29 May 2017

ORUCU BOZAN SEYLER(DINDAR AMA AHLAKSIZ MÜMINLER ÜSTÜNE ALINMASIN)

Yalan söylemek
Yalancilikla is görmek
Giybet yapmak
Dedikodu yapmak
Küfür etmek
Kavga etmek
Trafikte lüzumsuz yere korna calmak
Sakatlarin yerine park etmek
Tekerlekli sandalye ile gecilemeyecek sekilde kaldirima araba park etmek
Sehvetle bakmak
Hasedinden catlamak
Sokak kedilerine kötü davranmak
Rüsvet almak rüsvet vermek
Torpil yapmak yaptirmak
Kopya cekmek
Iftira atmak

Bunlar orucu bozmakla kalmaz ayarsiz birakir ac ve susuz kaldiginla kalirsin..

Sakiz cignemek orucu bozar mi diye soranlarin, aklini mehdilere kiralayanlarin oruc tutmasina gerek yoktur zira akilli olmak sartini tasimadiklarindan oruc ta farz degildir.



FELSEFESIZ TOPLUM MEHDI ARAR ?!

Youtube ta Cemil Meric videosu seyrederken (yanda tavsiye mahiyetinde sitenin önerdigi videolar listelenir ya ) söyle bir baslikli video tavsiye ediliyor: Cemil Meric,Ismet Özel,Aliya Izzetbegovicin kitaplari okunabilir mi -Ebubekir Sifil Hoca.(Oruclu oldugumdan agzimi bozmadim)

Kendi akliyla kendi hayatlarini yasamaktan korkanlar azalmadikca mehdilerimiz bitmeyecek...Aklini ve hayatini kiraya hatta satmaya tesnelik yiginlarin kaderi midir?

Dücane Hoca gecen haftaki röportajinda diyordu ya "kötümser degilim ama karamsarim". 

Arada ne fark var diyen olursa Hocaya müracaat ben söylersem ayip olur simdi..

Bitmeyecek gibi geliyor bana bu piyasa..Talep o kadar cok ki arz kacinilmaz...

FELSEFESIZ TOPLUM


............

Felsefesiz toplum 
Söz konusu ankete verilen cevaplar, ne yazık ki, böylesi bir "derinlik"i yansıtmaktanuzaktır. Aynı karşılaştırma üzerinden açıklamaya gayret edersek, "iyi yaşam"ı hayat tarzı üzerinden ve onu zevkleri azamî ölçüde tatmin etmek ile özdeşleştiren bir hedonizm çerçevesinde tanımlayan Türk sekülerliği gibi "dindarlık" da popüler düzeyde "din"in "ahlâkî" boyutunu, bu alandaki mesajlarını ikinci plana atmakta ve onu "şeklî bir ibadet"e indirgemektedir.
İlginç olan toplumumuzdaki "sekülerlik" ve "dindarlık"ın bir asır öncesi ile kıyaslandığında bu konuda ciddî bir seviye kaybına uğramış olmalarıdır.
Osmanlı/ Türk sekülerleşme hareketinin önde gelen isimleri Jean-Marie Guyau'dan etkilenerek, bir yandan güçlü örgütlenmiş din eleştirileri dile getirirken öte yandan da "geleceğin din yokluğu"nun yaratacağı sorunların "vecibesiz, müeyyidesiz, dogmadanazâde, bireyi felsefî anlamda dindar yapacak" inanç biçimleri ve bunların getireceği "ahlâk" ile aşılabileceğini savunmuşlardır.
Bunu çarpıcı biçimde dile getiren bir hikâye olan Tıbbiyeli ve Nişanlısı yahud Mekârim-i Ahlâkiyesiz Din, Dinsiz Mekârim-i Ahlâkiye ile verilmeye çalışan mesaj da "dinsiz olmanın fezâil-i ahlâkîye sahibi olmaya asla mani olmadığı," modern bireyin "felsefî anlamda" dindarlaşmasının gerekli olduğu idi.
Ancak Türk sekülerliği böylesi bir felsefîahlâkî yaklaşım yerine, on dokuzuncu asır Alman popüler maddeciliğinin, en veciz anlatımını Ludwig Büchner'de bulan, "geleceğintoplumu deneysel bilime dayanacak, o da kendi ahlâkını doğuracaktır" sığ yaklaşımını benimsemiştir. Bunun neticesi ise yaşam tarzını kutsayan, "bilim"in "ahlâkî doğru"yu da belirleyeceğini varsayan, "iyi hayat"ı "içilen şarabın markası" ve tüketime indirgerken onun ahlâkî boyutunu önemsemeyen, kaba bir dünyevîlik anlayışı olmuştur.
Buna karşılık, bilhassa yirminci asır başı Osmanlı İslâmcılığının temel vurgusu olan, dinin aynı zamanda bir ahlâk öğretisi olduğu, "sırat-ı mustakim"in "itikad" kadar kapsamlı bir "ahlâk" ile onun değerlerini de içerdiği yaklaşımı yerine, dini biçimsel ibadete indirgeyen, verilen ahlâkî mesajın ikinci planda kaldığını düşünen (ya da bunun farkında bile olmadığı için düşünemeyen) bir anlayış "dindarlık" olarak revaç bulmaya başlamıştır. Sığ Türk sekülarizmi gibi bu kaba, biçimci "dindarlık" da hedonist eğilimlere sahiptir. Bu açıdan bakıldığında, "din" ve "ahlâk"ın ayrı olduğu kanaatinin popüler düzeyde revaç bulması "felsefî bir derinlik"ten ziyade kaba bir "dindarlık" yaklaşımını yansıtmaktadır.
Üyelerinin önemli bölümü bu tür "dindarlık"anlayışını benimseyen, geri kalanı da sığ bir sekülarizmi içselleştiren bir toplumun ciddî bunalımlar ile karşı karşıya kalacağı açıktır. Bunun modernlik sonrası dünyası, bilhassa da post-modern çağın önemli gelişmelerinden birisi olduğu doğrudur. Ancak "felsefesizlik"in bir sorun değil övgü vesilesi olduğu, bunun neticesinde "biçimsel," "kaba" ve "sığ" olanın öne çıktığı Türkiye'nin bu alanda oldukça uç bir örnek teşkil ettiği de ortadadır.
"Din-ahlâk ilişkisi" önemindeki bir tartışmanın entelektüel mehâfile sıkışması ise şüphesiz zikredilen "sığ"lığın toplumumuzdaki tartışılmaz egemenliğini kanıtlamaktadır.

Hedonist eğilimlere sahip popüler "dindarlık" ve "sekülarizm"in sığ, kaba ve biçimsel karakteri Türkiye'nin en önemli sorunlarından birisidir.

Makalenin tamami icin 
  http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2017/05/28/felsefesiz-bir-toplumda-ahlk

23 May 2017

BU DÜNYANIN BÜTÜN CAMINI CERCEVESINI INDIRMEK ISTIYORUM

CNN de yayinlanmis bir video var bulup izleyin ya da muhtemeldir ki izlediniz ,hani su Suriyeli cocukla yapilan ve cocugun " davranmiyorlar,azarliyorlar, bir hayalim yok,hicbir sey istemiyorum" dedigi video. (bu saf kötülük baska izahi yok ölümden kacip sana siginmis bir yavrudan bir gülümsemeyi eksik etmek saf kötülüktür)

Yazmak icin ancak kendimde kudret buldum. Ic hesaplasmami yaptim ve sucumu kabul ettim. Hamasete düsmeden vicdan soytariligi yapmadan hem de...

" cocuklugunu cebine sikistirip kac buralardan cünkü sadece senin olan tek seydir o " 

Bu yavrularin kacabilecekleri bir cocukluklari yok her seylerini ellerinden aldik...

Bir önceki yazim da bunu anlatiyorum , benim kacabildigim bir cocuklugum var ama milyonlarca cocugun yok zaten yetiskinlige de varamadi cogu..

Bu Esedin sucu degil hepimizin sucu..

Görmeyince gerceklik ortadan kalkmiyor...

Care olamayacagi bir aciyla karsilasan bir vicdan sessizce durur...

Kelimelerim bitti...Sictigimin hayati devam ediyor....

YASADIGIMIZ AKIL TUTULMASI DEGIL;VICDAN TUTULMASI



Ankara Hacı Bayram-ı Velî Camii, pencerelerinde kuşlar konmasın diye alınan önlemleri Hacı Bayram-ı Velî görse ne derdi acaba? YAZIK

Silopi'de polis panzerinin bir eve girmesiyle kan uykusunda hayatını kaybeden melekler hercü merc etti. Bir numaralı mesele budur şimdi.

COCUKLUK BITMEYEN BIR YAZ MEVSIMIYDI


Dokuz on yaslarindaydim, köydeki eski (cünkü sonradan yanina yeni bir ev yapildi dede evinden bahsediyorum) evin verandasinda (hayat denirdi) sirtimi kirec badanali duvara yaslamis asma gölgesinden serinleyerek yüzüme vuran yaz sicaginda avluyu seyrediyordum. Ögle günesinin cöktügü avludan gölgelerde serinleyen tavuklarin gidaklamalari, ara sira rüzgarin hisirdattigi dut agacinin ciliz iniltisi ve annemin telasli ayak sesleri ile birlikte parlak ve sicak yaz gününün kulaklari aciz birakan sessizligini dinliyordum. Ölü bir adamin hayatta kalan gözlerinden bakar gibi hareketsizce günesin yikadigi avluyu seyre dalmistim. Bir süre sonra sessizlige karisan ciliz seslerde kayboldu. Kendimi isigin icinde yüzen bir ruh gibi özgür hissettim. Derin bir huzur gözlerimde. O gün sanki hic aksam olmayacak ben hic büyümeyecegim dut agacindaki rüzgar dinmeyecek, annem hep ocagin basinda mutluluk pisirecek, ölmeden ölümsüzlük yurdunda o anki halimizle isinlanacagiz gibi inandim. 

Ne muhtesem bir yazdi o gün hayat ölümsüzlüge yazgiliydi ve öglen ikindiye varamiyordu avluyu gecip. 

Ne annem ne o yaz ne de o cocuk ne de hayat var simdi..Ikindi aksama yaz ise kisa döneli hayli zaman oldu..

Yazlari bu kadar sevmem belki o günün hatirasidir...Kim bilir...

Hayat nasil da geciyor zaman hic gecmezken ?!

20 May 2017

DİNDARLARIN MODERNİTE İLE İMTİHANI

en büyük hayalim başörtülü sporcuları görmek

"en büyük hayalim başörtülü sporcuları görmek" Türkiye'nin lisanslı ılk kadın basketbolcusu Merve Taşçı'nın beyanatı.

Dücane Hoca bir konuşmasında şöyle demişti :" göreceksiniz ilerde başörtülü sporcuları olimpiyatlarda göreceksiniz hatta gay imamlar olacak "

Dindarların modernite ile imtihanı devam ediyor ibretle izliyorum...

Not: İlgiilenene bugün Karar Gazetesinde yayımlanan Mustafa Öztürk'ün yazısısnı tavsiye ederim. Bir kitap gücünde ...

FARELER VE İNSANLAR

"Bu ülke " dıye başlayan cümleler kurdum belki gene kurarım lakin "bu ülke"yi boşverin. Bir şehirde fareler ve insanlar birlikte yaşar ama farelerle insanların şehirden beklentileri aynı değildir. Burada insan derken "insan" olma farkındalığı olan beşeri kastediyoruz, yerin üstü de altı da farelerle dolu yoksa . Onun için  içinde bulunduğunuz gruptan, kimlikten , üstünüze geçirilen deli gömleklerinden kafanızı çıkarın yani aklınızı. (bu blogu takip edenler umuyorum zaten öyledir Zaten bu yazıları ben kendime yazıyorum. Şimdilik sadece kendime. Siz sevgili kariler kulak misafirlerimsiniz. )

Kendiniz tek meseleniz olsun (tabi para kazanmayı unutmayın parasız olmaz siz anladınız manayı). Bu dünyadan göçüp giderken makamlarınız mallarınız karıyerleriniz mezarın dışında kalacak. Bize kalacak olan yine biziz. 

Aristoteles,insan edimlerinin nihai amacı mutlu olmaktır der. Sizi mutlu etmeyen şeyleri ve mutlu eden şeyleri gözden geçirin. Bilgelik en büyük mutluluktur der gene büyük filozof. Kendinizi bilin belki rabbinizi de bilirsiniz bilmeseniz de problem değil . Kendini bilmek iyidir. 

Anın kıymetini bilin sevin hemen sevin kalbinizde olanı hissedin.(bir delinin tavsiyeleridir)

Sevin sevilin bu dünya kimseye kalmaz...



(bu sanatçının resimlerini ayrı seviyorum çok bilgece geliyor hem de masalımsı)

OLMASI GEREKEN BUDUR





17 May 2017

NEREDEN GELDIK BIZ KIMIZ NEREYE GIDIYORUZ

“Onu endişe ediyorsun, bunu endişe ediyorsun.
Ötekine takıyorsun, berikine takıyorsun.
Şunu dert ediyorsun, bunu dert ediyorsun.
O niye oldu, bu niye olmadı diye gece gündüz mutsuzluğa
gark oluyorsun.
Sonra, ölüyorsun.
Hepi topu bu mu yani?”

paul gauguin, paul gauguin resimleri, paul gauguin eserleri, paul gauguin kimdir, paul gauguin tabloları, paul gauguin ressam

DÜNYANIN EN INOVATIF ÜLKELERI ve YASADIGIM GROUNDHOG DAY SENDROMU

Dünyanin en inovatif (yenilikci) 10 ülkesi (yanlardaki rakamlar puanlari)

1- Güney Kore 89.00
2-Isvec  83.98
3-Almanya  83.92
4-Isvicre  83.64
5-Finlandiya  83.26
6-Singapur  83.22
7-Japonya   82.64
8-Danimarka  81.93
9-A.B.D. 81.44
10- Israil 81.23

Kaynak WEF

Bill Murray ve Andie  Mac Dowell'in oynadigi "Groundhog Day" filmi vardir. Bu sabah ise gelirken resmen bu filmde yasadigimi düsündüm. Bu ülkede sanki hicbir sey degismiyormus gibi bir his geldi birden. Bu ülkede  gündem hep ayni sanki . Terör enflasyon issizlik üst akil sanli osmanli büyük türkiye. 

PKK ya agir darbe diye bir baslik gördüm bu sabah. Ben 1997 de PKKyi bitirdigmiz söylenen operasyondaydim. Sene 2017 20 sene olmus. 

Birden ümitsizlige kapildim cocuklarim icin...

Siradan bir sabah iste dünyanin tüm sabahlari gibi ...

Bu sabah böyle bir ruh halindeyim...

12 May 2017

ELINDE CEKIC OLAN HER SEYI CIVI ZANNEDER


"Şöyle desek: Hitler Almanya’sı sonrası savaş suçlusu olarak yargılananların hepsinin ortak sözü “Ben sadece görevimi yapıyordum” olmuştur!
Abraham Harold Maslow’un dâhiyane bir sözü vardır. Kişisel gelişim olsun (!) diye çerçeveletilip en çok gördüğünüz duvara asmanızı öneriyoruz:
“Elinde çekiç olan her şeyi çivi zanneder!”
Şimdi size bu ana fikri anlatan gerçekten çarpıcı bir analiz yapacağız. Bir film üzerinden.
Deney ya da Almanca adıyla Das Experiment, Oliver Hirschbiegel tarafından yönetilen 2001 yapımı bir Alman filmi. Sosyal bir deneyi konu alan film, Alman yazar Mario Giordano’ya ait Das Experiment Black Box adlı kitaptan esinlenmiştir.
............
Şimdi sıkı durun. Bu deney gerçekten de yapılmıştır. Stanford hapishane deneyi olarak bilinen deney, Stanford Üniversitesi’nde psikolog olan Philip Zimbardo liderliğindeki bir grup araştırmacı tarafından 1971’de gerçekleştiriliyor. Mahkûm veya gardiyan olmanın psikolojik etkileriyle ilgili bir incelemeden söz ediyoruz. Toplam yetmiş kişi arasından yirmi dört lisans öğrencisi, gardiyan ya da mahkûm rollerini oynamak üzere seçiliyorlar. Seçilen öğrenciler Stanford psikoloji binasının bodrum katındaki sahte hapishaneye yerleştiriliyor. Mahkûmlar ve gardiyanlar çok çabuk bir şekilde rollerine adapte oluyorlar. Deney öngörülen sınırların dışına çıkıp tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma geliyor. Birçok mahkûm duygusal olarak travma geçirirken gardiyanların üçte biri “gerçek” sadistik eğilim sergilemekten yargılanıyor. Mahkûmların ikisi daha deneyin başında deneyden çıkarılıyor. Kendisi dâhil herkesin rolüne iyice kaptırdığından emin olduktan sonra Zimbardo, altıncı günün sonunda deneyi bitiriyor. Gardiyanların ve mahkûmların rollerine aşırı derece kapılmaları, gardiyanların sadist eğilimler sergilemeleri ve deneyin rayından çıkması dolayısıyla geri kalan 9 gün iptal edilerek deney altı günde bitiriliyor.
..........
Evet, Zimbardo deneyi, toplumun onlara biçtikleri rolleri farkında olmadan nasıl sahiplendiğini ve o rolün etkisinden çıkamadan, kontrolsüz bir şekilde nasıl yeni rollerini oynadıklarını net bir şekilde ortaya koymuştur. Elbette ki, deneye bakarak insan davranışının sadece rollerine ve çevresel faktörlere bağlı olduğunu söylemek zor. Fıtratımız, kişisel özelliklerimiz, bilinçli ya da bilinçsiz hedeflerimiz, düşüncelerimiz, inançlarımız ve değerler yargılarımız son derece belirleyici. Tüm bunlar zihinsel bir tema oluşturuyor. Zihinsel bir bakış oluyor bu. Diğer taraftan iyilik/kötülük doğuştan değildir. Bu, bağlı bir olgudur. Yani durumsaldır. Şartların gücü, oldukça güçlü bir olgudur. Bilmiyoruz ikna oldunuz mu ama uygun zihinsel koşullarda hepimiz birçok şey olabiliriz. Ölüm makinesi, koyun ya da iyilik meleği mesela… Güç sahiplerini zorbalık yapmakla eleştirenler, güç ellerine geçince daha hümanist oluyorlar mı? Güç, Allah tarafından farklı insanlara farklı zamanlarda verilen bir hediyedir. Aynı Zimbardo deneyinde gardiyanlara geçici olarak emanet edilen güç gibi. Gerçeği unutup kendini geçici gücün etkisine kaptıranlar bir gün Zimbardo deneyinden çıkıp utanan denekler gibi utanma duygusuyla karşılaşacaklardır. Para sahiplerine kapitalist eleştirisi yapanlar, paraya kavuşunca işçisine daha insani davranıyorlar mı? İktidarı eleştirenler, iktidara geçince daha insancıl oluyorlar mı?
Deneyler gösteriyor ki bu soruların cevabı genelde “Hayır.”
makalenin tamami icin http://www.paraanaliz.com/2017/yazarlar/ugur-bati/elinde-cekic-olan-her-seyi-civi-zanneder-10819/
kitlesel bir kurtulus yok kitleden kurtulus ta ..sadece kendinizi o da bilginizi ve farkindaliginizi arttirarak koruyabilirsiniz elinize cekic gectiginde her seyi civi olarak görmemek icin...
kutsal kitapta anlatilan , insanin halife atanmasiyla ilgili tanri ile melekler arasinda gecen tartismayi animsayin..tanri ayrintilarla ilgilenmiyor..
ne diyordu büyük filozof  candide adli eserinde : padisah misira donanmayi sefere gönderirken gemilerdeki farelere ne olacagini dert etmez(aslinda gemilerdeki askerlere de ne olacagini dert etmez zafer kazanildi mi bedelin önemi yoktur)....

9 May 2017

BASKANLIK ARZUSUNUN ITIRAF EDILMEYEN BIREYSEL VE TOPLUMSAL SAIKLERI ÜZERINE PSIKOANALITIK BIR DENEME

Ilhami Hocanin (Güler) bu makalesini atlamis ,gerci ati alan üsküdari gecti ama biz kadiköydekiler icin okunmasi gereken bir analiz...Valla aklimdan buna benzer bir seyler karalamak geciyordu isabet olmus. kral öldü yasasin yeni kral

“Size kimlerin hükmettiğini öğrenmek istiyorsanız, sadece kimleri eleştirme izniniz olmadığını bulun”
Başkanlık sistemini gündeme getirip savunanlar, bize temel gerekçe olarak siyasi istikrar ve hızlı hizmet vâdinde bulunuyorlar. El hakk doğru. Karar alma süreçlerinin tekleşmesi, bu beklentileri verir. Fakat bu talepte bulunanların ve bu talebi onaylayan muhafazakârların yegâne gayeleri bunlar mıdır? Yoksa söylenmeyen başka saikler yok mudur? Veya bu sistemin dillendirilmeyen sakıncaları nelerdir? Psikoanalitik bir analiz yapmak gerekiyor.
Sayın Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın parlamasının/kahramanlığının/karizmasının arkasında yatan temel saikin seküler cumhuriyet devrimlerinin muhafazakâr-dindar çoğunlukta yarattığı mağduriyetin sözcülüğünü fedaice/cesurca (ölümü göze alarak) yapmış olmasıdır. Cesaret, tehlike karşısında şerefli olan davranışı seçme eğilimidir. Doğru bildiğimiz uğruna korkuyu yenebilme eğilimidir. Uğruna korkuyu yendiğimiz eylem veya ilişki, ahlaki doğru değilse, “Mafya” ortaya çıkar.
Muhafazakâr-dindar kitle, İdeallerini ve de menfaatlerini onda gördüğü ve iktidarında bulduğu için, iki binden itibaren onun arkasında durmaktadır. Liderin karizması kadar, devletin “rant dağıtımı” aracı ve “velinimet” oluşu, muhafazakâr kitleyi bloklaştıran temel iki saiktir. Seksenlere kadar “Milliyetçi-Mukaddesatçı” olan bu kitle, İki binlere kadar (T. Özal’lı yıllar) İslami kodlardan gelen “kanaatkârlık”ı terk ederek sınırsız Kapitalist tüketim kalıplarına alıştırılmasından sonra, büyük ölçüde “Muhafazakâr-Maddiyatçı” bir sosyal karaktere evirilmiştir. “Haram”ları domuz, faiz, zina ve içki olarak; farzları ise namaz, oruç, hacc-umre ve zekât olarak kodlayan birçok “dindar”, -Alev Alatlı’nın vukufiyetle vurguladığı gibi- günlük hayatta birçok “haram”ı “kitabına uydurarak” veya “hile-i şeriyye”ler ile” yasa”llaştırmakta/”mubah”laştırmaktadır.
Kur’an’ın, devlet yönetiminde veya siyasal aksiyonda salt inanç aynılığı (5/2) ve akrabalık aidiyeti (aile-kabile-etnisite) veya kişisel çıkar saiki ile değil (4/135); adalet ve zulüm kriterlerine göre davranılmasını tavsiye ettiği (60/9) bilinmektedir. Sünni muhafazakârlığın (inanç aynılığının), istikrar ve toplumsal çıkar sağlamanın ötesinde, devlet yönetiminde “güvenilir” bir kod olmadığını, bu ideolojinin kendi iç teolojik-ideolojik çatışması (The Cemaat-Ak Parti ayrışması) ile ülkeyi yıkılmanın eşiğine getirmesi ile gördük. Umarım, bundan bir ders çıkarılabilir.
Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Platon’un ve Farabi’nin siyasal teorilerinde önerdiği ve günümüzde A. İ. Begoviç ve R. Gannuşi örnekliklerinde olduğu gibi “Bilge” bir figür değildir. Humeyni gibi salt dini bir karizmatik (Ayetullah) lider de değildir. Mısırda M. Mursi, Filistinde Halit Meşal örneklerinde olduğu gibi, inanmış cesur bir kişiliktir. M. Akif, N. Fazıl ve S. Karakoç’tan ezberlediği bazı mısralar ile hamasi/şiir-seven bir liderdir. Bu şairlerin teolojisini-düşüncesini detaylı olarak bildiği kanaatinde de değilim. Akılları ikna etmekten (hikmet) çok, duyguları idare etmesini iyi biliyor. Karakterindeki “Kasımpaşalılık” yanında, fikri beslenmesinde “İmam-Hatip” lisesinde aldığı kültürün dışında, felsefi-teolojik bir derinliği yoktur. Pratik siyasetten geldiği için, onu iyi becermesine rağmen; “Devlet adamlığı” tecrübesi  -rahmetli Erbakan ile mukayese edildiğinde- biraz zayıftır. Köprüler yaptırıyor; ama kalpleri telif edemiyor, kıtaları birbirine bağlıyor; ancak insanımızın tümünün kalplerini birbirine bağlayamıyor. Dışarıdan ülkeye yapılan büyük saldırılar esnasında “milli birlik”ten bahsederken; kendini güçlü hissettiği zamanlarda muhalefet olan diğer  % 50’yi aşağılamayı devamlı sürdürüyor.
Son on beş sene boyunca seküler(CHP) Türkler ve seküler Kürtler(HDP-PKK) yönetimden uzak durumdalar. Devletin “rant dağıtıcı” ve “velinimet” imkânlarından yoksunlar. Başkanlık sistemi ile bu durum kalıcı hale getirilmek istenmektedir. CHP, geçmişte yaptıklarından; HDP ise, ilerde yapacaklarından (ülkeyi bölmek) dolayı, iktidar ortağı olma imkânları ellerinden alınmış olacak. İki partiye dayanan “Başkanlık” sistemi, muhafazakâr-milliyetçi blokun %65’lik kemikleşmiş oy oranı (Tarihsel Blok) dikkate alındığında, fiilen “Tek Parti” yönetimine geçeceğimiz kesin gibidir. Gelişmiş ülkelerin deneme yanılma yolu ile acı çekerek ve “Tümevarım” ile geliştirdikleri ve toplumsal güvenlik ve adaleti temin eden “Kuvvetler Ayrılığı” ve temel hakları garantiye alan “Fren ve Denge” sistemine büyük ölçüde son verip, devlet gücünün neredeyse tümünü bir elde toplamak, bir akıl tutulması değil midir? “Gemide bir kaptan vardır/Gerisi, mürettebat. Vücutta bir kalp vardır/Gerisi, teferruat” anlayışı, gemiyi ve vücudu bir kişiye bağlayarak onları tehlikeye atmıyor mu? Bu anlayış, derinden bakıldığında sorumluluktan kaçan bir tür kurnazlık ve eşitlikten kaçan bir tür kölelik zihniyeti değil midir? Bin küsur seneden beri saltanat siyasetinden, İttihat ve Terakkiden, Tek parti dönemlerinden hiçbir şey öğrenemedik mi?
Mutlak gücünü Kur’an’da “adalet” ve “rahmet” ile sınırlandırmış (6/12, 5/8) bir Allah tasavvuru yerine; Eş’ariler tarafından “Hikmetinden sual olunmaz” kontrolsüz bir güç tasavvurunun ikame edilmesi, “Kadercilik” adı altında Müslümanların özgürlüğünü-öz güvenini felç ettiği gibi; yetkileri yasa/hukuk tarafından sınırlandırılmamış veya aşırı yetkilendirilmiş bir “Başkan”ın Devlet gücünü topluma karşı kullanmasından emin olmayan bireyler, kendilerine “oto-sansür” uygulayarak yanındakinden veya Sultandan korkarak benlikleri-özgürlükleri/özgüvenleri felç olabilir. İki tane güç gösterisi, her şeyi bitirebilir. Tersinden, isyana da sebebiyet verebilir. Böylesi durumlarda devlet, “Polis Devleti”ne dönüşür.
Ak Parti iktidarı, sivil toplumun alabildiğine zayıf olduğu ve devletin “rant dağıtım aracı- velinimet” olduğu Türkiye’de son on beş sene boyunca bunlardan uzak kalan bu kesimlerde(CHP-HDP) sayın Erdoğan’a karşı -hem ideolojik, hem de ekonomik saikler ile- bir kin ve nefret yarattı. Bu durum, tersinden sayın Erdoğan’da doğal bir korku yaratmış olabilir. Parlamenter sistemde İktidardan düşmesi halinde başına neler gelebileceğinden emin olmadığı için, sayın Erdoğan, iktidarda kalmak istemekte gibidir. 2010’lardan itibaren “İslamcılık” politikaları, ABD ve AB nezdinde de bir nefret yarattı. Başkanlık sistemi, onlara karşı da kendisi için bir sigorta niteliğindedir. Bu sonucun oluşmasında muhalefetin politik zaafiyeti ve ABD-AB’nin Türkiye’nin bağımsızlaşması-güçlenmesinden (ve de “İslamlaşma”sından) rahatsızlıklarını unutmamamız gerekir.
Devlet olmanın en doğal ve doğru yolu kurallara bağlı kalıcı kurumsal yapılar oluşturmak iken(Şura); İslam toplumlarının tarihinde olduğu gibi, devleti bir kişi kültü ile dolayımlamak, onu tesadüflere ve risklere açık hale getirmektir. Bir kişinin kararları veya onun geleceğinin bütün bir toplumu mutlak olarak ve geniş boyutlarda etkilemesi, maslahat açısından “Bütün yumurtaların bir sepete konulması” gibi akıllıca olmayan bir yoldur.
Ak Partili siyasetçi ve bürokratlar, sayın R. T. Erdoğan’ı “koçbaşı” olarak kullaharak, -kurumsal yapılar yerine- onun gururunu okşayacak şekilde ona “sensin yiğidim” diyerek, onu ileri sürerek-arkasına gizlenerek, sorunların çözümüne kurumsal yapılar içinde kendi katkılarını yapmak yerine; kararları ona bırakarak hem onu –içte ve dışta- hedef haline getirip sorumluluktan kaçmaktadırlar; hem de ülkenin kaderini bir kişinin arkasına/iradesine bağlayarak ülkeye kötülük yapmaktadırlar. Bireysel bilinçlerini tek kişiye mutlak olarak teslim etmenin sonucunun ne olabileceğini –değişik bir tecrübe ile- 15 Temmuz gecesi toplum olarak gördük. Tek adam idaresinin seküler biçimi ile dinsel biçimi arasında büyük bir fark vardır. Seküler tarzda/durumda bir şekilde bu kişiye karşı çıkma, eleştirme, dönme/pişmanlık, isyan, ayıkma imkânları bilinç düzeyinde bir nebze daha kolaydır. Ancak dinsel biçiminde bu imkânlar hayli zayıftır. Çünkü seçmenler, müritler veya bağlılar, Tanrısal desteğin bu kişi ile birlikte (karizma) olduğuna inanırlar; yaptığı hatalar, tevil yoluyla daima temize çıkarılır. En önemlisi de, rasyonel eleştiri imkânları bütünü ile ortadan kaldırılır. Gerekçelendirme, seküler politik dilde olduğu gibi “doğru-yanlış” veya “kâr-zarar” üzerinden (muhalefet) değil; “hak-batıl” ve “ihanet-sadakat” söylemi üzerinden yürür hale gelir. Siyasi, entelektüel ve teolojik alanlar, liderin bütün bu alanlara (nahak yere) nüfuz etmesinden sonra anlamsız, işlevsiz, etkisiz hale gelir; söz, biter. Liderin yedeği olmadığı ve siyasi alan boşaltıldığı için, liderin ölümü ile –Allah geçinden versin- toplum kaosa sürüklenebilir. Siyasi söylemin din üzerinden kurulması(İslamcılık), aslında “fani” ve “bizim gibi/içimizden biri” olan siyasi lidere Tanrı, Kur’an, İslam’ın taşımış olduğu manevi-yüce-mutlak-kutsal havayı sessiz veya sesli olarak onun etrafında oluşturur. Hele buna “Milliyetçilik” saiki/motivasyonu da eklemlenmiş ise(MHP), söylemin gücü iyice ağırlaşır/güçlenir. “Kral çıplak” hikâyesinde olduğu gibi, bu gerçeği, ancak bir çocuk saflığı görebilecek hale gelir.
Ak Partili seçmen, bir yandan Tayyip beyi koçbaşı olarak mağduriyetinden sorumlu tuttuğu kesimlere karşı kullanırken; aslında feminen bir psikoloji ile de ona teslim olmaktadır. “Gelene ağam, gidene paşam” diyen Anadolu halkının, böyle bir tarihsel-siyasal kurnazlığı/tecrübesi vardır. Muhafazakâr taban, geleneksel sürü psikolojisi ile kendine bir “çoban”  bulmuştur(sayın cumhurbaşkanımız, sarayda çiftçilere çobanlığın felsefesini yapmıştı). Çocuk psikolojisi ile kendine bir “Baba” bulmuştur. İdeolojik olarak kendinden olmayan efendilerin “parya”sı olmaktan kurtulmak için, kendinden yeni bir “efendi” yaratmıştır: “Reis var; yeis yok.” Vatan savunmasında dişini tırnağına takarak ölmeyi bildiği halde;  kamusal sorunların çözümünde sorumluluk alarak taşın altına elini koyma, gövdesini siper etme yerine; işleri bir Patrona ihale etmiştir. Politik sorunların çözümünün, kolektif ve kurumsal bir zekâ gerektirdiğini unutarak, salt “yiğitlik”  ve “saflık/dürüstlük” ile çözüleceğini sanmıştır. Liderimiz, -Allah var- yiğitlikten, inşaattan, altyapıdan (otoyol - hastane - havaalanı - tüp geçit…), seçim kazanmaktan/siyasetten, müteahhitlikten anlıyor; ancak, modern toplumun zorunlu gerekleri olan eğitimden, bilimin öneminden, sanayi ve teknoloji yaratmanın gerekliliğinden ve öneminden, , mimariden, teolojiden, sanattan, kendinden olmayanları “idare etmekten (yönetişim)” fazla bir behresi yok. Bir insandan bunların tümünü beklemek de haksızlıktır. Önemli olan, kurumsal/ortak akıl ile (Şura) bu alanları ihya etmektir. Bu arada “Dost acı söyler” deyişini dile getiren yine bu halkı, bu keşfinden dolayı tebrik etmek gerekir.
EK
İtibar edenler için, son olarak sözü kitle psikolojileri üzerinde ciddi çalışmaları olan psikanalist Erich Fromm’a bırakmak istiyorum: “ Freud, içimizdeki gerçeklerden büyük bir kısmının bilinçli olmadığını, buna karşılık, bilinçli olanların da “gerçek” olmadıklarını fark etmiştir. Derindeki bu içsel gerçeğin araştırılması çabası, gerçeğin yeni bir boyutunu ortaya çıkarmıştır. “Bilinç dışı” olgusunu bilmeyen birisi, bildiklerini söylediği zaman, tüm gerçeği dile getirdiği kanısındadır. Bildiklerimiz, sezdiklerimiz veya kısaca farkında olduklarımız konusunda samimi (hasbi) olsak bile; söylediklerimiz yalan, yanlış olabilir. Çünkü içimizdeki gerçek yaşantıları yansıtmayan bilincimiz, bizi kolayca yanıltabilmektedir. Örnek olarak, savaşçı (biz “aktif” diyelim. İ.G.) politikalar izleyen bir lider, güttüğü politikaların ve aldığı kararların temelinde vatanseverlik duygusu ve yurduna hizmet sorumluluğu gibi yüce ülkülerin yattığına samimiyetle inanmasına rağmen; gerçekte kendine onur sağlamak amacıyla böyle davranıyor olabilir” (vurgu Fromm’a ait). “Bir toplumun içinde bulunduğu şartların çok güç olduğu; daha iyisini (mevzumuzda Demokrasi-Şura. İ.G.) bulma veya yapma ümidinin kalmadığı hallerde, insanların çoğunluğunun “hayallere” kapılması (mevzumuzda “Başkanlık” İ.G.) ve onlara sahip çıkması beklenir. Çünkü gerçeğin bilinmesi (sorunların çözümünün zor ve karmaşık oluşu. İG), onları daha fazla rahatsız edecektir. Zayıf düşen ve çöken sınıf ve toplumlar, hayallere en çok saplanan ve bel bağlayan guruplar olarak bilinir. Çünkü acı ve çözümsüz gerçeğin onlara kazandıracağı fazla bir şey kalmamıştır.”… “Şüphesiz ki kişiler, sosyal sansürün kuvvetli olduğu durumlarda kendi hayatları ile ilgili realiteleri bilinçdışı tutmaya özel bir dikkat ve gayret sarf edeceklerdir. Sözgelişi, güçlüye saygılı olmayı öğreten bir sistemde –ki burada eleştiri bilincinin bastırılması gerekir- oğullar, babalarını daha az eleştirmekten ve daha çok “sevmekten-saymaktan” yana görüneceklerdir.”… “Rasyonalizasyon, belli bir eylemin mantıklı ve haklı bir temele dayandığını göstermek, aslında eylemin kişisel ve bilinçli düşünceye ters düşen güdülerin eseri olduğunu “gizleme” çabasıdır. Rasyonalizasyon, kişiye yanlış hareket ettiği izlenimini vermeden kişinin akıldışı hareket etmesine izin veren bir aldatmacadır…” (E. Fromm, Çağımızın Özgürlük Sorunları. Çev. B. Güvenç. İst.1973. s 110-111; 155,

ADALET GÖZÜNDEKI BAGI CÖZ



1997 yılıydı... İşten çıktıktan sonra geceleyin baklava çalmıştı... 9 yıl ceza almıştı... Küçüktü, çocuktu... Mahkemeye böyle getirilmişti.

kimi deveyi hamuduyla götürür kimi de gariptir felegin sillesini yer..

yillardir kalbimde yaradir bu cocuga yapilanlar ..adaletin bu mu dünya ya da batsin bu dünya...

bu cocuktan bir tepsi baklavayi esirgeyen dünyanin (baklavacinin, yargilayanin, tutuklayanin, kelepce takanin, emegi gecen herkesin) ta amina koyayim...

8 May 2017

MUTLULUK KIRILAN BIR CAMDIR



mutluluk kirilan bir camdir...mutlu kalmak istiyorsan kiriklarini sevmeyi ögrenmelisin yani seni kiranlari...sevmek affetmektir...Muhammed Peygamber muzaffer bir komutan olarak kovuldugu Mekkeye girdiginde herkesi bagislamisti...sen de öyle yap sadece Kabendeki putlari parcala... 

1 May 2017

BIZI HAYAT DENEN EZELI CEHENNEMDEN YALNIZ BILGI KURTARABILIR

"İnsan hakikatin tâcidarı imiş. Sevsinler! Bu zavallı yaratık sevinçten, mutluluktan habersiz
Hakikate de, hayata da iğrenerek bakıyor. Ve cehâletinden memnun
Bu utanç verici yozlaşmanın kaynağı: Ruhumuzun zaafı değil, vücuda esir oluşu." Bu Ülke

"Bizi hayat denen ezelî cehennemden yalnız bilgi kurtarabilir"