30 Ara 2011

2011 GİDERKEN NERDEYDİK NEREYE VARDIK..

Şurada bir gün sonra meşhur 2012 ye girecez Allahın izniyle...
Şöyle bir muhasebe yapalım bakalım diyorum yıllar bize ne getirdi ne götürdü..

Kendimi değiştirmeye karar vereli 4 yıl olmuş,kuantum düşünceyle tanışalı 3 yıl..
Bu süreci farkındalıklar ve ilerleme durumu olarak kabaca ikiye ayırarak değerlendireceğim..

FARKINDALIKLAR

1-İLİŞKİLER
İlk uyanış burada oldu zaten , ilişki kurmadığımı farkederek.Genel tavrım insanlara şirin görünmek,onlara yaranmak ,onlarla hiç çatışmaya girmemek ve böylece onaylanmak ve değer görmek için uğraşıp durmaktı.İletişim sıfırdı çünkü hiç kendim olmadığımdan duygularım ve düşüncelerim ifade bulmazdı.Nötron gibiydim yüksüz,atomun etkisiz elemanı,proton işe yarasın diye varolmuş sanki..O yüzden ilişkileri ben etkilemezdim ,öylece dururdum hayat ve insanlar yanımdan akar geçerdi..Sürekli pohpohçu olduğum insanlar sürekli iyi davrandığım için sevilirdim..İlşkileri ne devam ettirebilir ne de bitirebilirdim.

2-KENDİMLE OLAN İLİŞKİM

O daha da beterdi.Kendini sevmeyen,değer vermeyen,gücüne inanamayan,cesareti olmayan,eyleme geçemeyen,eleştiriden ödü kopan biriydim..Asla kavga edemez ve tartışamazdım..Biri sesini yükseltse höt dese elim ayağıma dolaşır kal gelirdi..Biri sen yetenekli adamsın güzel yazıyorsun dese utançtan dilim tutulurdu...Onun bile tadını çıkaramazdım...

3-PARA İLE OLAN İLİŞKİM İŞ HAYATI

Balık burcu olmam hasebiyle aslında zeki ve şanslı bir hıyarım ve para beni sever. Sorun benim onu sevmem ve istememdi. Hatırlıyorum da büyümekten ve iş güç sahibi olup para kazanmaktan fobi derecesinde korkum vardı. Büyümekten ödüm kopuyordu onu engelleme şansım yoktu büyüdüm ha noldu bünye genç görünümlü ve çocuksu kaldı parayı ise kazanmamak için elimden geleni yaptım durdum. Kazandığım parayı bile almak konusunda çok isteksiz ve beceriksizdim.Kulakları çınlasın ilk birlikte çalıştığım sevgili hemşehrim Umur abi bu durumuma deli olurdu,sen aptalsın derdi bana senin yerinde kim olsa çoktan evini arabasını alırdı derdi. Sorun oydu zaten bunlar benim için birer öcüydü.O sebepten iş hayatımda istikrarlı bir başarısızlık vardı. Genel olarak HAYATIN NİMETLERİNİ ALMAMAYI SEÇME DURUMUndaydım..

4-GEÇMİŞİMLE OLAN İLİŞKİM

Bu başlık özellikle önemli benim için başılk ismi ne kadar doğru bilemem de geçmiş anılar ve kodlar geleceğim olup durdu çünkü. Geçmişe ait güçsüzlük, terkedilimişlik, değersizlik,korkaklık,kendini ifade edemeyişler,başkalarının eleştirilerine hedef olunan anların yarattığı eziklik duygusunun tazeliği,beceriksizliklerle dolu geçmişin heyulası capcanlı dururdu ve geleceğimde bu çamura bulanırdı..

5-SAİR ARIZALAR..
A-Empati Eksikliği; Empati kendini başkasının yerine koyma becerisi ve onun duygularını anlama becerisi diyebiliriz. Hoş ben empati yaparım amma yaptığım empatinin gerektirdiği eylemi ortaya koymazdım,ikisi de aynı şey sonuçta.Kemdimle olan ilşkimde de bu durum böyleydi..

B-Esneklik-Katılık Dengesizliği; Empatideki arızanın kaynağı bu işte esnek olmamak,taş kesilmek..Sanki esnek olursam bir yerim eksilecek varlık alanım daralacak gibi geliyordu,insanların hassasiyetlerine özen göstermek,onların beklentilerine cevap vermek kendimden ödün vermek gibi geliyordu. Çocukça bir şeyle 2-4 yaşındaki hayır dönemindeki gibi vara yoğa hayır demek kendimi ispatlamak gibi geliyordu. Zamanında diyememişiz demekki :-))) . O kadar katıydım ki sarhoş bile olamazdım..

C-Dipteki Derin Kızgınlık; Ben kendimi çok sabırlı anlayışlı affedici vs.olarak görüyordum ki öyleyim fakat bu durumun dipte çok derin bir kızgınlık duygusu yarattığını farkettim. Aslında ben hiç böyle biri olmak istemiyordum ama böyle davranmayı seçiyordum ve bu usul usul büyüyen bir kızgınlık mağması oluşturmuştu bilinçaltımda.

D-Şeytani Bir Aptallıkla Vazgeçilmez Olduğum Zannı; Evet ya şimdi aklıma geldi bu benzetme aynen öyle.. Tanrı katında vazgeçilmez çok değerli olduğunu zanneden iblisin secde emriyle pırtlayan egosunun yarattığı vehamet.Bu kadar boktan biri olup insanlar tarafından en üstün varlık muamelesi görmek isteği ve beklentisi.. Kendi kendine değer vehmetme aptallığı..Öyleydim işte

E-Rekabet ve Mücadele Eksikliği; Yoktu desek daha doğru..Yenilgiyi peşinen kabulleniş, piste çıkma korkusu bir amaca ulaşmak için kazanmak için mücadele etmekten kaçınmak. Kahvede okey oynarken bile peşinen kaybederdim kazanmak için hiç çaba sarfetmezdim ha kazanmak istemez miydim isterdim ama kaybetme riski peşinen kaybetme durumunu doğururdu. Senle de oyun oynanmıyor derlerdi. Aslında bütün mesele burada diye düşünüyorum ne dersiniz dostlar onlar oynuyorlar ya kazanıyorlar ya kaybediyorlar birbirleriyle dalgalarını geçip gerektiğinde bağrışıp çağrışıp evlerine gidiyorlar rahatça yatıp uyuyorlar ya ben işte kaybettiğim de ama gerçekten kaybettiğimde bu ben de değersizlik,beceriksizlik,laf olsun diye söylenen sözlerden derin yaralanmalar şeklinde duygular oluşturup kendimi kahredip duruyordum sanki ne yani oyun bile oynamaktan ürkmek nedir hayatın oyunlarında nasıl olup kazanacaksın.
Böyle işte zaten bunca şey varken nasıl rekabet ve mücedele edecedim ki..

İLERLEME DURUMLARI,KAÇ METRE ,İLERLEMİŞİZ BAKALIM..

1-İLİŞKİLER
Bu konu ilerlemeyi başardığım bir başlık çünkü 10 senemi verdim. Bir evlilik feda ettim pek çok sevgili pek çok arkadaş..Ha oldum mu oldum diyemem hala duygularımı ifade ederken zorlandığım anlar oluyor. Ama hiç evlenmeyi düşünmeyen bir kadını Allahın izniyle evlenmeye ikna ettim,onunla iki harika çocuk büyütüyorum , cinsel yönden eksikliklerimi hızla giderdim. Uafk tefek arızalrım oluyor arada ama emin adımlarla ilerliyorum.BUn konuda kendime ortanın üstünde bir puan veriyorum..Değişerek ilerliyorum

2-KENDİMLE OLAN İLİŞKİM

En azından bu durumların farkına vardım ve çok sevgili bir dostumun himmetiyle tekamül kaynakları çalışmasına katıldım bu yılın başlarında. Bu bile benim için devrim sayılır. Eşimle çocuklarımızı götürdüğümüz bir parkta şahit olduğum bir olay kendimi sevip onaylama konusunda tetikledi beni ve gecenin üçünde gözyaşları içinde kendimi seviyorum ve onaylıyorum diye sayıklıyordum.Artık küçük küçük duygularımı ifade ediyorum,gücümü ortaya çıkarmak için 6 ay süren bir çalışma yaptım.Artık yeteneklerimi kullanıyorum ve işta bu blog bunun en büyük ispatı. Kavga edebilir miyim ve biriyle ağız dolusu tartışabilir miyim o konuda emin değilim ve hala araba kullanmaktan korkuyorum mesela. Ama bu konuda da ilerliyorum kendimi seviyorum artık ve anlıyorum..Buradan kendime orta veriyorum.

3-PARA İLE OLAN İLİŞKİM,İŞ HAYATIM

Geldik zurnanın zırt ettiği yere bu konuda henüz gözle görülür bir başarım yok , neden yok ? Birincisi henüz bir vizyon ortaya koyabilmiş değilim ne yapmak istiyorum ve hayat amacım ne bunu netleştirmiş değilim. İddaa oynayarak para kazanabilir miyim acaba (kaçamak yani kopya durumu biraz) ama hayat kopya çektirmedi bana zaten öğrenciyken de çekemezdim. İlk önce bir vizyon ve kazanma isteği ile harmanlanmış bir eylem planı hazırlamam gerekiyor bu yıl ki hedefim bu. Öyle olumlama yaparak yerinde sayarak dışardan bir kurtarıcı bir el bekleyerek bu işlerin olmayacağını iyicene anladım. Güç bende derman bende. Allah yardımcım olsun..Bu konuda notum sıfır malesef.

4-GEÇMİŞİMLE OLAN İLİŞKİM

Bu başlıktaki durum için şu kadarını söylemekle yeetineceğim artık geçmişimle yaşamıyorum. Tamamen kurtuldum mu hayır ama geçmişin heyulaları kalkıp bugünüme gelmeye kaltıklarında hemen farkedip uyarımı yapıyorum. Burdan da kendime orta notu veriyorum.

5-SAİR ARIZALAR
A-Empati Eksikliği; Bu durumumu daha yeni kabullendim eşim sen empati kuramıyorsun derdi de kızardım evet ben empati kuramıyorum bunu kabul ediyorum ve karşımdakini dinlemek için gayret gösteriyorum ve acaba ne istiyor diye kulak kabartıyorum. Ama hemen oluyor mu tabi ki gitmem gereken yolun başındayım. Zayıf notu veriyorum.

B-Esneklik-Katılık Dengesizliği; Bu durumumu da yeni yeni algılamaya ve değiştirmeye başladım. Taş kesilmişim de haberim yok Esnek olmayı seçiyorum. Not kırık

C-Kızgınlık ; Bir gün eve doğru gelirken marketten birden babamın beni ne kadar değersiz hissetirdiğini anneme boşuna kızıp durduğumu farkettim.kIZGINLIK DUYGUMUN VE DEĞERSİZLİK DUYGUMUN ASIL BABAMDAN ALDIĞIM YÜKLER SEBEBİYLE OLDUĞUNU FARKETTİM. Sevgili babacığım seni affediyorum ve senden aldığım yükü avuçalrına bırakıyorum ve artık özgürüm. Bana ait olamayan yükleri bırakıyorum ve ben değerli olduğumu biliyorum. Burada kendime orta veriyorum.

D-Şeytani Aptallık; Papaza kızıp oruç bozmanın pire için yorgan yakmanın alemi yok. Akıllı olamak esenk ve uyumlu ve gerekeni gerektiği yerde yapmak demek evet böyle o halde ben kimse için (özellikle Allah için özel felan değilim) özel değilim.Değerli olma için değer üretmek gerektiğini kavradım. Özellikle güç çalışmaları yaparken beniğm için en zoru bu oldu , Allahın kulu olduğunu kabul etmek. Ama ettim sanırım evet ben tanrıyı oynuyordum tanrı olmadan. Allahım ben senin aciz kulunum sen ihtiyaçları gideren alemlerin rabbi olan ALLAH'sın.Notum iyi.

E-Rekabet etmek ; Sanırım bu para ile olan ilişkimle paralel gidiyor. İkisi de birlikte düzelecek. Notum belli.

Toparlarsak vizyon koyup, hayat amacımı gerçekleştirmek için ilerlemeyi seçmem gerektiğini anladım. Esneklik geri bildirim ve iletişim konusunda ki eksikliklerimi hızla düzeltip üstüne koyarak hayatın nimetlerini almak için gayretle ilerlemeyi seçmem konusunda bir farkındalığım oluştu. Gelirimi arttırıp hakkettiğim bolluğu ve bereketi hayatıma çekmek tir amacım ( Işık hnm eğer korkularından kurtulursan inanılmaz bir bolluk bekliyor seni demişti rüyamı yorumlarken) Ama bu kucağına gelmiyor insanın bunu da anladıysam artık gereğini yapma zamanıdır.

Hayırlı olsun 2012 değişim değişmeyen tek şey..Öpüyorum kendimi..Tebrikler bana..

Not: gelecekten bildiriyorum başıma gelmeyen kalmadı ama içimdeki kurbağayı çıkardım tarih mart 2018

BİZ NE İSEK ...

Biz ne isek hayat da ona döndü
Memleket evlatlarını bol buldu ya... 
Bakmayın "terör kayıpları" için acılara boğulmaya...
Onun dışında da, beşer, onar öldürüveriyor, ölümlerden ölüm beğendiriyor, bir nevi intiharlara, ihmal katliamlarına sürüklüyor.

Medeniyetin tek dişi de... 
Hukuksuzluğun, haksızlığın, arsızlığın, yolsuzluğun, yüzsüzlüğün, ihmalin, umursamazlığın, boşvermişliğin tüm azı dişleri de her an her yerde geçip parçalamaya hazır. 
Burada her araç, her imkân, her çare aynı zamanda birer seri katiledönüşmeye hazırdır. 
Taşıt aracı, aynı zamanda toplu ölüm aracıdır.
Binalar barındırmak, okutmak için olduğu kadar, yıkılmak, enkazında çocukları yutmak içindir. 
Atölyeler üretim içindir ama pekala zehirlemek, alev alev işçileri boğmak, yakmak, kül etmek içindir.
Tersanelerde gemiler yapılır, yolcular, yükler taşınsın diyedir, gemilere filikalar takılır, kurtarmak içindir; ne var ki o gün sık sık gelir, öldürmek, sulara gömmek, çarpmak, ezmek içindir.
Minicik çocuklar süt elleriyle koyunları sağsınlar diye çiftliklere taşınır, üç kuruş içindir; lakin kamyon kasasından topluca derelerde boğmak içindir.
Doğalgaz bir de ne içindir çocuklar; bildiniz işte, bir evde bin bir ihmal zincirine dolanıp boğulmak içindir.

Daha geçen Samsun'da toplu halde üniversitelileri toplu halde...
Şimdi Ankara'da üniversiteleri toplu halde...
Yarın, kendiniz, evladınız, bir yakınınız, bir yanınız, bir canınız.

Galiba şu da mı oluyor ne? 
Birbirine çok tuzak kuran, çok fesatla dolan, sinsi, birbirine karşı hoyrat, hayata, akla, vicdana karşısaygısız bir toplumda... 
Doğa da... 
Doğalgaz da... 
Bina da, yol da, araç da, işyeri de, okul da...
Fesatla, hinlikle, hainlikle doluyor. 
Sonra bir gün ya zehir zehir bir haneye sızıyor...
Ya bir yolda birbirine çarpıyor.

Biz ne isek, hayat da öyle bir şey oluyor. 
Hayattan ziyade, ölüm ölüm kokuyor.
Ve kokuyu kimse duymuyor, kapıyı kimse kırmıyor, bir toplum onca duyarsızlıkta derin uykularda uyurken evlatlarını kaptırıveriyor.

21 Ara 2011

HİGGS BOZONU ASABIMI BOZUYOR

Malum bu aralar CERN de yapılan deneyler yüzünden çok moda bir konu (bilinen adıyla tanrı parçacığı). Yalnız benim kafama takılan pek çok şey var ki bu konular fizikçilerin de kafasına takılıyor doğal olarak. (Aslında bütün mesele şöyle başlıyor ; doğuyor ve ölüyorsun ve içinde yaşadığın bir dünya var. Çocukluktan çıkıp büyürken beynin konformist gargarasından kurtulup sorular sorabilmek bütün mesele. Ben ölüyorum niye ? Gördüğüm bu eşya gerçek mi ? Mahiyeti nedir ? Özellikle kendimizle ilgili soru temel soru buna verdiğimiz cevap hayatın kendisi aslında. Bu cevap her birey tarafından mutlaka bulunması gereken bir ödev . Evrenin herkese bir cevabı var .Varlık sorusu ve cevabı. Böyle bir derdin yoksa sen de yoksun. Yokluk cehennemin ta kendisi. Dünyevi telaşlar ve hırslar burdaki cafcaf sınavın kendisi. Sınav kağıdını boş verebilirsin ki insanlığın ezici çoğunluğu böyle yapıyor maalesef sıfır alırsın. O yüzden bu bozon ozon işleri mühim. Karnını doyurmak kadar mühim,karnın doyuyorsa tek önemli olan şey o

Şimdi bu Higgs bozonunu bulduk diyelim standard modelin açıklaması deneysel olarak kanıtlanmış olacak. Benim derdim matematiksel grafikler denklemler felan değil asıl. Oraya iki denklem yazıyon planck sabiti koyuyon ışık hızının karesiyle çarpıyon felan filan.(Bunlarda bizim uydurmalarımız sabit falan öyle bir şey yok aslında var kabul ediyoruz.kapiş)

Benim temel sorularım var hala anlamadığım .(Okuldayken atom modelini görmüştük işte çekirdek var proton var nötron var ve etrafta deli sikmiş gibi fır fır dönen elektronlar var. İyi dedik madem öyle sorun yok. Ama büyüyüp kuantum felan da okuyunca biraz yav dedim du bakalım kafamın yatmadığı bişeyler var bu işte.)

1-Bu protonlar + yüklü nasıl bir arada duruyorlar. Ha diyeceksin Heisenberg bunu açıkladı denklemsel olarak mezon alan teorisiyle. İyi de bu nötronlar yüksüz değil miydi - yüklü mezonlar nasıl oluyor da protonlara atlıyor sonra tekrar geriye nötrona atlıyor. Tamam denklemsel olarak bir izahı var bunun ama nötronlarda - yüklü mezonlar nasıl oluyor.Bunlar nasıl oldu da bir araya geldiler ne zorları vardı ??

2-Elektron işi ise çok karışık. Hala kafam basmıyor.Güneşin etrafında dönen gezegenler gibi felan da değilmiş bu elektron yörüngeleri. Bunları gözleme imkanın yok Heisenbergin belirsizlik prensibi öyle diyor. Kimse de görmedi zaten bugüne kadar. Bu elektron denen şey nötrondan 1836 kat daha küçük ama taşıdığı eksi yük nötronunkiyle aynı. Garip değil mi ? Öyle olması gerekiyor zira atom puf eder dağılır yoksa saniyenin trilyonda biri bir zamanda. Bir de bu elektronlar nasıl oluyor da çekirdeğin etrafında dönüyorlar ve yörüngemsi yollarda fır fır dönüyorlar? Bu kadar enerji nerden geliyor? Asıl sorun ise bu elektronların nasıl farklı yörüngelerde olabildikleri her şeyleri aynı bunların pauli dışlama ilkesi diyeceksiniz iyi de niye dışlıyor abi? İlk yörüngede dönen elektron nasıl oluyorda çekirdeğe kapaklanmıyor hani artı eksiyi çekerdi niye çekmiyor? Niye sadece 7 yörüngemsi var? Böyle olmazsa kimya olmaz molekül olmaz bileşik olmaz protein olmaz felan filan. İyi de niye oluyor?

3- Bir de şu var kafamın basmadığı. H20 niye su oluyor pekmez olmuyor?(Bunu bütün maddeler için sorabiliriz) Oksijen niye bu kadar sırnaşık orospu gibi kimi bulursa yapışıyor ? Bütün sıvılar donduğunda hacmi azalır yoğunluğu artar niye su tam tersi ? Kuraldan haberi yok mu bunun ?

4-Bu atom dediğimiz şey nasıl maddeleşiyor. Nasıl şekil alıyor ? Hayatta en merak ettiğim şey bu şekil mevzuu ?? Bana DNA demeyin ?? Sıçtığımın DNA sı nasıl biliyor ne şekil alacağını. Yıllardır düşünüyorum çıkamadım bu işin içinden ? Aynı tohumu toprağa atıyon biri 30 metre çınar ağacı oluyor öbürü 10 cm ıspanak. Niye frezya çiçeği bu kadar güzel kokuyor benim burnuma? Ispanak niye büyümez 1 metre. Tak diye nasıl duruyor büyüme ? Normal olarak büyümeye devam etmesi gerekmez mi? Bu şekil mevzusu çok enteresan. Ölünce bu atom çorbası niye dağılıveriyor hem o kadar uğraştık bir araya getirecez diye? Bakıp bakıp hayret ediyorum.

5-Rüya mevzusu var bir de. Benim çok alakalı olduğum. Niye rüya görüyoruz ve rüyadaki renkler ve ışık nerden geliyor? Normal fizik yasalarına göre rüyalarımızı göremememiz lazım. Orda da mı kuantum mekanik devrede ? Işıkta mı sanal ? Matrixte mi yaşıyoruz ? Her şey numara mı?

Şimdilik bu kadar.. Bunlara cevap bulsam çok rahatlayacam sonra da öteki sorularıma cevap ararım..

20 Ara 2011

HAYDAR ERGÜLEN BİYOGRAFİSİ

RADİKAL GAZETESİ KİTAP EKİNDEN ALINTIDIR


Kitaplarındaki biyografinle başlasam. Bir tek cümle var biyografinde: “Haydar Ergülen: Nar’ın babası”...
‘Hakikat nardadır’ demiş Pir, ben de ‘hakikat’ı buldum sonunda, hakikatı bulan insana da her şey fazla gelmez mi? Eskiden de kitaplarımın başına, arkasına uzun uzun biyografi yazmak istemezdim, hem sıkılırdım, hem utanırdım. Sonraları ‘hakkında söylenenler/yazılanlar’ diye bir başlık çıktı, bu kez de kitaplarımız, şiirlerimiz hakkında çıkan olumlu, övücü yazılardan bölümler yer almaya başladı. Ben de yaptım! Adam Yayınları’nın böyle bir arka kapak formatı vardı, beni ve şiirimi seven eleştirmenlerin, şairlerin sözlerini ben de bir-iki kitabımın arkasına aldım. Fakat bu da sıkıcı bir şey, fazla ‘reklam kokan hareketler’dendi. Bir de reklam yazarıydım o yıllarda, sağ olsun şair arkadaşlar, kendilerinde ‘solculuk’ vehmedenler bilhassa, belaltından vurmak için ‘reklamcı şair’ diyorlardı, ki bu o şairler için ‘küfür’ sayılır! Onları çok önemsediğimden değil ama, okuru önemsediğimden, biraz da şiirde oyunu sevdiğimden, çünkü bir hakikat biçimi olduğuna inanırım oyunun da, oyun olmazsa hakikat nasıl kurulurdu, biraz o formatı değiştirmek istedim. O günlerde bir anlamlı-anlamsız şiir tartışması yüzünden beni yerden yere vuran bir şair arkadaşımın benimle ilgili bir suçlamasını, olumsuz yargısını yazmak istedim kitabın arkasına. Üstelik ikimizin de kitapları aynı yayınevinden yayımlanıyordu, fakat ne yazık ki yayınevi kabul etmedi. Sonra benimle ilgili söylenen sözler arasına, hakkımda çıkan olumsuz görüşleri de almaya başladım.
Şimdi zaten kitaplarımın arkasına ya da önüne benimle ilgili çıkan hiçbir şeyi yazdırmak istemem. Üç-dört yıl öncesinde zaten tek satıra indirmiştim biyografimi, yaşamımı belirleyen önemli şeyleri yazmıştım: Eskişehir’de doğdu, ODTÜ Sosyoloji’yi bitirdi, reklam yazarlığı yapıyor... gibi. İlk ikisi hâlâ çok önemli, bilhassa Eskişehir. Sonuncusundan da şükür beş yıl önce kurtuldum, emekli oldum! Demek ki hayatım boyunca bunu beklemişim, belki de dünyaya onu beklemek, onunla buluşmak için gelmişim, kızım Nar 2007’de doğunca, hakikat da doğmuş oldu. Böylece, yalnızca ‘Nar’ın babası’ olarak hissetmeye başladım kendimi bu dünyada, âlemde, tabiatta, şiirde... Kız babaları, hele benim gibi geç yaşta çocuğuna kavuşan kız babaları birbirlerini iyi anlar, artık dünyadaki her şeyden önce onlar gelir çünkü. Onları anlamak, onların dilindeki şiiri duymak, sessizliklerindeki şiiri dinlemek, harikulade şaşırtıcılıklarına kulak, göz ve yürek kesilmek ve elbette onlarla birlikte gerçekten büyümek... Hem Nar bana adı gibi öyle bereketli geldi ki, yeni kitaplar, yeni yazılar, yeni şiirler, yani ‘Nar’ın babası’ olmak için neredeyse nar kadar sebebim var, bin sebebim var! Hepsi bir Nar edecek kadar!
Önceki şiir ve deneme kitaplarımı bilenler beni de zaten biliyor, bilmeyenlerse ‘Nar’ın babası’ diye bilsinler, kitaplarımı öyle okusunlar. Severlerse başka kitaplarımı da okurlar, yani kitabın kendisi referans olsun. Uzun uzun kitap adlarını, ödülleri, etkinlikleri, yazdığı dergi ve gazeteleri saymaya gerek yok. Hem artık o bilgiler internette fazlazıyla var biliyorsun! Hem de belki kimbilir ben de Nar’dan öncesini unutmuşumdur! Hem de ‘Nar’ın babası’ yazınca kısaltmış değil, aksine çok uzatmış bile sayılabilirim biyografimi.

19 Ara 2011

FARELER VE İNSANLAR

Habertürk gazetesinde Neva Çiftçi Banes hanımın Bilimyorum köşesinde ilginç bir deneyin sonuçları paylaşıldı.

Science dergisinde yayınlanan bu çalışmada bir grup sıçan bir ortama bırakılıyor daha sonra kafes içinde bir sıçan daha bu sıçanların arasına koyuluyor. Sıçanlar uğraşıp kafesteki sıçanı kurtarıyorlar.Tekrar aynısı yapılıyor sıçanlar kafestekini gene kurtarıyorlar. Daha sonra sıçanların arasına iki kafes koyuluyor,bir kafeste sıçan öbür kafeste çikolata var. Sıçanlar kafesteki sıçanı kurtarıyorlar önce daha sonra çikolasta olan kafesi açıyorlar ve çikolatayı birlikte yiyorlar.

Darısı biz insanların başına...

iki resim arasındaki benzerlik



















bu resimi gök bilgi adlı blogtan aldım. Fare beynindeki sinir hücresi ve evrenin resmi.

16 Ara 2011

NE OLCEK BU İLAÇ İŞİ,HASTANELER KARHANELER

Bu günlerde doktor ilaç hasta ilişkisi yeniden sorgulanmaya başladı. Umarım bir sonuca da ulaşır. Kendi adıma ne hastanelere giderim ne doktorları severim ne de ilaç kullanırım. Özellikle çocuklara antibiyotik yazan doktorları boğasım geliyor. Ama kabahatin büyüğü bedava mezar bulsa girecek olan vatandaşlar. İlaç yazmayan doktora doktor demeyen, iki tanede komşuya ve dayının kızı için de yaz diyen vatandaş. Seviyoruz ilaç biriktirmeyi ve konu komşuya dağıtmayı. Şeker mübarek. Bir de neden bizde taneyle değil de kutuyla satılır o da ayrı tabi.

Bu hafta içinde vekil olarak bir ceza dosyasını inceledim. Suç konusu tam da bu. Tıbbi mümessil,doktor ,ilaç firması üçgeni. Soruşturma devam ettiği için isim veremeyeceğim. Bu tıbbi mümessil arkadaş (ki onu savunuyoruz) kafa ilaçları üreten bir firmayı temsil ediyor,devlet hastanesinden bir psikyatrı bağlamış ,elinde doktorun reçetesi,kaşesi reçeteleri kendi dolduruyor. Doktorunda bilgisi var tabiki.Reçetelerin bir kısmı da heyet raporu gerektiren ilaçlar. Olay ordan patlıyor zaten. Ne güzel dimi? Doktorlar eczacılara dönüşmüş imzalarını ve kaşelerini kiraya veriyorlar.

Patronum bu yaz sonuna doğru kendini iyi hissetmediği için hekime gidiyor. Tahliller felan teşhis kolestrol yüksekliği ve şeker direnci. Patron ben diyet ve egzersiz verecek diye beklerken üç aylık dönemler olmak üzere ilaç yazıyor. Gerek var mı ilaca diyorum,hekim evet diyor bunlarıda kullanman gerek. Ya diyor ben tatlıyı seven ve alkol alan bir adamım ve spor yapmıyorum ve düzensiz besleniyorum bu belirtilerin olması gayet normal diyor. Kesersin alkolü,yürüyüş yaparsın tatlıyı kaldırırsın beslenmeden normale dönersin diyor. Kullanmadım diyor ilaçları. İlaçlarda dünya para ,devlete kazık yani..

Bizim müvekkil var 90 lı yaşlarda hali vakti gayet iyi. Geçen yaz şöförüyle beraber bir ege akdeniz turu yapmak üzere yola çıkar,yolda dostlar felan ziyaret edilir,yenilir içilir vs. Antalyaya gelindiğinde bizimki halsiz ve yorgun düşer,soğuk içecekler,terleme felan derken rahatsızlanır. İstanbula Acıbadem hastanesine yatırılır. Bir gecelik istirahat ve tedaviden sonra ertesi gün yetkili hekim tarafından durumunun gayet iyi olduğu ve isterse taburcu olabileceği ama bir gece daha müşahede altında kalırsa daha olacağı söylenir. Ertesi sabah bir doktorlar heyeti tarafından ziyaret edilir ve kendisine anjiyo da dahil pek çok tahlil ve tıbbi prosedür uygulanır,bizimkisi bundan birşey anlamaz. Çünkü daa dün taburcu olabileceği söylenmiştir. Neyse taburcu edilir müvekkil ve kendisine 35.000 TL fatura çıkarılır. Öder müvekkil para gani ama içine kurt düşer. Kendi devresi bir hekim arkadaşına anlatır durumu,arkadaşı kısaca söğüşlendin der. Bu arada hastane müvekkile gold kart gönderir bundan sonraki müracaatlarda kendisine öncelik tanınacağı bildirilir. Müvekkil 4 sayfalık bir şikayet mektubunu hem hastaneye hem de bakanlığa yazar.

Velhasıl siz siz olun vucudunuza gereksiz ilaçlar yüklenmemesi için uyanık olun. Genel olarak durum fena.

12 Ara 2011

DÜNYA DÜNYA

Ayna grubunun bu şarkısı aklıma takıldı ne zamandır. Özellikle " Dünya dünya kendimden önce sen kurtardım dün bütün gece" dizesi. Dünyayı kurtarmakla meşgulüz hep tek kurtarabileceğimiz kendimiziz oysa. Ancak kendimizi kurtarırken kurtulabilir dünya. Kendimi kurtarmak istiyorum her şeyden önce şimdilik dünyanın canı cehenneme...

Gecenin Köründe Pirelerim Kaçtı
Yaktım Bi Sigara Beni Açtı
Oturup Balkona Düşündüm Alemi
Aklım Ruhum Şaştı
Dünya Dünya Kendimden Önce
Seni Kurtardım Dün Bütün Gece
Vosvosun Camı Paramparça Sakın Dedim Hırsıza
Teybi Al Ama Kasetler Kalsın
Ambalajlar Senin Olsun Ruhlar Bize Kalsın
Şarkılar Lazım Bize Herzaman Lazım
Çözmek İçin Dünyayı Birlikte Söylemek Lazım
Ulaşılmaz Derler Bekli Minicik Hayallere
Kimler Neler Demişti Geçip Giden Günlerde
Bu Yarışa Bi Araba Bulmalıyız Babam
Bi Güzel Olmalı Akşamlar
Seyislikten Usandık Joker Olmalıyız Babam
Bi Güzel Olmalı Akşamlar

CEMEL VAKASI YENİDEN

Cemel Vakası ile ilgili Ahmet Turan Alkan'ın Aksiyonda çıkan yazısını yayınlamıştım blogta. O yazıya müracaat edilebilir bu yazdıklarımdan sonra. Geçen akşam Ülke tv deki sıradışı programında ismini hatırlayamadığım bir konuk (ki kendisi çok sık katılıyor programa,bak burada kendime kızdım şimdi adamın adını nasıl hatırlamam)muharrem ayı ve kerbela olayı vesilesiyle islam dünyasına hakim olan algıyı köküne kadar eleştirdi ve bu dönemde yaşanan olayları yerli yerince değerlendirmemiz gerektiğinin tekrar altını çizdi.

Bilen bilir ;Cemel Vakası ve Sıffin savaşı (ki iki olayda Hz.Ali devrindedir) islam dünyasının kırılma anlarıdır. O günlerden bugünlere iki ana hat ve sayısız yan hat boyunca ilerleyen yarılmalar olmuştur alem-i islam cemaatinde. Birlik gitmiş iç savaşlar başlamış bu mezhep ayrılıklarını körüklemiş pek çok kanlı olay meydana gelmiştir.

Zorluk şuydu; burada savaşanlar 25-30 yıl önce omuz omuza peygamber sancağında savaşıyorlardı ve hepsi sahabenin çok önemli isimleriydi. Pek çoğuda aşere-i mübeşşeredendi hatta. Daha sonraki ulema bu işi nasıl tevil edeceğini bilemedi çünkü kafalar putlaşmış zihinler körelmiş isimler cisimlerin üstüne çıkmıştı. Bu zatların insanilikleri adeta görmezden gelinmiş ve bunca kepazeliğin bu melekler (adeta öyle günahsız sayılıyorlar,hatadan beri kafalarda öyle bir imaj oluşmuş,imaj diyorum bakın imajda gerçeklik yok,gerçeklik kaybediliyor) tarafından yapılamayacağı farzedilerek olan bitene bir kılıf bulunmaya çalışılmıştır.

Hz.Aliye ve Hz.Aişeye laf söylemek nasıl olabilir dinden imandan çıkarız korkusu önümüzde duran gerçekliği görmemizi ve anlamamızı imkansızlaştırmıştır. Bu da bizi 1400 yıldır süren bir kör dövüşüne mahkum etmiştir. Bu sahabe bir takım insani hırslar ve iktidar kavgası yüzünden birbirlerine kılıç çekmişler onbinlerce müslüman ölmüş ama sonraki aklı evvel ulema üç maymunu oynamayı tercih etmiştir.Tercih etmiştir çünkü havsalaları bu kadar büyük zatların dünyevi iktidar için birbiriyle savaşmalarını almamıştır. Bu bir ictihad farkıydı gibi abuk kılıflar bulunmuş ama mızrak çuvala sığmamaktadır.

En başta dünyevi olan ile uhrevi olan birbirine karışmıştır çünkü. Bu zatların cennetlik olup olmamaları başkadır dünyevi olaylar başkadır. O yüzden cennetlik olanlar nasıl birbirine kılıç çeker diye bakarsan saplanırsın batağa. Ortada hilafet var,valilik var,sonradan hortlamış kabilecilik var,var oğlu var. Sen bunun içine cennet işlerini karıştırırsan arap saçı olursun kalırsın.

Ortada seçimle gelmiş bir iktidar var (Ali) ve bu iktidara karşı daha sonra Hz.Osmanın kanını bahane edip iktidarı ele geçirmek isteyen kişiler var (Aişe,Talha,Muaviye). Meşru iktidar her meşru iktidarın yapacağı gibi kendini savunmuştur isyancılara karşı. Ali sonuna kadar haklıdır ve diğerleri zulmetmişlerdir.

Ortada bal gibi bir iktidar savaşı vardır ve bütün mevzuda budur.

Ve bu mevzudan başlamak üzere her müslüman diniyle tarihiyle ve kitabıyla yeniden yüzleşmeli geçmişin tortularından arınarak selefin yaptığı gibi devrimci ruhunu yeniden kazanmalı ve dini ihya etmelidir. Din devrimdir ve her inanan devrimcidir ve devrim kıyamete kadar devam etmelidir..

KRAL ÇIPLAK (DEĞİL Mİ ?)

Andersen'in , kralın yeni giysisi masalındaki çocuğun "kral çıplaak " diye bağırmasıyla hafızalarımıza kazınmış bu hikayenin günümüzün çağdaş toplumlarında fena halde zuhur halinde olduğunu müşahede ediyorum. Mevcut düzen kurucuları olan tağut uşakları fena halde bu masaldaki kurnaz terzilere benziyor. Hepimizi aptal yerine koyup aslında ne kadar zeki olduğumuza bizleri inandırıyorlar ve hakikat apaçık önümüzde dururken biz anlatılan palavraya inanıyoruz. Hakikatı görmemizi engelleyen ön yargılarımız ve şartlanmışlıklarımız oysa çocuk kandırılamayacak kadar saftır,yalan söylenebilir ama görünen gerçekler konusunda aldatılamaz. O yüzden hakikatı ancak bir çocuk görebilir ya da çocuk bakışlı yürekler , hakikatı gözler göremez.

Herkesin bir yalanı var ve yalanlar üzerine kurulu modern dünya.

İlaç firmaları bizi hasta olduğumuza inandırıyor, doktorlar propagandist..

Gıda firmalarının yalanı (tohum şirketlerinin özellikle) geleneksel ve doğal tarımın bizi doyurmayacağı , kendileri sağlıklı başka herkes hasta..

Çocuklarımız okula gitmez ise aç ,dershaneye gitmez ise biilaç kalacak zannediyoruz bizi çocuklarımızın gelecek kaygısıyla korkutup aptal eğitim sistemine mahkum ediyorlar..

Hırsızlarla korkutup alarma ve sigorta satıyorlar..

Musluk suyu tukaka deyip şişelenmiş suyu satıyorlar bize oysa musluk suları pet şişelerden daha sağlıklıyken ve bu gerçekken biz pet şişelerin esiri oluyoruz...

Doğal hayat ,dalından elma, konfor ve güvenlik ,sitenizden çıkmadan tatile gidin gibi dallama sloganlarla dünyanın ev adı altında en pahalı hücrelerini kakalıyorlar ,sen de ben ne mutlu bir adam oldum şimdi deyip ömrünün 15 senesini bu hapishane hücresindeki cafcaflı yalnızlığı satın almak için harcıyorsun..

Bir kaç zihin açıcı soru;
1-Bir ev hayal et ve bunu bir kağıda çiz ne görüyorsun,sonra oturduğun eve? bak,ne görüyorsun ?
2-Dünyayı değiştiren insanlara, insanlığın kadim öğretmenlerine ,şairlerine,alimlerine ve dahilerine bak hangi okuldan mezun olmuşlar bakalım. Geçen yüzyılın dahisi Einstein ve dünyayı değiştiren Bill Gates hangi üniversiteden mezun. İmamı azamın diplomasında ne yazıyor? Ya da ibn-i Sina hangi tıp fakültesini bitirmiş? Doktor maaşları ne kadardı ?

3-Eski medeniyetlerde su faturalarını kim tahsil ediyordu ve sudan vergi alınıyor muydu?

4-Köleliği kaldırdık insanlık olarak acaba öyle mi? Borçlu olmak köleliktir diyen Efendimizin beyanını hatırlatıyorum..

5-Hastaneler olmazsa çocuklar dünyaya gelemezler mi ? 40 yaş üstündekiler acaba hangi hastanelerde doğmuşlar ?

6-Aynaya bak ve kendine sor bu yaşadığım hayat benim mi ? Hızla ölmekte olduğumu biliyor muyum ? Yaptığım bunca saçmalığın anlamı ne?

Bunca yalan labirentinin içinden Allah'a ve hakikate giden bir yol bulmak zorundayız yoksa bu zalim düzen çocuklarımızı artık iki yaşından itibaren kötürüm bırakmaya hazırlanıyor...




THİS İS YOUR LİFE


Geçen gün bir kafede oturmuş çay içerken Dust Brothers'ın Fıght Club filminin soundtracki için hazırladığı ve filmin kapanış parçası olan bu harika müziği dinlediğim bu parçanın birden blogumda olmasına karar verdim. Zihin açıcı bir filmin bir o kadar devrimci parçası. Zihnimiz açıldı mı orası ayrı mevzu bu aralar bununla uğraşıyorum. Aslına bakılırsa fena halde bir fight club olayına ihtiyacım var,morarmış bir göz ve ezik kaburgalar ruhuma iyi gelecek buna eminim...





this is your life

and you open the door
and you step inside
we're inside our hearts
now imagine your pain
is a white ball of healing light
that's right, feel your pain,
the pain itself,
is a white ball of healing light
i don't think so

this is your life
good to the last drop,
doesn't get any better than this
this is your life, and it's ending
one minute at a time
this isn't a seminar
and this isn't a weekend retreat
where you are now
you can't even imagine
what the bottom will be like

only after disaster
can we be resurrected
it's only after you've lost
everything that you're
free to do anything

nothing is static,
everything is appalling (evolving),
everything is
falling apart

you are not a beautiful and unique snowflake
you are the same decaying
organic matter as everything else
we are all a part of the same compost heap
we are the all-singing,
all-dancing crap of the world
you are not your bank account,
you are not the clothes you wear
you are not the contents of your wallet
you are not your bowel cancer
you are not your grande latte
you are not the car you drive
you are not your fucking khakis

you have to give up

you have to realise that someday you will die,
until you know that you are useless
i say let me never be complete
i say may i never be content
i say deliver me from swedish furniture
i say deliver me from clever art
i say deliver me from clear skin and perfect teeth
i say you have to give up
i say evolve, and let the chips
fall where they may

i want you to hit me as hard as you can

welcome to fight club
if this is your first night
you have to fight

http://lyricstranslate.com
Ve kapıyı aç, içeri gir
Kalplerimizin içindeyiz
Şimdi acının şifalı ışıktan beyaz bir top olduğunu hayal et
İşte bu, acın
Acının ta kendisi şifalı ışıktan beyaz bir top
Sanmıyorum
Bu senin hayatın, son damlasına kadar iyi
Bundan daha iyisi olamaz
Bu senin hayatın ve her an bir dakika daha azalıyor
Bu bir seminer değil, bu bir haftasonu sığınağı değil
Şu an bulunduğun yerde en dibin neye benzeyeceğini tahmin bile edemezsin
Felaketten hemen sonra dirilebiliriz
Sadece ve sadece herşeyini kaybettikten sonra, birşeyler yapmaya özgürsün
Hiç birşey sabit değil, herşey gelişiyor, herşey parçalanıyor
Bu senin hayatın, bu senin hayatın, bu senin hayatın, bu senin hayatın
Hiç birşey bundan daha iyi olamaz
Bu senin hayatın, bu senin hayatın, bu senin hayatın, bu senin hayatn
Ve bu, her an bir dakika daha azalıyor
Güzel ve benzeri olmayan bir kar tanesi değilsin
Sen de diğer herşey gibi aynı çürüyen organik mekanizmasın
Hepimiz aynı gübre yığının bir parçasıyız
Hepimiz şarkı söyleyen danseden dünyanın pislikleriyiz
Banka hesabın değilsin
Giydiğin kıyafetler değilsin
Cüzdanının içindekiler değilsin
Bağırsak kanserin değilsin
Büyük bir cafe latte* -büyük bir süt-ün değilsin
(Starbucks'a gönderme yapılıyor)
Sürdüğün araba değilsin
Boktan haki üniforman değilsin
Bırakmak zorundasın, bırakmak zorundasın
Bir gün öleceğinin farkına varmak zorundasın
Bunu bildiğin zaman, işe yaramazsın
Ben, tam olmama izin ver demiyorum
Ben, hiç, tam olamam diyorum
Ben, beni isveç mobilyalarından kurtar diyorum
Ben, beni zeki sanatlardan kurtar diyorum
Ben, beni temiz cilt ve mükemmel dişlerden kurtar diyorum
Ben, vazgeçmek zorundasın diyorum
Ben, evrim geçir ve kırıntılar nereye düşmesi gerekiyorsa bırak düşsünler diyorum
Bu senin hayatın, bu senin hayatın, bu senin hayatın, bu senin hayatın
Bundan daha iyisi olamaz
Bu senin hayatın, bu senin hayatın, bu senin hayatın, bu senin hayatın
Ve bu her an bir dakika daha azalıyor
Bırakman gerek, bırakman gerek
Bana vurabileceğin kadar sert vurmanı istiyorum
Bana vurabileceğin kadar sert vurmanı istiyorum
Dövüş Kulübüne hoşgeldin!
Bu senin ilk gecen, dövüşmek zorundasın

http://dai.ly/dJat2t

8 Ara 2011

MAHKEMELER NE İŞE YARAR YA DA YARAMALI (HAKİM YA DA MAHKEME FARKI)


Amerikan filmlerinden hatırlarsınız Mahkeme filmlerinde duruşma öncesi davanın ismi ve yargıcın ismi okunur. Ben Texas dallas aile mahkemesinden bir boşanma kararı tenfiz etmiştimde (bu kararı gösterdiğiniz herkes bunun bir mahkeme kararı olduğunu anlar bence anlamasa bile bunun ferman gibi bir şey olduğunu söyler size. Tam 28 sayfaydı karar. Filigranlı özel kağıda yazılmış kararın sonunda kararı veren hakimin ismi ve bu kararın ona ait olduğunu belirten bir yazı ve gayet nizami bir imza ve tereddüde yer bırakmayacak bir mühür ve soğuk damga. İnsanın uyası geliyor. ) o kararı okuyunca bunun bir mahkeme kararı değil bir yargıç kararı olduğunu görüyorsunuz. Bizde asıl olan mahkemelerin tüzel kişiliğidir bu tüzel kişilikten hakimler gelir geçer ve kararların sonunda isimleri değil numaraları yazar ve uyduruk bir imza ve uyduruk bir mühür ve A4 kağıdı. Amerikada asıl olan ve olması gerektiği gibi olan mahkeme değil hakim yargılamasıdır. Na fark var diyeceksiniz ? Ne fark mı var gece ile gündüz kadar fark var.


Birinde asıl süjet insan olan yargıçtır diğerinde ise kurum olan mahkemedir. Bu da iki yargı sistemi arasında derin bir fark yaratır. Birinde kararlar mahkemeye aittir diğerinde yargıca. Yani bizim yargı sisteminde yargıç ameledir amerikada yargıç adaletin ve sistemin kendisidir. Bir zamanlar bizde de öyleydi sonra ne olduysa oldu..

O yüzden bizim mahkemeler adalet dağıtamaz zira noter gibi çalışırlar. Adalet dağıtamayacaksa ya da dağıtmayacaksa Mahkemeler niye var. Bilirkişi raporlarını tasdik etmek ve devletin yüce şahsiyetini korumak için sanırım adalet bu işe yarıyor bu ülkede.

Çok mu idealistim ne , kaç para alıyorlar ona bak sen.. (Hakim olsana beş bin lira maaş alıyorlar rahat edersin :-))) kafa bu işte.

Bireye dayalı toplum ile itaat kültürüne dayalı toplum farkı herhalde bunu belirleyen.

Ya tutarsa demiş hoca nasreddin ya tutarsa.

BÖYLE HALK OTOBÜSÜ DE GÖRMEMİŞTİM

Tarih 7 Aralık 2011.Yeni Bosnadan bakırköye gelmek için bir otobüse bindim. Gayet alışıldık şekilde ilerledim ve haciz dönüşü yorgunluğu içinde kendi havamda arka tarafta dikildim. Sonradan kulağıma bir müzik sesi gelmeye başladı algılayamadım baştan , sonra dikkatimi yoğunlaştırdım ve müziğin sesine kulak kabarttım ,gayet hoş bir keman sesine karışan diğer enstrümanlarında eşlik ettiği nefis bir melodi usul usul tavandaki hoparlörlerden mekana yayılıyor. İstanbul'da ilk defa böyle bir olaya şahit olmanın şaşkınlığı içinde bütün duyularımı açarak otobüse pür dikkat kesildim. Pırıl pırıl ve gıcır gıcır bir otobüs kalabalık olmasına rağmen havası rahatlıkla solunabilir ve o bildik halk otobüsü kokusundan eser yok ve nazik mi nazik ve sürüş kurallarına riayet eden bir şöför.

Böyle otobüslerin ve şöförlerin artması temennisiyle 89i Kocasinan -bakırköy hattının bu güzide otobüsünü ve şöförünü buradan tebrik ediyorum.

Harikasın kaptan..

2 Ara 2011

ÇOCUKLUĞUMUN OYUNLARI

Ben 70 li yıllarda çocuk 80 li yıllarda genç oldum. O zamanlar cep telefonu bilgisayar felan olmadığından normal olarak sokaklarda oynardık ki zaten köyde büyüdüm her yer sokaktı o zamanlar şehirlerde de sokaklarda oynardı çocuklar ya da arsalarda. O zamanlar oynadığımız oyunlar geldi aklıma.


1-SEK SEK .
Kızlar arasında çok popülerdi.Komşu kızımız Ayten sek sek ustasıydı arada ben de takılırdım onlarla ama Aytenle oynamak imkansızdı. Şimdilerde parklarda bazı çocukları oynarken görüyorum görüyorum da ne kiremitleri var ne tebeşirleri ne de rahatça oynayabilecek alanları.Denge ve koordinasyon açısından çok faydalıdır bu oyun.Kiremiti her kareye ata ata ilerlersin.çizgiye basmak yok yere diğer ayağını koymak yok.

 
2-MİSKET(BİLYE-CİLLE)


Biz erkekler arasında futboldan sonra (ki biz top derdik)en popüler oyundu. Özellikle kışın nalbant dediğimiz yerde bütün gün misket oynardık. Bizim köyde en popüler olan 36 dediğimiz türdü. Burda yere yumruğumuz büyüklüğünde bir çukur açılır (o çukur nalbantta hep vardı) ve çukura belli bir mesafeden atış yapılır ve çukura ilk giren oyuna başlardı.Burda amaç diğer oyuncunun misketine sırayla üç atışı isabet ettirip tekrar çukura girmek çukurdan tekrar diğer oyuncunun misketine atış yapıp 36 sayısına ulaşana kadar oyuna devam etmekti. Her vuruş 3 puan değerindeydi. Eğer yutmacalı oynanıyorsa kazanan diğer oyuncunun misketini alırdı. Baş,karış ve çukur diğer oyun şekilleriydi. Bunların hepsi yutmacalıydı kaybeden misketi de kaybederdi.

3- DAMA

Köy meydanındaki çeşmenin üstüne (ki upuzun bir çeşmeydi) beton zemine kazınmış bir dama tahtası vardı. Gazoz kapaklarından pul yapıp dama oynardık.

Çocukluğumda gazoz kapakları değerliydi ve hepimiz kapak biriktirirdik. Ayrıca gazoz kapaklarıyla oynadığımız oyunlar vardı.

4-BEŞ TAŞ

El çabukluğu gerektiren bir oyundur.Eldeki taşı havaya atıp yerdeki taşları birer ikişer üçer almaya çalışırsın.

5-ÜÇ TAŞ

Bu oyunu da çok oynardık.Dörde bölünmüş bir kare çizilir yere ya da başka bir zemine ve sırayla çizgilerin kesişme noktalarına taşları yerleştirirsin. Üçlü sırayı tamamlayan oyunu kazanır.

6-KAĞIT OYUNLARI

Kahvelerin çöpe atılan oyun destelerini toplar ve bir sürü kağıt oyunu oynardık. Özellikle çobana gittiğimizde işe yararlardı. 51,pis yedili,tost,pişti,dosta kazık vs.

7-SAKLANBAÇ

Köyde bu oyunu oynamak çok zevkliydi. Mekan çok geniş ve saklanacak çok yer vardı.Kızlı erkekli özellikle ikindi sonrası sıkça oynardık.

8-KÖŞE KAPMACA

Evde takıldığımız zamanlarda oynadığımız oynarken müthiş keyif veren bir oyundur. Gülümsedim hatırlayınca şimdi.Nalbantta da oynardık kışın.

9-EVCİLİK

Bu oyunum şeherli çocuklar oynamışlar mıdır bilmiyorum ama ben çok sık oynardım bunu. Mahallenin kızlarıyla aram çok iyiydi ve bizim samanlıkta basılana kadar çok sık oynadığımı hatırlıyorum. Normalde oyu oynarken erkek ya da kız olduğumuzu pek farketmezdik ama evcilik oyununda tamamen durum değişir anne ve baba olurduk ve cinsiyetimizin ayırdına varırdık. Allahım ne günlerdi yaa...:-))))

10-MENDİL KAPMACA

Bu oyunu genelde okulda oynardık ve sınıflar arası çetin müsabakalar olurdu.Herkes biliyor bu oyunu anlatmama gerek yok. TRT bu oyunu İstanbul'da okullar arasında turnuva şeklinde organize ediyor ve canlı yayınlıyor bu arada öyle bir kamu hizmeti de yapayım.

11-KÖREBE

Bunu da okulda oynardık.

12-YAKAN TOP

Bu oyun iki grup arasında oynanırdı.Bunu da genelde okulda oynardık ama okul dışında da oynadığımız çok olurdu. Havasına girince çok zevkli bir oyundur. Hele ortadaki attığınız topları sürekli yakalıyorsa sinir harbine dönüşür ve keyfi katlanır.

Oyun çocuk hayatında çok önemli test manyağı yaptığımız yavrularımızı daha çok oyun saati ve alanı ile yaşama katmamzıın elzem olduğunu düşünüyorum. Çocuk hayatı oynayarak öğrenir test çözerek değil.








DE BONO (ÇOCUKLAR SORUN ÇÖZÜYOR)

1-Eğitimin yaratıcılığı nasıl zedelediğini ortaya çıkartan çalışmalar yapmıştır. eğitim danışmanlığı merkezinde yürüttüğü bir tasarım projesi sırasında dünyanın değişik ülkelerinden 4-12 yaş arası çocuklara çizdirdikleri resimleri çocuklar sorun çözüyor adlı kitabında toplamıştır. kitapta çocuklara 5 sorun verilmiş, soruna buldukları çözümü resimlerle ifade etmeleri istenmiş ve çözüm yollarının yaratıcılığı analiz edilmiştir.

kedi ve köpeğin kavga etmesini engelleyin, köpeğin postacıyı ısırmasını engelleyin, bir fili nasıl tartarsınız, bir uzay aracı dizayn edin ve uyku problemi olan bir insanın uyumasını nasıl sağlarsınız sorularına çocukların bulduğu çözümlerin yüksek maliyetli olmasına karşın çok zekice ve pratik olmasını inceleyerek, eğitildikçe insan beyninin yaratıcılıktan uzaklaştığını, okul sisteminin ezberci eğitime yönlendirip insanın beyin kapasitesinin gittikçe daha az bir bölümünü kullanmasına neden olduğunu tartışır.

2-"mantıklılığın sınırları deneyimlerimiz tarafından çizilmiştir. bu sınırlar içinde kaldıkça değişim yapmanız mümkün olmaz. aykırı düşünün. fikirlerinizi kışkırtın. kışkırtıp orijinal şeyler yaratın. orijinal fikirler siz onları kışkırtmadıkça ortaya çıkmaz."

3-"sokrat, eflatun ve aristo dan olusan uclu cete nin kati kurallari, tum dunyada isadamlarinin dusunme bicimine hukmediyor. bu, sadece dogru ve yanlis uzerine odaklanan ve tamamiyla modasi geçmis bir dusünme bicimi.'"

Ben boşuna eğitime karşı değilim arkadaş(bugünkü eğitim sisitemine) Resmen aptal yetiştirmek üzere tasarlanmış bir sistem. Off bu çok mühim bir mevzuu çook . Çocuklarımız söz konusu.Okuldan kaçan çocuk bizim için bir umuttur.

ALTI ŞAPKALI DÜŞÜNME TEKNİĞİ

De Bono'nun bu kitabını yeni bitirdim. De Bono özetle düşünme sürecinde altı farklı şapka takarak ortadaki soruna çok daha kalıcı , akılcı ve pratik çözümler getirebileceğimizi savunuyor.

Yazar , yaşımız ilerledikçe sorunlara iki boyutlu bakma alışkanlığı kazandığımızı ama çözümlerin bu bakış açımızı değişitirerek ve farklı rollere (farklı renkteki şapkaları giydiğimizi ve o rengin temsil etiği kişiliğe büründüğümüzü hayal ederek) girerek çok daha kolayca halledebileceğimizi açıklıyor.

Düşünür olduğunuzu hayal edin diyor De Bono bir süre sonra vucut kimyanız bile değişecek ve bir düşünür gibi davranacaksınız. Düşünen adam heykelindeki pozisyonu alın ve düşünür olduğunuzu hayal edin bu kadar basit diyor yazar. Yazar bize yepyeni bir düşünme tekniği öneriyor ve "aynı çukuru daha derin kazarak yeni bir çukur elde edemezsiniz" diyor.

Özellikle grup çalışmalarında çok yararlı olacağını düşünüyorum (ben düşünmüyorum zaten öyle ve dünyada yaygın olarak kullanılıyor hatta Venezüella hükümeti zorunlu ders olarak okullarda okutuyormuş).

Bu kitabı okurken yaşadığım bazı şahsi tecrübeler aklıma geldi ve gülümsedim. Bir yakınım için bir araştırma yapmıştım bir aralar ve bu araştırmayı yaparken üniversitede çalışan bir araştırmacı rolüne bürünmüştüm ve normal hayatta yapmaya asla cesaret edemeyeceğim pek çok şey yapmıştım.

Şu anda yeşil şapkamı giymiş ve para kazanma konusunda nasıl yeni fikirler geliştirebilirim diye düşünüyorum..

İTİKATTA MATURUDİ AMELDE HANEFİYİZ VS

İlk dini eğitimi almaya başladığımda 12 yaşında kuran kursunda ilk öğrendiğimiz motto buydu. Daha sonra ki eğitim hayatım boyuncada aynı motto çoğalarak devam etti. Öylemiydik öyleydik işte büyüklerimiz öyle karar vermişti. (Herkes böyle alevi,musevi,isevi türk ingiliz felan oluyor bizim böyle olduğumuzu söylüyor birirleri ). Hatta iş o boyuttaydı ki kabir suallerinin arasına mezhebin nedir sorusu da eklenmişti. Dört hak mezhep vardı ötekiler şuydu buydu biz en iyisiydik bizim mezhep imamımız en yakışıklı en zeki oğlandı,fiyakalıydık yani.

Lise son ben hayatı sorgulamaya kendimi sorgulamaya ve inançlarımı sorgulamaya başladım.(Bu o kadar zor bir süreç ki Hayri Kırbaş hocanın deyimiyle insanın göbeği çatlıyor.Kalıpları kırmak,ön yargılardan kurtulmak çok zor meseleler) O yaşa kadar getirdiğim ne kadar gelenek inanç varsa hepsini sıfırladım. Ben anarşistim diyordum her şeye inanıyorum hiçbir şeye inanmıyorum.

Niye müslümanım?Allah ne var mı yok mu? Müslümansam niye hanefiyim?Niye türküm ? Niye çerkesim? Niye erkeğim? Kuran nedir? Hayat nedir? Evrim nedir? falan filan sorular uzayıp gider.

Ezberlediğim bütün kalıpları terkettim,namaz kılmayı bıraktım,oruç tutmayı bıraktım ,türk olmayı bıraktım,erkek olmayı bıraktım. Kitabı en baştan alıp okumaya başladım , Allahı kendi başıma aramaya koyuldum , imamı azam kimdir öbürleri kimlerdir onları öğrenmeye başladım.

Yıllarımı aldı ama bugün sahip olduğum bütün inanç ve fikirler kendi çabamın sonucudur.(0-3 yaş biliçaltı kayıtlarını işin içine katmıyorum burada sözkonusu olan formel durumlar).Bağnazlıktan kurtardım kendimi ve çok mutluyum bugün. İçimde başka dışımda başka biri değilim artık. Neye inanıyorsam onu yaşıyorum, sürekli ilerliyorum ve her günümü inşaa etmeye devam ediyorum. Farkettimki biz birbirimize zulmedip duruyoruz kraldan fazla kralcı olup yaratıcının yapmadığı istemediği şeyleri birbirimize dayatıp duruyoruz.

Şunu öğrendim ki; korkmadan yaşamayı ve fikirlerimizi birbirimizle paylaşmayı öğrendiğimizde çok mutlu ve gerçek birer insan olacağız. Herkesin kendi bireysel yolculuğunu barış ve huzur denizine varana kadar sürdürmesi taraftarıyım.

Böyle olunca ne bağnaz müslümanlar ,ne bağnaz dinsizler,ne bağnaz türkler ne de bağnaz kürtlerimiz kalacak. Hepimiz adil olmayı öğrendiğimiz ve omuz omuza yaşadığımız bir huzur iklimine sahip olacağız.

Olur muyuz ? İstersek her şey olur yeterki yola çıkalım birbirimize doğru.

Yeter ki konuşmaya başlarken sen ve ben demeyelim.

Sevişeceksek soyunmamız gerekiyor dostlar hem de çırılçıplak..

1 Ara 2011

KUANTUM ANLAR VE TANIKLIKLAR

Kuantum fiziğiyle ilgiliydim zaten 20 li yaşlardan beri sonrasında 40 lı yaşlarda düşüncesiyle de tanıştım iyi de oldu gayet mutluyum bu durumdan. Kuantum düşünceyle tanıştıktan sonra geçmiş hayatımda , anlatılan ve paylaşılan deneyimlerde , sosyal çevremde , ülkemde ve dünyada her şeyin nasıl bir kuantum doğrulamalarla dolu olduğunu müşahede ediyorum. Zaten Uzun İhsan Efendinin deyişiyle şahit olmak için gelmedik mi bu dünyaya ?? Birkaç olay paylaşmak istiyorum sizlerle.

1- Daha bugün bir avukat arkadaşım paylaştı benimle başından geçen olayı. Kendisi bir iş için gittiği Ordu-Samsun dönüşünde bir akrabasının aracıyla dönmektedir ve yolda aklından şöyle geçirir (niyeyse ayrıca) ;kaza geçirsek ama bize bir şey olmasa sonrasında kaza geçirmek nasıl bir duygu acaba diye düşünür,insan ne hisseder kazadan sonra ?. Çankırı il sınırları içinde adını hatırlayamadığım bir kasabadan geçerken bir kaza geçirirler araç sol taraftan darbe alır sol taraf dağılır ama bunların burnu bile kanamaz ve bir çekiciyle İstanbul'a dönerler. Yav diyor arkadaş tam öyle aklımdan geçirdim sonra kaza oldu diyor. ÖYle kurgularsan öyle olur dostum dedim. Sekreterde ordan atıldı,"ya mücahit bey niye benim kurguladıklarım olmuyor". Bilmem dedim belki sen de öyle kurgulamışsındır.

2-Bir arkadaşım anlattı bunu bana iki yıl önce ; eczacı bir arkadaşının dayısı varmış ,dayı hayatı boyunca ben 67 yaşında ölücem deyip durmuş. Hep öyle derdi diye anlatıyor arkadaş ve dayı 67 yaşına gelince terk-i dünya eylemiş. Eczacı arkadaşı bunun kuantumsal açıklamasını bir türlü kabul etmek istememiş ecel diye bir şey var demiş. Ama görünen köy kılavuz istemiyor.

Zannımca insanların bunu bir türlü anlayamamaları bunun bu kadar basit olması. İstiyorsun ve oluyor. İnsan bunu anlayamıyor işte.

3-Üniversiteyi kazanıp İstanbul'a geldiğim ilk yıllar Rami'de teyzemde kalıyordum. Anne tarafından akraba olan ve vahide yenge dediğim bir yakınımız da hemen alt sokakta komşumuzdu . Bunlar o yıllar bir ev almıştı(daha doğrusu kooperatife girmişlerdi taksit ödüyorlardı) ve Hamit dayım İETT de çalışyordu. Ev taksitlerini ödeyebilmek için eve ek iş alırlar , inci boncuk yaparlar çoluk çocuk çalışırlardı. Vahide yengenin ağzından düşürmediği bir lafı vardı " bir evim olduğunu görsem sonra da ölsem önemli değil. Ölmeden bir ev sahibi olayım başka bir şey istemiyorum". İki sene sonra Kartal-Uğur Mumcu'da evi aldılar. Cümbür cemaat toplanıp evi taşıdık yerleştirdik. Bir kere ziyarete gittik. Sonra hop Vahide yenge kanser oldu dediler. Bir süre hastanede yattı ,tedavi gördü eve taşındıktan yaklaşık altı ay sonrada öldü.

Ne kızlarının evlendiklerini gördü,ne torunlarını ne de evinin sefasını sürebildi. Tek isteği ev sahibi olduğunu görüp ölmekti öyle de oldu. Şimdi Hamit dayı yeni eşiyle o evde yaşıyor.

İnsan sanki bir şeye sahip olmak için bir bedel ödemesi gerektiğini düşünüyor. Ne yanılgı !

4-Bir gün amcam misafirimiz idi evde oturuyorduk. Laf lafı açtı "eğer benim oğlum evlenecek ve sen düğüne gelmeyeceksin seni silerim" dedi. Amca öyle deme dedim bişey olur gelemeyiz dedim. "İki elin kanda olsa da geleceksin ne demek ne olabilir ki ayarlarsın kendini " dedi. İçimden o an şöyle dua ettim " Allahım dedim oğlu evlendiğinde bişey olsa da düğüne gitmesem bakalım ne diyecek " diye iç geçirdim. Olacak ya o yaz sonu küçük oğlu kız kaçırdı (bizim töremizdir) ve apar topar düğün hazırlıkları yapıldı ve eylülün 17 siydi yanlış hatırlamıyorsam düğün tarihi. Ben unuttum ama bu olayı o ara ,biz harıl harıl düğün hazırlığı yapıyoruz,annemler falan İstanbul'a geldiler. Hop tam düğün akşamından bir gün önce Manisa -Somadan haber geldi teyzemin büyük oğlu ailesiyle birlikte kaza geçirdi. Ben,annem babam dayılarım teyzem apar topar Soma'ya gittik. Metinin düğün günü biz Soma Hatunköy'de kazada vefat eden kuzenimin küçük kızını defnediyorduk.

Hala aklıma geldikçe çok üzülürüm ben mi sebep oldum acaba bu kazaya diye. Duam kabul olmuştu ama ne pahasına.

Şimdilik bu kadar,aklımda daha bir kaç anı vardı ama unuttum şimdi. Aklıma geldikçe paylaşırım artık.