30 Eyl 2009

CEMEL VAKASI AKIL TUTULMASI

Aşağıdaki yazı Aksiyon dergisinden iktibastır.Ufuk açması için anlayanlara ithaf olunur...




YAZARLAR
Ahmet Turan Alkan t.alkan@zaman.com.tr YAZARLAR
Cemel Vak'ası
Sayı: 500 / Tarih : Mon Jul 05 00:00:00 EEST 2004

Dine ait olanla siyasete olanın ayrıştığı yer: Cemel Vak'ası. Dinen sevip saydığımız kişileri, bu çatışmadaki rollerinden ötürü yargılamasak bile "anlamaya" mecburuz, zira anlamak insânî bir şeydir; inanmak ise imanla ilgili. Bugün Cemel Vakası'ndan bahsedeceğiz;






bu hadisede göreceğimiz örnekler, "kutsal" olan ile "siyasi olan"ı birbirinden tefrik etmemiz için son derece önemli ibretlerdir. Cemel Vakası diye bilinen hadise, Hicret'in 36. yılında cereyan etti. Hazreti Ali hilâfet makamını henüz devralmıştı ve Şam Valisi Muaviye'nin muhalefeti yüzünden devlette iç sıkıntılar had safhadaydı. Ne var ki Hazreti Ali'ye muhalefet edenler arasında Hazreti Aişe de bulunmaktaydı ve hac farizasını ifa için gittiği Mekke'de Hazreti Ali'nin hilâfete geçtiğini duyunca, "Aşere—i Mübeşşere"den yani sağlığında Efendimiz'in cennetle müjdelediği on sahâbeden Talha ve Zübeyr ile ittifak ederek büyük miktarda ordu ve mühimmat toplamaya başladılar. Ciddi kaynaklar Hazreti Aişe'nin muhalefetine sebep olarak Hazreti Osman'ın kanını dava etmesini gösteriyorlar (İbnü'l Esir, El Kâmil, 3. C., s. 210 vd.; İslâm Ans. "Aişe maddesi, C.1).

Hadise Basra civarlarında oldu. Cevdet Paşa, "Kısas—ı Enbiyâ"sında Hazreti Ali'nin çatışmadan önce Talha ve Zübeyr'le görüşerek, "Mukateleye hazır olmuşsunuz amma huzur—ı Bâri'de bir özür ve sebep hazır ettiniz mi? Ben sizin din kardeşiniz değil miyim?" diye sorduktan sonra Talha'ya hitaben, "Kendi haremini hanesinde terk ile Resûllah'ın (s.a.v) haremini buraya getirip de onunla birlikte mukatele mi edeceksin?" demesi üzerine Talha'nın bu sözleri makul görerek nedâmet getirdiği kaydediliyor. Zübeyr'e de aynı şekilde hitab eden Hazreti Ali, neticede bu iki mühim şahsiyeti ikna etmişse de Cevdet Paşa'ya göre oğulları cenk üzerinde ısrar etmişlerdir.

Paşa bu noktada ilginç bir tahlil yapıyor; aynen okuyalım:

"Pederler barışmak istiyor, oğulları râzı olmuyor. Doğrusu bu ki, insana mal ve evlâdı büyük fitnedir. Eshab—ı kiram, kendilerini haklı zannederek mukatele ettiklerinden ictihatlarında hata etseler bile ma'zûr olurlar. Amma dünya için cenk eden sair nâs, zâlim oldukları halde maktul olurlar."(Kısas—ı Enbiyâ, Bedir neşriyatı, C.1, s. 516)

Buraya bir balmumu yapıştırdıktan sonra hâdiseleri izlemeye devam ediyoruz:

Harp yerinde toplam 50 bin civarında savaşçı karşı karşıya geldi; her iki tarafta da o güne kadar İslâm'a gayret ve hamiyetleriyle gönül ve baş koymuş insanlar vardı ve gariptir ki iki ordu karşı karşıya gelmesine rağmen barış için müzakereler devam ediyor ve kimse savaşa pek ihtimâl vermiyordu. Cevdet Paşa ve İbnü'l Esir çatışmanın başlamasını aynı sebebe, yani "İbni Sebe" isimli, İslâm tarihinde münafıklığı ile şöhret bulan bir adama bağlıyorlar. Yani her iki tarafa da sızan Sebe taraftarları, birbiriyle savaşmaya pek de istekli görünmeyen askerleri kışkırtarak kıvılcımı çaktırmışlar ve ardından harb kızışmıştı.

Bu izah tarzı, hadisenin garipliğine akıl yoranları tatmin edecek bir bahâne ortaya koyuyorsa da tarihi açıdan hayli su götürür tarafları vardır. Bu noktada bana göre en mükemmel kritiği yapmış olan Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi'nin "Tarih—i İslâm" isimli eserine müracaat edeceğiz (Bu eser Ziya Nur Aksun Beyefendi'nin kıymetli zeyilleri ile Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanmıştır; 2. baskı, 1984). Filibeli aynen şöyle yazıyor:

"Bu garip halet—i ruhiyenin sebebi neydi? İslâm tarihçilerinden yaşlı olanlar, bu gibi mühim bahislerde hiçbir tenkid dermeyân etmeyip 'ihtilâf—içtihad' terkibiyle kanaat ediyorlar. Müfrit Şiilerle müfrit Hâricîler ise 'tekfir ve tel'in' gibi ilim ve fenle kabil—i te'lif olmayan kabalıklarla işin içinden çıkıyorlar. Şu halde tarih yazılmış olmuyor (...) Dermeyân edeceğimiz muhakemelere 'itikadi bir kıymet' verilmemesini ihtar ederiz. Aşere—i Mübeşşere'den olan zâtların Peygamber'e ve dine olan samimi büyük hizmetleri ve Peygamber'in rızâsı sebebiyle Allah indinde mağfur ve makbul olmaları başka şey, hareketlerinin ve sebep oldukları vak'aların tarihi düsturlar mucibince muhakemesi yine başka şeydir. Cemel muharebesini meydana getirenlerin ortaya attıkları sebep, hiçbir vakit kabul edilemez. Onlar muharebeyi şu sebepten biriyle yapmışlardı: Ya Osman'ın katledilmesi keyfiyetinde Ali'yi methaldar gördükleri için, veyahut da şahsi garazları (s.254)."

Sair ayrıntılara girmeden haber vermeliyiz ki Cevdet Paşa'ya göre bu harpte her iki taraftan onbin civarında "maktul" vardır. İbnü'l Esir de aynı rakamı tekrar ediyor. Mübalağalı bile olsa bu rakam müthiştir; zira çatışmanın galibi Hazreti Ali, her iki tarafın maktullerini de namazlarını kıldırmak suretiyle defn ettirmiştir.

Bu hadisede Müslümanlardan başka kimse ölmemişti.

Bu trajik çatışmanın sebepleri arasında bir tane olsun itikadi ve imânî bir mesele yoktur; mesele tamamen siyasidir ve öylece anlaşılması gerekir. Hazreti Osman dahi tamamen siyasi bir ihtilaf neticesinde katledilmişti; Sıffin Harbi de öyledir. Ne var ki sözü edilen hadiseler, aynı zamanda İslâm devletinde ilk siyasi muhalefet hareketlerinin ortaya çıkmasına ve fırkalaşmasına da zemin hazırlamıştır. Siyasi olanla dini olanın iyi tefrik edilmemesi neticesinde, bu dönemde başlayan tefrikalaşma, sonraki yıllarda itikadi ayrılışların da sebebi olmuştu.

Şimdi balmumunu kazıyarak Cevdet Paşa'nın, pekçok insan tarafından paylaşılan hükmüne dönelim: Paşa, "eshâb—ı kirâm"ı, birbirleriyle mukatele etseler bile davranışlarında ma'zur görüyor. Fitneye sebep olmamak ve yeni anlaşmazlıklara yol açmamak için "idare—i maslahat" olsun diye verildiği anlaşılan bu hükmü doğru bulmuyorum; siyasi olan, siyasetin çerçevesi ve insani kıstaslar içinde değerlendirilmelidir; dini olan ise dinin gerektirdiği bir hürmet ile. Üstelik Cevdet Paşa bununla da iktifa etmeyerek, bütün yaptıkları emri altında bulundukları kişilerin komutasına itaat etmek olan sair Cemel maktullerini de, "dünya için cenk eden sair nâs, zâlim oldukları halde maktul olurlar" diyerek meseleyi büsbütün karmaşık hale getiriyor. Öyle bir çatışma ki, harbi çıkaranlar ve yönetenler mâsum, ölenler mes'ul!

Oysa ki meseleye insâni, ilmî ve siyâsî bir noktadan soğukkanlılıkla bakıldığında zihin karışıklığına yer kalmıyor; her siyasi hadisede yanılanlar olduğu kadar isabet edenler, sorumlular olduğu gibi bîgünâhlar da vardır. Dinen sevip saydığımız kişileri, bu çatışmadaki rollerinden ötürü yargılamasak bile "anlamaya" mecburuz zira anlamak insânî bir şeydir; inanmak ise imanla ilgili. Tarihi ve siyasi olaylara anlamak için yaklaşmalıyız, imân tazelemek, hubb ve buğz duygularını pekiştirmek için değil.

İBRET

Bazı okuyucular, geçenlerde Muaviye'den bahsedilen bir yazımda niçin saygı icabı "Hazret" sıfatını kullanmadığımı yadırgadıklarını belirttiler; gerekçeleri Muaviye'nin "sahâbe" olması idi. Bir okuyucum ise sahâbelerin durumunu, "Velinin ve sonraki ümmetlerin en büyüğü, sahabinin en küçüğünün bindiği atın burnundaki toz zerresinden daha aşağı derecededir" sözüyle niteliyordu.

Bir meseleye ilmi bakış, tarihi figürlere lânet okumayı veya hürmette ifradı gerektirmez. Bu yazıda bazı sahâbelerin siyasi görüş farklılığından ötürü nasıl kanlı olaylara sebep verdiğini gördük ve elbette onların kendi zamanlarına ait siyasi görüşlerini dinin bir rüknü gibi kabullenmeye mecbur değiliz. Ümid ederim ki kaba hatlarıyla anlatmaya çalıştığım bu hadise "dini olanla siyasi olan" arasındaki tefrikten ne anlaşılması gerektiğine dair bir ibret olabilmiştir.
Ahmet Turan Alkan
Ahmet Turan Alkan

28 Eyl 2009

HAKİKAT USTA BİRAZ HAKİKAT

1.Hakikat:

Övülmeye layık olan ancak ve ancak alemlerin rabbi olan ve rahman ve rahim ALLAH a özgüdür.

2.Hakikat:

Hepimiz ölümü tadacağız.

3.Hakikat:

Hayat bir Truman Show dur.Yaşadığımız dünya bir dekordur.Ölmeden önce ölün demek bunu anlayın demektir.

4.Hakikat:

İnsan cahil,zalim,nankör,sabırsız ,unutkan ve inatçıdır.Bu sebeplerden hakikatı
anlayamayacaktır.

5.Hakikat:

Kelam düşünce,düşünce hayattır.Düşünmek en büyük insani eylemdir.

6.Hakikat:

İnsan öğretilmekten nefret eder. O sebepten insan olamamaktadır.

7.Hakikat:

Merhamet varlıktaki ve yeryüzündeki en belirleyici duygudur.Merhamet olmasaydı yeryüzünde canlı kalmazdı.Çünkü o zaman adalet gerekirdi adalet de hiçbirimizi sağ bırakmazdı.

8 .Hakikat:

Hayatta her şey olması gerektiği gibidir.Başka türlü olabilecek olsaydı başka bir evren olması gerekirdi.

9.Hakikat:

İnsanın ilk vazifesi unutmaktır.Unutmayan hatırlamak için uğraşmaz.Hatırlamayan bilmek için uğraşmaz.Bilmek için uğraşmayan olmak için uğraşmaz.

10.Hakikat:

Düşüncelerini değiştirmediğin takdirde hayatın da değişmeyecektir.

11.Hakikat:

Düşünmek isyan etmektir.

12.Hakikat:

Bir elmayı elma yapan elma ağacı değildir.Onun elma olduğunu söylemektir.

13.Hakikat:

Şeytan bizim vesveselerimizden başka bir şey değildir.Bir insanı kendisinden başkası kandıramaz.

14.Hakikat:

Korktuğumuz şey başımıza gelir.

15.Hakikat

Kapitalizm denilen şeyi alt edecek bir silah yoktur.Çünkü o silahı da sana o verir.

16.Hakikat

İktidar duygusu yüzüklerin efendisidir.İktidar olma hissi diğer tüm değerlerle birlikte insanın kendisinide yutar.(burdaki iktidar ehl-i aklın hemen anladığı gibi hayatın içindeki tüm iktidar alanlarını kapsar)

17.Hakikat

Hayattaki en büyük sır şudur; ihtiyacın olduğunu düşündüğün müddetçe muhtaç kalırsın.

18.Hakikat

İstemek (seçim yapmak aslında) için burdayız.

19.Hakikat

İnsan hakikate anne ve babasının yolundan varamaz. Mutlaka kendi yolunu inşaa etmek zorundadır.

20.Hakikat

Özgürlük olmadan seçim olmaz seçim olmadan hayat olmaz. Hayat bir seçimdir. Her şeyi biz seçeriz.

21.Hakikat

Para metafiziktir,maddi değil manevidir. Onun satın alma gücü olduğuna inanırız inancımızı kaybettiğimiz anda hiçbir değeri kalmaz. İnanç olmazsa evren bir materyal çorbasından başka bir şey değildir.

22.Hakikat

Sorumluluk ile özgürlük paralel ilerler.İnsan sorumluluk aldıkça özgürleşir, özgürleştikçe sorumluluk alır. Sonunda Yaratıcının parçası olur.


27 Eyl 2009

ÖZLEMEK SEVDİĞİNİ

Kızımdan ve eşruhumdan ayrıyım bir haftadır (yaklaşık).Uzakta olmak aslında yakında olmak oluyor biraz düşününce.Ne kadar yakınında ve içinde olduğunu uzaklaşınca fark ediyorsun. Uzaktan bakmak kendine bakmak , ellerini ve tuttuğun şeyi görmek için.

Özlemek dediğin bir farkındalık eşiği. Sahip olmadığını anlamak sahip olamayacağını.Paylaştığın şeylerin zaman,mekan ve yaşam değil yolculuk olduğunu görmek.Elinde olan tek şeyin onun eli olduğunu farketmek. Maveraya kadar sadece o elin seninle gelebileceğini bilmek.

İki kadının birden yüreğini tutmak kanatsız bir melek olmak ve şükretmek..şükretmek..şükretmek

Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi diyen gül yüzlü resulün sevdasına ortak olmak...

İnsan sevdiğinin kokusundan yaratılmıştır...Frezyaların kokusundan....

25 Eyl 2009

HER NAMUSLU İNSAN İSYANKARDIR

Yanlış hatırlamıyorsam Ahmet Kabaklı ve Sebahaddin Zaim'in de içinde bulunduğu bir grup Cemil Meriç'i ziyarete giderler.Selam kelamdan sonra muhabbetin bir yerinde Zaim hoca gençlerden şikayetle şöyle bir cümle sarfeder;"zamane gençleri de pek isyankar oldular"der. Üstat birden ayağa fırlar ve şöyle haykırır:Hoca isyan etmeyen insanın ne değeri var.

Her peygamber asi,her deha her kaşif isyankar. İnsan anlamak için ilk önce kendine isyan etmek zorundadır. Doğum anneye isyandır,ergenlik çocukluğa.

İsyan; hayatı ve varlığı sorgulamaktır.