21 Eyl 2015

İÇİ BOŞALAN DİNDARLIK

Önümüz kurban malum. Zengin fakir pek çok inanan inanmayan müslüman kurban kesecek.

Bu kurban konusu uzun bir yazıyı hak ediyor. Lakin burası yeri değil bilimsel makaleler yazmıyorum bu blogta. Takılıyorum öyle içimi döküyorum..

Tanrı/lar/ ya kurban sunmak kadim bir gelenek. Genel olarak ta orta doğu akdeniz havzasına özgü. Aztekler işi abartıp insan kurban etmeye kadar da vardırdılar. Kurban sunmanın temelinde yatan psikoloji (bence tabiki ) elde edilen ürünün seneye daha da bereketlenmesi ve eski çağlarda yıkıcı sonuçları olan kıtlıktan korunma iç güdüsü.

Kurban islamın icat ettiği bir ritüel değil. Yaratıcının bu konudaki hassasiyeti kurbanların sadece kendi adına yapılması araya put falan karıştırılmaması. Hz.İbrahim ve kurban mevzusu upuzun bir konu ona hiç girmeyeceğim.

Günümüzde kurban gözlemlediğim kadarı ile Allah için kesilmiyor. Bildiğin et için kesiliyor. Özellikle taşrada ve kırsalda. Zengin beyaz türkler eti Nusret'ten yediği için onlar kapsam dışı. 

Bundan beş sene kadar önce rahmetli babam sağken bizim evde dana kesilmişti hisseli olarak. Ne tantanası oldu onun bir bilseniz. Babam lanet olsun daha da hisseye girersem dediydi. Allah rızası için kesiyon bunu güya ama gözün ette kalıyor . Hani kurban...Allah rızası için demek dünyevi ve kişisel bir menfaat beklemiyorum demek . Doğru mu ?? EE bu et kavgası ne ???

Bu kurban ibadeti artık açıkça tartışılmalıdır. Nokta.

Dün gece Show tv de bir haber gözüme çarptı. Hacca gitmek için ihrama bürünmüş hacılarımız Atatürk havalimanı vip salonunda ecnebi bir arkadaşa hurra saldırıyorlardı. Beş altı kişilik bu grup üzerlerinde ihramları ellerine ne geçirdilerse adama fırlatıyorlardı. Kavga neden çıktı bilmiyorum önemi de yok. 

Üzerinde ihramı olan ve birazdan Mekkeye uçacak olan hacılarımzın o ecnebi kişi analarına bacılarına bile sövmüş olsa ya sabır deyip geçip gitmesi gerekirdi. Zira üstlerindeki ihramın ağırlığı bunu gerektirir. İhrama girmiş bir hacı artık ölü gibidir. Hiçbir canlıya zarar veremez, bırak kavgayı dövüşü yüksek sesle bile bağırması uygun değildir. Kalbi sadece rabbine yönelmiş adeta ruhunu teslim etmiş gibi yapmalıdır haccını. 

Hacım kusura bakma da sen ihram değil peştemal sarmışsın..

Dindarlık kabuk halde özünü kaybetmiş. Sadece şekil.. Saç sakal cüppe selamün aleyküm..

Hadi bakalım aleyküm selam...

BAZI GERÇEKLER NEDEN SAKLANIR

İnsan beyni milyonlarca yıllık bir sürecin, tarihin saklandığı Holografik birLevhadır (Levh-i Mahfûz). Öyle ki, yeryüzünün bizlere dayattığı tüm o koşulların ve yaşattığı mücadelelerin, bizlerde ortaya çıkarttığı savunma stratejilerinin, davranış kalıplarının hepsinin özetini, benliğimizin karanlık kuytularında içselleştirmiş ve çoğu zaman farkında olamayacağımız bir şekilde yaşıyoruz. İlkel dürtüler veya içgüdü olarak çalışan bu mekanizmalar bizlere avantaj sağlayabilmeleri için evrimleşmiştir.
Örneğin, limbik sistem adını verdiğimiz beyin bölgesindeki ‘amigdala’ adlı sinir düğümü sert ve çetin doğa mücadelelerine karşı canlı bünyesinde tehlike anlarında kaç/saldır tepkilerini oluşturmak ve bunları kaydedebilmek için gelişmiştir.
İnsan beyni bir yandan ego duvarı inceldiğinde kendisinde ışıltılı ve derin bir huzur denizini çıkartacak potansiyele sahip iken diğer yandan da birkaç miligramlık hormonal değişim veya çok küçük bir dışsal uyaran ile dünyaya bakış açısı tamamen farklılaşacak kadar da değişkendir, zayıftır.Rahatlık alanımızdan çıktığımızda veya bu alanımıza dokunulduğunda amigdalamız da hemen uyarıldığından korkularımız harekete geçecektirAmigdalanın beynimizin en derin bölümünde yerleşmiş olması, en ilkelinden en kompleksine kadar tüm omurgalılarda bulunması, bu bölgenin daha hayatî fonksiyonları icrâ ettiğinin göstergesi.Korkularımız tetiklendiğinde veya tehlike hissettiğimizde çok daha sonraları evrimleşen, aklı işleten gelişmiş beyin bölgesinin(neo-korteks) örtülmesi, pasifize olması da bu nedenle. Limbik sistemle birlikteduygusallıkta takılı kalmamızın nedenlerinden birisidir, amigdala.
Toplumsal Amigdala
İnsanoğlunun hayvanîlikten ayrılıp bilgisini artırmaya başladığı günden beri birbiriyle mücadele etmeye, hatta savaşmaya devam etmesinin nedenlerine “Bilgi Farklılığı” da eklenmiştir. Rahatsız olmasını veya savaşmasını engelleyebilecek, “entelektüel bilgiyi işleyen”gelişmiş ön beynine rağmen,toplumsal amigdala baskın çıkmakta ve farklı kişiler, gruplar, toplumlar farklı inanç bilgisine sahip oldukları ve paylaştıkları için, ilkel güdülerinin doğrultusunda kaderi çizilen insanlar bu durumu rahatlık alanlarına müdâhale olarak algılar ve rahatsız olurlar. Çünkü orjinal bilgi, elde edilmesi rahat olan taklit bilginin bölgesini taciz etmektedir.
Toplumsal Amigdalanın vereceği tepkiyi bilen, kaderini dürtüleriyle değil de, ön beyinleriyle egolarını kontrol ederek çizen Hissiyat sahipleri de toplumların ezberlerine ya hiç dokunmamış veya yumuşak dokunuşlar yapmış, aydınlanmanın/gerçeğin bilgisini binlerce yıldır gizli mekânlarda hak edenlere (içgüdülerine karşı mücâhede eden Sabır sahiplerine) ve döneminin mecazlarıyla da halka vermiştir.
*/ Bu mecazlar halkın inandığı hikâyeleri, batıl inançları da içerebilmektedir. /*
En ufak bir karşıt-uyaranda dünyası değişen egoya kaldıramayacağı yükü Sistem yüklemez. Kişi hazır olduğunda/yandıktan sonra ise kendisine otomatik olarak yüklenmeye başlar. Bir civcivin içerisinde bulunduğu, korunduğu, beslendiği yumurtanın kabuğunu, o civcivin kendisi, kendi çabasıyla kırıp dış dünyaya çıkmadan önce, dışarıdan müdâhale ile kırarsanız, o civciv hazırlıksız yakalandığı yeni (!) yaşama adapte olamadığı için bu ortamın şartlarını kaldıramaz ve kısa sürede ölür.Yâni yeni ortamı kaldırAmaz!…
Varlık âlemindeki Rahmãn(Kimliksiz “O”nun Bilinemezliğini) ve Rahîmi(Kimliksiz “O”nun Bilinebilirliği)“esirgeyen, acıyan, bağışlayan, şefkatli (!)” gibi insanî duygularla yorumlayan; öldürdüğümüz hayvanları afiyetle ve büyük bir keyifle yerken üzülmeyip de, ölen-öldürülen-öldüren bizlere de, Sistem’de duygusallığın geçerli olmadığınıbilmeden farkındalıksız/otomatik/tepkisel olarak üzülen-sevinen-kızan; ama nötr=yorumsuz olamayan biyokimyasal fabrikalarımıza (beynimize) bazı gerçekler elbette açıkça anlatılmaz. Din, tasavvuf, bilim vs. şartlandırmalarıyla/ezberleriyle,kendimizde açığa çıkarmadığımızorijinal olmayan taklit bilgiyle de Gerçeğe ve onun yaşamına hazır olamayız.
Elbette burada duygusallığa veya taklit bilgiye karşı bir tavır sergilemiyoruz. Sadece, birçok eylemi beyninin biyokimyasından kaynaklanan ve duygusallıkla ömür geçirenlerin, duygusallıkta takılı kalanların, taklit ettiklerinden başka sermayesi olmayanlarıngerçeklerle yüzleşemeyeceğini veya çok zorlanacaklarını, dinsel/toplumsal/sosyal kalıpların kaplamış olduğu sinirsel işletim sistemlerinin çökebileceğine işâret etmeye çalışıyoruz.
Anlatıldığında gerçekleri kaldıramayacak veya anlamayacak olanlara bunların anlatılmaması veya adım adım anlatılması, nasibinde varsa yenidünyaya çıkacak olan beyinler için birer rahmettir, onların korunması içindir. Burada gerçeği saklayan, açıklayan birileri, belirli bir grup değil, birilerinden otomatik olarak açığa çıkartan Sistemin kendisidir.
Evren/Dünya Kitabında hiçbir şey eksik bırakılmamış, her şeyden örnek verilmiş olduğundan Görünür Dünyamızda bu konuyla ilgili misâli de okuyabiliriz:
Çocuklar akılları kesene kadar oyalanmaları için bir takım “Ali Baba ve Kırk Haramiler”masalları ile büyütülür. Akılları gelişmeye başladıkça, büyüdükçe içinde bulundukları ortamın gerçekleriyle zorlanmadan yüzleşirler ve ona adım adım uyum sağlarlar. Ali Babanın, Haramîlerin işâret ettikleri, Gerçekler yavaş yavaş fısıldanır.
Bu yansıma örnekte olduğu gibi, Müslümanlık, Hıristiyanlık bilgileri, ötedeki (!?) cinler-periler-şeytanlar-melekler-ahret mecazları, Kutuplar, Gavslar, üçler-yediler, Baba-Oğul-Kutsal Ruh vs. kavramları yüklenen beyinlere de duygusallıklarından ve taklitten sakındıkları ölçüdeiçsel veya dışsal rehberi tarafından bu kavramların işâret ettiği gerçekler fısıldanmaya başlanırr.
Fısıltı orijinal bilgidir, ilhamdır; İNSAN’lığın göstergesi olup Âdemde açığa çıkar. Fısıltının şartı Akıl Yaşını büyütmektir. Büyütmenin anahtarı ise duygularımızın bizi kontrol etmesinden ziyâde bizlerin o duyguları kontrol edebilmesidir. Aklını büyüttükten sonra isteyen istediği duyguya ve duygusallığa bürünebilir!
Duygusal olmakla olmamak bizlerde bir olduğunda, özgürce kızabilir, özgürce kahkaha atabiliriz! Çünkü öfkeyi, yâni salt “Celâli” dengeleyen “Halîm” mânâsı da bizde açığa çıkmıştır. İçte denge varsa farkında olur insan!.. Kontrol edebilir, dilediği gibi oynayabilir duygularıyla!
Gerçekler duygularımızı değil; duygusallığımızı, duygu selimizi bırakarak hissedilebilir ancak.
Sistem o kadar hayret verici ki, aslında her şey apaçık anlatılmış; ama duygusallığın/şartlanmaların bürümüş olduğu egomuz nedeniyle gözümüzün önündeki hakîkatten her an perdelenerek, yâni İblisimizi Özümüze secde ettiremeyipher an Cennetten kovulmaktayız. Bizlere mecaz olan gerçeğin dili farkındalıksız/kontrolsüz duygusal olmayan “akıl sahipleri” için apaçıktır. Onlar için Yaratıcı ÖZ’ün Bilinemezliğinden başka, “Sır” diye bir şey yoktur.
(SONSUZLUK KULESİ-BERKAY ÖZCAN)

RECEP TAYYİP ERDOĞANA MİNNETTAR OMALIYIZ


Emre Öner'in yaşanan bir olaydan hareketle Türkiye'nin yaşadığı süreci yorulmadığı yazısı:
"1994 yılında Bobby Crabree ve karısı 14 yasındaki kızları Matilda'yı evde bırakıp başbaşa bir arkadaşlarının verdiği davete gitmek isterler.
Kızlarını aynı yaşlarda çocuğu olan komşularına bırakıp yola çıktılar.
Beraber oyun oynarken çıkan tartışma sonucu Matilda evine döner.

Güzel bir gece geçirdikten sonra evlerine gelen anne babasını cama yansıyan otomobilin ışıklarından farkeden Matilda ailesine bir şaka yapmak ister. Üzerine bir beyaz çarşaf alır ve dolaba saklanır.
Tam o sırada alt katta eve giren baba bir kısım tıkırtılar duyar, ne de olsa kızları komşudadır bu seslerin kaynağı ne olabilir... Hemen evdeki tüfeğini alır üst kata doğru çıkmaya başlar.
Elini kapının kolunu çevirmeye başlar.
Tam kapıyı açtığında, Matilda booo diye dolaptan çıkıp babasına şaka yapmak isterken babası silahıyla öz kızını vurur.
Kız 2 saat komada kaldıktan sonra ölür. 

Şimdi soru şu; Baba henüz karşıdan gelenin ne olduğunu anlayamadan kızını neden vurdu ? Ve bunun günümüzde olan olaylarla ilgisi ne ?
Alnımızın hemen arkasında beynin mantık ve karar alma merkezi olan prefrontal kortesk bulunur. Daha ortalar doğru ise duygusal beyin merkezi olan Amigdala vardır.

Bunların arasındaki en önemli farklardan biri; dış dünyadan gelen bilgi Amigdala'ya Prefrontal korteksten 10 kat daha hızlı ulaşır.

Tabi saniyenin 1000'de birlik zaman dilimleri normalde çok önemli gözükmeyebilir fakat böyle hayatı durumlarda, ani karar verilmesi gereken yerlerde bazen hayatta kalmaya bazen yaşamın yitirilmesine sebep olur.

Çünkü o gece baba eve geldiğinde karşılaştığı anı manzara beyinindeki korkuyu, yani bir duyguyu, yani amigdalayı tetiklediği, bu da savunma durumuna geçirdiği için silahını ateşlemesine sebep olmuştur. O kısacık andan sonra ben ne yaptım, bu neydi diye sormaya başlar, yani Preforantal korteks devreye girer.

Beynin bu nörolojik yapısını anlamamız bizim milletimizin sosyo-psikolojisini çözmemiz açısından çok önemli hatta hayatı.

Çocukluklarında  travma yaşamış insanların beyin yapılarında bazı bozulmayalar meydana gelir. Etrafından, çoğunluka anne ve babasından,  duygusal yada fiziklsel şiddete maruz kalmış bir çocuk dünyanın güvenli bir yer olmadığını zihnine yerleştirir ve amigdala normalden çok daha fazla ve çok daha hassas çalışır.

Bunu daha önce trafik kazası yaşamış birinin her trafiğe çıktığında sanki bir araç kendisine çarpacakmış gibi hissetmesine benzetebiliriz. Çünkü beynindeki korku devreleri bu duruma karşı hassaslaştığı için kurulan yanlış bağlantılarla bütün bir trafiği kaza olacakmış gibi algılar.

Ve anne babasına sağlıklı bağlanamayan ( attechment theory ) bu çocuk, eğer bir terapi sürecinden geçmezse, ömrü boyunca karşılaştığı insanlarla hep bir bağlanma problemi yaşayacaktır, evlilikleri dahil.

İnsan kendi başına bütün bir toplumun özeti, toplumda büyük insan olduğuna göre geçmişinde büyük travmalar, savaşlar ve acılar olan toplumlarda aynen bu çocuk gibi davranır. Yani başta Türkiye olmak üzere, doğu toplumlarının geneli Amigdala'nın Korsanlığı altında Bağlanma Problemi yaşamaktadır, bütün bir hayata karşı.

Hep Bollywood filmleriyle dalga geçeriz, 4 saatlik rengarek film mi olur diye. Fakat gerçek hayat size aşırı stres ve korku yüklüyorsa rahatlamak ve güven duymak istersiniz. 

Bizdeki tv dizilerinin bu kadar uzun olması ve tüm dünyadaki en iyi tv showlarının hemen ulaşılabiliyor olmasına rağmen tekrarlarıyla izleniyor olmasının derininde yatan sebeplerden biri de budur. İnsan sadece başka bir insana bağlanmaz bir ürüne  de bağlandır kurgu bir karakterede. Ve kendi korkusunu bastırmak için ordaki güvenli yavaş akan ortama ihtiyacı var. Bir manada tv onun anti-depresanı olmuştur.

Toplumuzun için son zamanlarda sıkça kullanılan "Fikrimiz yok algımız var" var lafı bu nedenledir. Aşırı güvensizlik bizi aşırı korumacılığa bu da en ufak bir ayrımda hemen kamplara bölünmeye götürüyor.  Ya bizdensin ya da onlardan.. Ya dostsun ya da düşman düşüncemizin arkasında bu vardır.
Ve tam da bu noktada Tayyip Erdoğan büyük bir teşekkürü hakediyor. Çünkü;

Takıntılarıyla hayatını çok zor duruma düşüren biri bunlardan kurtulmak için terapiye gelse, örneğin bir obsesif kompulsif hasta, belli bir derecenin üzerindeyse rahatsızlığı, yaşamaktan korktuğu şeyin daha fazlasını ona yaşattığınızda bu takıntı otomatik olarak ortadan kalkıyor.

Mesela, temizliği takıntı haline getirmiş birinin başından aşağı bir kova pislik boca ettiğinizde artık o halden korkmuyor ve hayatı normale dönüyor. Çünkü,daha kötü bir halden sonra bile hayatına devame edebildiğini, dünyanın sonu olmadığını görüyor.

Bizim toplumumuzda hangi camiadan olursa olsun, dini cemaatlerde dahil;

kendi zayıflığından ötürü lidere bir anne baba gibi bağlanma, 
otoriteyi ve devleti herşeyden üstün görme, 

•En ufak bir farkli harekette bulunani hain ilan edebilme
söylenen fikrin içeriğinden çok kimin hangi konumda söylediğine bakma, 
kendi hakkını öğrenilmiş çaresizlik içinde arayamama 
başka toplumdan biriyle, bir alevi veya bir hristiyanla veya bir solcuyla görüşmekten kaçınma ve onu düşman görme gibi rahatsızlıklar var.

Ve Tayyip Erdoğan özellikle son dönenmde yaptıklarıyla, teorik olarak öğrenmemiz gereken bu şeyleri hal diliyle bize anlatarak, aynen takıntılı birine o hali misliyle yaşatıp onu bu takıntıdan kurtarmaya çalışan psikolog gibi, bizi toplumsal ve tarihi bir terapiden geçiriyor. 

Kendisine bundan dolayı burdan teşekkür ediyorum.

(Bediüzzman'ın Hücumat-ı Sitte'de anlattığı Korku zaafını birde Amigdala bozukluğunu düşünüp okumada fayda var. )"

16 Eyl 2015

KURBANA TRABZON YORUMU


'' bugün girdiğim bir eczanede eczacı ve kalfası imam görünümlü bir büyüğümüze ne kesmeleri konusunda danışıyorlardı. 


eczacı - ne kessek daha iyi olur hocam?
hoca - tabi bulabilirseniz bakir dana iyi olur ama koç her zaman en iyisidir.
fırlama kalfa - koç için güzel diyorsun ama çok pahalı
hoca - unutmamak gerek ki hz. ibrahime de gökten koç inmişti.
fırlama kalfa - indi de parayla inmedi ya, bedava indi. biz parayla keseceğiz. 

not: (yer: trabzon/akçaabat şiveleri hayal edin diye söyledim) ''


Ekşi'den alıntıdır.

:-))))) çok güldüm öyle böyle değil...

14 Eyl 2015

ELEŞTİREL DÜŞÜNME TEKNİKLERİ

Akşam arafta sorularda Ahmet Turgut vardı ve Aliya İzzetbegoviç'in(allah rahmet etsin) bir lafını söyledi programda.

''eğer elimden gelseydi bütün islam ülkelerinde üniversite eğitimine kadar okullarda tek bir ders okuturdum,eleştirel düşünme teknikleri.''

Kant bunu söyleyeli iki asır oldu da neyse.. 

Eğitim de eğitim diye dört dönen benim için anayasanın değiştirilemez ilkesi gibi bir ana prensip bu sözün ifade ettiği mana. Eleştirel akıl yoksa hiçbir şey yok..

Bir insana verilecek en büyük eğitim düşünme ve düşündüklerini ifade edebilme becerisi kazandırmaktır. Gerisi zaman ve para kaybı şekil a , bugünkü eğitim sistemi..

Beni delirten gerizekaalı gibi hala bu sistemde ısrar ediyor olmamız. 

O günleri görmeden ölecem ona yanıyorum bir de okul çağına gelmiş iki çocuğuma..

12 Eyl 2015

KABEDE DEVRİLEN VİNÇ

Dün korkunç bir kaza oldu biliyorsunuz.

Mescidi Haramı genişletme çalışmaları için kurulan vinçlerden birisi fırtınanın (evet yanlış okumuyorsunuz ) etkisiyle devrildi ve bu feci kazada sabahki son rakamlara göre 113 ölü vardı.

Benim dikkatimi çeken şey şu oldu. Mekke canlı diyor Diyanet tv , etrafta ambulanslar gidip geliyor ortalık enkaza dönmüş, o devrilen vinç gibi en az onbeş tane daha vinç var etrafta ve bizim hacı emmiler Kabenin etrafında dönmeye devam ediyor. 

İlla Kabenin tepesine mi düşmesi gerekiyor orayı boşaltmak için ???

Bu ne aymazlık lan.. 

Elli metre ötesinde onlarca ölü yaralı var adam hala dönüyor...

O Suud yönetimini de allah o devrilen vinç gibi kahretsin...

daha da bişey demiyom...

KORKTUGUN SEY BASINA GELIR

Korktuğun şey başına gelir..

Turnuva başlamadan önce Ergin Hoca kafasında grubu 3.bitirip 2.tur maçında ev sahibi Fransa'dan sıyrılarak ilk yedi içinde bitirip olimpiyatlara kalabiliriz diye kurmuştu. Yani hedefte bir final ya da yarı final oynamak yoktu. 

Evrensel yasadır korktuğun şey başına gelir...

O korkulan şey başa gelmiş durumda ve bu durum için mental hiçbir hazırlık yapılmamış durumda. Bu akşamki maça biz korktuğu başa gelmiş bir psikoloji ile maça başlayacağız. Yani dizlerimiz titreyerek. Bakmayın Ergin Hocanın , Almanya da ev sahibiydi ama onu da yendik Fransa'yı da yeneriz demesine. Böyle bir açıklama zaten psikolojik savunma mekanizması gereği yapılması gereken bir açıklama. Turnuva buraya kadarmış diyecek hali yok her ne kadar içinden öyle dese de. İçten söylenen fakat dışarıya farklı ifade edilen duygular muhataplar tarafından hemen hissedilir. Siz Ergin Hocanın bu beyanından etkilendiniz mi ve gerçekten Fransa'yı yenebileceğimizi düşündünüz mü ???

Taktik teknik falan hikaye.. Eğer bu psikolojiyi izale edecek bir mental çalışma yapılmadıysa sonuç bellidir .. 2x2=4.. 

Bu korku izale edilmediği sürece ilk periyot 15 sayı farkta atsak yeniliriz.  

Bakalım korkumuzla yüzleşebilecek miyiz ???

NOT. karsilasma 76-53 sona fransanin galibiyeti ile sona erdi. 

SİHİR Mİ GERÇEK Mİ ?

David Blane !!

Tanımadıysanız bugüne kadar biraz ayıp olmuş.. Adamı tarif etmek çok zor.. Sihirbaz desen değil, eksteremist desen değil, duru görücü desen değil, teleportasyoncu desen değil hiçbiri değil ama hepsi.

Yaptığı illüzyon numaraları (numara olup olmadığına emin değilim numara da biyere kadar) aşmış ötesi..Harrison Ford'un evinde yaptığı sunum diyeceğim artık buna numara falan değil artık bu küçük dilinizi yutacağınız cinsten. Lokantada yaptığı gösteriye oradaki elemanın yaptığı yorum gibi ; ama bu numara değil ki gerçek !!! Harrison Ford'un tepkisi gibi tepki vereceksiniz siz de eğer daha görmediyseniz. Adamın evinin mutfağında kasede duran portakalın içinde ne arıyor kupa dokuz...Bunun neresi illüzyon..

Seyredin de biraz gözünüz açılsın dünyayı belki farklı görürsünüz de yeni bir başlangıç yaparsınız..

Adam da tuhaf bir enerji var. İstese bütün New York şehrini üç saniyede hipnoz edebilir gibi geliyor bana.. Öyle acayip bir herif..

Parkta zenci çocuklarla yaptığı gösteri çok hoştu ya. dört zenci delikanlıyla karşılaşıyor. Delikanlılardan birinden 1 $ alıyor. Bunu 100 $ yapmayı deneyeceğim ama bunu başarırsam aranızda paylaşacaksınız diyor. 1$ doları delikanlının avucuna sıkıştırıyor gözlerini kapatıp fokuslanıyor David abimiz . Aç bakalım diyor avucunu . Delikanlı avucunu açar açmaz çığlık atarak koşmaya başlıyor arkadaşları da peşinden. Kameraman soruyor , 100 $ oldu mu . David abim ; bilmiyorum bişeyler yaptım ama .Öyle de cool bir adam..

Hastasıyım....

10 Eyl 2015

TEK BİR AYET BİLE HAYATIMIZDA FARK YARATIR YETER Kİ UYALIM

'' Siz ey iman edenler! Allah'a karşı sorumlu davranın ve sözü yerinde ve dosdoğru söyleyin!(O zaman) O da sizin işlerinizi yoluna koyar ve günahlarınızı bağışlar. Zira her kim Allah'a ve Rasulü'ne uyarsa, iyi bilsin ki o nihai ve büyük kurtuluşa ermiştir.'' Ahzab 70-71

Bugün bütün müslümanlar tatavayı bırakıp (boş beleş yere Kuranı tartışıp duracağına ) hayatında sadece şu ayetleri uygulamayı şiar edinseler-edinsek- herşey değişiverecek. Yapacağımız tek şey doğru söylemek ve işimizi doğru yapmak. Ben buna uğraşıyorum yapabildiğim kadar..Her şey bu kadar basit. Al sana iman ve islam.. Her işin başı doğruluk değil mi ? İman ve yalan bir arada bulunmaz diyen bir Nebiye inanmıyor muyuz ? 

Hadi bakalım sadece bir gün yalan söylemeden yaşamaya çalışalım bakalım başarabilecek miyiz ? 

Zor geldiyse ayarlarınızı kontrol edin o zaman en baştan..Kendinize müslüman demeden önce..

8 Eyl 2015

PURGATORY-ARAFTAYIM GÖLGE ETMEYİN ALIN CENNETİNİZİ DE CEHENNEMİNİZDE YANIN

I split my brain, melt through the floor
over clouds my mind will fly , forever now I can't think why
my body tries to leave my soul
.....

please take me away take me away so far away.....


Memleketin  ve bu güzide memleketin dingildek zekaları Iron Maiden'ın bu parçasını getirdi hatıra..

Al götür beni ne kadar uzağa olursa o kadar iyi...

Sözün bittiği yer ... 

5 Eyl 2015

METE ÇOK YALNIZIM YAA




Dün gece Tv2 de gecenin bir vakti ''kaybedenler kulübü'' filmine denk geldim ve eski bir fan olarak oturdum gecenin ikibuçuğuna kadar seyrettim.. 

90'lı yıllar... Özel radyo ve tv lerin pıtrak gib hayatımıza girdiği yıllar. Bu ülkenin gerçekten dönüm noktası olmuş on yıl sedece bu ülkenin değil dünyanın tümden değiştiği on yıl...İnternet,cep telefonu...Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi...

O yıllar benim için Kent FM li yıllardı. Gündüz işimize gücümüze bakardık gece oldu mu radyo başına. Çok yalnızdık be usta o yıllar. Kaanın dediği gibi o kadar yalnızdımki yalnızlıktan ölüyordum az daha..Sikik bir laf gibi gelebilir şimdi ama o yıllarda bir nevi hayatın anlamıydı benim için bu program..

Ben bir kaybedenim beni niçin öldür müyorsun diyordu ya Beck o durumdaydık yani.Efsane kısa Camel sigarasının dumanıyla dolmuş bodrum katındaki evimde ''kaybedenler kulübü '' nün cıngılıyla kaybeden biri olarak hayatın bir kenarına ilişirdim . Bir yere ait olma hissiydi. 

- geçen gün cumaya gittim. ama günlerden salıydı. daha tenha oluyor usta.

Mete'nin bu repliğindeki gibiydim aynen. Salı günü cumaya giden tiplerdik işte.

Hay amına koyim yaa ..

-Uff eski sevgilimi hatırladım şimdi. 
-Hangisini.
- Ya bak onu hatırlayamadım

Doksanlı yıllarıma selam ediyorum...Bu arada Erol Egemen kimdi hakkaten...?

Not: Ekşide pek çok dingil ''kaybedenler kulubü'' filminin gerçek bir radyo programı olduğunu bile bilmeden yorum yazmış. Kaan'ın dediği gibi , dön dedim yaa .

3 Eyl 2015

VİCDANINIZA NE OLDU ARKADAŞLAR

Ben oturdum ağlıyorum...Kendi vicdansızlığıma...

Bu topraklar İspanya'dan sürülen yahudilere kucak açtı..

Ruslardan kaçan Polonyalılara kucak açtı..

Petro'nun kovaladığı İsveç kralına kucak açtı..

Biz çerkeslere kucak açtı.. 

Balkanlardan kovalanan vatandaşlarına kucak açtı.. Hem de yokluğun yoksulluğun içinde..

Bu topraklar kaçanların sığındığı bir coğrafya oldu..

Şimdi ne oldu da komşularımıza kol kanat germek zul addedilir oldu. Mesele oldu..Siyasi meze oldu. Bu nasıl vicdandır ya.. 

Ona buna laf sokacağına bana düşen bir şey var mı ben ne yapabilirim de ve yap.. 

Yok bir şey yapmıyorsan da bi siktir ol ortalıktan git bir köşede benim gibi ağla...

Amma yozlaşmışız bee..

2 Eyl 2015

KIYILARA VURAN KALPLER






Savaş böyle bir şey işte. şimdi alın tüm mezhepçiliklerinizi ve ırklarınızı götünüze sokun.


emeği geçen herkesin allah belasını versin.

Anlı şanlı Evropa ülkeleri de duvar örüyor, tel çekiyor sınıra.. Merkel, EU başkanlarının mülteci krizini görüşmeyi düşündüklerini açıklıyor. Geçen akşam seyrettiğim bir programda , itirafçı bir insan kaçakçısının Palermo savcılığına verdiği ifadede şöyle dediği söylendi; bu işi herkes Libyalıların yaptığını sanıyor oysa bu trajedinin asıl sorumlusu Almanyadır, bu işi organize eden asıl kişiler Almanya ve İsveç'te yaşıyor ve bütün bu kaçakçılıktan kazanılan para Alman ve İsveç bankalarında .

Böyle kaç çocuk bedeni vurdu Akdeniz kıyılarına bizim denize girip güneşlendiğimiz kumsallara. 

Nasıl hesap verecez bilmiyorum bunların hesabı sorulur bir gün..

1 Eyl 2015

CENAZE İÇİN BİRKAÇ KİLO HURMA

İranlı yönetmen Saman Salour'un yazıp yönettiği benim için bu yılın en büyük keşfi olan Mohsen Namjoo'nun da postacı rolünde oynadığı insan ve yalnızlık ekseninde dahice çekilmiş bir film. 

Başkalarına olan ihtiyacımızın ve temelde sevmenin kaçınılmaz yazgımız olduğunu imkansız bir coğrafyada imkansız aşkları anlatıyor. Filmin baş karakter oyuncusu Sadri , kaza geçirmiş ve arabası karla kaplanmış ölü bir kadına aşık olur. Sadri'nin aşık olduğu ölü kadınla olan sahneleri benzersizdir. O sahnelerde insan doğasının sevmeye olan susuzluğu çırılçıplak önümüze konur. Dehşete kapılırsınız . 

Düşünmek lazım , Sadri'nin ölü bir kadına olan aşkı mı yoksa bizim yaşadıklarımız mı aşk ? Sadri'nin ölü kadına duygularını ifade edişi kelimelerle anlatılamayacak kadar şiirsel.