30 Kas 2011

ŞAİR YA DA İNSAN YA DA ...

"Aden'den gelen şair JEAN ARTHUR RIMBAUD yeryüzü serüveninin son bölümünü 10 Kasım 1891'de BURADA tamamladı"

Küçük yaşta babası annesini terkeder,önce laik bir okula sonra bir din okuluna verilir. 16 yaşında evden kaçar sefil halde evine döner tekrar evden kaçar tekrar sefil halde evine döner . Ünlü şair Paul Verlain'in davetiyle Paris'e gider. 19 yaşında cehennemde bir mevsim adlı şaheserini yazar. Verlain ile eçcinsel ilişki yaşar birlikte belçikaya kaçarlar. Verlain kıskançlık krizine girdiği bir gün Rimbaud'yu silahla yaralar. Rimbaud 23 yaşında şiir yazmayı bırakır. Kıbrısa gider çevirmenlik yapar. Daha sonra habeşistana yerleşir burada silah ve köle ticareti yapar parayı bulur. Hastalanır ayağı kesilir ve 37 yaşında kanserden ölür.Son sözü Allah Kerim olur.

Cehennemde bir mevsim (Une Saison en enfer) adeta bir meydan okumasıdır Rimbaud'nun .19 yaşındadır ve ne kendisinin ne de başka bir şairin daha iyisini yazamayacağını iddia ettiği bir eseridir. Yaşar şair delicesine yaşar , para için yazmaz şöhret için yazmaz. Daha doğrusu bir daha yazmaz. Daha iyisi olmayacaksa niye yazasın ki.

Rimbaud benim bildiğim bir kaç şairden biridir gerisi hikayedir vesselam. Tek geçerim arkadaşı.

"mais pourquoi regretter un éternel soleil , si nous sommes engagés à la découverte de la divine"
"kendimizi kutsal ışığı bulmaya vermişsek , ne diye sonsuz bir guneşin özlemini duyalım"

Di mi ama...

BEBEKLER HATIRLATIR


Bebeklerin büyümelerini izlerken şunu görürüz ; biz yetişkinlerin fena halde kanıksadığımız ve kalıplara dökerek katılaştırdığımız hayatlarımızın aslında ne kadar esnek ve öğrenmeye açık olduğunu , sürekli öğrenerek değişerek ve yaptıkları bütün eylemlerden keyif alarak ve defalarca aynı şeyleri bıkmadan tekrar ederek bebeklerin ne kadar mutlu olduklarını ve yetişkinler olarak mutluluk denen şeyin eylemin kendisi olduğunu unuttuğumuzu , yetişkin olmak dediğimiz şeyin aslında birkaç aklı evvelin ve toplum önderi sürü güdücünün yarattığı şartlanmışlıklar yumağı olan sanal bir alem olduğunu oysa bebeklerin basit ve gerçek bir korkusuz fatih olduklarını , bebeklerin almak ve istemek konusunda ne kadar becerikli olduklarını oysa bizlerin duygularını ifade özürlü yetişkinler olduğumuzu ve en önemlisi hayatın ne kadar büyük bir mucize olduğunu onların küçük elleriyle sürekli kendilerini alkışlamalarının bu mucizeye tanıklık etmek olduğunu farkettiğimizde aslında ne kadar çok şey başardığımızı ve sonsuz bir başarının karşımızda durup durduğunu görürüz.


Sevgili çocuklarım hatırlatıklarınız için size minattarım..

YÜRÜMEYE ÖVGÜ

David Le Breton, “Yürümeye Övgü” adlı kitabından birkaç satır...Bir yürüyüşçü olarak paylaşmak istedim yürüyüşçü dostlarla..

“Aylaklık, acelesi olan insanın hüküm sürdüğü dünyada bir terslik gibi gözükür. Zamanın ve yerin tadını çıkarma olan yürüyüş bir kaçıs, modernliğe bir naniktir.Çılgın yaşam biçimlerimiz içinde kestirme bir yoldur, mesafe almaya elverişli bir etkinliktir.”
“Yürüme soyar, çıplak hale getirir, dünyayı nesnelerin rüzgarı içinde düşünmeye davet eder ve insana mütevazi ve güzel bir yaşamı hatırlatır. Günümüzde yürüyüşçü kişisel bir tinselliğin hacısıdır, yürüken derin düşüncelere dalar, alçakgönüllü, sabırlı olmayı öğrenir, yürüme bir tür gezici ibadet biçimidir, gezilen dolaşılan yerlerde hiçbir kısıtlama söz konusu değildir yürüyüşçü için, yürüyüşçünün çevresinde muazzam bir dünya vardır.”
“Yürüyüşçünün kırılganlığı fetih ya da küçümsemeden çok temkinli olmaya ya da ötekine açılmaya iter. Kesin olan şu ki yürüyen insan genellikle otomobil kullanan ya da trene veya uçağa binen biri gibi kibirli olmaz çünkü attığı her adımda dünyanın acımasızlığını ve yolda rastladığı insanlarla dostça uzlaşma gerekliliğini hissederek asla insan olduğunu unutmaz. Yürümek benmerkezcilikten uzaklaştırır ve insanı kırılganlığına ve gücüne götüren sınırlar içinde dünyayı yeniler. Olağanüstü bir antropolojik etkinliktir çünkü insanda sürekli anlama, dünyanın yapısı içinde yerini bulma, başkalarıyla olan bağını sorgulama kaygısı uyandırır.”

24 Kas 2011

KENDİNİ İLK KEŞİF(ÜSTÜNDEN 20 SENE GEÇMİŞ)

Üniversiteyi kazanıp İstanbul'a geldikten sonraki iki yıl içinde kendimde yolunda olmayan bir şeyler olduğunu,huzursuz olduğumu , iyileştirilmesi gereken bir yara taşıdığımı farkettim.

Niye diye sorduğum sorular beni çocukluğumun 3-4 yaş dönemine götürdü. Kardeşim yeni doğmuştu 73 yılının mayısıydı ve bu kardeşin gelişiyle pabucu dama atılan ben fazla şahsileştirmiştim olayı. Tabi ortadan kaldırma teşebbüslerimiz tehlikeli boyutlara varınca annemin köyüne teyzemin yanına yaz kampına sürgün cezası yedik.
Hayatımın hatırladığım ilk hatıraları da teyzemin yanında Hacıköyde geçirdiğim günlere aittir. Travmaydı benim için hem de beklenmedik derecede hasar bırakmıştı.

Paramparça olmuştum.

Dilini bilmediğim bir yerde ilk dışlanmışlığı ve öteki olmanın ruh acısını da tatmıştım.

Korkudan ödüm kopmuştu o kadar korkmuştum ki komşunun hindileri havadan geçen uçak herhangi bir dış etki beni korkudan dona kalıyordum.

Teyzem ve komşular (ki onlarda akrabaydı çerkestiler ama köyde yerleşik türkmenlerde vardı ve sokağın dili türkçeydi ve ben tek kelime türkçe bilmiyordum.) Annesinden ayrı bu küçük çocuk hayattan çok ürkmüştü velhasıl.

Teyzemin evinin yanındaki bakkaldan bisküvi almaya gitmek bile korkutucuydu benim için çünkü sokağa çıkmam gerekiyordu bir anlık da olsa sokak beni feci korkutuyordu. Çünkü dayak yemek riski vardı (ya da ben öyle algılıyordum zira bakkala hiç bir gidişimde dayak yemedim ilk sokak deneyimimde ne biçim konuşuyor bu diyerek tartaklanmış taşlanmıştım , çocuklar çok zalim olabiliyor ordan kalma bir ürkeklik hali sanki her sokağa çıkışımda aynı şeyleri yaşayacakmışım gibi geliyordu)

Ergenlik döneminde de benzer bir korkuya kapılmıştım , büyümek ve değişmek ve cinsellik korkutucuydu.Elimden gelse hiç ergenliğe girmeyecektim. Belki de bu yüzden çok geç buluğa erdim. Annem "benim küçük ürkeğim" derdi bana ve aşırı bir koruyup kollama modundaydı. Ya da ben sürekli çaresiz halimle annemin yitirdiğimi düşündüğüm sevgi ve ilgiyi mi elde etmeye çelışıyordum.

Okudum çünkü başka çarem yoktu.Elimden gelse 40 sene okurdum hayata hiç atılmamayı yeğlerdim. Para kazanmak fikride beni çok ürkütüyordu çünkü.

Lise yıllarımda postane sendromu dediğim bir olay yaşamıştım ve daha sonra bu olayı hatırlayıp korkularımın üzerine gitme cesareti bulmuştum.

Şöyleki;lise 1 veya 2 ydi komşumuz postaya verilmek üzere bana bir mektup vermişti (köyden ilçeye gidiyordum liseye). Kabusum oldu o mektup benim o gece ve ertesi gün. Mektubu postaneye götürüp nasıl verecektim daha önce hiç mektup atmamıştım aman Tanrım nasıl nasıl olacaktı bu iş ya beceremezsem ya şöyle ya böyle olsa falan filan .Ertesi gün mektubu atacak birini aradım bigadaki arkadaşların hepsinin bir işi çıkmıştı nedense.

Mecbur kelle koltukta :-))) postanenin yolunu tuttuk okul çıkışı. Geldik postanenin önüne ama bir türlü içeri giremiyorum camdan içeri bakıyorum nasıl oluyor kim nereye gidiyor , volta atar gibi dolnıyorum kalbim güp güp atıyor. Saat geçiyor mesai bitmek üzere kaçış yerimiz kalmayınca tüm gücümü toplayıp içeri girdim şöyle bir etrafıma baktım elimde mektup heyecandan ölmek üzereyim yüzüm yanıyor titriyorum ,mektup dedim nasıl çıktı o kelimeler ağzımdan artık bilmiyorum şu taraftan dedi bir erkek memur yüzüme bile bakmayan bir memure hanıma mektubu verdim parasını ödedim ve dışarı çıktım ve hayattaydım kimse bana kızmamıştı kimse bana bağırmamıştı.

Garip değil mi inanılası değil sanki !? Ama böyle..

Bu mihenk taşı oldu benim için. Ama hala hayattan korkuyorum biliyor musunuz ,para kazanmaktan kendim olmaktan bağırmaktan fikrimi açıkça çekinmeden söylemekten ..

Korkularım var ama cesaretim de var ve kararlıyım , hayatın kapısından içeri gireceğim ve o mektubu göndereceğim ve mektub okunacak ve yaşanmış olacak bu hayat tüm haşmetiyle.

Kendimi seviyorum , canlıyım ve neşeliyim hayat amacımı gerçekleştirmek için değişerek ilerliyorum , güçlüyüm ve gücümü kullanıyorum.

O kadar...

Not:2018 yılı şubattaki beş yazıma bakınz

17 Kas 2011

AMİGDALA VE KADERİMİZ


Şu küçücük beyin dokusu bütün hayatımızı belirliyor eğer izin verirsek...










PROF.DR. SABıHA PAKTUNA KESKıN

Ödül Cezadan Çok Daha Etkilidir

Çocuk Nörologu ve Doktoru Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin, çocuklarla doğru iletişim kurmak için onları anlamak gerektiğini söylüyor. Tutarlı olmanın önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Keskin, 'Hayır dediğiniz şeyi takip etmiyorsanız, sonraki 'hayır'larınız geçersiz olur. Çocuk sözünüzü dinlemez' diyor.

Yaşamımızın en önemli ve hassas dönemi olan çocukluk dönemi, kendi içinde farklı dönemlere ayrılıyor. Her dönemde çocuğun davranışları ve ihtiyaçları değişiyor. Ebeveynlerin çocuklarıyla doğru iletişim kurabilmeleri için bu dönemleri bilmeleri ve ona göre davranmaları gerekiyor. Çocuk Nörologu ve Doktoru Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin, ebeveynlerin çok fazla otoriter olmamalarını ve her şeye 'hayır' dememelerini tavsiye ediyor. Çocukta güven duygusunu oluşturmak için tutarlı davranmaları gerektiğini, aksi halde çocuğun söz dinlemeyeceğini söylüyor.

Çocuğa ödül vermenin, ceza vermekten daha etkili bir yöntem olduğunu belirten Prof. Dr. Keskin, 'Yanlış davranışları azaltan her şey cezadır. Doğru davranışları artıran her şey ödüldür. Dayak ve hakaret ceza değildir, bunlar yanlış davranışı artırır. Çocuk ilk fırsatta aynı davranışı tekrar yapmaya ve sizi taciz etmeye başlar. Çocuğunuz sizi taciz ediyorsa mutlaka siz hata yapıyorsunuzdur. Doğru ceza çocuğa karşı yanıtsız kalmaktır ve çocuğun haklarını elinden almaktır' diyor.

Prof. Dr. Keskin, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Pediatrik Nöroloji Bilim Dalında Öğretim Üyesi olarak görev yapıyor. Ayrıca özel muayenehanesinde hizmet veriyor. Çocuk davranışlarını anlamak için çeşitli çalışmalar yapan Prof. Dr. Keskin, ABD'de Pediatrik Nöroloji üzerine eğitim aldı ve Türkiye'ye döndükten sonra otistik ve hiperaktif çocukları tedavi etti. Prof. Dr. Keskin'in 'Bana Seni Anlat anne', 'Çocuklarla Doğru ıletişim' ve 'anne ış'te' isimli kitapları bulunuyor. Türkiye'de bir ilke imza atmaya hazırlanan Prof. Dr. Keskin, dikkat yetersizliği olan çocuklara eğitim veren bir okul açmak için çalışmalar yapıyor.

Çocuklarla doğru iletişim nasıl kurulur?
Doğru iletişim kurmak için çocuğun içinde bulunduğu dönemi bilmek gerekir. Ebeveynler bu dönemleri bilir ve çocuğa ona göre davranırlarsa iletişim kendiliğinden kurulur. 0-3 yaş dönemi çocuğun anneye bağlandığı ve onun koruması altında olduğu dönemdir. Bu dönemde çocuğun ağlatılmaması ve her istediğinin yapılması gerekiyor. Bu şekilde çocuk şımarmaz. Şımarmak, ilişkinin bozulması, ilişkideki bağın kopması demektir. ılişkiyi koparan en önemli durum ebeveynin verdiği komutları takip etmemesidir. 'Hayır' dediğiniz şeyi takip etmiyorsanız, sonraki 'hayır'larınız geçersiz olur. Çocuk sözünüzü dinlemez. Bu durumda onun 'şımarık' olduğunu düşünürsünüz. Aslında çocuk değil, ilişki şımarır. Bunun önüne geçmek için ebeveynlerin her şeye 'hayır' dememesi gerekiyor. Genellikle çocuklar babalarının sözünü dinlerler. Çünkü babalar çok fazla komut vermezler.

Bence anneler de bu yöntemi denemeli. Çocuğun hangi davranışına sinirlendiklerini ya da hangi davranışının çocuğa zarar verdiğini tespit edip ona göre komut vermeli ve komutlarını takip etmeliler. 4-11 yaş dönemi yani 'yarış dönemi'nde de çocuğu takip etmek istiyorsanız, çocuğun yarışmasına izin verin ve yapmaktan hoşlandığı şeyleri onunla birlikte yapın. Örnek, onunla oyun oynayın. anne ve baba aşırı otoriter olmamalı. Güçlü ve güvenilir olmalı. Çünkü insanların güce ihtiyacı vardır. Ergenlik döneminde çocukların arkadaşları için olumsuz eleştiriler yapmamak gerekiyor. Çocuğunuzun arkadaşında gördüğünüz olumsuz yanlar, çocuğunuzda da vardır. Çünkü çocuklar kendisine benzeyenin peşindedirler. Çocuğu arkadaşından uzaklaştırmak değil, olumsuz yönlerini bulup iyileştirmek gerekir. Sözel olarak olumsuzlukları ifade etmek çocukla kurulan ilişkiyi bitirir.

Tatlı-sert otorite kurun

Çocukluk döneminde yaşanan olumsuzluklar ilerleyen yıllarda çocuğu nasıl etkiler?
Bu çok hassas bir konu. Bir günlük bebeğe annesinin kucağında aşı yapılır. Bu kesinlikle yanlıştır. Çünkü anne karnında annesinin kokusunu kodlamıştır ve o kokuyu duyarken bebeğe o acıyı hissetirmemek gerekir. Çünkü beyni bunu kaydeder. 0-4 yaş döneminde kimse bir şey hatırlamaz. Ama hatırlanmayan olaylar yaşamımız boyunca davranışlarımızı etkiler. Bu dönemde beyinde anıların kaydedildiği bölüm olan 'hipokampus' çalışmaz. Onun yerine 'amigdala' fotokopi yapar gibi yaşananları kaydeder. Çocuğun beyni saniyede 30 milyon kayıt yapar. Bu kadar kayıt yapan bir teknoloji yok, olması da mümkün değil. 'Amigdala'nın kaydettikleri yaşam boyunca silinmez.

Psikolojik açıdan sağlıklı bireyler yetiştirmek için anne ve babalara ne tür görevler düşüyor?
anne ve babanın tatlı-sert bir otorite kurması gerekir. Komut verme, öğüt verme gibi iletişimin bazı genel kuralları vardır. Bu kurallar çocukla kurulan iletişimde de geçerlidir. Çocukla konuşurken emir cümlesi kullanmamak gerekir. Kendi sorununuzu anlatmak için karşı tarafa kendinizi anlatmanız gerekir. Ancak karşı tarafı dinlemek istiyorsanız, onu ona göstermeniz gerekir. Yani 'Sana ne oldu böyle?' demek yerine, 'Çok üzgün görünüyorsun' denilmelidir. Ebeveynlerin çocuklarıyla empati kurabilmesi onları anlamasıyla mümkün olur. Çocuk davranışları için bazı genel kurallar vardır. Ama bunun dışına çıkan çocuklar da oluyor. Bu gibi durumlarda da bir uzmandan yardım almak zorunlu hale geliyor.

Ceza ve ödülün çocuk yetiştirmede rolünü anlatır mısınız?
Ceza deyince, aklımıza dayak ve azarlamak geliyor. Aslında ceza bu anlama gelmez. Çocuğu kontrol etmek için onun davranışları hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Davranışları azaltan her şey cezadır. Davranışları arttıran her şey ödüldür. Dayak ve hakaret o davranışı artırır. Otomatik olarak ödül haline gelir. Çocuk ilk fırsatta aynı davranışı tekrar yapmaya ve sizi taciz etmeye başlar. Çocuğunuz sizi taciz ediyorsa mutlaka siz hata yapıyorsunuz demektir. Çocuk rövanş alıyordur. Çocukları istemedikleri davranışları tekrarlanıyorsa, ebeveynler o davranış karşılığında gösterdikleri davranışı göstermemelidir. Doğru ceza çocuğa karşı yanıtsız kalmak ve çocuğun haklarını elinden almaktır. Örneğin, televizyonu yasaklayabilirsiniz. Ya da istemediğiniz bir davranışı yaptığı zaman, sanki hiç duymamış ve görmemişsiniz gibi hiçbir yanıt vermeyebilirsiniz. Ödül cezadan çok daha etkindir. Ders çalışmayan bir çocuk kitabının başına geçtiği anda onu ödüllendirebilirsiniz. En küçük davranışı ödüllendirerek çocuğu şekillendirirsiniz.

Çocuğa güven duygusu nasıl verilir?
Tutarlıysanız çocuğa güven verirsiniz. Söylediğinizi kısa bir süre sonra unutuyorsanız çocukta güvensizlik başlar. Güven şarttır. Annelerden özellikle bu duyguyu beslemelerini istiyorum. Çocuk babasına güvenmeli, babasının güçlü olduğunu bilmeli. Boşanan anne ve babalar için de aynı kural geçerli. Baba yoksa da dede ya da dayı gibi bir akrabanın o duyguyu vermesi gerekir. Çocuk, yaşadığı evine de güvenmelidir. 'Evimiz sağlam, depremde yıkılmaz' gibi sözlerle çocuğa güven verilmelidir. Bu güvenini sarsmamak için çocuğun yanında anne ve babanın 'hastayım' dememesi, hasta olduğunu belli etmemesi gerekiyor. Çocuk anne ve babasının hasta olduğunu duymak istemez.

ıki çocuk arasında üç yaş olmalı

ıki çocuğu olan ebeveynlere neler tavsiye edersiniz? Çocuklarına nasıl davranmalılar?
Bu çok önemli bir konu. Çocuklar 0-11 yaşına kadar 'asosyatif' öğrenir. Yani bir şey olur, onun arkasından tekrar olduğu zaman çocuk onu öğrenir. anne hamileyken çocuğuna karnında kardeşini taşıdığını ve kardeşinin doğacağını söyler. anne çocuğuna bu durumu anlattığını ve çocuğunun ikna olduğunu düşünür. Oysa öyle değildir. Bebek dünyaya geldikten sonra çocuk kardeşinin o evde yaşamaya başladığını ve hiç ayrılmadığını görür. Bebek doğduktan altı ay sonra kardeş kıskançlığı en üst seviyeye çıkar. Aslında 'kardeş kıskançlığı' sözünü değiştirmek istiyorum. Bu, anneyi paylaşamamadır, anneyi kaybetme korkusudur. Bu nedenle annenin çocuklarına eşit davranması gerekir. Bunun için de bebeğini emzirirken diğer çocuğuyla da ilgilenmeli, onu da yanına almalı, onun elinden tutmalı. Çocuğa, 'Seni atmıyorum, Sensiz olmaz' mesajının verilmesi gerekir. Bunları yaparken de çocuklara yaşlarına göre davranılmalıdır. Ebeveynlerin iki çocuk arasında üç yaşın olmasına özen göstermesi gerekir. Çünkü 0-3 yaş anneye bağlanma dönemidir. Özellikle erkek çocukları daha hassas ve kırılgandır. Bu dönemden sonra ikinci bir çocuk düşünülmelidir. Ayrıca çocuklar üç yaşından önce kreşe gönderilmemelidir.

Çocuğu anneanne ve babaanne gibi aile büyüklerinin büyütmesine yaklaşımınız nasıl?
Normal şartlarda çocuğa annenin bakması lazım. Özellikle üç yaşına kadar çocuğa annenin bakması şart. Bebeği emzirmekle sütü sağıp biberonla vermek aynı şey değildir. Ama çalışan annelerin durumu farklı. Bu durumda çocuğa anneanne ya da babaannenin bakmasında bir sakınca yok. Bu, bir zenginliktir. Ancak çocuğu yetiştirirken anneyle anneanne ya da babaannenin çatışmaması gerekir. anne, anneannenin bilgisinin eski olduğunu düşünür. Anneanne ve babaanneler geçmişten gelen tecrübelerine göre hareket ederler. Örneğin,anne çocuğunu klozete alıştırmaya çalışırken, anneanne lazımlığı kullanmak isteyebilir. Aslında çocuk klozetten hoşlanmayabilir. Çocuk bütün bunları 'Annem böyle yapar','Anneannem böyle yapar' şeklinde beynine kaydeder. Anneanne ve babaannenin yetiştirdiği çocuğun terbiyesi bozulmaz.

ÇOCUKLUK DÖNEMLERı

0-1,5 yaş 'emme dönemi'dir. Bu dönemde anne emzirebildiği kadar bebeğini emzirmelidir.
1,5-3 yaş 'anal dönem'dir. Çocuk, dışkısını kendisine ait bir organ gibi algılar. Bu nedenle bu dönemde çocuğa tuvalet terbiyesi verilmemeli. Çocuk bu dönemde ağlatılmamalıdır. Çocukların ağlatılması güven duygusunun zedelenmesine neden olur.
0-3 yaş 'kodlama dönemi'. Bu dönemde beyin yalnızca kodlama yapar, beyinden herhangi bir geri alım beklememek gerekir. Çocuğa renkleri ve sayıları bu dönemde öğretmeye çalışmak büyük hatadır. Çocuğun sosyalleşmesini, arkadaşlarıyla oyuncaklarını paylaşmasını beklememek gerekir. Üç yaşına kadar kimsenin bir anısı yoktur. Çünkü bu yaşa kadar henüz kendimizi fark etmeyiz. Üç yaştan sonra 'ben' fark edilir.
3-4 yaş 'cinsel kimlik' dönemi. anne ve babanın birlikteliğine en çok ihtiyaç duyulan dönemdir. Bu dönemde anne ve baba çocuğun yanında kesinlikle kavga etmemelidir. Erkek çocuk babayı, kız çocuk da anneyi taklit eder. Bu nedenle anne ve babanın çok olumlu bir tablo sergilemesi gerekir. Bu yaşta çocuğun yaşıtlarıyla beraber olması gerekiyor.
4-11 yaş 'yarış dönemi'. Bu dönemde çocuk yarışır. Kendisini toplumun koyduğu kurallara uymak zorunda hisseder. Çocuk toplumsal kurallara uymak ve kendisini gösterebilmek için yarış halindedir.
12-18 yaş 'ergenlik dönemi'. Bu dönemde çocuk yaşıtlarına benzeme ve onların arasında sivrilme savaşı verir. Çocuğun arkadaşlarını eleştirmemek gerekir.

Not: Sabiha Hnm da hırsının kurbanı oldu ve meslekten atıldı bir sabinin ölümüne neden olmaktan.

16 Kas 2011

ÇOK FENA BİR ADAMIM AMA KİMSE BUNU BİLMİYOR

Ben çok fena bir adamım ama o ben değilim ...İçimde bir ben varbir de dışımda bir ben var.Başka da var mı bilmiyorum.

Müco yalan söylemez,emanete hıyanet etmez,dürüst güvenilir diye bir aksim var. Kime sorsan müco böyle bir adam der. Peki öyle miyim gerçekten ya da öyle olan ben miyim ??

Yalan söyledim,emanete hıyanet ettim insanları kandırdım.Kendimi de kandırmışım demek ki ben de buna inanıyordum.

Küçük tatlı yalanlarım var.. Beni paramı çalmadın çaldıysan da ben görmedim hakkımı helal ediyorum dedi eski patronum. Ne diyim umarım öyle olmuştur.

Tek suç var diyor yazar o da hırsızlık.Ben çok iyi bir hırsızım kendimden bile haberim yok.

Of dünya seçeneklerin bu kadar olmamalı bana bir sürpriz yap ey tanrım kaybettiğim masumiyetimi geri ver gücümü geri ver dilimi geri ve beni arındır kendimden.

Kandimi affediyorum sen de beni affet. Amiin

CANLIYIM NEŞELİYİM...

Dün gece yatmadan önce "canlıyım ,neşeliyim ve gücümü kullanıyorum.Hayat amacımı gerçekleştirmek için değişerek ilerliyorum " olumlamasını tekrar ederek uyudum.(Şanal bey artık olumlamaları kaldırdı tedavülden iyi de yapmış diyorum).Daha doğrusu yattım.Daha uykuya dalmadan oğluş uyandı bi fasıl onu uyuttum. Tekrar yatak ve tam uyumak üzereyim rüyalar fragman geçiyor oğluş bir daha uyandı. Bu sefer anneyi de kaldırdık emme faslı felan derken saat üç oldu.Tekrar yattık dalmışız az biraz sanırım oğluş tekrar uyandırdı bizi.Hayde bir daha kalk oğluşu kucakta gezdir uyumaz.Mutfak biraz cicibebe derken oğluş uyudu yatırdım. Odadan çıkmadan kızımız uyandı,baba kucağına hayde bir fasıl onu uyuttum saat oldu sabahın beşi. Neyse yattık kalktık sabah oldu güne başladım.

Bedbin,keyifsiz hayat amacını gerçekleştirmek için değişemediğini gören ve ilerlmek yerine duvara tosladığını farkederek akşamın bu saatinde bu yazıyı yazıyorum.

Yırtmak içi hala ümüdüm var ama...

11 Kas 2011

ASLAN OTEL YA DA BAYRAM

Flaş tv spikerinin eylemi cuk oturuyor. Söylenecek hiç bir söz yok hiç bir kelime idrak edemez bu ahmaklığı. Cinayet bile değil bu ne desem ... Susmak en güzeli.

Bizi kurtarmaya gelen adam enkaz altında kalıp can verdi.

Mardin Bilge köyü katliamı gibi bişey bu.

Silahsız,katilsiz bir katliam..

Söz bitti.

Lanet olsun..

AVRUPA BİRLİĞİ (YERSEN) VE EURO

(Bu konuda yazmak benim harcım değil ama yazmasam rahat edemeyeceğim.Yoksa banane .mına koyim)

Avrupa birliği projesi; (Hitlerin sonunu getiremediği avrupanın askeri olarak işgalinin dönüştürülerek) Almanya tarafından avrupanın siyasi ve ekonomik işgal projesinden başka bir şey değildir. Almanyanın havuç politikası gayet başarılı olmuş kenardaki yoksul coğrafya balıklama bu işe girmiştir.Türkiyenin birliğe alınmaması da 2.dünya savaşında Naziler tarafından Türkiyenin işgal edilmemiş olması gerekçeleriyle aynıdır(şuuraltında tabiiki). Fransanın , Almanyanın dümen suyuna bu kadar çabuk girmesi de 2.dünya savaşında tümüyle işgal edilmiş olmanın yarattığı Stockholm sendromu olsa gerek. Bizim ısrarla bu birliğe girme isteğimiz de benzer sebeplere dayanır.

Siyaset,ekonomi,piyasa vs. akademik mevzular gibi görünse de irfan ehli için çok basit insani duyguların kaynaklık ettiği basit kavramlardır. (Eğer gerçekten avrupa birliğine alınacağımızı düşünen arkadaşlar varsa bu ülkede ki var en yumuşak tabirle çok saf olmalılar. Bunu görmemek için herhalde tahsil yapmak gerekiyor. Yoksa git bir köylüye sor sana sebepleriyle anlatsın.) Kendini bilmesen eşek kuyruğunda gezen deve gibi dolanırsın böyle.

EURO;kimin olduğu ne olduğu belli olmayan para.

Akşam tvlerde tartışıyorlar n'olcek bu avrupanın hali diye. Katılımcılardan biri "bişey yok her şey normal tam da almanyanın istediği gibi oluyor her şey" dedi. Bu batan arkadaşlara paraları veren kim ? Fransız ve Belçika bankaları ! Tek kazançlı çıkan kim bu EURO işinden ? Almanya.

Senin ekonomin,insan kaynağın,iş ahlakın almanya gibi mi ki adamla aynı parayı kullanıyon be ahmak demezler mi ? Derler ve böyle memleketi almanlara satmak zorunda kalırsın soora..

Elmalarla,armutların toplanmayacağı kadar temel gerçek kadar açık ama sen hesap bilmiyorsun.

İngiliz girdi mi EURO ya ? Ahmak mı adamlar ? İngiliz yer mi bunu. Avrupa birliğinde ne işleri var onu da anlamış değilim ya.

İŞte mevzuu budur,birlik mirlik hikaye almanya şahane.

Heile Deutschland