25 Mar 2013

MEHMET AKİF ERSOY'A KUANTUMSAL BAKIŞ

Çanakkale deniz zaferinin yıl dönümü nedeni ile Habertürk kanalında Öteki Gündem programında Mehmet Akif Ersoy ve hayatı konuşuldu. Bilmeyenler bu programdan şöyle bir sonuç çıkarmışlardır " İstiklal Marşının şairi Çanakkale Destanını yazan Safahat gibi bir dev esere imza atmış alim,fazıl iman abidesi bir zattı ama sefillik içinde yaşadı ve sefalet içinde öldü. Hatta oğlu ve torunu da ondan daha sefil bir şekilde çöp varillerinin yanında sokaklarda yitip gitti. Vatan şairine ve ailesine bu reva mıdır arkadaş !" 

 Bu madalyonun bu tarafı.Parayı küçümseyip dokunaklı bir hayat yaşamayı matah bir şey zannettiğimizden dinleyen herkes şöyle bir iç çekip ulen kahpe felek bu da olur mu demiştir. Şimdi ben şeytanın avukatlığını yapacağım. 

 Üstat çok büyük bir şairdir. Çok zeki ve çok yönlü biridir aynı zamanda. Baytar mektebini birincilikle bitirmiştir. Babası Tahir Efendi Fatih Medresesinde hocadır. Üstat 15 yaşındayken babasını kaybeder ve aynı sene evleri yanıp tamamen kül olur. Hem babasız hem de evsiz kalır. Yük omuzlarına binmiştir. Sanırım o ergenlik yaşında ailesiyle babasız ve evsiz tek erkek çocuk olarak kalakalması Üstadın hayatında derin izler bırakmıştır. O dönemden sonra başlayan yokluk yılları ve yokluk bilinci Üstat ölene kadar devam etmiş ve çocuklarına torunlarına kadar sirayet etmiştir. ( o devrin savaş ve yokluk yılları olması ayrı bir bahis evet o yıllar bir imparatorluğun çökmesi yıllar süren savaşlar halkı perişan etmiştir. Ancak Akif hem tahsillidir hem yetenekli ve beceriklidir. İstese o şartlar içinde bile düştüğü sefalete düşmeyecek kadar fırsatı ve imkanı vardı) 

 Üstat ,1913 yılına kadar memuriyete devam etse de o dönemden sonra cihan harbi ve sonrasında İstiklal Savaşında Teşkilat-ı Mahsusa da faal olarak görev almıştır. 

 İnatçıdır üstat.(arnavut ne de olsa) 1923'ten sonra çok sevdiği vatana ve silah arkadaşlarına da küser zira vatanı birlikte kurtardığı insanlarla yolları ayrılır ve devrim kendi çocuklarını yer. 

İstiklal Marşı için verilen para ödülünü almaz oysa o sıra palto alacak parası bile yoktur.Sonra ikna edilir ama parayı bağışlar. Kendisine çok büyük saygı duyulmaktadır ve yardım edilmek istenir ama Üstat bütün yardım yollarını tıkar. İnatla sefalet içinde yaşamak için direnir adeta. Beş çocuğu vardır oysa kuruşa muhtaçtır. Ama O hiç ikbal düşünmez. Milletine bir İstiklal Marşı verir. Çanakkale Şehitlerine bir destan. Ailesine ise yokluk. Hakeza kendisine de. 

 Ne kendisi ne de çocuğu ve torunu sefilliği hakediyor muydu ? Asla. Ama kendi seçimi buydu. 

 Şairdi hem de ne şair. Hafızdı. Fransızca ve Arapçayı ana dili gibi biliyordu. Çok zekiydi. Gençliğinde hem yüzmüş hem de güreşmişti. Üniversitede ders verecek kadar alimdi. Bir tek parayla arası barışmamıştı. Parayı da üstat istemedi kader neylesin. Ölümünden iki ay önce kendisine verilen toplu maaşta ailesine kaldı o da ancak borçlarına yetti yetmedi. Bildiğim kadarı ile 600 lira borç ile öldü. Vatana borcunu ödemişti şair 600 lirayı da ondan kimse sormaz herhalde. Soran olursa bu millet hakkından gelir. Üstadın kendi dediği gibi insan ya hamiyetsiz olacak ya paralı olacak.(Küfe şiirindeydi sanırım bu dize; ya hamiyetsiz olaydım ya da param olaydı) Kendine reva gördüğün hayat sana yakışmadı be Üstat. O beşyüz altını bu millet sana helal ederdi be. Hakkımız var mı bilmem ama sen bize hakkını helal et.

18 Mar 2013

SU HAYATTIR PARAYLA SATILAMAZ..

Bugün K.Çekmece adliyesine giderken Metrobüsten indikten sonra adliyeye giden caddenin sol başında PINAR YEMEK adında bir lokanta gördüm. Lokantanın ön cephesinde kocaman "SU HAYATTIR PARAYLA SATILAMAZ,İKRAMIMIZDIR " yazıyor. Gözlerim yaşardı doğrusu. Suyu parayla satıp para kazanan Allahsız vicdansız izanını şuurunu kaybetmiş kapitalist ahlakına batmış cümle zata inat suyu olması gerektiği gibi sebil olarak dağıtan bu Allah dostu esnafa canı yürekten teşekkür ettim. Darısı devletimizin başına...

16 Mar 2013

BİR TERÖRİSTİN GÜNLÜĞÜ

Bu aralar malum PKK ve Kürt hareketi ile suların durulduğu bir dönemdeyiz herkes çözüm istiyor. (Aşağıda alıntılayacağım yazılardan kimse abuk sabuk anlamlar çıkarıp konuyu oraya buraya çekmesin baştan uyarayım.) Aklıma 1997 mayıs başında kuzey Irak'a yaptığımız operasyonda yaşadığım bir anımı anlatacağım. Yıl 1997 aylardan mayıs. Operasyonun ismini hatırlamıyorum. Ben Hakkari Dağ Komondo Tugayı 4.Tabur 1.Tim komutan yardımcısı Asteğmen olarak bu operasyona katıldım. Biz operasyonun ilerleyen günlerinde zap vadisini aşıp (tepelerin isimlerini hatırlamıyorum) karşı sırtlara çıkmıştık. Bizden ilerde başka bir birlik yoktu. Bulunduğumuz yerden bakınca sanırım Amediye kasabası geceleri ışıl ışıl parlıyor benim türlü türlü hayaller kurmama sebep oluyordu. İnsan olduğumu hatırlatıyordu bana o soğuk ışıklar. Neyse bir mağara aramasında ele geçen pek çok dokümandan bir kısmı da günlüklerdi. Hatırladığım kadarı ile Baran isimli bir PKK'lının günlüğü de bunların arasındaydı. Baran, kendisiyle ilgili,katıldığı çatışmalarla ilgili sevdiği kadınla ilgili,kurduğu hayallerle ilgili pek çok şey yazmıştı o sayfalara,kendisi hayatta mıydı hiç bilmiyorum. Uzun süre o günlük benim sırt çantamda gezdi.Çünkü o sıralar ben de günlük tuttuğum için askerlik dönüşü hem Baran'ın yazılarını hem benim yazılarımı içeren bir kitap yazmayı planlıyordum. Askerlik dönüşü açıkçası başım belaya girmesin diye bu işi rafa kaldırdım sonra da hem benim günlüklerim hem Baran'ın günlüğü çok sık ev değiştirdiğimden sanırım bir yerlere karıştı gitti. Baran sanırım 21 Şubat tarihli yazısında geçenlerde girdikleri bir çatışmada ölen bir arkadaşından bahisle şöyle bir cümle yazmıştı; " -ismi uyduruyorum- Cemil arkadaş geçen hafta -ismi hatırlamıyorum-bölgesinde askerle girdiğimiz çatışmada şehit oldu,Allah umarım bana da vatanım için şehit olmayı nasip eder." Baran'ın bu cümlesi beni geceler boyu düşündürdü. Bize terörist olarak anlatılan bu insanların bu amansız dağlarda tam techizatlı bir orduyla hiç kazanamayacakları bir savaşa girmelerinin hiç te bizim düşündüğümüz gibi basit bir dağa çıkma olayı olmadığına beni ikna etti. Ölürse şehit olacağına inanan bir insan nasıl mağlup edilebilirdi düşündüm.? Terör denilen bu olayın öldürerek bitirilemeyeceğini bizzat yaşayarak gördüm. Nitekim de bugüne kadar bitmedi. Bu yazıyı okuyacak kişilerin Baran'ın sözlerini bir kenara yazıp konuyu bir de öyle değerlendirmelerini öneririm.

8 Mar 2013

ASKERDEYKEN NİYE EMİRLERE İTAAT EDERİZ YA DA KİTLENİN AKLI

Eric Hoffer'ın Kesin İnançlılar-Kitle Hareketlerinin Anatomisi adlı eserinde ilk defa aklıma düşen başlıktaki bu duygu ya da fikir üstünde askerdeyken bol vaktim olması ve ortamın bunun için çok uygun olması nedeni ile uzun uzun düşündüğüm ve gözlem yaptığım bir kavram oldu.(Ayrıca bu muhterem arkadaş hem Berkeley'de ders veririken aynı zamanda rıhtımdaki hamallık işine de devam ediyordu.Hem hayat hikayesi hem de eser bir başyapıttır. Ruhuna selam olsun) 

 Ben askerliği yedek subay olarak Van ve Hakkari-Yüksekova'da yaptım 1997 yılında. İlk sorum şuydu ;benim burda ne işim var ? Elime silah verip beni dağa gönderen devlet ile eline silah alıp dağa çıkan adamlar ile şahsen benim ne ilgim vardı ? Ben silahımı bırakıp eve dönebilir miydim ? Niye böyle bir şey yapmayı seçmiyordum ? Orada ölebileceğimi bile bile beni tutan şey neydi ? Niye yüzlerce insan bir kişinin emriyle yürüyor,duruyor ve ölüyordu ? Orada bulunan askerlerin ve yedek subayların bir kişi hariç tamamı orada olmak istemiyordu,bunu kesin biliyorum ben de dahil. Peki bizi orada tutan şey neydi ? 

 Orada yaşadığım bazı olaylar insan isterse durumun değişebileceğini göstermiştir. Mesela ben kesin emir olmasına rağmen emredilen tepeye çıkmadım ve neticesinde savunmam alındı ama belki bir kaç kişi ölmekten kurtuldu. Cilo dağlarına yapılan bir operasyonda 2.taburun komutanı kurmay albay tugay komutanın kesin emrine rağmen kendi taburu ile bizim taburu karşı tepeden gelen ateşe doğru ilerletmedi. Tugay komutanına verdiği cevap hala kulaklarımdadır "gel de sen in". O albay sayesinde o gün onlarca kişi ölmekten ve yaralanmaktan kurtuldu. Ama aksine davransaydı biz oraya doğru gider miydik bilmiyorum ? İnsan tekini aklını kullanmaktan yoksun bırakacak kadar güçlü olan duygu nedir ? Ne oluyor da yığınlar birkaç kişinin oyuncağı haline gelebiliyor ? Mesela bu yıl askere gidecek gençlerin hepsi biz askere gitmiyoruz diye ortak bir karar alsa devlet ne yapabilir ? Ya da kim ne yapabilir ? Herkes benzinin pahalılığından şikayet edip habire araba alıyorsa bunu nasıl izah edeceğiz ? Hz.Ömer hutbedeyken ona itiraz eden sahabi şöyle der " biz seni dinlemeyiz zira sen meşruiyetini kaybettin çünkü senin üstünde ganimet olarak dağıtılan kumaştan yapılmış bir elbise görüyorum oysa bana düşen kumaştan bir elbise çıkmadı sen nasıl oluyorda bir elbise diktirebildin " Hz.Ömer şöyle cevap verir " doğru herkese dağıtılan kumaştan bir elbise çıkmıyor o yüzden oğlum Abdullah kendi hissesini de bana verdi ben de ondan bir elbise diktirdim oğlum da burdadır" der. Bunun üzerine o sahabi " o zaman tamam ya emirel müminin hutbene devam et " der. Aklımda kaldığı kadarıyla hikayeleştirdiğim bu olay oto kontrol ve eleştri mekanizmasının çalışmasının bir toplum için ne kadar hayati olduğunu gösteren net bir örnektir. Bugünkü toplumun sorunu işte tam da budur; otokontrol ve eleştri eksikliği. 

Bu sahabi gibi bireylerden oluşmuş sözleşme toplumunda ne güdülme ne sömürülme ne de haksızlık olur. Ortak bir hukuk üzerinde anlaşmış bireyler ancak organik ve adil bir toplum oluşturabilir. Yukarda bahsettiğim benzin örneğinde ,benzinin sırtına yüklenen vergilerin haksız olduğunu düşünen bireyler çok basit bir eylemle bu vergileri iptal ettirebilirler. Tersinden bir örnekle sözleşme toplumu üyesi bir birey kabul ettiği bir vergiyi de kaçırmaz böyle bir şeyi aklından bile geçirmez. Aklı başında bir toplumda diktatörlüğün oluşması bir yana böyle bir şey tasavvur bile edilemez. Zira emir sahibi biri bir emir verdiği zaman bunun cari hukuka aykırı olduğunu bilen bir memur bu emri asla yerine getirmez bunun aksi bir hukuki düzenleme de böyle bir toplumda var olamaz. Evini emrindeki askere taşıtan komutan şüphesiz ona verilmiş olan yetkileri kötüye kullanmış olur fakat onun evini taşıyan askerde buna itiraz etme cesareti ve bilinci yok olduğundan olur bu. Zaten böyle bir durumun olmaması esastır hadi oldu diyelim bunu engelleyecek olan içselleştirilmiş bir hukuk bilincidir. Bebeklik ve eğitim çağında çocuklara hayır deme bilinci ve bireysel alanlarını koruma alışkanlığı kazandırılmadığından oluyor bütün bu sıkıntılar. Ama hangi hakim iktidar böyle bireyler görmek ister karşısında. Salak olsunlar bizim olsunlar değil mi ama ?