisi artık başkasında. kaygınız ölüm korkusuna dönüşüyor ve uzmanların doğuştann mı yoksa öğreniliyor mu diye tartıştığı haset duygusu devreye giriyor ve eve yeni gelen canlı sizin için ortadan kaldırılması gereken bir nesneye ,düşmana dönüşüyor. (bu durumu uyarlayın gündelik yaşama bakın nasıl anlayacaksınız hayatta olup biten her şeyi) . kardeşimin gelişi de benim için düşman atlılarının yurdumu işgal etmesinden farksızdı ve savaş kaçınılmazdı. ve savaş başladı.

ilk denemelerim salıncaktan atmak yüzüne yastık kapatmak gibi masumane cinayet girişimleriydi. ne zamanki annem elimde makas ile kardeşimin beşiğine sinsice yaklaşırken enseledi beni durum adliyeye intikal etti. annem beni kendi köyüne o zamanlar bekar olan teyzemin yanına yolladı ceza olarak. doğrusu bu kardeşimin hayatta kalması için en uygun tedbirdi zira onu öldürmeyi kafaya koymuştum.hayat amacım ondan kurtulmaktı yoksa anne elden gidiyordu göz göre göre. 

sürgün o yaştaki bir çocuğa verilecek en ağır cezaydı şüphesiz.ve sürüldüm..

bir çocuk adaptasyon makinesidir ve hemen uyum sağlar. ben de bu duruma uyum sağlayabilirdim her ne kadar annemden uzaklaştırılsam ve bildiğim ortamdan çıkarılıp atılmış olsam da . korku ve kaygı kaçınılmaz bir travma yaratacaktı ama etkileri bu kadar derin ve yaşamsal olmazdı eğer adapte olabilseydim. 

ben homojen bir çerkes köyünde doğmuştum ve herkes çerkesçe konuşuyordu benim de bildiğim ve anladığım tek lisan buydu. annem de çerkesti fakat annemin köyü homojen çerkes köyü değildi. ağırlıklı türk ve bir çerkes mahallesinden ibaretti. sokaktaki hakim dil türkçeydi ve ben tek kelime türkçe bilmiyordum.

sokağa çıkmak ve oyun oynamak istedim ama dil problemi beni bundan mahrum etti. sokaktaki çocuklar beni anlamadılar ben onları anlamadım anlaşamadık ve çocuklar çok acımasızdır ve ben pis denilerek ve aşağılanarak üstüne üstlük taşlanarak eve kaçmak zorunda kaldım. hayat benden yana değildi ve beni kaldıramayacağım şeylerle sınıyordu. daha önce yazdığım gibi güreş müsabakasında dedem tarafından zorla tuş ettirilmemin travması üstüne annemin dilini bilmediğim bir yerde beni bırakıp gitmesi ikinci kere ihanete uğramam demekti. dilimden utandım,kimliğimden utandım,gücümden utandım. en yakınlarım tarafından yok sayılmış ve ezilmiştim. küçücük bir çocuktum yalnızdım " anne" diye kucağına sığınacağım kimse yoktu(yetimhanelerde yetişen çocukları anlıyor musunuz şimdi)  korkmuştum hem de ölesiye korkmuştum.ve annem yanımda değildi.

o avluda geçirdiğim bir ay (zira avlunun dışı ölüm demekti) bir ömür kadar uzun geldi bana. orası gerçek hayatta öbür yapıp ettiklerim falan hep rüyaymış gibi yaşadım uzun bir süre. o avludan çıkmam yılarımı yıllarım aldı(tam olarak çıktım mı bakacağız şimdi). avlunun batısında avlunun hafif yokuş aşağı arka kısmında bir incir ağacı vardı. tek başıma köye döneceğim anın hayalini kurarak o incir ağacının üstünde güneşin batışını seyrederdim. her gün batımı benim için annemden yalnız geçen bir gece daha demekti. 

bir kereste artığından kendime bir araba yapmıştım ve o araba ile köye gittiğimi hayal ederek tek başıma oynardım. evin demir ferfojeden cumbasının içine oturur içinde güllerin olduğu bahçeye bakarak elimde tencere kapağı araba sürerdim annemin kucağına doğru. o avlu artık benim için anne kucağı olmuştu ve o avlunun dışına çıkmak dehşet korkutucuydu. belki de rahim demeliyim , annemin rahmine geri dönmüştüm adeta. 

evin hemen yanında bakkal vardı o da çerkesti ve annemlerin uzaktan akrabasıydı. teyzem beni arada o bakkala yollardı beni, bisküvi arası lokum yapardık. avlunun dış kapısını mandalını kaldırıp dışarı çıkmak ise tam bir kabustu benim için. (o zamanki büyükler ne kadar empati yoksunuymuş ya hu). kapını arkasına geçer sokağı dinler dışarda kimsenin olmadığına kanaat getirince ürkek adımlarla dışarıyı kolaçan ederek hemen bakkala geçerdim yüreğim patlayacakmş gibi atardı korkudan. sonra hop eve avluma güvenlikli kucağa sığınırdım.dışarı -hayatın kendisi yani- korkutucu ve ürkütücüydü güvende olmak istiyorsan dışarı çıkmayacaktın. 

bir ay kadar sonra teyzem bizimkilere haber göndermiş ,bu çocuk bana anne demeye başladı gelin alın bunu demiş. 

geldiler bir gün ve kırmızı bir tofaşa binerek anneme köyüme döndüm. ama gidenle dönen aynı çocuk değildi artık. kalbim kırık,ruhum paramparça,öz güvenim tarumar dilim lal olmuştu. o sonbahar bana yeşil  içi yünlü kapşonlu bir palto almışlardı,palto dizlerimin altına kadar düşüyordu. evimizin önündeki yola çıktığımı mezarlığa doğru uzun uzun baktığım hatırlıyorum. yabancı gibiydim. diğer dedemin büyük torunu koşarak aşğı inip yanıma gelmiş bana hoşgeldin diyordu. ne hoştum ne de gelmiştim. ruhum annemin köyünde gömülü kalmıştı.tepki vermedim. dolmuş gözlerimle kahveye doğru baktım baktım. sokakta kimse yoktu sokakta bana taş atacak kimse de yoktu. 

şimdi bir ay geçirdiğim annemlerin evinin dış kapısını eşiğinde duruyorum..ve o sokakta oynayan çocuklara sesleniyorum  türkçe olarak;lütfen beni de oyununuza alır mısınız ben de sizinle oynamak istiyorum buna ihtiyacım var kaleye geçerim top toplarım ebe olurum ama beni oyuna alın sokağa çıkmama izin verin çünkü ben de sizin gibi bir çocuğum ve oynamaya ihtiyacım var. lütfen benimle oynar mısınız??? (bir anda gözyaşlarım boşandı ve hüngür hüngür ağlamaya başladım çünkü yıllardır içimde gömülü kalan bir cümleydi bir duyguydu o kadar ihtiyacım vardı ki) 

sevilmek istiyorum,başarmak istiyorum,alkışlanmak istiyorum..başardığım zaman birilerinin gelip sırtımı yere çalmasından korkmak istemiyorum,duygularım ifade ettiğim zaman aşağılanmak sürülmek korkusu yaşamak istemiyorum lanet olsun artık yaşamak istiyorum. size ihtiyacım var hadi gel sen de bizimle oynasana demenize ihtiyacım var..ben zavallı küçücük bir çocuğum bu kadar şeyin altından kalkamam elimi tutun bana destek olun buna o kadar çok ihtiyacım var ki..

teyzeme o kadar kızgınım ki , insan bir elimden tutar çocuklar bu benim yeğenim türkçe bilmiyor ama ona öğretirseniz sizinle oynayabilir hadi onu aranıza alın oynayın demek aklına gelmez mi insanın burada kırk senedir cebellişiyorum ben o sokağa çıkmak için. sonra niye para kazanamıyorsun ulan ödüm kopuyor benim senin haberin var mı??

ah be bir elimden tutsaydınız ne kadar güzel oynayacaktım ah be..

yine de benimle oynar mısınız???

not: bu blogu zahmet edip okuyan ve yorum yazan herkese müteşekkirim.

sınıfın kapısında duran çocuk ile ilgili görsel sonucu

5 Şub 2018

YA ÜÇBUÇUK ATARSIN YA DA DÖRT DÖRTLÜK YAŞARSIN


(yaşam açılmak serisi 4.yazı)

"korkarak yaşıyorsan sadece hayatı seyredersin" F.Nietzche  

bedenimizdeki kurulu tüm mekanizmaların temel hedefi yaşamda kalmak üzere ayarlanmıştır. ölümlülüğümüze rağmen her şeyin yaşamak için ayarlandığı bir beden hayatın garip bir ironisi sanırım. korku duygusu da en temel duygularımızdan,hayatımızın motor duygularından. korku duygusu bedenin yaşamda kalmak için baş vurduğu en temel savunma stratejisidir ve bu iki şekilde tezahür eder; savaş ya da kaç.

bu iki temel durum,sayısız stratejiyle icra edilir. savaşın da kaçışın da önceden belirlenmiş bir stratejisi yoktur. durum-yer ve zamana göre bilinç dışımız tarafından icra edilir. öğrenilmiş belirli kalıp davranışlar elbette vardır fakat bilinç dışımızın hayal gücü eşsizdir. dona kalmakta bu stratejilerden biri sanırım. gözüne far tutulmuş gibi öylece kala kalmak kaçacak yeri olmayanların,idraki mefluç olanların stratejisi.

bütün ömrüm korkaklığımı kamufle etme tiyatrosudur. bu kadar net söylüyorum. bir tavşan ürkekliğiyle yaşadım ama filozofça bir soğukkanlılık rolü içinde. kendimi kandırdığım büyük bir yalana alkış bekledim sahnede.playback yapıyordum ve her yer tiyatro sahnesiydi. korkaklığımı kah uyumlu ve anlayışlı kah bilgiç kah affedici kah ta sahte bir yaşam felsefesiyle örttüm. 

kavga etmekten korktuğum için anlayışlıymışım gibi yaptım,eleştirilmekten korktuğum için uyumlu ve affedici gibi davrandım, beceriksizliğimi saklamak için safsatayla dövdüm karşımdakini. en korkuncu da para kazanma korkumu örtbas etmek için uydurduğum " bu ülke bana göre değil" palavrasıydı.

duygularımı ifade etmemek en temel duruşumdu.bunu ne zaman kodladım hatırlamam mümkün değil. duygularımı ifade etmeden  önce  güvende olacağıma ikna olmam gerekiyordu. yoksa "he he" modundaydım. hayatımın en temel korkusu " eleştirilmek ve kınanmak ayıplanmaktı" . ömrüm boyunca hiçbir fikrim ve duygum olmadan yaşadım. hiçbir yere aitlik hissetmedim. ne beklentim oldu ne de beklentilere cevap verdim. anlamıyormuş hissetmiyormuş gibi yaşadım. gelin görünki sahnedeki adam bambaşkaydı. herkese vaaz veren,her konuda fikri olan,gözü kara bir kahraman portresi çiziyordum. bunları yaparken hiç sahada yoktum hep lafta. 

size çok tuhaf gelecek ama hakkari dağ komando tugayında bildiğin savaş ortamında yaptığım askerlik (asteğmen olarak 251.dönem) hayatımın en sahici olduğum ve kendimi çok iyi hisettiğim bir yılıdır. orayı hariç tutuyorum. o yılda yaşadıklarım sonrasında referans noktam oldu.

hiçbir şey yapmamak için hiçbir şeyi kendime yakıştırmıyordum. öylesine kof bir kibir içindeydim.

askere giderken çok mutluydum,muhtemelen ölürüm o kadar kurşundan biri isabet eder ve para kazanmak zorunda kalmadan bir kahraman olarak anılırdım avuntum vardı. hayatımın en temel hayal kırıklıklarından biridir aslında askerden sağ dönmek benim için. fakat askerde öylesine bambaşka bir havaya bürünmüştüm ki askerden sonraki beş yıl muhteşemdi benim için. bilinç dışımın fabrika ayarlarına dönmesine kadar sürdü bu iyilik hali. bilinç dışı hiç vazgeçmiyor,temel stratejisi neyse döndürüp dolaştırıp o noktaya getiriyor tekrar. bu konu bahsi diğer.

düğünlere katılmama sebebimi ,düğünleri arkaik ve banal bulmamdı görünüşte ama gerçekte ortaya çıkıp oynamaktan ödüm koptuğundan bu korkumu örten bir şaldı bu bahaneler.

daha hiçbir kadın bile öpmemişken millete seks dersleri veriyordum. öysa daha kendi cinsel kimliğim konsunda bile aklım karışıkken.

yemek yapma tecrübesi yumurta pişirmek,salçalı tencere yemeği yapmaktan öteye geçmeyen ben ,millete püre,düğün pilavı,kebap tarifleri veriyordum. burnum o kadar havadaydı. rahmetli annem birgün pilavı sen yapıversene dedi . işte yaldızımın döküldüğü anlar bu anlardı. ben iyi ahkam keserdim ama iyi pilav yapmak ıhh? sen pilavı hele bir yap benim dediğim gibi ben olup olmadığını söyleyim.bu daha garanti.

meslek hayatımda ne kadar başarısız olduğumu yazmıştım geçen yazıda. zaten temel amacım başarısız olmaktı zaten .

 avukatlığa çok iyi bir yerden başladım. sektör ismi verdiğimde aklınıza gelecek ilk firmaların avukatlığını yapan bir büroda %50 kar ortağı olarak başlamıştım (ilk teklif %10 du düşünün bendeki öz güveni). büroda gittikçe artan rekabet ve geçen süreyle birlikte benim amigdalamın orjinal ayarlarına dönmeye başlaması . neredeyse kendi ofisim gibi benimsediğim bu büroda yabancı gibi kalmıştım sığıntı gibi hissediyordum kendimi. hayatla ilk yüzleşmemde gene çakılmıştım. lanet olası o baskalarını kırma korkusu ve endişesi. ya bana zarar verirlerse?! böylece aslında en büyük zararı kendi kendime vermiş oluyordum.

ilk eşimin ittirmesiyle (amcası müteahhitti)(aslında bu da bahane) bu ofisten ayrıldım. birlikte çalıştığım avukat abi , bugünlerdeki meşhur tabirle "ne yapmak nereye varmak istiyorsun" demişti. o günden beri aramız limonidir bir iki kere oifse gitmeme rağmen benimle konuşmadı. arkamdan çok laf söylemiş o kadar içerlemişti yani. benim işi bırakabileceğim akının ucundan geçmemişti. onu bırak kendi baldızıyla evlendirmek için bastırıp duruyordu fena halde beni bir akşam yemeğe götürmüştü sırf bunu konuşmak için. varın gerisini siz düşünün.

ofisten ayrıldığımda aslında durumum hiç fena değildi. önceki ofisten işlerini özel olarak takip ettiğim gene sektörün en büyük firmasıyla görüşmeye gittim,abi ben oradan ayrıldım bilgin olsun benimle çalışmak istersen çalışabiliriz ama tatlılıkla olsun gibisinden bir konuşma yaptım. firmanın patronu bana bir saat geçmişi özetledi. gözlemleri beni hop oturup hop kaldırdı. boşuna patron olmuyor bunlar demiştim. mükemmel bir müvekkildi,entellektüel,espirili,hakkını veren kibar bir bey efendiydi. hem aylık danışmanlık alıyordum hem de yaptığım her işten %20 kalıyordu. işlerin %80 de telefonla çözülüyordu. bir gün beni çağırdı , dostum dedi (aynen böyle hitap ederdi) burada 12 kadar firmayla görüştüm senin adına , onlarla bir görüşme ayarlayalım da onların da avukatlığını yap fakat ben onlara sana verdiğim ücretin iki katını söyledim pot kırma dedi. 

işte bu gözüme far ışığının tutulduğu anlardan biriydi. meslek hayatımda bir dönüm noktasıydı ve ben gene korkudan dona kaldım. başarılı olmak hatta çok başarılı olmak ihtimali bünyede reaksiyona sebep olmuş ve elim dilim kolum düğümlenmişti. telefonlara çıkmadım,bu şahane adamı ve saygısını ve güvenini çöpe atarak kaçtım. yetmedi ilk eşimden hızla boşandım. bildiğim ve daima güvende hissettiğim o karanlık ve kuytu köşeye attım  kendimi. 

hayat bana floş royal,kare as verdi ama ben korkudan elimi açamadım pey süremedim rest çekemedim. 

işte bu korku dostlar bildiğiniz saf korkudur. 

bu yazılar bir cesaret denemesi bir yüzleşme hareketidir. çünkü artık böyle yaşamak istemiyorum daha doğrusu yaşamak istiyorum. 

bir kaç haftadır eşimle sarılma denemelri yapıyorum.sarılmalarım bile sahteydi çünkü. o kadar yani. 

para kazanmak hala ürkütüyor ama o derin korkudan çıktım artık. zira hayatımdaki en derin travmalrımın kahramanlarıyla yüzleştim ve onlara duygularımı açık ve net olarak ifade ettim. 

artık kiralarımı ödeyemediğim için evden atılmak istemiyorum,artık çocuklarımın 100tl okul taksidini ,basket parasını,eşimin haftalık IPI parasını dert etmek istemiyorum. artık yaşamak ve elimdeki kartları cesaretle açmak istiyorum. kararlıyım. bir eşikte duruyorum,gemileri yaktım. 

para kazanmanın bir yolunu bulacağım ve biliyorum ki hayat benden yana..(devam edeceğim)

not: itiraf etmeliyim ki bu blogta yazılarıma yapılan yorumları okumam genelde çünkü olumsuz bir eleştri yazan varsa parçalanacakmışım gibi hissederim çünkü. ama artık öyle hissetmiyorum ve yorumları birbir okuyorum. ulan fare gibi delikte yaşamışım hay a.q ya..korku böyle bir şey işte sıçan deliğine kaçıyorsun..cesaretle yaşayanlra selam olsun.bana da selam olsun kendimi seviyorum..



rene magritte ile ilgili görsel sonucu

rene magritte




2 Şub 2018

YAŞAMA AÇILMAK VE AYAKTAKİ PRANGA

(dünkü yazıdan devam)

kardeşim gibi sevdiğim bir avukat arkadaşım var,bunun hidrofobisi var.suya giremiyor,vapura binemiyor. fobisi olanlar bir fobinin insanın yaşamına nasıl da ayak bağı olduğunu iyi bilirler.

ya fobin bir durum bir hayvan ya da bir nesneye ilişkin değilse,tümüyle yaşama ilişkin ise?

benim durumum böyle bir şeydi işte(şeydi diyorum çünkü on yıldır farkındayım ve üstündü çalışıyorum) . ergenlik dönemini geçeceğim çünkü orayı ayrı bir yazı olarak kaleme almayı düşünüyorum.benim için ergenlik tam bir sırat köprüsüydü hayatta kalmam büyük bir şanstı.

yaşama korkusu ya da hayata atılma korkusu ya da para kazanma korkusu! isimlendirme tam olmadı ama umarım açıklayabilirim ve siz de anlayabilirsiniz.biraz tuhaf çünkü nesnesi yok. postaneye girememkten,bir kızla konnuşamamaya,yabancı birine bir şey soramamaya,takmı oyunları oynayamamaya vs usar gider. tuhaf olan bu korkuların bazılarının yere ve zamana bağlı olması bazılarının her zaman ve her yerde geçerli olması(düğünde oynayamama gibi) . 

hemen hemen sosyal alanda hiç bir varlık göstermiyordum. ne kahveye ne kızlı erkekli toplantılara ne düğünlere katılıyordum. 

hukuk fakültesini kazanıp istanbula gelince boğulmaktan kurtulmuştum adeta. artık nefes alamaz hale gelmiştim çünkü o küçücük köyde. o yıl üniversiteyi kazanamasaydım neler olurdu düşünmek bile istemiyorum.

istanbula gelince yeni ortam yeni insanlar bana keşfedilmemiş topraklar gibi özgürlüğü tattırdı. hayatımın en enerjik yıllarındandır o ilk üç yıl. hatta liseden istanbulda karşılaştığım bir arkadaş ,kabak çiçeği gibi açılmışsın demişti. değişim o kadar bariz hissediliyordu. fakat bu uzun sürmedi.

zaman ömrü bir değirmen gibi öğütüyordu ve üniversitenin son yılına vardım nihayet. bunu fark ettiğimde dehşete kapıldım.tanrım okul bitiyordu ne yapacaktım? okulu uzattım,atılacağım yıla kadar uzattım. insan okulu bitirmekten korkar mı? mesele okulu bitirmek değildi ki? ondan sonrasıydı. para kazanmam gerekecekti ve ben para kazanamazdım. böyle inanıyordum çünkü bilinçdışımdaki kod buydu.sen becerip para kazanamazsın.

ta çocukluğumdan beri büyüklerimin bana hitap ettikleri sıfatlar; küçük korkak, şapşal, becerriksiz, elinde hiçbir işe yakışmıyor,okumazsan sen açlıktan ölürsün,sen büyüyüp aile bakamazsın,donuk vs.işin garibi benide buna inandırmışlardı. kenidm hakkındaki kanaatim de buydu. o yıllarda tek iyi tarafım derslerimin çok iyi olmasıydı. profesör olarak çağırılırdım köyde. o kadar ötesi yoktu ve bu o yıllarda bütün günahlarımı affettiriyordu. o okuyup büyük adam olacak,annemin beni savunduğu argüman buydu.

ee artık okul bitiyordu ve büyük adam olmanın zamanı gelmişti. ama içimdeki küçük korkak olduğu gibi duruyordu o hiç büyümemişti.

(konu uzayacak dediğim gibi bunu zaten uzun uzun daha sonra yazacağım belki kitap olur atlayıp sadede geleceğim)

hayata karşı bu öz güvensizlik bu korku potansiyel yeteneklerime rağmen başarısz olacağıma dair bu kesin inanç nereden geliyordu? kafamda dönüp duran bazı anılar vardı ve herşeyi getirip getirip oraya dayıyordum(bunu da anlatacağım çok mühim). fakat yerine oturmayan bazı şeyler vardı. zira artık kişisel gelişimle tanışmıştım,rüyalarımı yazıyordum,kendimi gözlemliyordum değişiim başlatmıştım içimde.

hakikat kırk yaşımda hiç beklemediğim bir anda bir sohbet esnasında (annemle şimdiki eşimle beraber) rahmetli annemin ağzından öylece dökülüverdi. onunda bilindışında durup duruyormuş demekki o dert dil sürçmesiyle söyleyiverdi. 

benim dedemin tek erkek kardeşi vardı ve aynı avlunun içinde iki dedenin çocukları torunları olarak yaşam sürüyorduk dedem küçük olandı büyük dede 1.cihan harbinde kaybolup gittiği için yetim büyümüşlerdi.dedem abisini baba bellemişti.çerkes adetlerine görede büyük ataydı ve saygıda kusur edilemzdi. bu açıklamalar anlatacağım olayı yerili yerine oturtmanız için.

benimle aynı yıl doğan diğer dedenin torunu vardı.ben iki ay kadar büyüğüm. bizim tarafın ilk erkek torunuyum. 

annemin laf arasında dilinden dökülüveren hakikat şuydu; (eşimi kastederek) biliyormusun kızım bu bebekken aslında güçlü kuvvetli gayet sağlıklıbir bebekti. babam(dedem) ile yukarıya (diğer dedenin evi avlunun üst taarfındaydı ve beş-altı basamaklı bir taş merdivenle çıkılıyordu) çıkıardık ,o zamanlar yeni gelinim (çerkes adetlerini bilmeyenler bir çerkes gelininin bir köleden farkı olmadığını anlayamaz) bir şey söyleme şansım hiç yok. babam güreşi çok severdi bunları güreştirirdi, kara murat(ben) ötekini hemen tutar altına alırdı sonra babam ayıp olacak diye kara muratın üstüne öteki bebeği yatırır ve güreşi ona kazandırırdı.

yani rahmetli dedem büyüğüne ayıp oluyor benim torunum onun torununu nasıl güreşte yener münasip olan onunu torunun benim torunumu yenmesi diye düşündüğünden,kuzenimi zorla benim üstüme çıkarır ve güreşi ona kazandırırdı. bu böyle defaatle tekrar etmiş.

sonuç ben fıtık oldum.fıtık olduğum anlaşılıncaya kadar geceler kabus oldu bizimkilere benim ağlama krizlerimden. sonra ameliyat oldum falan. tam durumu toparlıyorum derken kardeşim doğdu ve başka bir travmatik süreç başladı.

annemin anlattığı olay benim hayata karşı donukluğumun korkumun güvensizliğimin kaynağını açıklıyordu. bilinçdışım , uğraşma zaten kaybedeceğiz diye kodlamıştı. gücümü ve yeteneklerimi kullanmamın ne anlamı vardı ki? güvende olmak istiyorsak teslim olmalı ve sırt üstü tuş olmalıydık.

şimdiki tüm uğraşım yere bastırılmış sırtımı yerden kaldırmak ve üzerime bastırılan elleri üstümden atmak. bu yazıldığı kadar kolay olmuyor. amigdaladaki kayıtlar adeta taşa kazınıyor ve onları silmek ve yeniden yontmak hayli acı verici oluyor. 

bunu da buraya yazdım ve rahatladım.

20 yıllık avukat olarak bütün çabam para kazanmamak üzerine oldu ve gayet başarılıyım bu konuda. yıllardır kazıya kazıya geldiğim noktada büyük bir değişimin arifesindeyim. bu p.tesi dedemi ve üsüme bastırılan kuzenimi üzerimden attım baya bir zor oldu boğazım yırtıldı adeta bir süre konuşamadım. ama bu lanet şey öyle derindeki kazıya kazıya gidiyorsun.

belki mesleğimi değiştireceğim belki yapış tarzımı. ben kendimi avukat olarak görmez isem başkaları bana nasıl güvensin.bilinç dışılar çok net anlar birbirini. sizdeki öz güvensizlik hemen sezilir. .

dün akşam rüyamda polis arabasına bindiğimi gördüm çocuklarımla beraber. sanırım artık kendimi güvende hissediyorum ve korkularım  camdaki buğu gibi siliniyor.. 

Attempting the Impossible, 1928 by Rene Magritte
rene magritte-attempting impossible

1 Şub 2018

HAYATA AÇILMA DENEMESİ VE BÜYÜK FİYASKO

(önceki yazıdan devam)
düşünüyorum da ,0-2 yaşlarında hiçbir şekilde hatırlayamayacağın durumlar sözler olaylar sebebiyle bütün ömrünü anlamlandıramadığın bir noksanlıkla yaşamak ne kadar zalimce. 

vahşi hayvanlara hazır yiyecek vermeye başlarsanız bir süre sonra avlanmayı bırakıp sizin vereceğiniz yiyeceği beklemeye başlarlar. insan türü de böyledir,hazırı bulunca aramayı bırakır. özellikle inanç toplumları tam bir hazır yiyicidir. 

büyüdüğüm dönemde geleneksel çocuk oyunları hala varlığını koruyordu. elektrikle bile yeni tanışmıştık,hayatımzda sanal dünya yoktu henüz,tv yayını bile sınırlıydı. o dönem tam ayırdına varamadığım bazı ruh hallerim vardı ve anlam veremiyordum sebebini de bilmiyordum. yöresel olarak değişik isimleri var,biz misket derdik.cam bilyelerle oynanan türlü misket oyunları vardı. genlede sadece oyun olarak oynardık fakat yutmacalı dediğimiz şekilde de oynayan çoktu. yutmacalı demek kazanan kaybedenin misketini alıyor demekti. hele bir türü tam poker gibiydi,baş denilen oyunda dizili bilyelerin en başını vuran bilyelerin tümünü alırdı.

ben yutmacalı olanını hemen hemen hiç oynamadım,hatırladığım kadarı ile bir kere hariç. anlam veremediğim bir dürtü beni yutmacalı oynamaktan uzak tutuyordu. daha doğru ifade ile yutmacalı oynamak beni ürkütüyordu.iyi bir misket oyuncusu değildim ama kötü de değildim hem kazanıp hem kaybedecek potansiyelim vardı ama dediğim gibi garip bir şekilde bundan kaçınıyordum. fikri bile beni ürkütmeye yetiyordu. komşumuz vardı benden üç yaş büyüktü.köyümüzün en iyi misket oyuncularından biriydi kaybettiği nadirdir. durdum durdum bir akşam bu abiyle yutmacalı misket oynadım teke tek(nasıl cesaret ettiysem artık) o zaten yutmacasız hiç oynamazdı işi ticarete dökmüştü bildiğin bu işten para kazanıyordu. oyunlarda kazandığı bilyeleri köyde diğer çocuklara satıyordu. sonra aynı çocuklarla oynuyor ve bilyelerini geri alıyordu.
o akşam oynadım ve bütün bilyelerimi kaybettim. oyun esnasındaki ruh halimi hatırlıyorum da ,zaten kaybedeceğimi biliyorum,direnmenin gereği yok halet-i ruhiyesi.peşinen kaybetmeyi kabullenme.(bu duygu ileriki hayatımın temel duygu durumu olarak kaldı) üstelik durmadım da. bu kadar yeter ben oyunu bırakıyorum da diyemedim. hipnotize olmuş şekilde öylece dona kalmıştım ve misketlerimin birer birer elimden alınmasını seyrediyordum.(gözüne far tutulmuş tavşan refleksi)

bütün misketlerimi kaybettikten sonra eve gittim zaten akşam olmuş gece çökmek üzereydi.boğazımda bir yumruk düğümlenmişti(aslında oynamış ve kaybetmiştim köyde pek çok kişi oynuyor ve kaybediyordu fakat benimki bir oyun ve misket kaybetmekten öte bir duyguydu,hayata yenik düşme duygusuydu) o düğüm zaten uzun yıllar boğazımda duracaktı(bknz bir önceki yazım). odama çekildim korkmuştum misketlerimi kaybetmek acısı değildi sanki evladımı kaybetmiş geri gelmeyecek bir kayıp yaşamış gibiydim. dehşete kapılmış bir haldeydim ve daha fazla dayanamadım ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. doğal olarak sıra dışı bu durum bir süre sonra annemin dikkatini çekti. annem yanıma gelip ne olduğunu sordu ,ben hıçkırmaktan zaten konuşamıyordum.yok mok gibi şeyler söyledim ama annem inatçının tekiydi zorlaya zorlaya benim dilimi çözdü.durumu kısaca anlattım. anne yüreği dayanamadı hemen çarşafını üstüne alıp komşuya gitti. bir süre sonra döndüğünde elinde kaybettiğim misketlerim vardı. gitmiş komşudan bilyelerimi geri almıştı. annemin yaptığı racona tersti eğer o misketleri kabul edersem yaftalanacaktım. lakin gene donup kalmıştım. misketlerimi geri almak beni sevindirmiş miydi , evet. lakin annemin bu hareketi benim hayatımı kolaylaştırmadı aksine bana büyük zarar verdi. doğrusu annem anne gibi davranmıştı hatalı olan bendim korkaklığım köyde bütün çocukların uyduğu oyun kurallarını ihlalle sonuçlanmıştı.

ertesi gün o bilyeleri alıp komşunu oğluna vermeyi çok düşündüm ama korkaklığım bunu yapmama engel oldu. en azından bunu yapabilseydim öz güvenim adına büyük bir kazanım elde edecektim.

hayata ilk açılma denemem büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı. bunun nedenini yıllar sonra öğrenecektim. bir daha yutmacalı misket oynamadım hatta misket bile oynamadım. sağolsun komşunun oğlu bu olayı hiç dillendirmedi büyüklük gösterdi. yoksa köyde hiçbir oyuna alınmazdım. ama bunun ezikliği daha derin izler bıraktı. hayat karşısında hep ürkek ve korkak davrandım.

devam edeceğim...

Görsel sonucu
rene magritte-donakalmış zaman