20 Eki 2015

AFEDERSİNİZ SİKERİM BÖYLE İŞİ

(Suriyeli mültecilerden,tepesine bomba yağan insanlardan,gözleri önünde annesi öldürülen bütün çocuklardan,bütün yetim ve öksüzlerden ve amansız hastalıklarla cebelleşen bilumum dertlilerden baştan özür dilerim. Benimki parasız şehirli insan sızlanması. Elektriği kesilmiş,kiralarını ödeyememiş,çocuklarının okul taksitini yatıramamış, meslek odası aidatlarını ödeyememiş itibarı yerlerde sürünen para kazanamayan bir beceriksizin sayıklamaları. Param olduğunda benden iyisi yok.) 



Hala anlamış değilim hayatın neden sürekli bana kazık attığını. Oysa hiç hile yapmadım oyun masasında ona. Hep dağıttığı kağıtlara göre elimi oynadım, kendisi sol yanımdaydı, bana hangi kağıdı attıysa onu aldım.Hiç zar tutmadım, kendisi verdi zarları elime, her atış hepyek. Hiç anlamadığım halde oturttu beni rulet masasına o seçti hep karayı, gelen hep kırmızı.

Hala anlamış değilim hayatın benim üzerimden kazanmaktan başka şansı yokken, hala neden bana kazık attığını.
Anladım, sanırım hayatım kazanmakla yeterince haz almıyor, kaybettiğimle de beslenip mutlu oluyor. Hep kazanıyor ama biliyorum sadece kazanmak yetmiyor ona, benim kaybettiğimide görmek istiyor, buyur işte yine yenildim sana.(Minervadan alıntı)




16 Eki 2015

MUTLU PRENS

MUTLU PRENS
 Kentin yukarısında, yüksek bir sütun üstünde Mutlu Prens'in yontusu duruyordu. Baştan başa ince, saf bir altın tabakasıyla kaplıydı; gözleri iki parlak gök yakuttu, kılıcının kabzasında da kocaman bir al yakut parlıyordu. Yontuyu pek beğeniyorlardı. Sanatçı zevkleri olduğu ününü kazanmak isteyen bir belediye meclisi üyesi, "Sanki hava fırıldağı... öylesine güzel," diye düşüncesini belirtti; ama kendisinin pek pratik olmadığını sanırlar korkusuyla hemen ekledi: "Ancak, o kadar da yararlı değil." Dikkatli bir anne, ay için tutturup ağlayan oğluna, "Mutlu Prens kadar olamıyor musun? O hiçbir şey için ağlamayı aklına bile getirmez" dedi. Umutsuz bir adam, bu çok güzel yontuya bakarak, "Hele, dünyada tümüyle mutlu biri varmış" diye söylendi. Hayır kurumunun çocukları parlak kırmızı pelerinleri, tertemiz beyaz önlükleriyle kiliseden çıkarlarken "Tıpkı melek gibi," dediler. Matematik öğretmeni, "Nereden biliyorsunuz?" diye sordu, "Hiç melek görmediniz ki." Çocuklar, "A, düşlerimizde var ama..." dediler. Matematik öğretmeni de kaşlarını çatıp pek ciddi tavır takındı, çünkü çocukların düşlemlerle uğraşmasını doğru bulmazdı. Bir gece küçük bir kırlangıç kente doğru çıkageldi. Arkadaşları bir buçuk ay önce Mısır'a gitmişler, ama bu geri kalmıştı. Çünkü en güzel saza gönül vermişti. Ona ta İlkyaz'ın başında, iri sarı bir kelebeğin peşi sıra ırmaktan aşağı doğru uçarken raslamış, sazın ince ve kırılgan beline öyle vurulmuştu ki konuşmak için önünde durmuştu. Sözü döndürüp dolaştırmaktan hoşlanmayan Kırlangıç, "Sizi seveyim mi?" dedi. Saz da yerlere dek eğildi. Bunun üzerine kırlangıç kanatlarını suya değdire değdire gümüş halkalar çizerek onun çevresinde döndü, döndü. Bu onun yanıp yakılmasıydı ve bütün yaz sürdü. Öteki kırlangıçlar, "Gülünç bir ilgi; parası yok, sonra soyu sopu da kum gibi," diye cıvıldadılar. Doğrusu ırmak da sazlarla dopdoluydu. Sonra güz gelince hepsi uçup gitti. Onlar gittikten sonra Kırlangıç pek yalnız kaldı ve sevgilisinden bıkmaya başladı, "Hiç konuşmuyor," dedi, "Sanırım hoppalığı da var, çünkü hep rüzgârla cilveleşiyor." Rüzgârın her esişinde saz kesin en zarif iltifatlarını yağdırırdı. "Evine böyle bağlı olmasını kabul ederim..." diye sürdürdü konuşmasını, "... ama ben gezmeye bayılırım, dolayısıyla karım da gezmeden hoşlanmalı." Sonunda ona, "Benimle geliyor musun?" diye sordu; saz başını yukarı kaldırdı. Evine pek bağlıydı. Kırlangıç, "Sen beni oyaladın. Ben piramitlere gidiyorum, hoşçakal!" diye haykırıp uçtu. Bütün gün uçtu, geceleyin kente vardı; "Acaba nereye insem? Umarım kent benim için hazırlıkta bulunmuştur," dedi. Sonra yüksek sütunun üstündeki yontuyu gördü. "Burada kalırım. Bol havalı, çok güzel bir yer" diye Mutlu Prens'in tam ayaklarının arasına kondu. Çevresine bakınıp uyumaya hazırlanırken, kendi kendisine yavaşça, "Yatak odam altından," dedi; ama, tam başını kanadının altına koyarken, üstüne iri bir su damlası düştü. "Ne tuhaf şey, gökte bir tek bulut yok, yıldızlar parıl parıl parlıyor da gene yağmur yağıyor. Avrupa'nın kuzeyinde iklim doğrusu pek kötüymüş," diye Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html Page 2 haykırdı; "Saz yağmurdan hoşlanırdı, ama bu onun bencilliğinden başka bir şey değildi." Derken bir damla daha düştü. "Yağmurdan koruyamayacak olduktan sonra yontunun ne gereği var? İyi bir baca külâhı bulmalı" diye uçmaya davrandı. Ama daha kanatlarını açmadan üçüncü bir damla düştü. Başını kaldırıp bakınca ne görsün? Mutlu Prens'in gözleri yaş içindeydi, altın yanaklarından da gözyaşları akıp duruyordu. Yüzü ay ışığında o kadar güzeldi ki küçük Kırlangıç'ın yüreği sızladı: "Kimsiniz?" dedi. "Ben Mutlu Prensim." Kırlangıç, "Öyleyse niye ağlıyorsunuz?" diye sordu, "Beni sırılsıklam ettiniz." Yontu, "Ben sağken, daha yüreğim insan yüreğiyken gözyaşı nedir bilmezdim, çünkü kapısından üzüntünün giremediği Sans Souci sarayında otururdum. Gündüzün bahçede arkadaşlarımla oynar, akşamları da büyük salonda dansın başına geçerdim. Bahçenin çevresini saran pek yüksek bir duvar vardı. Ama, onun gerisinde ne olduğunu sormayı aklıma bile getirmezdim. Çevremde her şey o kadar güzeldi ki... Buyruğumdakiler bana Mutlu Prens derlerdi; doğrusu mutluydum da; eğlence mutluluksa... İşte böyle yaşadım, böyle öldüm. Artık ölüyüm diye beni buraya, böyle yükseğe diktiler. Şimdi beldemin bütün çirkinliğini, olanca düşkünlüğünü görüyorum. Yüreğim kurşun olduğu halde elimden ağlamaktan başka bir şey gelmiyor." Kırlangıç kendi kendine, "Ne, som altından değil mi?" dedi. Kişisel düşüncelerini açıkça söylemeyecek kadar nazikti. Yontu alçak, uyumlu bir sesle: "Uzakta", dedi, "küçük bir sokakta yıkık dökük bir ev var. Pencerelerinden biri Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html Page 3 açık, içinde de masa başında oturmuş bir kadın görüyorum. Yüzü zayıf ve yıpranmış. Dikiş iğnesini dürtüklemekten delik deşik, kızarmış, sert elleri var, çünkü bu kadın terzi. Kraliçenin saraydaki söyleşi arkadaşlarından en güzeli için saray balosunda giyilmek üzere canfes bir giysi üstüne çarkıfelek çiçekleri işliyor. Odanın köşesinde, bir yatakta küçük oğlu hasta yatıyor. Ateşi var. Portakal istiyor. Annesindeyse ırmak suyundan başka verecek bir şey yok; çocuk da ağlıyor. Kırlangıç, Kırlangıç, küçük Kırlangıç, kılıcımın kabzasındaki yakutu çıkarıp ona götürmez misin? Ayaklarım bu altlığa perçinli de kıpırdayamıyorum." Kırlangıç, "Beni Mısır'da bekliyorlar," dedi. "Arkadaşlarım Nil'de aşağı yukarı uçuşup iri nilüferlerle konuşuyor. Yüce Firavun'un türbesinde neredeyse uykuya dalarlar. Boyalı tabutu içinde kendi de oradadır. Baharatla bezenmiş, sapsarı kefenle sarılmıştır. Boynunda uçuk yeşil yeşimden bir zincir vardır. Elleri de solgun yapraklara benzer." Prens, "Kırlangıç, Kırlangıç, küçük Kırlangıç" dedi. "Bir gecelik yanımda kalıp yardımcım olmaz mısın? Çocuk öylesine susamış, annesi de öyle bitkin ki." Kırlangıç yanıtladı: "Oğlan çocuklarını da hiç sevmem. Geçen yaz ırmakta kaldığım sıralarda bana hep taş atan iki terbiyesiz çocuk vardı, Değirmenci' nin çocukları. Doğallıkla taşları bana hiç değdiremezlerdi; biz kırlangıçlar hızlı uçtuğumuzdan, bizi taşla vurmak kolay değildir. Sonra ben çevikliğiyle ünlü bir ailenin çocuğuyum. Ama, ne de olsa bu saygısızlık belirtisidir." Ama Mutlu Prens'in öyle üzgün bir görünüşü vardı ki Kırlangıç ona acıdı: "Burası çok soğuk," dedi, "Ancak gene yanınızda bir gece kalır, işinizi görürüm." Prens, "Sağol, küçük Kırlangıç." dedi. Kırlangıç da Prens'in kılıcındaki kocaman yakutu gagasıyla aldı ve kentin çatıları üzerinden karanlığa daldı. Beyaz mermer meleklerin oyulu olduğu kilise kulesinin yanından geçti. Sarayın önünden süzülürken dans sesleri duydu. Güzel bir kız sevgilisiyle balkona çıktı; erkek kıza: "Şu yıldızlara şaşıyorum, şu aşkın gücüne şaşıyorum," dedi. Kız, "Kraliçenin balosuna dek bari giysim yetişseydi," diye yanıt verdi, "Üstüne çarkıfelek çiçekleri işletiyorum; ama terziler öyle tembel ki." Irmağın üzerinden geçip gemilerin serenlerine asılı fenerleri gördü. Yahudi mahallesinin üzerinden aşarken Yahudilerin pazarlık ede ede bakır terazilerle altın tarttıklarını gördü. Sonunda yıkık dökük eve varıp içeri baktı. Çocuk yatağında ateş içinde çırpınıyor, annesi de uyukluyordu; kadıncağız pek yorgundu. Bir sıçrayışta içeri girip kocaman yakutu masanın üstüne, kadının yüksüğünün yanına bıraktı. Sonra kanatlarıyla çocuğun alnını yelpazeleye yelpazeleye yatağın çevresinde hafif hafif uçtu. Çocuk,"Nasıl da serinledim, sanırım iyileşiyorum," diye tatlı bir uykuya daldı. Sonra Kırlangıç, Prens'in yanına dönüp yaptıklarını anlattı, "Ne tuhaf," dedi, "Hava pek soğuk olduğu halde vücudum sanki çok sıcak." Prens, "Çünkü iyilik ettin" dedi. Küçük Kırlangıç da düşünceye varıp sonra da uykuya daldı. Düşünmek her zaman uykusunu getirirdi.

Dün gece çocuklara uyumadan önce buraya kadar okudum(Çünkü uykuya daldılar) Oscar Wilde'ın bu hikayesini. Sizinle de paylaşmak istedim.

12 Eki 2015

BEYNİMİZİN YAPISI VE BİLİNÇALTI

https://www.youtube.com/watch?v=o37bOr055L8

Yukarıdaki linkten Öteki Gündem programının ''beynimizin yapısı ve bilinçaltı'' başlığı altındaki programı izleyin. Okulda öğrenemeyeceğiniz bilgileri öğreneceğiniz gayet faydalı bir program.

Şunları okullarda niye öğretmezler bilinmez.

Beyin bedava alıp kullanan çok az..

Dünya istifade temek isteyene tekamül etmek isteyene hidayet eder. İstemeyene ne yapsın ben ne yapabilirim kim ne yapabilir...

ISLAK YORGAN

bir güvercin gibi ak
o gizli kıyıda
susadık öğle üzeri:
ama tuzluydu sular.

sarı kumların üstüne
adını yazdık onun,
ama bir rüzgâr esti denizden
ve silindi yazılar.

nasıl bir ruh, bir yürek,
nasıl bir istek ve tutkuyla
yaşadık:yanılmışız!
değiştirdik öyle yaşamayı.

yadsıma - yorgo seferis (urla-izmir doğumlu nobel ödüllü yunan şair)


Fatma Barbarosoğlunun ''Üstümüzü örten o kirli Islak Yorgan'' başlıklı makalesini de okumanızı öneririm. 

Sözün bittiği yer derler ya bazen yazı da bitiyor yazmakta bitiyor.

'' Herkesin kendi mahallesine saklanıp diğerlerini hedef aldığı bir ülkede “inadına barış” filan olmaz.''



İşte sözün ve yazının bittiği yer.

6 Eki 2015

HASAN ELİK HOCANIN AKLA GETİRDİKLERİ





Geçen Cumartesi gecesi Tarihin Arka Odası programında Hasan Elik Hoca konuktu. Uykusuz olmama rağmen kendimi alamadan seyrettim.

Umarım seyredenlerden istifade eden olmuştur. Lakin sorulan sorulardan kimsenin bişey anlamadığını görmek acı veriyor insana. Dinleyeceğine ezberini tekrar edip durmak cehennemlik günah olsa gerek.

Bir soru üzerine hoca (zıvanadan çıktığı belli lakin uslubunu bozmadı) bilgisiz adama oruç tutmak farz değildir dedi. Mana itibariyle böyle bir kelam etti. Yani dedi orucun mahiyetinden habersiz , orucu neyin bozup bozmadığını bilmeyen adam oruç tutsa ne tutmasa ne dedi.Mükellefiyet için akil ve baliğ olmak gerekir bu soruyu soran adamın akil olmadığından mükellefiyeti de yoktur gibisinden bir laf etti.

O kadar hoşuma gitti ki anlatamam. Keşke diğer dandik soru soran dümbüklere de aynısından cevap verseydi.

Programda Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu habire islamda fetih var mıdır diye sorup durdular. Hoca ayetle cevap veriyor diğerleri ama iran fethedildi,afrika fethedildi orası fethedildi burası fethedildi fetih olmasa islam nasıl yayılacaktı deyip durdular.

İslamda ..... var mıdır ? 

..... yere istediğiniz kavramı yerleştirin. İslamda o var mı bu var mı diye soru sorup dururlar! 

BU soru yanlış bir sorudur. Tarihsel olanla vahye ait olanı ayırt edememenin kafa karışıklığının tezahürüdür.

Aynı programda dümbük seyircilerden biri (ki böyle düşünen tonla adam var) müşrikleri gördüğünüz yerde öldürün ayetini hatırlatarak soru soruyor. 

Hoca yerine ben cevap veriyorum büyük harflerle;

EĞER BU AYETİ GÖTÜNDEN ANLIYORSAN SEVGİSİZ MÜSLÜMAN AYETİN HÜKMÜYLE AMEL ET. MÜŞRİK, KAFİR ARTIK NE DİYORSAN GÖRDÜĞÜN YERDE ÖLDÜR. ALLAHIN EMRİ DEĞİL Mİ ??? NE ONA BUNA SORUYON. GİT HÜKMÜ UYGULA. GİT İŞİDE KATIL.

Bu ne akılsızlık ya !? Allah ıslah etsin ..

Adam soruyor; islamda başörtüsü var mı???

Bu tür soru soranları vurmak istiyorum ya ...

İslamda şu var mı diye soran kişiyi direk infaz etmek istiyorum. Bütün pisliğin sebebi bu aptal soruları soran aptallar ve bunlara cevap veren alimler. 

Bizi bu kafa mahvetti diyor Hasan Hoca. Öbürü hala soruyor islamda .... var mı ???

Hoca barış diyor adam kelle kesmek yok mu yani diyor.

Fethulah Gülen'in bedduası(pardon mülaanesi) ile sizi başbaşa bırakıyorum..

Allah duygularınızı sinelerinize hapsetsin de çatlayın....

2 Eki 2015

ŞAŞMAZ BEŞER FARUK BEŞER

''Akide, yani inanç konularını belirleyen nasların mütevatir olması gerekir hükmü mutlak anlamda doğru değildir. Manası ile mütevatir, ya da sadece sahih olan hadislerin söyledikleri de inanılmayı gerektirir. Hz. İsa'nın nüzulü, şefaat, kabir azabı gibi konular böyledir. Bunları bildiren hadislerin lafız olarak mütevatir olmamaları, sadece inkâr edenin tekfir edilemeyeceği anlamına gelir. Yoksa bunların inkârı da en azından dalalettir.'' (Faruk Beşer, Yeni Şafak , 02.10.2015 tarihli makale son paragraf)
Faruk Hoca, nuzulü isa,kabir azabı ve şefaat gibi konulara inanmayanların kafir olmasalar da yoldan çıkmış (en azından) olduklarını tespit ediyor. Sapkın diyor. 

Neye dayanarak ???

Ne hakla ???

Hadi hadis dedin bi şeye dayandın da bana ne hakla sapkın yoldan çıkmış deme cüretinde bulunuyorsun ???

Ne haddine ve üstüne ne vazife ???

Biz bunlara inanıyorsunuz diye size gerzek diyo muyuz ??? Ben demiyorum . Umurumda da değil !

Ben allaha ve ahiret gününe meleklere kitaplara iman ediyorum. Şefaat,mehdi,nuzulü isa gibi saçmalıklara (bana göre saçmalık) inanana hiçbir lafım yok ama ben inanmıyorum. Allaha rağmen bir şefaat fikri bence asıl şirk. İsanın niye geleceğini de anlamış değilim üstelik sünnetullaha da ters. Beden olmadan nasıl kabirde azap çekiliyor o da ayrı muamma. 

Faruk Hocaya göre ben sapkınım, Mehmet Okuyan Hoca da sapkın, Mustafa Öztürk Hoca da sapkın, Yaşar Nuri Hoca da sapkın, Mustafa İslamoğlu hepten sapkın..

Aferin ne güzel kurulun köşeye o sapkın bu dindar bu dinde var bu dinde yok. 

Allahçılık oynayın bakalım..

Youtube ta Mustafa Hocanın feryadı diye bir video var insanın Hoca gibi çığlık atası geliyor.