29 Eyl 2014

AYININ KAÇIRDIĞI KADIN

Kendine güvenen insan tereddüt etmeden (tereddüt elbette vardır lakin bu tereddüt onun eylemine engel olamaz) yaşar. Tereddüt eden insan başkalarının fikri onayına ihtiyaç duyar. İnsanların çoğu da bir kimliğin içine doğar ve öylece şekil alır ve öylece gömülür. 

Başkalarının hayatlarıın yaşamak çok yorucudur. Öfkelenirsin içten içe. 

Dünyada en çok korna sesi duyacağın yer en çok araba olan şehir değildir.Korna çalarak ifade edemediğimiz hayırlarımızı ,içimize bastırdığımız çığlıklarımızı boşaltırız. Araba bilinçaltlarımızı köpürtür ya da türklerin bilinçaltını diyelim..

Bugün hiç alakası yokken ( aslında öyle bir şey olmaz hatırladıysan mutlaka bir şey tetiklemiştir) babaannemin bana çocuken anlattığı bir hikayeyi hatırladım.Hikaye şöyleydi.

Yeni evli bir kadına bir ayı aşık olur. Kuyudan su almaya gittiğinde ya da deredeyken (orasını tam hatırlamıyorum) bu kadını alıp kaçırır. Tabi kadının kocası ve köylü ayaklanır kadını aramak için (ama henüz ayının kaçırdığı bilinmemektedir) bir kaç gün sonra iz sürücüler kadının izini bir mağaraya kadar sürer, burası bir ayı inidir. Tuzak kurulur ve ayı öldürülür. Talihsiz kadın yaralı ve çıplak halde kurtarılır. 

Duru görü eyleme konulursa işe yarar..

Son sözüm budur bugün.. 

Duru görülerimi paraya çeviremiyorum ya canım çok sıkkın bugün...


26 Eyl 2014

ŞERİAT ? NE İŞE YARAR ?

Bir müslüman olarak (bu belki benim eksikliğim) bu şeriat ve şeriat dışı denen şeyi anlamıyorum. İslam devleti nedir onu da anlamıyorum. Başında islam olan şeylerin tamamen zihinsel kırılma eseri hezeyanlar olduğunu düşünüyorum. Kiliseleştirilmiş ve kiliseleşmiş cemaatlerin ve yapıların bilinçaltımızda egemen olduğunu görüyorum. Kişi tapınmacılığının malesef düşünsel ve toplumsal hayatımızı dejenere ettiğini düşünüyorum.

Zorunlu din dersleri üzerinden yürüyen bir tartışma var laik kesim denilen cemaatin itirazları anlaşılır da dindar kesimin zorunlu din dersine itirazını anlamıyorum diyor Hayrettin Karaman..Valla ben yekten söyleyim kendi fikrimi ben zorunlu olan her şeye karşıyım. O yüzden zorunlu eğitime de karşıyım ve ben bir eğitim defosuyum. Dinde zorlama yoktur. Prensip bu. Ne demiş atalarımız ne güzel de demiş; zorla güzellik olmaz. Ha sen koyun sürüsü gibi başındaki imamın ağzına bakan şeklen müslüman gözüken ya da dindar göstermelik bir toplum istiyorsan ve arzuluyorsan o başka ama bunu Kur'anın neresinden çıkarıyorsunuz. 

Halifenin görevlerini sayıyor Hayrettin Hoca.. Dini öğretmek ve yaymak (özetle) imiş. Bu halife konusu da müslümanların bir türlü dört ayak üstüne oturtamadıkları vahim bir meseledir. Yüzyıldır bir halife özlemi içinde yanar durur müslümanlar. (Bir halifemiz oldu yakınlarda buyrun tabi olun madem üstelik adam şeriat devleti kurduğunu söylüyor Irak Şam İslam Devleti. Halifeside Ebubekir Bağdadi. Bu aralar terör örgütü deniyor. Buyrun Hayrettin Hocam buna ne diyorsunuz. )

Şimdi bugün bu ülkeye şeriat geldi diyelim ve 1 Ocak 2015 ten itibaren ülke şeriat ile yönetilecek diye bir karar aldık diyelim. Bu ülkede ne değişecek ?

Hırsızın elini kestik zina edeni sopaladık başka ?

Bankaları kapattık tamam sonra ?

Nasıl bilim üreteceğiz ? Nasıl ekonomik kalkınma yapacağız ? 

Şeriat gelince iş kazalarında kimse ölmeyecek mi ? Asgari ücret 5.000 TL mi olacak. Nasıl bir üniversite eğitimi düşünülüyor. Nasılbir piyasa modeli ön görülüyor ? Almış başını Marsa gitmiş kafir Batı ile nasıl rekabet edeceğiz. ? Yoksulluk meselesi ne olacak ? Aile içi şiddet meselesi ne olacak ? Kadınlar araba kullanabilecek mi ? İran ve Suud'da olduğu gibi herkesin başı örtülecek namaza gitmeyen sopalanacak mı ? Bugün yapamadığımz hangi şeyi yapabiliyor olacağız ve bugün sahip olmadığımız hangği hakka sahip olacağız ? 

Dindarlığın sofuluk sanıldığı bir toplumu üretmenin ve düşünmenin de dindarlık olduğu kıvama nasıl getireceğiz ? 

Dindar nesil yetiştirmek ? Kemalist Cumhuriyetin de laik bir nesil yetiştirmek projesi vardı . Bu çocukların nedir çektiği ya hu ! 

KİTAPLA (KUR'AN) HERKES BİREY OLARAK MUHATAPTIR,DİLEYEN İNANIR DİLEYEN İNANMAZ,DİLEYEN AMEL EDER DİLEYEN ETMEZ.ÖTESİ VAR MI.. VARSA SÖYLEYİN ÖĞRENELİM...

Yusuf Kaplan'da " ey hakikat savaşçısı ,Batıyla savaşman gerek çünkü " diye devam eden duygusal bir makale yazmış bugün..

Gerçi makalenin sonunda konuyu oraya getiriyor ama zaten nefsimizi yenip adam olmuş olsaydık Batı diye canavrlaştırdığı bu yapı bu şekliyle olmayacaktı. Ee o zaman şimdi ne diye Batıyla savaşalım ki ? Zaten naslı savaşacağız ? Ebemezi öperler üç günde.. Kurtarıcı diye çağırdığın ve sığındığın Batıyla mı savaşacağız ? 

Bu şeytan Batı kutsal Doğu söylemi de çok laylaylom gibi geliyor bana..

Doğu bırak medeniyet inşaa etmeyi özgün mimari bile inşaa edemiyor, kaldı ki Batıyı yenecek..

La fontain'den masallar.. Anlat anlat heyecanlı oluyor...   

25 Eyl 2014

NAMAZ HAKKINDA YERİNDE BİR İTİRAZ

“Namazında sesini ne çok yükselt, ne de fazlaca kıs; ikisi ortasında bir yol tut.” (İsrâ, 17/110)



Forum'da bununla ilgili uzunca bir yazı yazmış Haluk kardeşimiz. Evet namaz kılanlar bilir bugünkü uygulamada öğlen ve ikindi namazlarında gizli kıraat vardır gece nazmazlarında ise açıktan kıraat vardır o da sadece ilk iki rekat için. Oysa diyor yazar İsra 110'da namaz kılınırken ne büsbütün sesini kıs ne de sesini yükselt ikisi arasında bir yol tut emredilirken biz niye yüksek sesle namaz kılıyoruz ? 

Soru bu !!!

Cevap ne peki ?

Eğer biraz araştırırsanız şöyle şeylerle karışlaşacaksınız ;

1-Beş vakit namaz miraç gecesi farz kılındığında (ki bu galatı meşhur kabilinden yanlış bir rivayettir namaz miraç gecesi farz kılınmamıştır merak eden araştırır öğrenir ) peygamber gündüz namazlarını kılarken sesli okuyordu müşrikler bu sesli okunan ayetlerle dalga geçiyordu o yüzden gündüz namazlarında sesler kısıldı. Gerçi ayette gündüz gece diye bir ayırım yapmıyor ama fıkıhçılar bu ayetten gece ve gündüz namazı ayrımını çıkarmayı başarıyorlar. 

Peki Medine döneminde niye hala gizli-açık ayrımlı kıraat devam etti diye soruyoruz cevap; o dönemin hatırasını yaşatmak için diyorlar.

2-İman teslimiyettir o yüzden her şeye aklımızın ermesi gerekmez ne görüyorsan yap diyen başka bir görüş var. Ayeti boşver sen uygulamaya bak deniyor. Bu uygulama işi pek çok ayetin açık anlamına ters olacak şekilde,zina,kölelik,cariye,haram aylar,miras vs (aklıma hemen bunlar geldi) gibi konularda almış başını gitmiştir. 

Laf namazdan açılmışken belki daha önce değindim bu konuya ama şu an hatırlamıyorum neyse tekrar güzeldir deyişine göre hareket edelim.

Bu hadis kur'an atışması var ya kitabını öğrenmek isteyen insanlara Kur'ancı müslüman diyen siz hadisi mi reddediyorsunuz gibisinden tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Ezbere yaşamak istemeyen müslümanlar cari din kilisesine itiraz ettiğinde aforoz ediliyorlar hemen..Bu gelenekçi tayfanın biz Kitaplı müslümanlara yönelttiği bir itiraz var her daim. Şöyle diyorlar; hadi bakalım madem hadis yok diyorsunuz (ki öyle diyen kimse yok o da yarı bir konu) Kur'anda namazın nasıl kılınacağı var mı? Hadi Nebi uygulaması olmadan nasıl namaz kılacaksınız ? Hadi bakalım onu da Kur'andan çıkarın..

Bununla ilgili bir kitap önerecektim ama kitabın ismini hatırlayamadım şimdi ararsanız bulursunuz biraz gayret.

Şimdi namaz ibadeti en başından beri bilinen ve kılınan bir ibadet olup islamın temel direğidir.(Bütün dinler tahrif edilmeden önce islam olduğu için bütün dinlerde böyledir. Bugün budist tapınaklarına bile gitseniz orada rahiplerin namaza benzer bir ibadet yaptıklarını şaşırarak görürsünüz.)

Şimdi Mekke, namazdan bihaber bir topluluk değildi haddizatında Nebi Efendimiz de namazdan bihaber değildi. Mekkeli müşrikler kendilerince bir namaz kılıyorlardı. O dönem Mekke'de yaşayan hanif gruplarda namaz kılıyorlardı. Nebi Efendimizin haniflerden namazı öğrendiğine ve kıldığına dair kuvvetli rivayetler vardır. Hatta risalet öncesi hira döneminde Efendimizin namaz kıldığı rivayet edilir. Kaldıki yahudilerde namaz kılmaktadırlar. Hatta bir yahudi mezhebi aynen bizim gibi namaz kılmaktadır tek farkı onlar önce sola selam veriyorlar. 

Ayette emredilen nedir ? Namazı kıl. Salat kelimesi elif lam takısı ile yani belirlilik takısı ile gelmektedir. Yani bu namazın muhatapları tarafından bilindiğini gösterir. Çok isabetle belirtildiği gibi o dönem için bilinmeyen namazın kaç vakit kılınacağıydı yoksa namaz zaten kılınıyordu ayetler o yüzden sadece vakitleri belirlemiştir. 

O yüzden Kur'nada namazı tarif etmez zaten namaz bilinen bir ibadettir. Kuran vakitlerle kayıtlı olarak farz kılmıştır. 

Bu gelenekçi arkadaşların kura'ndan hadi namazı nasıl kılacağınızı çıkarın bakalım demesi biraz laf ebeliğidir. 

Ayet açık ve net biz müslüman olarak neye tabi olacağız geleneğe mi ayete mi ?

https://www.youtube.com/watch?v=PAgzJZftaOA namaz demişken bu adresten Kolpaçinao filminden namaz ile ilgili bir sahneyi seyredin derim , Tarantino filmi gibi olmuş şerefsizim. Bu filmi bir yolculuk esnasında otobüste seyrettim gülmemek için kendimi tutayım derken altımıza yapacaktık.. On numara filmdir..

AKŞAM NAMAZINA YETİŞMEK

Havaların aniden soğuduğu ve benim de şifayı kaptığım gün eve doğru giderken akşam ezanı okunmaya başlandı. İçimden amma da ekene kaydı bu akşamın vakti de daha eve varamadan ezan okunmaya başlandı diye geçirdim. Tam böyle dalmış gidiyorken genç birisi heyecanla önümde belirdi ve " abi buradaki en yakın cami nerede " diye sordu. Ben de cevaben bulunduğumuz yer itibariyle camilere uzak olduğumuzu ve en yakın caminin Alibeyköy Merkez'de olduğunu ama isterse tepelere doğru da çıkabileceğini söyleyerek karşı tepedeki çamiyi gösterdim. Çok uzakmış o bilseydim minibüsten inmezdim ezan okunmaya başlayınca namaz için indim ama keşke inmeseydim. Ya ezan okunuyor abi namaz dedi ve Allah razı olsun diyerek önümde hızla ilerleyip gözden kayboldu.

Ne acele ediyorsun eve gidince kılarsın demek geçmişti içimden ama bu kadar iştiyakla cami arayan birine küfrü etmek gibi bir şey olurdu. Bana o genç kendi gençliğimi hatırlattı. Sabah ezanı allahu ekber der demez gözün açan , eğer derste ya da uzakta değilsem vakit namazlarda camiye koşan o gençliğim aklıma geldi. Gençliğimde olsaydı muhtemelen ben de akşam ezanı saatini eve gidiş saatime göre ayarlar ya da yoldaysam (o an olduğu gibi) mutlaka bir camiye yetişip akşam ezanını eda ederdim cemaatle.

Şimdi ise en öktü akşam ile yatsıyı birleştirir öyle kılarım diyerek sallan sallana evin yolunu tuttum..

Bu arada bazı mezheplerde ezan sesini duyan ve engel hali olmayan birisinin evde namaz kılması caiz değildir.Mutlaka cemaate yetişmesi gerekir. 


23 Eyl 2014

MACARİSTAN'A GİTMEYİ DÜŞÜNMEK NE AKIL AMA

Yanımda ve önümde oturan iki meslektaş konuşuyorlar aralarında belli ki okuldan tanışkılıkları var.

Mesleğin dertlerinden bahsediyorlar bol bol.

Neymiş, bu iş yapılmazmış artık. Başlarına gelen olumsuzlakları birbirlerine anlatıp duruyorlar biteviye.

Mahkemeler şöyle,hakimler böyle sistem tıkandı, memlekette adalet kalmadı vs vs. Hararetle anlatıp birbirlerini pohpohluyorlar.

Önümde oturan ; yok abi böyle olmaz bu ben Macaristan'a gidip yerleşeceğim diyor. Yanım da oturan da ; valla ben de gelirim şaka demiyorum sen git gel bağlantıyı kur yerleşelim diyor.

Avurupaya gidip yerleşen arkadaşlarını anlatıp bu memlekette yaşanmaz artık diyorlar..

Sonra iş kaçınılmaz olarak siyaset geliyor, Erdoğandan(sayın cumhurbaşkanımız) kral diye bahsediyorlar.

Önümde oturan ; benim Viyana'da oturan akrabalar var diye oradan bir sohbet açıyor laf tekrar Macaristan'a geliyor. Abi diyor ; bizim kral atalarına özenip Macaristan'a kadar gelmez herhalde.

Gülüşmeler...

Senin ataların kimdi acaba diye düşünmedim değil..

Bu kadar mı gavurlaştı bu ülkenin beyazları..

Buyrun siktirin gidin abicim Macaristan'a..

Bu sürekli şikayet eden ama hiç çözüm üretmeyen kendini değiştirmeyi ve anlamayı aklından geçirmeyen ezberletilmiş hikayelerin kahramanı cin aliler güruhu..

Macarlar'da sizi bekliyordu zaten...Dört gözle...

16 Eyl 2014

HAZIR TAVUK(ANNEMİN ÇİFTLİK TAVUKLARINA VERDİĞİ İSİM)

Gerçek Köy Tavuğu 
Bakırköy'deki kasabıma gittim çocuklara kıyma çektireceğim. Köy tavuğu diye bir yazı yapıştırılmış cama. Mehmet Abi dedim köy tavuğumu bu , köy tavuğuysa alayım bir tane  ? 

Yok yav köy tavuğunu kim kaybetmiş biz bulalım dedi.

Eee bu ne dedim..

Bu buzluğa girmemiş tavuk farkı o. Baksana bunun göğsüne dümdüz , köy tavuklarının göğsü kayık gibi olur bilirsin sen de  , hayvan gezinip eşindiği ve kendi yemini aradığı için göğüs gelişimi farklılaşır dedi. Bir de köy tavuklarının boynu vardır bunun boynu yok..Sana yaramaz bu . Ha köy tavuğu istiyorsan bir köye gideceksin, orada bir tavuk görürsen gezinen onu takip edeceksin sonra da girdiği evden sahibinden satın alacaksın ha o köy tavuğudur gerisi yalan dedi..

İstanbul'da yaşamayı seçen sömürülmeye programlı talihsiz bireyler olarak gerçek tavuk yeme şansımız sıfır..Gerçek biber gerçek domates gerçek elma yiyemediğimiz gibi. Balıklar bile hazır artık.. İş oraya vardı..

Allah'a şükürler olsun çocukluğum teknolojiden uzak diyarlarda kurtlu elmalar gerçek dometesler gerçek kavunlar yiyerek geçti. Eve gelen muz bile anamur muzuydu kokusu hala burnumda tüter.. Tadı bal gibi.. Şimdi kaldık kol gibi şişirilmiş tadı samana benzeyen çikitalara..

Geçen pazar akşamı gıdalarla ilgili bir program vardı Öteki Gündem'de.. Yavuz Dizdar Hocanın dediği gibi gerçek gıda yemek istiyorsan gerçek gıda üreten adamları bulup onlardan satın alacaksın ki hem onlar ayakta kalsın hem biz sağlıklı beslenelim.. Bir zahmet kıçını kaldırıp (bu tabir bendenize aittir hoca böyle kaba konuşmaz doğal olarak) bu iş için zaman ve nakit ayıracaksın dedi.. Giyime kuşama harcayacağın paranın bir kısmını iyi gıdalara harcayacaksın bir zahmet eğer iyi ve sağlıklı beslenmek gibi bir derdin varsa dedi. Ve ekledi ; toplumun büyük çoğunluğu sürü gibi hareket eder onlar nereye sürüklenirse oraya doğru seyirtirler üreticilerin çoğunun da sağlıklı bir gıda üretmek gibi hiç bir derdi yoktur o parasına bakar dedi..Biz burada bu işe eğilen ve lezzetli ve sağlıklı gıdalar tüketmek isteyen bilinçli bireylere hitap ediyoruz zaten öbürleri kendi alemlerinde (bu tabir de bana ait) onlar için yapacak bir şey yok dedi..İnsanımız parlak ve büyük şeyleri iyi zannediyor diye de ekledi. Bilirsiniz doğadaki parlak şeylerin hemen hemen hepsi zehirlidir.Kapişş..

Gelelim tavuk mevzusuna.. Öncelikle belirteyim ki ben hazır tavuk tüketmiyorum..Eşim de tüketmiyor.. Denk gelirse köyden alıp yiyorum.Yemesem çok ta aramam zaten.. Çocuklar kanat sevdiklerinden nadiren hazır tavuk alıp pişiriyorum..Çok nadiren..

Ben gerçek tavuğun ne olduğunu biliyorum,tadını da biliyorum,şeklini de rengini ve kokusunu da.. 

Bu da köy tavuğu diye satılan hazır tavuk
Hazır tavuğun tadını da biliyorum malesef.. Şimdi bu hazır tavukların ne kadar bilimsel şartlarda üretildiklerini filan anlatmış bir hocamız. Doğrudur. Tavuk üretiminde hormon ve antibiyotik kullanılmıyor dünyada nasıl üretiliyorsa bizde de öyle üretiliyor bu kırk günde olgunlaşan tavuklar yıllarca süren genetik eşleşmeler sonucunda elde edilen bir türmüş falan filan..

Benim amcam bir ara hazır tavuk işine girmişti oradan yakinen biliyorum.. Size şu kadarını söyleyim tavukların 24x40 saat tutuldukları o kümes denilen yerde 2 saat kalamazsınız .. O kadar iğrenç bir havası vardır. Şimdi doğal hava soluyamayan bilmem ne bilimsel çalışmalardan üretilmiş kırk günde kesime gelen , boynu gelişmeyen, butları kısacık kalan,lades kemiğini arayıp bulamayacağınız bulsanız bile çat diye kırılan , 30-40 cm lik yerde kesilene kadar sıkış tepiş büyütülen bir tavukumsunun stres hormonları seviyesini ve mutluluk ve refah yaşam kalitesini merak ediyorum. Bu tavuk denen şey yeniyor sonuçta ve etindeki bütün proteinler,hormonlar,bütün kimyasallar bedenininze geçiyor. 

Bir de çayır çimen geze geze büyüyen horozuyla eğleşen ancak dört ayda piliç olan tavuk olması bir yılı bulan doğal havayı soluyan bir gerçek tavuğun etindeki stres hormonlarını ve yaşam kalitesini ölçelim. Sonuçta mutlu bir tavuk yemiş olacağız..Doğal döngüsü içinde büyümüş,boynu gayet iyi gelişmiş lezzetli mi lezzetli, göğüs kemiği kayık gibi olmuş butları uzun ve dolgun bir tavuk ile sıkış tepiş bir ortamda itttir kaktır büyütülen

 hazır tavuk bir olabilir mi ? 


Gerçek tavuğun eti koyu ve serttir. Bağ dokuları gelişkindir. Yerken et yediğiniz anlarsınız. Gerçektir her şeyden önce..

Valla tavukçuluk sektörünün ekonomiye katkısı ve bilmem kaç kişiye istihdam sağladığı umurumda değil. Hazır tavuklarla ilgili olumsuz ifadelerin sektöra zarar vereceği yollu serzenişlerde umurumda değil.. Bana gerçek tavuk yediriyor musunuz yedirmiyor musunuz ? Beni bu ilgilendirir. 

Efendim o zaman bu kadar kişinin tavuk ihtiyacı nolacak ? Fakir insanların protein ihtiyacını karşılıyormuş bu ucuz tavuklar. Laf ola beri gele. O onların sorunu tavuk yememkten kimse ölmez. Yemezler efendim bu çok para kazanma hırsından başka bir şey değil..

Bu işin çözümü yok zaten gerçek gıdayı keşfeden ve bilen birisinin bu hazır gıdaları tüketmesi mümkün değil geri kalan kalabalıklarda ne yediğine bakmıyor. Zengin fakir farketmez bu işte aksine zenginler daha dandik şeyler tüketiyor hem de dünya paraya. Fakirler en azından köyden yayladan doğal bazı ürünler getiriyorda daha sağlıklı besleniyorlar.. 

Ben naçizane olaya lezzet ve sağlık açısından bakıyorum..Hazır tavuk yencek bir şey değil zaten o yüzden soslayıp poslayıp öyle yediriyorlar yoksa yenmez iğrençtir tadı. Gerçek bir köy tavuğunun tadını almış birisi bir daha bu hazır tavukları tüketemez içi almaz..  

Paket ürün tüketmemeye gayret ediyorum. Aldığım ürünün mutlaka ambalajını okurum. Hazır paket süt almıyoruz. Bulabildiğimiz en iyi sütü tedarik etmeye gayret ediyoruz. Yoğurdumuzu kendimiz yapıyoruz. Peynirimizi de öyle. Ekmek alırken organik tam buğday ekmeği alıyorum. Çocuklar da aksine eve sokmayacağım o beyaz ekmeği çok seviyor. Zararlı şeyler yemek isityorlarmış.  

Bazı arkadaşlar var (bir hayli çoklar laf aramızda), doğal süt kokuyormuş doğal yumurta da öyle. Doğal yoğurt sulanıyormuş ben hazır yoğurt seviyorum diyor. Bunlara diyecek lafım yok. Afiyet olsun derim sadece..Zaten sektörde bunlara çalışıyor yoksa bana kalsaydı batmıştı hepsi..

Ne yediğine dikkat et çünkü yediklerinden ibaretsin..

Not: 23 Eylülde  Sözcü gazetesinde Soner Yalçın bu hazır tavuk konusunda ikinci makalesini yayınladı. Okumanızı tavsiye ederim.

15 Eyl 2014

SUFİ NEFESİ

Cuma gününden bu yana sufi nefesi meditasyonu yapıyorum.. 10 dakika boyunca sessiz bir ortamda gözlerinizi kapatarak(tavsiye edilir) nefeslerinizi yavaşlatıyorsunuz. Usul usul nefes alıp veriyorsunuz. Yavaşça bir alıp iki nefes veriyorsunuz. İlk beş dakikadan sonra gevşemeye başlıyorsunuz..O dakikadan sonra odaklanabilirseniz şanslısınız , kafanızdaki sorunları verdiğniz nefeslerle havay üfürüp bırakabilirsiniz..

Bakalım çalışmaya devam edelim bir haftada nereye varacağım..

Nihai hedef beden dışı seyahat , duru görüde gelişme ve içsel farkındalığın maksimuma çıkarılması..Yakın gelecek projeksiyonları da hedefler arasında.

Tabi ki rüya ustası olmak.. Asıl ulaşmak istediğim zirve de burası zaten..Rüyalarımda serbestçe dolaşmaya başladığımda hayatımda kendim için koyduğum ilk hedefi gerçekleştirmiş olacağım..

Sonra hayat projem sevgi evleri...İnsanlara kendilerini sevmeleri yolunda kılavuzluk yapmak..Beş kişilik gruplar halinde.. 

Önce kendi nefesimizi bulalım başkalarının nefesine kılavuzluk yapmadan önce..

Nefes al yavaşça ve nefes ver daha yavaşça...

11 Eyl 2014

EMANUEL SWEDENBORG - BİR DAHİ BİR MÜHENDİS BİR MATEMATİKÇİ BİR BİLİM İNSANI BİR ZAMAN SEYYAHI

Emanuel Swedenborg...

Bizim coğrafyada pek bilinmez lakin Batı alemini yazar çizer takımını ve dahi hristiyan dinini etkilemiş çok özel bir şahsiyettir kendisi...

Güneş sisteminin nasıl oluştuğuyla ilgili nebula teorisini ilk geliştiren kişidir. Matematik profesörüdür. Çılgın projeleri vardır. Zamanının Da Vincisi'dir..Yazmakla bitmez burada...

56 yaşında birden bir şey olur..(muhtemelen kök çakrası bir sebepten açılır ve yılan gücü ortaya çıkar) Uykusunda ve dahi uyanıkken beden dışı seyahatlere çıkmaya başlar..Ölüme yakın deneyim diye bugün literatürde olan durumun şuurlu uygulayıcısıdır. İstediği zaman öte aleme geçmekte ölmüş kişilerin ruhlarıyla konuşmakta hatta ötesine de geçerek meleklerin bulunduğu katta gezinmektedir.. Kendsinin hristiyanlığı ıslah etmek için bir görevli olduğunu iddia eder.. Kilisenin teslis inancını terkeder. Cennete girmek için iman ve salih amel yapmanın gerekli olduğunu söyler..Solo Fide'yi reddeder.. Yeni bir kilise kurulur...BU kısım bizi ilgilendirmiyor..

Beni asıl ilgilendiren beden dışı seyahatleri ve öte aleme yaptığı yolculuklar...Pek çok kişi vardır tarihte bu tür becerileri olan fakat Swedenborg bu işin kitabını yazmıştır... Gerçekten yazmıştır öyle böyle değil hem de... O kadar ayrıntılı tasvirler yapar ki insan gerçekten inanamaz yani..

O kadar yeteneklidir ki istediği ruhla görüşebilmektedir..Ölmüş kocasının gizli çekmecesini bulamayan ev kadınından Kraliçenin ölmüş erkek kardeşinin (kraliçenin) mektubuna niye cevap vermediğine  kadar bir yelpazede adeta postacılık yapar..

Swedenborg kendisini en çok şaşırtanın başka gezegenlerden gelen ruhlarla tanışması olduğunu söyler..

Bir duru görü uzmanıdır. Londra'dan İsveç'teki yangını görür ve uyarır yangın çıkmadan önce..

Ömrünün son yıllarını bu dünyadan çok neredeyse öbür tarafta geçirir. Delirmiş gibidir.. İnsan nasıl normal kalabilir zaten bu durumda..

İnsanların öte alemde sosyal maskelerinden arındıklarını ve içlerindeki gerçek halin yüzlerini ve bedenlerini şekillendirdiğini söyler. Bu dünyada günahkar bir ihtirasla yaşayanların kör birer obura ödnüştüklerini yazar..

Meleklerin telepatik bir iletişimleri olduğunu bir meleğin anlatmak istediği her şeyi tek bir seferde bir düşünce balonu gibi diğer meleğin zihnine gönderdiğini söyler..Işıklı ve parlak varlıklardır..

Bunlar aklımda kalan alıntılar. 

Hakkında türkçe kaynak bulmanız zor biraz. İngilizce ya da İsveççe biliyorsanız biraz okuyun derim ufkunuz açılır emin olun. Kant'tan Balzac'a kadar bir dönemi etkilemiş ve etkilmeye devam eden birinden bahsediyoruz.

Varlık dediğimiz şey hakkında daha öğreneceğimiz çok şey var..

İyiki kuantum fiziği keşfettik... Keşfetmeye de devam ediyoruz...

ÇOBANSIZ RAHAT EDEMEYEN KAZ SÜRÜSÜ

Bir türlü gerçeği göremiyordum. Ne olayların ne kendimin ne de onun farkındaydım. Bir yalana bir hayale inanmak istiyor ve öyle yapıyordum. Çünkü ön kabullerim vardı. Çünkü salaktım. Aklımı yanlış işletiyordum. Eleştriye ve tavsiyeye kapalıydım. Dinlemek yerine kurgulamayı seçiyordum. İnandığım şeylerin ötesinde bir gerçeği kabul etmek ödümü koparıyordu...Ne evliliğimin farkındaydım ne yaşadığımın hayat olmadığının Ne de eski eşimin duygularının ..Anlamak yerine sanrılarımın gerçekliğinde yaşıyordum..

Dini inançlarım ve dini hayatım da evliliğim gibiydi. Ezbere inanıyordum. Binikiyüz yıllık hanefi geleneğini din sanıp öyle yaşıyordum. Diğer mezheplerin sadece adından haberim vardı. Kitabımı anlayarak okumuş bile değildim. İçinde ne yazdığından bihaber bir inanmış..

Cemaatle de ilişkim aynen evliliğimdeki gibiydi. Ne içindeydim ne dışında ama hayran ve taraftar. Gözüm , önümdeki gerçeği göremeyecek kadar o ışıltıyla büyülenmişti. Vadedilen toprak gibiydi cemaat benim için. Tartışılmaz..

Üniversite yıllarında yengemin yeğeni ile hareretli tartışmalar yaşardık cemaat yüzünden.. Biz seçilmiştik..Risaleler kutsal kitap gibiydi. Gençtik; inanmaya , ait olmaya , yalana ve hayallere teşneydik..Statlarda bağıran taraftarlardan hiç bir farkımız yoktu..Biz o formanın kutsal olduğuna inanıyorduk. Takım kazansın diye yapamayacağımız fedakarlık yoktu. Bizim küçük ve değersiz hayatlarımızın ne önemi olabilirdi ki takım ruhu yanında..

Rahmetli babamı bir Üsküdar vaazına götürmüştüm heyecanla..Hocanın maneviyatından etkilenmesini bekliyor ve fikrinin değişeceğine kesin gözüyle bakıyordum(anti cemaatçiydi rahmetli).. Gözü tutmamıştı rahmetli babamın sahtekar bu demişti. Çok bozulmuştum... Yıllar sonra hatırladığım bir anımla bugünü birleştirdim kafamda derin tefekküre daldığım bir demde..

Rahmetli babam ön görülü bir insandı sıradan biri gibi düşünmüyordu..12 Eylül Anayasa referandumunda hayır oyu kulanacağını ve bunun gerekçelerini anlatmıştı bana 12 yaşındaydım ve onu anlamıyordum.. İçimden kızmıştım hatta vefasız adam diye..

Kırklı yaşlarıma gelip fikren olgunlaşıp kendi aklımla düşünmeye başladığım yıllarda bu iki anımı hatırlayıp babamı rahmetle yad ederim..

İnsanlar kitapsız yani kitabı bilgi ile temas etmek istemiyorlar. İnsanlar korkuyor inanmış insanlar daha çok korkuyor.. Kitaplarını bilmiyorlar ve bu yüzden Allah'ı da tanımıyorlar.. Tarikatçı gelenek toplumsal aklımızı esir almış durumda.. Bir mürşidin eteğine yapışmadan cennete giremeyeceklerini zannediyorlar. Bu yüzden bu mürşidler yanılmaz ve sarsılmaz oluyor.. O yüzden şefaat kültürü egemen oluyor topluma.. Herkes Allah'tan yani cezadan kurtulmak için kurtarıcı aramaya başlıyor( Ne tezat değil mi ? Şirkin daniskası işte bu hal. Allah'tan kurtaracak bir şefaatçi aramak ).. Bir de işin kolaycılığı var tabiki.. Yapış birinin ipine gir cennete..

2007 yılında birden (birden değil tabi aydınlanma birden oldu geride çok uzun uykusuz geceler çok günahkar gündüzler acılar mutsuzluklar salaklıklar tecrübeler kayıplar var bu aydınlanmanın temelinde) yazın ortasında bir gün gerçeği gördüm ve üstümdeki eskiye ait bütün maddi ve manevi elbiseleri çıkarıp attım. Eskiye ait her şey için tövbe ettim. Ve eskiye ait ne varsa hepsi usulca hayatımdan çıkıp gitti ve gitmeye devam ediyor...

Vatandaş bankasına sahip çıkıyor bankaya destek için satılık ev ilanı haberi vardı dün Zaman'da.. Açıp okumadım haberin içeriğini merak bile etmedim çünkü yukarıda yazdığım bütün hikayeyi ayırntılarıyla zihnimde döndürdüm durdum ve o adamı ya da o kadını çok iyi anladım. Muhtemelen değişmeseydim o adamın yerinde ben de olabilirdim ya da bir dava uğruna yaptığını sanan başkalarının yerinde. Putlara ilk çocuklarını kurban eden Fenikelilerden bu yana değişne tek şey kurban ettiklerimiz sadece..Öyle inanıyor çünkü.. Öyle inandırılmış öyle yaşamış..

O rüyalarda sürekli gördükleri Nebi gelip senin yolun yol değil dese o adam rüyasını hayra yormaz yoramaz. Çok iyi bilirim o psikolojiyi. Yıllar önce ben de istiareye yatarken bir türlü işaret gelmemesini hayra yormuş işaret geliyordur da ben anlamıyorumdur demiştim..

Ben iyileşirsem peki geçen hasta yıllarım ne olacak demişti ya bir arkadaş terapide ayıdnlanınca. İşte böyle bir şey bu..

Takımının maçını seyredebilmek için evini satan Şilili taraftar ile aynı psikolojidir bu .. Mecralar farklı sadece.. 

Sene 1994 doğru hatırlıyorsam.. Hakimlik sınavı var.. Cemaatten yakinen tanıdığım bir arkadaş elinde liste ile Beyazıt meydanında karşılaştık bir kaç arkadaşta var yanımızda.. Seni de listeye yazıyorum dedi . Ne listesi bu dedim. Bizim sınava girecek arkadaşların listesi Bakanlığa gidecek dedi. Ben daha mezun olmadım dedim. Yapma ya dedi tüh bu fırsatı kaçırmasaydın bütün arkadaşları yazmaya çalışıyoruz daha kontenjanı da dolduramadık dedi. Seyfi Oktay'dı üstelik Adalet Bakanı doğru hatırlıyorsam.. O listedeki arkadaşların hepsi sınavı kazandı ve görev yerlerine yerleştirildiler bildiğim kadarı ile.. 

İçimdeki adalet duygusuyla yüzleştiğim bir andı..Hayatım boyunca kopya çekmemiştim ihtiyaç ta duymamıştım. Ama arkadaş zoruyla kopya verdim.. Toplumsal kurallar işte.. Hayatım boyunca torpil de aramadım. Hakimlik sınavına girdiğimde de cemaatten kimsenin haberi olmadı..Hangi gerekçeyle olursa olsun böyle bir şeyi onaylamam. Bu Kitaba da aykırıdır. Nebinin ahlakına da sünnetine de.. 

" emrolunduğun gibi dosdoğru istikamet üzere ol ve sana uyanlar da aynen öyle yapsınlar " (HUD SÜRESİ)

Benim ölçüm budur hiçbir ulvi gerekçe başkasının hakkını çalmayı haklı kılmaz..

Benim cemaate ilk eleştirim bu olayla başladı..Sonra koptum zaten hayatın akışı içinde.. 

Allah'ın birinci emri adalettir.. Adalet yoksa zulüm vardır ve zulüm en büyük günahtır...Benim yolum bu.

Herkes kendi yoluna gitsin serbest...İnanmış biriyle tartışılmaz çünkü...

Cemil Meriç'in veciz ve asla eskimeyecek ifadesiyle bitireyim daha da uzatmadan;

" Yığın kadındır.Irzını teslim edecek bir zorba arar.Çobansız rahat edemeyen kaz sürüsü


10 Eyl 2014

ŞİKAYET ETMEK YERİNE SORUMLULUK AL

(Böyle biri sanıyor mu ki) kendisini önünden ve ardından izleyen (ve) onu Allah her ne ki takdir etmişse ona karşı koruyup gözeten refakatçileri vardır. Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez; ve Allah insanlara (kendi kötülüklerinin bir sonucu olarak) bir felaket tattıracağı zaman hiçbir şey bunun önünde duramaz: çünkü onların, kendilerini O'na karşı koruyabilecek kimseleri yoktur.(RAD 11)


Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez; ve (bilin ki) Allah her şeyi işiten, her şeyi bilendir.(ENFAL 53)



Fatma Barbarosoğlu nicedir köşesinde yazıyor,şikayet etmeyin sorumluluk alın diye. Çünkü şikayet edersen hiç bir şey değişmez sadece gerilim biriktirirsin ve kanser olursun sonunda toplum da kanser olur. Aksine sorumluluk alırsan hayatın değişir ve toplum değişir. Bir müslümanın aksi bir ahlaka sahip olması teorik olarak mümkün değildir zaten. 

Demokratik bir toplum mu olacağız,ahlaklı bir toplum mu olacağız ya da imanlı bir toplum mu olacağız ne olacaksak bunun yolu sorumluluk alan kişilerden oluşan bir topluluk olmaktır. Yoksa güruh oluruz..

İşçi ölümleri ile tekrar gündeme geldi bu konu fakat üzülerek görüyorum ki işçiler sorumluk almayı anlamamışlar bir türlü. Sorumluluk almak demek kırıp dökmek yol kapatmak şantiye ve fabrika basıp patronu dövmek değildir. Buradan bir şey çıkmaz. 

Paranı mı alamadın ertesi gün gidip dava açacaksın ve eylemi koyacaksın.. Hey Tekstil işçileri gelmişti bir ara 8 aydır maaş alamıyorlarmış. Patron,ceplerine  yüz-ikiyüz koyup önümüzdeki ay halledeceğiz diye sallıyor işçileri. Niye çalıştınız dedim bunca ay maaş almadan cevap; abi alırız umuduyla baştan bekledik sonra alacağımız birikti çıksak hiç alamayız diye bu sefer işten de çıkamadık. Kısır döngüye girersin. Boyun eğersen boynunu vururlar.(Bu adamlar çaresiz abicim sen ne diyorsun diye bir itiraz aklınızdan geçecek olursa bunun böyle olmadığıyla ilgili saatlerce konuşabileceğim argümanlarım var. )  

Mahkemede dava açan sorumluluk sahibi bir vatandaşın açtığı yoldan bugün bankaların aldığı pek çok ücret artık alınamıyor. Şikayet etmek yerine çözüm uretmeye odaklanırsak her şeyi düzeltmek mümkündür.

Yoksa leyleğin ömrü laklakla geçer....   

4 Eyl 2014

HAYRET VE HAYRANLIK

" Ağaca bakıp hayret etmeyene hayret ederim " Robert Frost (sanırım)

Hak bir gönül verdi bana ha demeden hayran olur 
Bir dem gelir şadi(mutlu) olur bir dem gelir giryan (ağlayan) olur

Bir dem gelir söyleyemez bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür(inci) döker dertlilere derman olur

Bir dem sanasın kış gibi şol zemheri olmuş gibi
Bir dem beşaretden(müjde) doğar hoş bağ ile bostan olur

Bir dem çıkar Arş üzere bir dem iner taht-es-sera (toprağın altı)
Bir dem sanasın katredir(damla) bir dem taşar umman(okyanus) olur

Bir dem cehaletde kalır hiç nesneyi bilmez olur
Bir dem dalar hikmetlere Calinus-u Lokman olur

Bir dem dev olur ya peri viraneler olur yeri
Bir dem uçar Belkıs ile sultan-ı ins ü can(cinlerin ve insanların sultanı) olur 

Bir dem varır mescidlere yüz sürer anda yerlere
Bir dem varır deyre(kilise) girer incil okur ruhban olur

Bir dem gelir İsa gibi ölmüşleri diri kılar
Bir dem girer kibr evine Fira'vn ile Haman olur

Bir dem döner Cebrail'e rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrah(sapkın) olur miskin Yunus hayran olur


Nikriz ilahi olarak bilinen Yunus Emre'nin bu şiiri bir kuantum düşünce şah eseridir. Az biraz anlıyorum ama anlatabileceğimi sanmıyorum. Bildiğim tek şey bir insanın ulaşabileceği en yüce makam "hayret" makamıdır. Bakıp ta görmeyen görüp te hayran olmayan yoğurda hıyar diye konmaz ancak meşelik odun olur..

Anlamak değil hayran olmak için buradayız..

Hayret edilecek tek şey hayret etmeyenlerdir...

Hayret ediyorum... 

3 Eyl 2014

İNSANIN AŞAMAYACAĞI TEK YASA VAR; ÖLÜM YASASI.

" Aranızda ölümü takdir eden biziz. Biz, sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilmediğiniz bir alemde tekrar var etmek konusunda önüne geçilebileceklerden değiliz. Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz; düşünüp bundan ders almanız gerekmez mi? (Vakıa 60-61-62 )

Yasa yukarıda yazıyor zaten bugüne kadar gidip te gelen olmadı. O yüzden insan ırkının tek aşamayacağı yasa bu ölüm yasasıdır. Geri kalan konularda insan yaratıcı tarafından serbest bırakılmış ve bütün yasalar emrine verilmiştir.

Mucize , doğaya aykırı değildir bizim doğa ile ilgili bilgilerimize aykırıdır diyor ya Saint Thomas. Hakikatin çok veciz bir ifadesi. 

Beden ve dünya yani madde ve duyular bize temel bir başlangıç olsun diye verilmiş hazır ikramlardır. Ne yazıkki insan ırkının en büyük kaybı da aslında budur. Ezici çoğunluğumuz bunun üstüne gram bir şey koymadan geldiği yere geri dönmektedir. Oysa bize emredilen tekamül etmektir istikamet üzere. 

Cep telefonu bir mucizemi ? Ya motor ? Uçak ? Bilgisayar ve internet ? 

Peki bir insanın bedeni ile birlikte bir anda Paris'te olması mucize midir ?

Ya da bir çırpıda gökten mükellef bir sofra indirmesi ? Ya da kırık kemiğini eliyle bir günde iyileştirmesi ? Rüya mucize midir ? 

Geleceği görmek ya da geçmişe gitmek mucize midir ? Havada uçmak aletsiz, mucize midir ? 

Eğer bunlar mucize ise o zaman yukarıdakiler de (cep,uçak vs) mucize midir ? 

Peki mucize nedir o zaman ? 

Bir dervişin " bismillah " deyip Eminönün'den Üsküdar'a denizi yürüyerek geçmesi , Yunus'un gökten iki sofra indirmesi , Üftade'nin bir talebisinin kayıtlara geçen o fakiri Mekke'ye götürüp getirmesi, Sri Baba'nın bir parmağını şıklatarak havadan yüzükler ve kolyeler yaratması mucize mi? Vs.vs.

Elbette değil. Bugün geldiğim kıvam ve edindiğim malumat bana bütün bunların gayet olağan olduğunu söylüyor. 

Kuantum bir dünyada yaşıyoruz ve neyi bekliyorsak o maddeleşiyor. Elektronları atom çekirdeğinin etrafında fıldır fıldır dönen gezegenler gibi zannediyorduk ama bugün bir elektronu ölçebilmiş kimse yok, Sadece bir varsayım gibi duruyor elektron. Etkisini gözlemlediğimiz fakat neye benzediğini asla öğrenemeyeceğimiz bir şey , varlık bile değil. Ölçemediğin bir şey. Boyutsuz. 

Elektron üzerinde bile on dakika tefekkür etseniz hayata bakışınız değişir. 

Bohm'du galiba ; atomaltı parçacıkları hayal ediyoruz sonra onları keşfediyoruz sanki biz hayal ettiğimiz için oluşuyorlar gibi diyor.

Yapılan laboratuvar çalışmalarında beyinleri alınmış semenderlerin hatırlamaya devam ettikleri görüldü. Ya insan ? Bilinç ve hafıza dediğimiz şey beynimizle mi alakalı sanki. Beynimizle mi görüyor beynimizle mi duyuyoruz ? 

Beynimizdeki ve beyin sapımızdaki kan tamamen çekilmiş olsa bile derin bir komada ameliyat masasında da olsak görmeye duymaya ve yaşamaya devam eden bir şey var. O kadar kesin kanıtlar var ki bu konuda. Kadim medeniyetler için bu zaten bilinen ve uygulamaları yapılan bir şey. 

O halde insan olarak aşamayacağımz tek şey ölüm duvarı. 

Belki bunu da aşıyoruzdur orası henüz muamma. Türkiye'den olduğu için örnek veriyorum. Bu işlerle ilgilenen herkesin bilebileceği bir açık vaka var, Ahmet Delibalta vakası. Araştırın ayrıntılarını öğrenin. 

Bilinçlerimiz kesinlikle birbiriyle bağlantılı. Hepimiz birbirimizle bağlantılıyız.

Hadi kalın sağlıcakla...

1 Eyl 2014

ZAMAN VE ZAMANIN NİTELİĞİ

Bu yazı çok geç kaldı .

Geçen "Deja vu" filmini seyrettim. Biliyorsunuz bu filmde kafayı kırmış bir arkadaş denizcilerin içinde bulunduğu bir feribotu havaya uçurur yüzlerce kişi ölür. Kahramanımız (Denzel Washington) ATP ajanıdır. Hükümet , gizli bir program geliştirmiştir, Kar Beyazı. Bu program sayesinde olay gününün dört gün öncesine gidilebilmekte ve üç boyutlu olarak mekanın içinde gezinilebilmektedir. Kahramanımız sorar, onlar (yani o anda görünen insanlar ) canlı mı ? Cevap evetttir. Kahramanımız alete biner ve olayı önlemek için olay gününe  ışınlanır.

Bu burada dursun İsmail Kılıçarslan'ın tabiriyle.

Zaman denilen şey bugün insan aklı tarafından algılanamamaktadır. Etkisini gözlemliyoruz ama ne olduğunu açıkça bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey zaman mekanın ayrılmaz bir parçası. Bunu da algılamak aslında çok zordur. Bizim bir arkadaşın ,elektriğin ne olduğunu sorması gibi. Bilincimizin olduğunu da biliyoruz ama ne olduğu konusunda hiç bir fikrimiz yok. Zamanda böyle bir şey, içindeyiz ama dışındaymış gibi gözlem yapabiliyoruz. Büyük yazar Tanpınar'ın eşsiz şiirinde ifade ettiği gibi ; ne içindeyiz zamanın ne de büsbütün dışında . 

Kadim bir soru var ; şu anda olan şey nedir? Biz bir filmin bir yerinde miyiz yoksa her saniye evren yeniden mi yaratılıyor ? Bir dakika sonra bütün bu evrenin var olacağını bize gösteren bir delil var mı ? Yoksa bu sadece bir beklenti mi ? Falcılar mesela geleceği nasıl görüyor ya da duru görücüler ? Aklınızı uçuracak çalışmalar var bu konuda . Beni çok etkileyen birinden bahsedeceğim.

Stefan Ossowiecki. Polonya asıllı bir Rus. Dünyanın gördüğü en yetenekli duru görücülerden birisi. Warşowa Üniversitesinden etnolog Stanislaw Poniatowski ,Ossowiecki'inin yeteneklerini duyunca kendisi ile sayısız çalışma yaptı. Öylesine yetenekliydi ki bilim insanlarının tarihi objeleri tarihlendirmede ve sınıflamada yaptıkları hataları bile düzeltiyordu. Ossowiecki sakince oturuyor transa geçiyor ve elinde tuttuğu objenin kullanıldığı döneme daha da şaşrtıcı olan onu kullanan kişinin hayatının içine üç boyutlu olarak giriveriyordu. Film seyreder gibiden daha öte bir şey. Aynen filmdeki program gibi o anın içinde dolaşabiliyordu. Yaptığı tanımlamalar ve anlattığı şeyler inanılmazdı. Giydikleri elbiseleri ayrıntılı olarak tasvir ediyor, günlük hayatlarının içine giriyor mesela bir seansta eski mısır (firavunlar dönemi) prenslerinden birinin kızının hayatını ölüp mumyalanma safhasına kadar ayrıntıları ile anlatmıştı. Kadının göz renginden kocasının saç örgülerinin şekline kadar. Kadın çocuk doğururken ölüyordu. 

Ossowiecki neyi görüyordu ? Geçip gitmiş bir anın  içine nasıl girebiliyordu? Yaşanan her şey geçmiş dediğimiz şey bir yerlerde kayıtlı olarak (tabiki kayıtlı olarak duruyorda buna biz nasıl erişebiliyoruz) duruyor mu? Elbette Ossowiecki o anın gerçekliğine giremiyor filmde olduğu gibi geçmiş gidilebilen ancak dokunulamayan bir şey gibi sanki. Mesela ben Bayer Leverkusen-Hertha Berlin maçının 4-2 biteceğini nasıl bildim ? Bilmiyorum .. İzmir'in rahmetli belediye başkanının (Ahmet Priştina) seçildikten çok kısa süre sonra öleceğini nasıl hissettim. O an yanımda iki arkadaş vardı ve Ahmet Priştina seçimleri kazanmış tvde konuşma yapıyordu sene 2004. Arkadaşıma dönüp " seviniyor seçimi kazandım diye ama ölecek bu yakında " dedim. Benimki duru görü değil ve istediğim an harekete geçiremiyorum. 

Ossowiecki'nin yeteneği tartışılmaz.. 

Daha önce yazdım ama yeri gelmişken tekrar edeyim. Bizim köyde bir abimiz var bu eskilerin yıldızname dediği bugün astrolojik harita denilen şeyin uzmanıydı. Bir gün abisinin haritasına bakarken onun 33 yaşında silahla vurularak öleceğini gördü. Abisine giderek abi dedi durum böyle böyle 33 yaşına geldiğinde penceresi olmayan bir odaya yerleş ve o sene bitene kadar hiç dışarı çıkma . Ama abisi onu dinlemedi ve 33 yaşında bir düğünde belindeki silahtan çıkan mermiyle vuruldu ve öldü. 

Şimdi gel de işin içinden çık. 

Soru ortada duruyor biz bir filmin belirli bir dakikasında mıyız yoksa film hala çekiliyor mu?

Ve asıl soru ; gördüğümüz geleceği değiştirebilir miyiz ? Değiştirdiğimizde gelecek ile ilgili hazırda olan başka bir senaryo mu devreye girmektedir ?

(Bu soruya teorik cevaplar veriliyor kuantum fizikçiler tarafından. Biraz araştırırsanız bilincinizi ve rüyalarınızı farklı bir gözle görmeye başlayacaksınız. Rüyalar çok mühim.) 

HER CAN ÖLÜMÜ TADACAKTIR

ENBİYA 30- İnkarda ısrar edenler görmezler mi ki gökler ve yer bitişikken Biz onları ayırdık ve her canlıyı sudan var ettik. Buna rağmen hala inanmayacaklar mı ?

31- Ve yeryüzünde kendilerini sarsar diye kalkmaz kımıldamaz dağlar var ettik ve onların arasında yollarını bulabilsinler diye vadiler açtık.

32- Ve göğü güvenlikli bir kubbe olarak tepelerine diktik ama onlar bu tür göstergelerle işaret ettiğimiz hakikatlere sırt çeviriyorlar

33- Oysa ki geceyi ve gündüzü,güneşi ve ayı yaratan da O'dur.Hepsi de bir yörüngede akıp durmaktadırlar.

34- (Ey Nebi) Biz, senden önce yaşamış hiç bir insana ölümsüzlük bahşetmedik. Hem sanki sen öleceksin de onlar ebediyyen yaşayacaklar mı ?

35- Her can ölümü tadacaktır, şu da var ki, Biz sizi seçip ayırmak için hayır ve şer ile sınava tabi tutuyoruz zaten sonunda Bize döneceksiniz.

104- O gün, Biz gökleri ,kitap sayfalarını rulo yapar gibi dürüp katlayacağız,mahlukat (evrenini) ilk defa nasıl yaratmışsak onu öylece tekrar yaratacağız. Bu üstlendiğimiz bir sözdür zira Biz evet Biz her istediğimizi hep gerçekleştirmişiz.

Not: Cuma günü yazılacaktı gecikme için özür..