18 Ağu 2010

SERÇELERİN ŞARKISI



Dün akşam TRT 1 de seyrettim bu filmi Mecidinin filmi
olduğunu bilmeden ve filmin başını kaçırarak üstelik. Şunu diyebilirim ki bu film benim için öğretici bir deneyim ve harika bir farkındalık sağladı. Seyrederken yaşadığım 2 saatlik keyfin yanında bir ömür yanım da taşıyacağım bir mutluluk bıraktı bana. Tarkovski bile bu kadar iyisini çekememişti.(bence)


Benim, işin sinema tekniği oyunculuk hikaye ve senaryo akışı gibi detaylardan bahsetmek derdim değil kaldı ki sinema eleştirme değilim zahir. Ki bu açılardan muhteşem bir film di özellikle başrolde ki oyuncu (HAMİD AGAZİ) nefes kesici bir performans sergiliyordu bence. Hatta kardeşimle birlikte seyrediyorduk filmi , benim birader "abi adam çok iyi oynuyor "dedi.

Sinema sitelerinde,forumlarda film ile ilgili çok iyi yorumlar okudum.Bu yorumlar fil hakkında daha da derinleşmemi sağladı. Başını kaçırdığım kısımda çocuklar bir kuyuya bakarken başlıyormuş film.Kuyu pis ve çöp dolu , sağır ablasının kuyuya düşen işitme cihazını bulmak için kuyuya giriyorlarmış. Kuyu film boyunca sürekli karşımıza çıkan bir tema burda,film ara ara dönüp kuyuya geliyor. Çocuklar bu kuyuda balık yetiştirmek istiyorlar ve kuyuyu film boyunca temizliyorlar. Filde pek çok metafor var;başta kuyu,devekuşu ve yumurtası,mavi kapı,anten,işitme cihazı ,Kerim'in bahçeye yığdığı atılmış eşyalar vs.


Ben kuyunun Kerim'in (başrol oyıncusu ) bilinçaltını temsil ettiğini düşünememiştim mesela,bir yorumcunun bu konudaki bakış açısı benim filmi üç sac ayağı üzerine oturtmamı sağladı. Mecidinin en büyük başarısı anlatmak istediğini çok yalın ve net sembollerle ifade etmesidir. Filmde Kerim'in ve karşıt olarak çocukların iç benleri ve bilinç altları paralel seyreder ve en üstte planları bozan ve yeni planlar yapan KADER'in görünmez eli vardır ve oyuncuların seçimlerine göre olaylar farklı seyreder ve beklenmedik acı tatlı sürprizler yapar.

Kuyunun pis hali aslında imtihandan geçmemiş Kerim'in saf ama işlenmemiş nefsi ve bilinç altıdır. Kerim'in çalıştığı deve kuşu çiftliğinden kendisince suçu olmadığı halde işten çıkartılması O'na göre adaletsizdir. Bunu "ama haksızlık bu" cümlesi ile ifade eder ve bu aslında bütün sisteme bir isyandır. Fakat aynı sistem (Kader-Yaratıcı) ona Tahranda ummadığı bir kapı açar ve ummadığı kadar çok para kazanır. Bu bölümler Kerim'in imtihan safhalarıdır ve yönetmen çok başarılı sembollerle bu akışı önümüze koyar. Kerim artık hırslanmış ve mal biriktirme sevdasına düşmüştür ve bütün önceliklerini ihmal eder ve cimrileşir. Uçsuz bucaksız siyah tarlalarda sırtındaki mavi kapıyla yürüyen Kerim'in görüntüsü yönetmenlik açısından çok çok başarılı bir metafordur. Hırsının esiri olmuş bir adam kendi karanlığını yaratmıştır ve onu bundan kurtarabilecek olan o kapı arkasındadır ve Kerim bunu ancak o kapının altında kaldığı zaman farkedecektir.

Neyse uzatmayım,bu sinema , üzerinde kitaplar yazılmış binlerce,sözler söylenmiş milyonlarca ta Ademden bu yana süre gelen insan tekinin çok yalın bir hikayesidir. Filmin sonunda kendi iç hesaplaşmanızı yapmanız filmin nihayetinde en büyük başarısıdır belki ve bunu gözünüze sokmadan çok basit bir anlatımla yapar. Neredeyse Tanrı konuşuyordur ve siz O'nu anlarsınız. Farkında olmadan anlarsınız ve çocuklar filmin sonunda o kuyu temizlediğinde kendi kuyunuzun içine bakarken bulursunuz kendinizi..

Kuyularımız temizlenmeyi bekliyor...

3 Tem 2010

FUTBOL GÜZEL OYUN ????

Dün seyrettiğim Brezilya-Hollanda maçından sonra şöyle düşündüm;umarım sen de elenirsin Hollanda. Brezilya gönüllerin şampiyonu derler benim gönlümün şampiyonu hiç olmadılar neden se? Olmamak konusunda da kanaatimi güçlendirmeye devam ediyorlar. Sevmediğim bişey var Brezilya da forma rengimi 2002 de bizi elemiş olmaları mı ne bilim hiç hazzetmem Brezilyadan. Dün itibariyle , yıllarca dünya şampiyonu olsun diye dua ettiğim Hollanda da artık siktirsin gitsin buralardan. Ha Gol atma özürlü Portekizin yedi gol attığı Kuzey Koreyi boktan bir futbolla sadece 2-1 yenmiş olmaları bile (üstelik gol yiyerek) Brezilyayı sevmemem için yeterli.

Gana takımının Uruguay gibi boktan top oynayan(bence;1-0 cı bir mantıkla oynuyorlar iğrenç) bir takıma üç gol atıp evine göndermesini isterdim ama arkadaşlar penaltıyı atamıyorlar kaldı ki gol atacaklar. Galiba fizik kanunları gibi futbolda da" atamayana atarlar" diye işleyen bir yasa var. Şili ile birlikte (Almanya hariç) en tuttuğum takımdı Gana. Tecrübesizce elendiler umarım önümüzdeki dünya kupasını Gana alır da klasik favorilerden kurtuluruz da ufkumuz açılır inşallah.

İspanyada kabız olmuş bir halde... Ikına ıkına ancak sıçıyorlar..Rahatlayın kardeşim yaa ne illet bişey seyretmek.. ERken boşalan adam gibiler...Hevesi kursağında kalıyor insanın... Bizim yeniköy kasabı Del Bosque de artık kessin oyundan Torresi, İnsan seyretmeye tahammül edemiyor o nasıl tahammül ediyor bilmiyorum artık. İspanyol mafyası mı var arkasında nedir. Villa olmasa İspanya da (belki kupayı alacaklar) guruptan çıkamayacaktı az daha. Çok ite kaka gidiyorlar. Paraguay maçında yani bu akşam artık kırsınlar baraj kapaklarını da sel olup aksınlar iguasu şelalesi gibi. Nedir kardeşim yani..

Almanya-Arjantin maçı fena oldu bu turda olması hasebiyle keşke finalde karşılaşsalardı. Maradonaya tapan birisi olarak Arjantin elensin istemiyorum bi yandan da enfes Almanya ve Mesut var. Almanyayı seyrederken adrenalim yükseliyor orgazmik redikulum haline geliyorum.. Henüz Messi denen arkadaş (herhalde Maradona teknik adam diye kastı kendiniabim büyüksün durumunda) bir numara göstermedi bize ki devam etsin diye manen destek olalım Arjantine. Yürü be Almanya yürü be Mesut diyorum finale...

Bu dünya kupası bize artık kesin hüküm olarak göstermiştir ki Aglo-Sakson medyasının dolduruşuyla sürekli büyük takım turnuvanın favorisi büyük ingiltere masalı BİTTİ... Guruptan çıkmaları bile ayıp oldu yani bence..Artık dünya kupalarına katılmasınlar yazıktır yaaa bu kadar kötü futbol seyretmek zorunda mıyız her daim..Bi cacık olmaz İngilizlerden bu saatten sonra.. Almanya mars etti onları siktirip gitsinler Prömiyer liglerine...

Paraguayın ne işi var diyorum yaa bu levelda.Nasıl bir takımsın sen yaaa..Ne oynuyon arkadaş. Futbolmu oynuyoz adam geçmez mi?? Japonyayla beraber oynadıkları o rezil müsabakadan sonra ikisi birlikte dünya kupasından ihraç edilmeliydi.Yerine ABD ya da Güney Kore takımının turnuvaya devam etmesine karar verilmeliydi. 90 dakika zaman geçirmeye (artı 30 da uzatma) oynanır mı yahu pes artık böyle takımlar görmek istemiyoruz buralarda.

Artık İspanya Paraguayın eline verip göndersin buralardan ve bi daha mümkünse gelmesinler.

Son sözümde Blattere; bütün vuvuzelalar götüne girsin ve kıyamete kadar ötsünler orda.Allah cezanı verecek....


12 Haz 2010

NEYSE Kİ HAVA HALA BEDAVA





Bedava yaşıyoruz bedava
Hava bedava bulut bedava


Bedava yaşıyoruz diyordu Orhan Veli acı su bedava...

Artık su bedava değil İstanbulda..Artık modern zamanlar ve soluduğun zehirli hava bedava sadece!

Hepimizin evine su faturası geliyor ve genelde de gidip ödüyoruz. Ben köyde büyüdüm ve büyüdüğüm yerde elektrik dışında her şey bedavaydı. Sonra şehre geldik burada lokantada içtiğin su bile parayla. Neyse ki Biga'mda hala lokantada suya para ödemiyorsun. Sürahiye doldurup masana koyuyorlar. Ayrıca ekmek de bedava benim güzel kasabamda. Neys ebu ayrı fasıl.

Ben hala alışamadım doğrusu bir bardak suyun bile senden parasının alınmasına. Bir bardak su istesen belki verirler ama önce bir tipine bakarlar. Ya su faturasına ne demeli? Suya para ödüyoruz. Diyorlar ki bu su parası değil verilen hizmetin parası. Çocukluğumda bir slogan dönerdi devlet televizyonunda "ödediğiniz vergiler size yol su ve elektrik olarak geri döner" Geri dönen tek şey kıçımıza giren koca bir orta parmak. Susuz hayat mümkün değil ve sen hayatını satın alıyorsun aslında. Devlet bize hayatımızı taksit taksit satıyor. Sanırım bir sorun görmüyor insanlar suya para öderken. O kadar dengemiz bozulmuş o kadar sıyırmışız. Herhalde İSKİ nin suyu imal ettiğini falan sanıyoruz?

Bir eylem başlatacak olsam ya da bir eylemin içinde olacak olsam bu temiz içme suyunu kullanma hakkımız için olurdu. Kanıma dokunuyor yaratıldığımız şeyi satın alıyor olmak.

Su temel ihtiyaç maddesi mi yoksa bir mal mıdır ?! Üstelik içemediğin bir su su akıyor evlerden..

Tanrım bizi affet..Çok zalimiz bu aralar..

10 Haz 2010

SOKAKTAKİ SIRADAN (ADİ) ADAMIN MASUMİYETİ

Geçen akşam TV de bir programda şöyle bir laf geçti "adam markete gidince bu mal nasıl hangi şartlarda üretilmiş bu mal için Çinliler köle gibi çalışıyorlar diye düşünmez ki o ucuz mal almaya bakar" demişti. Adını hatırlayamadığım bir iktisatçının da şöyle bir teorisi vardı "birey için uygun ve makul görülen bir hareket toplamda bir krize dönüşebilir. Mesela herhangi bir risk algılaması durumunda kişinin bankadaki parasını çekmesi uygun olabilir ama herkes parasını çekerse sonuçta sistem iflas eder ve başta birey için uygun olan durum sonuçta toplum ve dolayısıyla birey için felakete dönüşebilir"

Annem küçükken beni şöyle tembihlerdi özellikle üniversiteyi kazanıp da istanbula geleceğim dönemlerde "Oğlum sen dersine bak örgüte mörgüte bulaşma"

Sıradan adam nedir? Evini geçindirme telaşında olan, namuslu,işinde gücünde olan,ucuzluk kampanyalarını takip eden akşama doğru pazara gideyim de daha ucuza getireyim pazarı diyen görünürde kimseye zararı olmayan bir şahsiyet?! Tamamen küçük ama çok küçük çıkarlarını kollayan bir vatandaş ?! Bu insan profili netice de masum mudur?!

Bu modelin hiçbir ideolojisi ve dini yoktur. Var gibi görünen toplumsal sistemin ona giydirdiği kalıptan başkası değildir. Bilgisi yoktur. Sürekli şikayet eder ama isyan etmez. Komünizm gelir komünist olur,Liberalizm gelir liberal olur,şeriat gelir dinci olur,bütün derdi sefil küçük hayatını sürdürmektir. Suçlayabilir miyiz onu?!

Çİnli kölelerin insanlık dışı şartlarda genelde çocukların ürettiği ucuz malları alırken hiçbir suçluluk duymaz çünkü öyle bir derdi yoktur. Kullandığı ürünlerin çevreyi kirletip bozduğuyla da ilgilenmez çünkü öyle bir derdi yoktur.Her sabah boktan bir trafikte havasız toplu taşıma araçlarına adeta istiflenip işine gitmeye çalışır ve bunu değiştirmek gibi bir derdi de yoktur.

Paralısı da ayrı bir kazurat..Kusturucu ve bizatihi kusmuk..

Kendime soruyorum, be adam ?? Kahraman mısın yoksa adi bir pislik mi?? Hangi dostun yüzüne baktın,hangi insanın başına gölge tuttun ,hangi çocuğun eline bir gülümseme verdin ya da hangi kuşun kanadına elin değdi?

Tepede piknik sepetlerini almış oturup keyifle bir yandan piknik yapıp bir yandan bombaların altında yıkılan Gazzeyi seyreden mahluklardan bir farkın var mı? Sen insan mısın? Karnın doydu diye herkesi tok mu sandın? Çocuğun gülerek sevinçle boynuna sarılıyor diye her kızın babasının koynunda uyuyor mu sandın?

"diri diri gömülen kızdan hangi günahından gömüldüğü sorulduğu zaman"

Seccadedeki baş kumlardaki kızı öper mi???

3 Haz 2010

YÜZÜK PARMAK NEDEN EVLİLİĞİN SEMBOLÜDÜR

Yüzük parmak neden evliliğin sembolüdür bunun cevabı işte:

Bas parmak: Anne ve babamızı
İşaret parmak: Kardeşlerimizi
Orta parmak: Kendimizi
Dördüncü parmak yani yüzük parmağımız: EŞİMİZİ
Küçük parmak: Çocuklarımızı temsil eder.

Bunu anlamak için ellerimizi kullanarak bir test yapmalıyız.
Ellerimizi resimdeki pozisyondaki gibi birleştirelim.



Ellerimiz bu pozisyondayken
uçları birbirine değen parmaklarımızı sırasıyla birbirinden ayıralım..
Önce başparmakları birbirinden ayıralım.
Sonra işaret parmağı birbirinden ayıralım.
Sonra orta parmak (Kendimiz olduğundan ayırmadan geçiyoruz)
Yüzük parmağı parmağı birbirinden ayıralım. Nasıl ayrılmıyor değil mi?
Küçük parmakları birbirinden ayıralım.

Yani,
Anne babamız, kardeşlerimiz ve çocuklarımızla hayatımızın belli bir
bölümünde ayrılırız ama gerçek hayat arkadaşımızla hayat boyu beraber kalırız ..
Dördüncü parmakların ayrılmaması bu durumu temsil ediyor ve
bu sebeple yüzük parmağı oluyor..

SEVMEK BAKMAKTIR

Bakmak görmektir.Görmek anlamaktır.Anlamak tanımaktır.Tanımak sevmektir.Sevmek bakmaktır.

Bakışlarım bakışlarına kilitli,ellerim ellerinde.İçimde sesin,gönlümde sevgin.Eteklerimizde FREZYA.

MUTLU OLSUN.BEREKETLİ OLSUN.PARA OLSUN.GÖNÜLDEKİLER OLSUN.SAĞLIK OLSUN.AŞK OLSUN

SENİ SEVİYORUM FREZYA KOKULUM

ALİCE KUANTUM DİYARINDA

ALİCE KUANTUM DİYARI (#1369)

CERN`deki muazzam deneyin start almasıyla birlikte bizlerin ruh dünyasının da yeni ufuklara açılmaya başlamasının vakti geldi de geçiyor. Bu kısacık hayatta nasıl bir dünyada yaşadığımızı öğrenmek bizim için zaruri olsa gerek..
Özellikle kuantum fiziğini incelediğimiz zaman bu dünya hayatının öteki alemlerle iç içe olduğundan emin oluyoruz. Tanınmış bir kuantum fizikçinin verdiği bir örnekte; hepimizin aslında Alice Harikalar Diyarı`ndaki gibi adeta sihirlerle donatılmış bir hayatı yaşadığımız anlatılmaktadır. Atomaltı dünyanın muhteşem ahengini, olağanüstü büyüsünü ve maddi yaşamdan farklı olmasını bize net bir şekilde açıklayan aşağıdaki yazıyı tekrar tekrar okumanızı ve yaşam üzerinde derinden düşünmenizi öneririm:



Odanın kapısından girerken kendimi ve suratlarında arsız bir
gülümseme ile beni bekleyen arkadaşlarımı hatırlıyorum.
Bir muzırlık düşündüklerini tahmin ediyordum. Yine de oyuna
başladım.
"Hayvan mı? "
"Hayır. "
"Bitki mi? "diye sordum sonraki soruyu.
"Hayır. "
"Mineral mi? "diye sordum üçüncüsünü.
"Evet".
Sonrakini sordum
"Yeşil mi? "
"Hayır. "
"Beyaz mı? "
"Evet. "
Sormaya devam ettim, ama arkadaşlarımın cevap verirken gittikçe
daha uzun duraksadıklarını farketmiştim.
Buna bir anlam verememiştim.
Ne de olsa kelimeyi biliyorlardı. Öyleyse neden basitçe evet ya da
hayır diye cevap vermekte zorlanıyorlardı?

Sadece 20 soru hakkım olduğunu ve en kısa zamanda bir sonuca
ulaşmam gerektiğini biliyordum.
Sonunda bir arkadaşa "Bulut mu? "diye sordum.
Düşündü, düşündü, düşündü, sonunda "Evet"dedi.
Sonra hepsi birden kahkayı bastılar.
Ben odadan çıktıktan sonra belli bir kelime seçmediklerini, "hiçbir
kelime"üzerinde karar kıldıklarını açıkladılar.
Herkes sorularımı istediği gibi yanıtlayabilirdi.
Ama tek bir şartla: Eğer sorduğum soruyu cevaplayamayan olursa ben
kazanıyordum.
Bu nedenle de oyun her biri için, en az benim için olduğu kadar
zordu.
Odadaki o kelime, ben girmeden önce yoktu...
Ancak benim soru seçimlerim ve onların cevaplarıyla var olmuştu.

Elektron için de aynı şey geçerlidir. Elektronun, bir konum ve bir
hız ile atomun içinde yer aldığını düşünüyorduk.
Şimdi ise, atomun içinde konumu ve hızı olmadığını öğreniyoruz.
Ölçüm aletlerini kurup birini ya da diğerini ölçmeden bir yanıt
alamam.
Dünya`nın bu katılımcı karakteri kaçınılmazdır.
Bizler sadece gözlemci değiliz.
Olanları anlatma hakkımız olduğu gibi, onları oluşturan da yine
bizleriz.
Evrenin bu katılımcı karakteri, kuantumun en iddialı özelliğinin
yanı sıra anlatılması en heyecan verici olanıdır.
Çünkü Einstein`ın da katıldığı, evrenin orada, dışarda bizden
bağımsız olarak varolduğunu anlatan o eski fikre de en ters
olanıdır.
Einstein, olanları bizim oluşturduğumuzu savunan, kuantum teorisi
fikrinden rahatsız oluyordu.
Bunun nedeni de, henüz genç bir adamken kendi kendisiyle yaptığı
korkunç bir kavganın ardından evrenin dışarıda, bizden bağımsız
olarak varolduğu görüşüne varmış olmasıydı.
Oysa kuantumda bunun tam tersi söyleniyordu.

Kuantum tartışmasının diğer büyük beyni olan Niels Bohr`la
Kopenhag`da çalıştım.
Ben, son 100 yıl içinde; Bohr ve Einstein`ın bu denli büyük iki
insanın arasındakinden daha büyük bir tartışma, ya da çok uzun bir
döneme -28 yıl-uzanan ve meslektaşlığın ileri aşamalarında süren
bir tartışma daha bilmiyorum.
Kısaca söylemek gerekirse, Einstein`ın düşünmüş olduğu gibi dünya
bizden bağımsız olarak orada dışarıda varolmakta mıdır?
Yoksa Bohr`un iddia ettiği gibi bizlerin gözlem aletlerimizin
seçimiyle, olanlarla ya da olacaklarla bir ilgisi olabilir mi?
Bu tartışma ben dahil fizik dünyasındaki insanların
çoğuna göre, Bohr`un lehine sonuçlanmıştı.
Bugün fizik dünyasındaki birçok insan için kuantum teorisi, sihirli
bir kıyma makinası gibidir. Katı hal teorinizi, atoma ve lazere
yaklaşımınızı, kısacası ne fizik probleminiz varsa bu kıyma
makinasının, yani bu 20. yüzyıl fiziğinin birleştirici prensibinin
içine atıveriyor, kolu çekiyorsunuz ve işte cevap çıkmıştır bile.
Aslında kuantum teorisi basit analizlerle açıklanamaz.
Kuantum teorisi kaçınılmaz bir şeydir. Bize, olanları söylememizin
ya da bunu söyleme hakkımızın kaçınılmaz olarak, yaptığımız ölçü
seçimlerine bağlı olduğunu gösterir
Bu seçimin geri dönüşü ve onu değiştirme olanağı yoktur.
Yani elimizde varoluş öyküsünün devrimsel bir yönü vardır.

Niels Bohr yaptığı son röportajda mutlu, ilgili, etkileyici idi. Ertesi
gün öleceğini bilmiyordu.

Bazı filozofların kuantum teorisiyle dünya için yepyeni, kendi
deyimiyle "çok önemli" bir şeyin keşfedilmiş olduğunu
farketmediklerini söylemişti.
Yazdığı diğer yazılarda da gerçeğe olan bakış açımızın nasıl
değiştiğini ve kökten bir değişime maruz kaldığımızı yazmıştı.
Einstein en çok tartışılan yazısında, kuantum
teorisinin, mantıklı, gerçeğin her tür fikrine aykırı olduğunu iddia
etmişti.
Bohr da bunu şöyle yanıtlamıştı: " Senin gerçek kavramın çok
sınırlı, "

Yararlanılan Kaynak: Evreni Kucaklayan Karınca-S. Hawking
John Wheeler:

FREZYALAR ŞAHİDİM OLSUN



seni seviyorum..
hergün daha çok , hergün daha çok..

senden ayrı geçen -sadece- birkaç saatin sonunda, yanına geldiğimde hala şükrediyorum.. ve hala sen evde yokken, çıkıp yatağımızda yatamıyorum .. tabi tartıştığımız zaman gidip yatıyorum sensiz ama inan bana uyuyamıyorum:) sen gelene ve her ne sebeple olursa olsun haklı olup olmamanın mutlu olmaktan daha önemli olmadığına mutlak inancımla sana sarılana dek uyku kıyılarına yanaşamıyorum.. önce bana sarılmalısın, konu her ne olursa olsun önce seni çok sevdiğimi sana bir daha söylemeliyim ve detayları sonra tartışmalıyız.. herşeyi çözebileceğimize, herşeyi aşabileceğimize olan güvenimizle..

senin gibi kokabilmeye kendilerini adamış dünyanın tüm frezyaları şahit olsun ki, sen benim ruhumsun.. elim , ayağım, dilimsin, gözümsün.. ben ne isem yarısı sensin....

(bu satırlar bir arkadaştan ödünç alınmıştır)

TANPINAR VE MUHTEŞEM ŞİİRİ



kissingintheclouds.gif




ne içindeyim zamanın,
ne de büsbütün dışında;
yekpare, geniş bir anın
parçalanmaz akışında.

bir garip rüya rengiyle
uyuşmuş gibi her şekil,
rüzgarda uçan tüy bile
benim kadar hafif değil.

başım sükutu öğüten
uçsuz bucaksız değirmen;
içim muradına ermiş
abasız, postsuz bir derviş.

kökü bende bir sarmaşık
olmuş dünya sezmekteyim,
mavi, masmavi bir ışık
ortasında yüzmekteyim.
ahmet hamdi tanpinar

İÇİMDEN GELDİ BU SABAH


İnsan yeni bir yılın yeni olabiliceğini bilmeli
Yepyeni bir sabah olabileceğini ,yepyeni bir dünya
Noel Babanın arabasında sürpriz bir hediye alabileceğini
Tanrının en merhametli gülümsemesinden bir payı olduğunu
Sen,bana yepyeni bir gökyüzüyle geldin
Ve kendi rengine boyadın onu
Yıldızların şarkı söylediği,güneşin aydınlık bir pınar gibi aktığı
Işığın yedi rengiyle sonsuz bir resim çizdin
İçinde hülyalarımı buldum,Hülyamı
Anlatamadığım,kelimelirin tanımadığı bir duygu verdin ellerime
Sen anlamımı tamamladın,biriktim kıyılarında
Her şey o kadar güzelki yüreğim patlamak üzere
Sen,deniz fenerim,kayıp ülkem,susamışlığım
Seni seviyorum...

KADINLAR NE İSTER

Bülent, avucunu açmis kendisine dogru elini uzatan adama ters ters bakti.
Elli yaslarinda gösteren adam, görmeye alistigi hirpani kiyafetli
dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü
temiz ve saglikli görünüyordu.

"Sapa saglam adam gidip çalisacagina dileniyor, belki benden daha
zengindir" diye düsündü. Zaten cani çok sikkindi, birde sinirlenmisti.

Alayci bir ses tonuyla :
- Ekmek parasi mi istiyorsun ? diye sordu.
- Hayir çikolata parasi lazim!
Bülent'in kizginligi saskinliga döndü. Espri yetenegi olan dilencinin hali
de baska oluyor diye düsündü.
- Niye siz ekmek bulamayinca çikolata mi yiyorsunuz?
- Hayir. Ekmek bulamadigimiz günler genellikle bulgur pilavi yeriz, onu da
bulamadiysak aç yatariz.
Bülent adamin ciddi mi konustugunu yoksa dalga mi geçtigini anlayamamisti.
- Bu gün karniniz doydu üstüne tatli mi istedi caniniz?
- Fakirin cani mi olur ki, tatli istesin beyim.
- Bu bir kamera sakasi mi yoksa sen is bulamamis stendapçi misin?
- Hiçbiri degil. Sadece fakirim. Bugün karimin dogum günü, ona çikolata
götürmek istiyorum.
- Dogum gününde yas pasta alinir bildigim kadariyla.
- O bizim için degil zenginler için. Otuz yillik evliligimiz boyunca ona
bir kez bile yas pasta alamadim. Ama her dogum gününde mutlaka çikolata
götürdüm. Çikolatayi çok sever.

Adamin söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmisti. O aksam karisiyla kavga
etmis, kapiyi çarpip kendini sokaga atmisti. Arabasina da binmemis sahile
kadar yürümüstü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamisti. Oysa eskiden
denizi seyrederken çok rahatlardi. Dalgalar sikintisini alip götürürdü.

Fakat karisinin evde agliyor oldugunu bildigi için olsa gerek, hiçbir sey
onu rahatlatmiyordu.
Dilenciyle konusurken biraz kafasi dagilmisti. "Acaba söyledikleri gerçek
mi, yoksa uyduruyor mu" diye düsündü.
- Cebinde bir çikolata alacak para yok mu simdi?
Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini bosaltti, bir nüfus cüzdanindan
baska bir sey çikmadi.
- Ben dilenci degilim. Isim yok. Günlük çalisirim, ne is bulursam yaparim.
Fakat bu gün bütün gün is aradim, aksilik bu ya, hiçbir is bulamadim.

Bülent oturdugu banki isaret ederek yer gösterdi.
- Oturun biraz dertleselim bari, dedi.
Adam çekingen çekingen oturdu yanina.
- Yok mu esin dostun, borç alacak akraban?
- Fakirin akrabalari da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karinlarini
doyururlar.
- Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karini ?
- Hem de çok seviyorum. Otuz yilimi aydinlatti o benim.
- Himmmm. Ask hem de otuz yil süren ask. Hayret dogrusu! Askin ömrü en
fazla üç yil diyorlar oysa. Sen otuz yildan bahsediyorsun.

- Evet. Geçen yillar sevgimi azaltmadigi gibi artirdi.
- Söyle o zaman nedir evlilikte mutlulugun sirri? Söylediklerine bakilirsa
sen mutlulugun formülünü bulmus gibisin.
- Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.
- Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canim. Bende alti yillik
evliyim. Sevdigim kadinla evlendim, fakat mutlu degilim. Sürekli kavga
ediyoruz. Daha iki saat önce kapiyi çarptim çiktim. Evimiz,
arabamiz,isimiz, gücümüz, her seyimiz var, ama mutlu degiliz. Senin hiçbir
seyin yok, ama mutlusun. Para mi acaba bizi mutsuz eden?

- Hiçbir seyim yok mu? Hayir benim her seyim var. Benim karim her seyim.
Sevgilim, esim, arkadasim, hayat yoldasim. Hayatimi paylastigim insandan
daha degerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, is
diye her sey dediginiz seylerdir aslinda hiçbir sey olan.

- Öyle deme, su kadar varligin içinde bile karim her seyden sikayet
ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?
- Altin tasin, kan kusana faydasi yoktur beyim. Sen kadin ruhunu hiç
anlamamissin. Hiçbir kadin iyi bir evde oturdugu, hergün çesit çesit
yiyecekler yedigi için mutlu olmaz. Bir kadin, kocasinin her seyi oldugunu
bildiginde ancak mutlu olur.

- Sizin mutlulugunuzun sirri bumu ?
- Olabilir. Ben karima degerli seyler alamiyorum ama ona benim için ne
kadar degerli oldugunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.

- Bir kadina degerli oldugunu nasil hissettirilir?
- Küçük kizi severek.
- Küçük kiz mi ? Hangi küçük kiz ?
- Yasi kaç olursa olsun her kadinin içinde hiç büyümeyen bir küçük kiz
vardir. O kizi ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadini da
o kadar mutlu edersin.

- Nasil yani ?
- Küçük kiz neleri sever, nelerden hoslanir bir düsünün. Küçük kizlar hep
begenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarini duymaya bayilirlar.
Kendilerine prensesmis gibi davranilmasini beklerler. Küçük kizlar hep
prenses olmayi hayal ederler. Sürprizlerden hoslanirlar. Biraz simartilmak
isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. Iltifata doymaz
küçük kizlar. Öyle degil mi?

- Haklisin. Benim dört yasimda bir kizim var. Adi Aylin. Her aksam boynuma
sarilir "babacigim beni ne kadar seviyorsun?" diye sorar. Giysisini
degistirdigi zaman etrafimda "Baba güzel olmus muyum?" diye sorar durur.
Güzelsin demem de yetmez ona. " Harikasin prenses gibiolmussun" demeliyim.
Dünyanin en güzel kizi demeliyim.

- Iste kadinlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yasindaki
karima böyle davraniyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yil da yasarsak
ben ona böyle davranmaya devam edecegim. Ona "bebegim" diye hitap ediyorum
çok hosuna gidiyor. "Bebegim bana bir çay yapar misin?" dedigimde çay
yapmak için nasil kosturdugunu görmelisiniz.

- Hiç kavga etmez misiniz siz?
- Kavga evliligin tadi tuzu. Arada biz de tartisiriz. Küsüp barismanin
tadi ayridir. Benim karim bir keçi kadar inatçidir. Onunla barismak için
ugrasmak ayri bir keyif verir bana.

- Benim esim çok ciddi kadindir. Hiç küçük kiz havasi yok onda.
- Küçük kizlar büyüdükleri zaman artik sevgi, ilgi istemeye utanirlar. En
ciddi yada en yasli kadinin bile o küçük kiz mutlaka vardir. Yeter ki sen
o tatli kizi sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kizi asla aldatma.
Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuskuyla bakar. Küçük
kizlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk kirilirlar. Çok narindir
onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumusak dokunuslari severler.

- Bu tavsiyeni deneyecegim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum.
Bazen islerim çok yogun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.

- Bu sadece bir bahane. O küçük kizi mutlu etmek dünyanin en kolay isi.
Çogu zaman birkaç tatli söz yeterli olur. Sen o küçük kizi mutlu ettiginde
karsiligini fazlasiyla alirsin. Artik o seni rahat ettirmek için elinden
gelen gayreti gösterir.

Karisi mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce
hayat arkadasini mutlu etmelidir.
Düsünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuga çiksan ne
kadar mutlu olabilirsin.
- Haklisin da ben de bütün gün ailem için çalisip yoruluyorum.
- Yine para, yine dis sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadinlar
para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadinlar
hediye almayi severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu
olmasini bekleme. Hediyenin yanina sevgini katmazsan hediyenin bir anlami
yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadi. Günlük kazandim günlük yedik.
Bazen aç kaldigimiz günler oldu. Hiçbir zaman karimin kulaklarina altin
küpe takamadim ama her zaman ask sözleri fisildadim. Hiçbir zaman boynuna
pirlanta gerdanlik alamadim ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir
zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi
yumusacik sardim bedenini ve mutlu ettim onu.

Adam ayaga kalkti.
- Bana müsaade, artik gitmeliyim, karim merak eder. Sende git evine küçük
kizin gönlünü al, belki o küçük kiz simdi evde aglayip duruyordur.

- Bülent de ayaga kalkti. Kuvvetlice elini sikti.
- Sizi tanidigima çok memnun oldum.
Elini birakti koluna girdi. Yolun karsisindaki pastaneyi gösterdi. - Hadi
gel esin için suradan çikolatali pasta alalim, dedi.
Pastayi aldilar. Adam hayatinda ilk defa karisina yas pasta götürmenin
mutluluguyla, bin bir tesekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de
pastanenin yanindaki

manavdan karisinin en sevdigi meyvelerden aldi.
Evine geldiginde karisi sismis gözlerle mutfak masasinda oturmus su
içiyordu. Bülent hiç konusmadan meyveleri büyükçe bir tabaga döküp
yikadi.,sonra esinin önüne koydu.

- Bunlar dünyanin en sansli meyveleri, dedi.
Inci hiç konusmadi.
- Sorsana "niye" diye.
Inci kizgin kizgin:
- Niye? Diye sordu.
- Çünkü dünyanin en güzel ve en tatli kadinin midesine gidecek, dedi gayet
ciddi bir ses tonuyla. Inci sasirmisti. Bir anda yüzünün ifadesi
yumusamisti.

- Bunlar senin sevdigin meyveler, senin için aldim.
- Hayret bir sey! Her zaman kendi sevdigin meyveleri alirdin. Benim hangi
meyveleri sevdigimi iyi hatirlamissin. Aslinda bu bekledigim istedigim bir
seydi. "bak senin sevdigin meyveleri aldim"

Ama simdi kiymeti yok. Çünkü sana çok kirginim, meyve alarak gönlümü
alamazsin.
- Özür dilerim seni kirdigim için.
Sonra Bülent yere diz çöktü.
- Cezam neyse raziyim. Ama bir tek sey istiyorum senden. Seni delice seven
bu adami senden mahrum etme.
- Bülent yere çömelmis, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu.
Inci kikir kikir gülmeye basladi.
- Affetmek o kadar kolay degil. Bakalim hangi cezalara katlanabileceksin,
dedi
Bülent iste o zaman ona muzip muzip bakan esinin içinde sakladigi küçük
kizi gördü.
Bundan sonra her sey daha farkli olacak diye düsündü.

KÜÇÜK PRENS

"yaşam, bize bütün kitapların öğrettiğinden daha çoğunu öğretir. çünkü yaşam, bize karşı direnir. insan, ancak engellerle karşılaşıp onları aşmaya çalıştıkça kendini tanıyabilir." - antoine de saint exupery

6500-1160078288.jpg
"Elveda" dedi tilki de. "Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan
gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez."

"Temel olan şeyi gözler göremez" diye tekrarladı küçük prens.
Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.

"Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona
ayırdığın vakittir" dedi küçük prens.

UZUN İHSAN EFENDİ VE İNSAN TANIMI

"bu dünyada insanların korktuğu tek şey

öğrenmekti. Acıyı,susuzluğu,açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların

uykularını kaçırıyor,bu yüzden daha rahat döşeklere,daha leziz
yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı.dünyaya olan
kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki,kendilerine altın ve
gümüşten,zevk ve safadan,lezzet ve şehvetten bir alem kurup,keder ve
ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun
İhsan Efendi,dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık
sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. KUR'AN ın
kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun
ardında giden herkes,dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve
bunları başkalarına aktarmalıydı. Dünyaya şahit olmanın yolu ise
maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar,görülenler ve
öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun,macera insanoğlu için büyük bir
nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk,bu dünya nın şahidi
olmaktı."


HÜLYAYA (EŞ RUHUMA)

(Bu yazı daha flört aşamasındayken 07/08/2007 tarihinde yazılmıştır)


evrenselboyut_image009892.jpg

İki yüreğin çoşkuyla ve tüm yoğunluklarıyla birleşmesidir hayat..Diye
bir cümle yazma hissi uyandırıdı bende bu resim..

Günaydın Hülya....Hülya;aslında tüm her şeyi anlatan tek
kelime..Hülya;günümü gecemi kendimi ve tüm evreni içine
sığdırabileceğim bir kelime gibi geliyo bazen..Bazen üşümüş bir sokak
kedi yavrusu gibi ürkek bakar onu kucağıma alıp okşamak
isterim,bazen sabahımın anlamı olur,bazen onun için ağlarım,bazen
yüreğini acısını hafifletmek için yüreğimden bir parça sararım bir
gece vakti ayla beraber..

Bazen,arkasında durur alkışlarım onu cesaret vermek için
savaşında,bazen arkamı dönerim sesimi ve nefesimi hayal etsin diye..

Korkularını birer ekmek kırıntısı yapıp,Süleymanın karıncalırına
atarım,onlarda alıp yerin altına ateşe atıp yakarlar..Her sabah açtığı
filizleri seyretmek için erkenden kalkarım,ihtimamla öper ve "merhaba
ey yeni sürgün hayata hoşgeldin"derim..

Bütün rüyalarını her renk frezyayla boyar ve saçlarını frezyaların
kokusuyla yıkarım...

Her ne kadar bazen O'nun için yaptıklarımı hissetmese de,O'nun ışıl
ışıl büyüdüğünü görmek beni çok mutlu ediyor..

Ve her sabah O'na yeniden aşık oluyorum...

O kadar eşsiz bir kokusu var ki insan öylece durup Azrail geldiğinde
ruhumu bu kokuya sar diyesi geliyor..

Ama bu güzelliğini görecek bir aynası yok,o kadar mutsuz ki bazen
üzüntülerini sır yapıp , camdan umutlarını sırlayıp ayna edesim
geliyor..

İnsan,hakikati yalnız kalbiyle görebilir,gözler onu göremez ki.. ama
göz pınarlarında ki iksirle yüreğini yıkayabilir diyorum evet bunu
biliyor olmalı..Her sabah yüzünü yıkamaya kalktığında içini de silmeyi
unutmuyordur diyorum,evet o içindeki elması parlatıyor olmalı..Yoksa
neden bu kadar parlak olsun ki elleri..

Kaptırdım gidiyorum hülya hiç te dur demiyosun.Sadece resmi koyup iki
satır yazacaktım kalkamaycam roman yazacam.korktum bi an
kendimden..Birden ilhamla doldum yazdıkça yazasım geliyor.Kusura bakma
canım burda kesmek zornudayım..

Neyse günaydın diyecektim sad
ece..

13 Oca 2010

YAZI YAZMAK KÖTÜ YOLA DÜŞMEK GİBİDİR..

Hukuk Fakültesinin ikinci sınıfında idare hukuku dersimiz vardı. Bilenler bilir hocamız İl-Han Özay'dı. Hoca kitabın ilk sayfasına Molierin bir sözünü koymuştu.

" Yazmak kötü yola düşmek gibidir.Önce kendiniz için yazmaya başlarsınız,sonra sevdikleriniz için.En sonunda da para için yazmaya başlarsınız"

Sanırım bu söz , o dönemlerimde tavan yapmış olan saplantılı mükemmeliyetçiliğim gereği kendim için bile başlamaya cesaret edemediğim yazma dürtümü frenleyen manifestom olmuştu.

Geriye dönüp baktığımda bugün ne salak olduğumu düşünsem de o günler için pek anlamlıydı bu saçmalıklar.

Bu hayatta herkesin bir yolu var ve Yaratıcı yollarımızı keşfetmemiz ve bu yolda giderken kendimizi bulmamız için bizi gönderdi buralara. Ve yolumuzu bulduğumuzda ve kendimize vardığımızda nihayetinde Yaratıcıya varmış olacağız. Amaçlanan da bu zaten sanırım.

Kendi yolumu bulmak için değil bilakis bulmamak için uğraşıp durdum yıllarca. Bunu etrafımdaki insanların bakışlarından anladım.Zira dönüp dolaşıp aynı insanların yüzlerini görüyordum bana şaşkınlıkla bakan. Çoğu sıkılıp gitmişti bu dönme dolap beygirini seyretmekten yorulup. Karım beni terketmişti ben ailemi terketmiştim. Yapayalnız kalınca kendimi terketmeye de uğraştım şapşal bir halde. Kendimi öldürsem kendimiden kurtulabilirmiydim.

Bir gün , hiç ummadığım bir gün karanlığın rengine alıştığım ışığın dokusunu unuttuğum bir gün geçmişimden bir ses bir demet aydınlık fırlattı yüzüme ve aynada kendimi gördüm.

"hastasın"

Kral çıplaktı ve bunu gördü. Yol göründü ve yolculuk başladı o an.

Yazmak,okumak ve öğretmek... Ben farkında olmadan yıllarca üstümde taşıdığım şeyin adıymış meğer...

Çocukluk arkadaşım birlikte büyüdüğüm Celal; geçenlerde şöyle dedi bi durup yüzüme baktıktan sonra:
"hatırlarmısın müco,biz küçücükken oyunda oynaştayken sen bizi etrafına toplar bazen bir kuyunun taşında bazen bir merdiven basamağında bize uzaydan,yıldızlardan,başka hayatlardan geçmiş uygarlıklardan bişeyler anlatırdın. Seni öylece hiçbişey anlamadan dinlerdik. Evet farklı gelirdi bize ama seni anlamazdık.Sen bizden çok farklı biriydin." dedi.

Düşünüyorumda şimdi,farklımıydım bilmiyorum ama o yaşlarda yolumu biliyordum galiba. Sonra ne olduysa yolumu yitirdim. 38 yaşında ancak yolumu doğrultabildim.

Ve şimdilik kendim için yazıyorum...