26 Nis 2012

MAYIS,BU KADAR ÇOŞAR MI BİR AY,KUDURDUN MU ?

İstanbul dışına Çorum'a gidip geldim hafta başında. Malum bahar ayı nisan lodosla beraber iyice ısınan havalar doğayı coşturdu tek kelimeyle. Bu gezimde şunu çok net gördüm ki İstanbul doğa müzesi gibi yol boyu gördüğüm yerlerle kıyasladığımda. Mesela Çorum her taraf yeşil evet ama burda hiç çiçek yok mu diye sordum. Evet bir kuruluk bir çoşku eksikliği var Çorumda yaşanan nisanda. Diğer yerlerde Çorumdan farklı değil. Oysa İstanbul çiçek ve renk cümbüşü adeta. Evet Türkiyenin bu en büyük şehrinin sokaklarından , derelerinden, boğazından, halicinden,evlerin pencerelerinden ,bahçelerinden bahar fışkırıyor şehrin dev griliğine inat. Ben Bakırköyde yaşıyorum mesela, mahallemiz orman içindeymişçesine taze ve gür bir bahar giyinmiş durumda. O kadar çeşitli ağaç ve çiçeklerle bezenmiş ki sokaklar insan bir renkten bir renge bir ağaçtan bambaşka bir ağaca bal toplayan arı gibi uçuyor sanki. Bu sabah farkettimki bu şehir içinde inanılmaz güzellikler ve çeşit barındırıyor. Bu şehrin zengin bir florası var. Bahar başında erik badem ve kiraz çiçekleriyle bembeyaz uyanan bu şehir şimdilerde taptaze bir yeşil tarafından saklanan gökkuşağı renkleriyle sarmalanmış durumda. Mor salkımların mor bir pelerin gibi sarmaladığı bir bahçenin hemen yanı başında sarmaşık gülleriyle taçlanmış bir bir başka bahçe. Yeşiliyle beni adeta sarhoş eden ıhlamurların doldurduğu sokaklarda ,manolya, erik,limon, mandalina, çınar,karayemiş,dut,akçaağaç,at kestanesi ve erguvan ağaçları kol kola.

Şehir açık bir arboretum sanki. Hele o taze açmış leylakların rengi ve kokusu akşamları insanı kendine çekiyor. Bahçeleri dolduran portekiz menekşeleri bana çocukluğumun ayçiçeği tarlalarını hatırlatıyor. Bir süre sonra ıhlamur çiçekleri ve hanımeliler baştan çıkarıcı kokularıyla dolduracak şehri özellikle yaşadığım semti. Köyümde bile bu kadar çeşit ağaç ve çiçek yoktu benim. Gülibrişim ağaçlarına ayrı bir parantez açmak gerek. İnsanlar farkında mı bilmiyorum şehrimizin çok özel ağaçları bunlar. Pek çok hikayede ve romanda kendinden bahsettirir bu eşsiz ağaç. Bilmeyenler öğrensin bence bu ağacı ve varsa bahçesi bir tane diksin muhakkak. Her ne kadar İran orjinli olsa da bu şehrin sembolü bir ağaçtır ve bütün Avrupaya İstanbuldan yayılmıştır.


GÜLİBRİŞİM
 İstanbul evet bir erguvan şehridir bu ayda şüphesiz ama yazın kralı gülibrişimdir. Mor salkım,erguvan ve gülibrişim bu şehrin sembol bitkileridir bence. Çitlembikte dördüncü olarak eklenebilir belki. Sabahın erken saatlerinde Bakırköydeki evimde uyandığımda dışarıdan evin içine dolan cıvıl cıvıl kuş sesleri adeta sağır edici. Bu şehirde bu kadar kuş olduğunu ancak o saatlerde uyanıksanız farkedersiniz. Evet kanatlı zenginidir de bu şehir aynı zamanda. Şöyle kocaman bahçesi olan bir evim olsa duvarları mor salkım ve hanımelilerle kaplı olsa,bahçede doğal renk renk güller, sardunyalar, ortancalar olsa. Karanfiller akşam güneşini saklasa renklerine. Baharın kokusu,toprağın kokusu,güneşin kokusu,çiçeklerin kokusu çocuklarımın kokusuna karışsa ....

21 Nis 2012

LODOS GAZAP RÜZGARI MISIN ?






Günlerdir lodostan kafayı kaldırıp yazı yazamadım. Bahar yorgunluğu ve polenlerle uğraşırken bir de lodos bindi tepemize gözümü açamıyorum.Katil rüzgar dedi bir arkadaşım lodos için. Hakkaten tuhaf bir rüzgar bu lodos ,insan ense köküne odun yemiş gibi oluyor. Perperişan durumdayım bu havalarda. Narkozdan çıkmış gibi bön bön bakıyorum etrafa. Kafa olmuş sepet omuzlarda korkunç ağrılar aşağıya doğru bastırıyor adeta. Ne uyuduğumundan anlıyorum bir şey ne uyanıklığımdan.

Poyraza dönsede hava bir lahza huzur alsak bahardan.. erguvanların,taze çimenlerin,bahar çiçeklerinin,regarenk süslenmiş ağaçların keyfini çıkarsak di mi azizim.. Etraf bakamayacağım kadar güzel ve ben etrafa bakamıyorum hakkaten ama lodos yüzünden..








6 Nis 2012

ALTI YAŞINDASIN VE GECE SAAT 2 ...



Bu resmi bugün gazetelerde görmüştür herkes,Adana Ceyhanda 6 yaşındaki bedenini 6 yaşındaki ruhunu ve insana dair umudunu korumak için evden kaçan bir çocuğa ait. Yavrucak karakola sığınmış artık nasıl bir dehşetten kaçmışsa..

Ah çocuklar ne çekiyorsunuz bu büyüklerden.. Bu yazı hamaset yazısı değil benim ne onun ne de onun gibi milyonlarca çocuk için yapabileceğim bir şey yok (var mı yoksa). Hamaset yapmayacağım o yüzden bu bir dua yazısıdır o kadar..

Ey çocuk o küçücük kalbini kalbime bastırıyorum ve sana sevgimi sunuyorum. Sana tüm kalbimle iyilik enerjimi gönderiyorum umuyorum ki kaderini değiştirmek için yaptığın bu eylem hayatına yeryüzündeki sevgi ve iyilik ışığını çeksin ve sevgi dolu mutlu bir yaşamın olsun. Umuyorum ki sana bunu yaşatanlar senin ışığınla iyileşsin..

Amiin..

5 Nis 2012

4+4+4 YA DA YARRAĞA YAN BASTIN


"Çocuklar, yaklaşık 190 yıl önce Prusya’da ulusu inşa edecek kurbanlar olarak seçildiler ve okullara kapatıldılar. Prusya’dan tüm dünyaya yayılan “zorunlu eğitim”in hapishaneleri milyarlarca insanı benzer süreçlerden geçirerek ıslah etti ve etmeye devam ediyor. Bir özgürleşme eylemi olması gereken eğitim, düşüncelerimizi ders kitaplarına ve birilerinin direktiflerine, bedenlerimizi sınıfların, okulların içine, sıraların arkasına hapsederek, sistemin talimatlarına göre yaşayan ve düşünen insanlar yarattı. Okullar öylesine benimsendiler, asıl işlevleri öylesine ört bas edildi ki, tüm aileler çocuklarının bu hapishanelerin gönüllü tutukluları olmaları için her yolu dener oldular. Ailelerin isteksiz olduğu durumlarda ise devlet üstüne düşeni yaptı.

Bu kitap, 190 yılı geride bırakan zorunlu kitle eğitimine karşı alternatifler yaratmanın çabasında olan kişilerin deneyim ve düşüncelerinden oluşmuştur. Her bir makale, eğitimin yeniden bir özgürleşme eylemine dönüşmesi için neler yapılabileceğine ve zorunlu kitle eğitimine neden karşı çıkılması gerektiğine dair önemli ipuçları sunarken aile, otorite, devlet, eğitim, öğrenme, öğretmen, okul kavramlarını da farklı bir boyutta tartışmaya açıyor… ve ekliyor: Unutmamalıyız ki çocuk yetiştirme tarzımız her şeyden önce politik bir faaliyettir…”

Yukarıdaki satırlar Matt Hern'ün Hayatımızı Okulsuzlaştırmak isimli kitabının arka yüzünde yazıyor.(kitap kalkedon yayınlarından çıktı ara bilgi olarak vereyim)(Dr.İkram Çınar'ın Biz Nasıl Mankutlaştırıldık adlı kitabını da not düşeyim)

Ben basitçe şunu söyleyeceğim işin felsefesi teorisi şusu busu bir yana,kardeşim ben bu ülkede 76-81 yılları arasında ilkokulu köyümde,81-88 arasında ortaokul ve liseyi Biga'da 88-2005 yılları arasında İstanbulda üniversiteyi okumuş biriyim. Bu okul denen tımarhanelerde yaklaşık 20 sene dirsek çürüttüm. Sonunda bana cafcaflı bir diploma verip avukat oldun dediler. Hatırladığım şu lise 1 deyim ve ben okuldan iğreniyorum. Seçeneğim olsaydı o yıllarda okulun kapısından bile girmezdim. Kitaplara ve okumaya aşık ben,o yıl itibariyle kitaptan ve okumaktan nefret eder hale gelmiştim.(Ki ben takdirname ve teşekkürname alan bir öğrenciydim).O kadar bezmişim ki bile bile sınavlardan 1 alıyordum. Lanet olası lise biterken kendimce protesto eylemi olarak kravatı kafama bağlayıp bütün gün öyle dolaşmıştım.(Ne protesto ama peh)

30 yaşın üstündekiler hatırlar ilkokulda simsiyah önlükler giyerdik. Düşünsenize yemyeşil bir doğada yaşıyoruz her taraf cıvıl cıvıl ve biz karafatmalar gibi simsiyah okula gidiyoruz (o önlüğü bize yıllarca giydirenlerin kafasına sıkasım geliyor). Yakamızda dalga geçer gibi beyaz önlükler. Okul biter bitmez özellikle bahar aylarında siyah önlükler okulun kapısından çıkınca bir çırpıda sıyrılır ve çantalara tıkılırdı. 0-6 yaş travmasından yeni çıkmış bebeleri simsiyah giydirip okullara tıkmak nasıl bir akıldır ve ne tür bir gelecek hayal ediyorlardı acaba bizim için.

İlkokul resmen nazi kampıydı. Öğretmen tek otorite ve tartışılmaz bir iradeydi. Öğretmen okula gelirken kapıya tek sıra dizilir ve hazırolda onu selamlardık. Herhangi bir öğrenciyi yanına çağırdığı zaman o öğrenci öğretmenin huzurunda hazırolda dururdu. Dayak gırlaydı. Evde dayak okulda dayak anlayacağınız. Sopa,cetvel,tokat,çimdik,saç çekme dayak çeşitlerimizdi. Summerhill okullarının kurucusu üstat Neill'in dediği gibi bu kadar baskıcı bir eğitimdem geçen insanlar nasıl oluyorda bu kadar az suç işliyorlar buna şaşmak gerekir asıl. Psiko-seksüel açıdan çok travmatik nesilleriz belki de bu yüzden trafikte kendimizden geçiyoruz ve bastırılmış bütün duygularımız fışkırıveriyor. Düşünüyorum da benim şu anda şu satırları mutlu bir şekilde normal kalabilmiş biri olarak yazabiliyor olmam acayip bişey.(ne kadar normaliz ??? o da ayrı tabi)

Bu eğitim mi şimdi soruyorum size ? Ben çocuğumu böyle bir tımarhaneye göndermek ister miyim ? (şimdi okullar artık böyle değil mi diyeceksiniz bir daha düşünün derim) Oyun oynamaktan başka bir amacı olmayan ve doğaları gereği oyun oynamaları gereken küçücük çocukları eğitim adı altında duvarların içine hapsetmek eğitim mi amına koyim.?!

Devlet zorla elimizden almak istiyor çocuklarımızı direneceğimize biz mankutlaşmış ebeveynler özellikle duvarları en yüksek ve kalın olan adı cafcaflı bazı okulların önünde çocuklarımzı içeri sokabilmek için birbirimizi eziyoruz.(beyin amcıklaması geçirmişsiniz topunuz beyninizde kıl dönmüş eğitim putuna kurban veriyorsunuz çocuklarınızı)

Fenikeliler doğan ilk erkek çocuklarını tanrı Baal için kurban ederlerdi.Zalimce mi geldi size evet zalimce şüphesiz. Ya bizim yaptığımız çok mu demokratik ve insanca.

Eğitim dediğin şudur;bir yerde ders verilir sen de o dersi talep edersin ve derse girersin.

Zorunlu eğitim mi olur mına koduğumun. Zorla hiçbişeey olmaz. İnsanlık ve güzellik hiç olmaz.

Uyansana ey insan...Nereye gidiyorsun..

4 Nis 2012

BEN YAPAMAM-BEN YAPMAM FARKINDALIK ÇALIŞMASI

Doğan Cüceloğlu'nun Yeniden İnsan İnsana adlı kitabını karıştırdım dün gece yıllar sonra. Kitapta verilen çalışmalara tekrar göz atınca bugünlerin meşhur kuantum düşünce furyasının ilk izlerini gördüm kitapta. Özellikle bilinci yeniden inşaa etmek alt başlıklı kısım tamamen tamamen bir kuantum düşünce tekniği çalışmasıydı. Sonra düşündüm kitabı ilk okuduğum yıllarda neden yapmadım ya da yaptımda ben mi hatırlamıyorum diye ?

Şöyle diyor Cüceloğlu bu kısımda; "elinize bir kağıt alın ve yapamacağınızı düşündüğünüz şeyleri alt alta yazın. Mesela ben toplum önünde konuşamam,ben araba kullanamam,ben para kazanamam. Sonra bunları yüksek sesle okuyun ve kendinizi izleyin. Vucudunuz ve iç dünyanız buna nasıl tepki veriyor. Bir süre bekleyin ve aynı cümleleri bu sefer ben yapmam diyerek tekrar yazın. Bu sefer bu cümleleri tekrar yüksek sesle okuyun ve kendinizi izleyin. Bu sefer nasıl hissettiniz farkına varın. Ben yapamam fikrinin aslında ben yapmam seçimi olduğunu ve yapamayacağınızı düşündüğünüz şeylerin aslında geçmişte bilinçaltında alınmış kararlar sonucunda oluşmuş bir bilinç durumu olduğunu göreceksiniz. O halde çalışmalarla bu bilinç durumu değiştirilebilir. İşt siz ben yapmam dediğinizde bu bilinç durumunun farkına varmış oluyorsunuz " diyor özetle.

Ben kendimin değersiz olduğuna ve hayatın nimetlerini hak etmediğime karar vermişsem 0-6 yaş döneminde, potansiyelimi ve zekamı kullanmamayı seçiyorum . Bu da parasızlık, cesaretsizlik ve başarısızlık olarak kendini gösteriyor (buna benzer pekçok sonuç). Haftasonu eşimin uyarısıyla kazanma konusundaki tedirginliğimi çok net gördüm. Kazanmak fikri genel olarak benim bilinçaltımın bilmediği bir duygu ve kazanma ihtimali belirince limbik sistem devreye giriyor ve hayır diyor bu fikir bizim ödümüzü koparıyor biz buna layık değiliz.Evet o korkuyu çok net hissettim haftasonu.

Cüceloğlunun tavsiyesine uyup çalışmayı yaptığımda çok net olarak görüyorum ki ben yapamam mottosu aslında ben yapmam kararından başka bir şey değil ve bu bir seçim. Seçimler değiştirilebilir.

Biraz gayretle yepyeni bir bilinç haline kavuşmak kendi elimizde.

Almam için hazırlanmış nimetler orada öylece duruyor korkudan elim gitmiyor. Mesela geçen bir iş geldi 10 günde 500.000 TL kazanacaktım. Ne oldu dersiniz ?

Evet sizi duyar gibiyim.