29 May 2014

BİLİM Mİ KERAMET Mİ?

" Muhammed Üftâde hazretlerini sevenlerden fakir bir kimse vardı. Her sene hac mevsiminde hacca gitmek ister, fakat gidecek parası olmadığı için de bu arzusuna nâil olamazdı. Üzüntüsünden hiç yüzü gülmez, gözleri hep hacca gidenlerin yolu üzerine takılır kalırdı. Hanımı, yüzü gülmeyen kocasının bu hâline çok üzülürdü. Yine bir sene parası olmadığı için hacca gidemeyen bu fakir, hanımına; "Eğer bu sene de hacca gidemezsem, seni üç talak ile boşadım." dedi. Günler geçti. Kurban bayramı yaklaştı. Fakiri bir düşüncedir aldı. Hacca gidemezse, hanımı boş olacaktı. Bir yerden de borç bulup hacca gidememişti. Ne yapacağını şaşırdığı bir gün, aklına Muhammed Üftâde geldi. Hemen huzûruna gidip, ağlayarak durumunu anlattı. Muhammed Üftâde; "Bizim Eskici Mehmed Dede'ye git, bizim selâmımızı söyle. O seni hacca götürüp derdine dermân olur." buyurdu. Fakir, sevinerek huzûrdan ayrıldı, süratle Mehmed Dede'nin dükkanına koştu. Mehmed Dede'ye hocasının selâmını söyleyip, derdini anlattı.Mehmed Dede; "Ey fakir! Gözlerini kapa. Aç demeden sakın açma!" dedi. Fakir gözlerini açtığında, kendilerini Mekke'de buldular. Mehmed Dede, Allahü teâlânın izniyle, fakiri bir anda kerâmet göstererek Hicaz'a götürmüştü. O gün, Arefe idi, hacılar Arafat'a çıkmışlardı. Fakir ve Mehmed Dede de ihram giyip Arafat'a çıktılar. Ertesi günü Kâbe-i muazzamayı tavaf ettiler. Ziyâret yerlerine gittikten sonra, Bursalı hacıları buldular. Onlar, hemşehrileri olanMehmed Dede'yi ve fakiri görünce sevindiler. Fakir, birkaç hediye alıp, bir kısmını götürmeleri için hemşehrisi olan hacılara emânet etti. Vedâlaşarak ayrıldılar. Aynı şekilde bir anda Mekke-i mükerremeden Bursa'ya geldiler. Fakir, getirdiği bâzı hediyelerle eve gelince, hanımı, birkaç gündür eve gelmeyen kocasını eve almak istemedi ve; "Sen beni boşamadın mı? Hangi yüzle bana hediye getirerek eve giriyorsun?" dedi. Kocası da; "Hanım ben hacdan geliyorum. İşte bu getirdiklerimi de Mekke'den aldım." dediyse de, kadın; "Bir de yalan söylüyorsun. Üç-beş gün içinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye vereceğim." dedi. Kâdıya giderek durumu anlattı ve; "Nikâhımızın feshedilmesini istiyorum. Çünkü nikâhsız yaşamayı dînimiz yasaklamaktadır. Bu sebeple haram işlemek istemiyorum." dedi. O sırada Bursa kâdılığına Azîz Mahmûd Hüdâyî bakıyordu. Kâdı, hanımın kocasını mahkemeye çağırtarak onu da dinledi. Fakir, hacca gittiğini, Kâbe-i muazzamada tavâf edip, ziyâret edilecek yerleri gezdiğini, Bursalı hacılarla görüşüp, getirmeleri için emânet eşyâ verdiğini iddiâ etti. Bu sebeple boşanmanın vâki olmadığını söyledi. Fakir, Mehmed Dede'yi şâhid gösterdi. Mehmed Dede de; "Şeytan, Allahü teâlânın düşmanı olduğu hâlde, bir anda dünyânın bir ucundan bir ucuna gittiği kabûl edilir de, bir velînin bir andaKâbe'ye gitmesi niçin kabûl edilmez?" dedi. Kâdı hayret ederek, mahkemeyi diğer hacıların geleceği günlerden birine tehir etti. Aradan günler geçti. Bursalı hacılar hacdan döndüler. Mahkeme gününde de, şâhid olarak fakirin hac vazifesini yaptığını, hattâ emânet verdiği şeyleri getirdiklerini bildirdiler. Kâdı, şâhidlerin verdiği ifâde ile, dâvâcı hanımın nikâhı feshetme isteğini reddetti. Böylece, boşanma hâdisesi olmadı."

Aziz Mahmut Hüdai'nin dergaha intisabına vesile olan bu olay pek meşhurdur ve menkıbe olarak anlatılır fakat bu olay menkıbe değildir ve mahkeme kayıtlarına geçmiş bir vakıadır. Bu yüzden vakıa üzerinde tartışmak ve burun kıvırmak mümkün değildir. Bir kaç gündür yazdığım gibi insan bütün bunları yapabilecek kudrettedir ve bu kudretin ismi gayret ve bilimdir. Bugün parası olan herkes yukarıdaki kerameti kolayca gerçekleştirebilir alır biletini iki saatte Mekke'ye uçar. Bilim geçmişin kerametleri olarak anlatılanların hepsini günlük kullanıma sokmuş ötesine bile geçerek insanoğlunu ayda yürütmüştür. 

Eskiden bireysel tekamül ile elde edilen melekeler bugün ticari ürün olarak satılmaktadır. Bu durum hala bireyin uçağa ihtiyaç duymadan Mekke'ye gidebileceği gerçeğini değiştirmez. 

Mesela bilimin bu aralar üzerinde en çok çalıştığı konuda zihin gücüyle aletleri kullanmak. Bugün okuduğum bir haberde iki pilot ellerini hiç kullanmadan sadece düşünceleri ile bir uçağı uçurmayı başarmışlar (tabiki pilotların beyni ile uçak arasında diyotlar bağlı). 

Peygamber devrinde Medine'de yaşayan bir bedevi de (yahudi de olabilir) doğru hatırlıyorsam zihin okuyabiliyordu. Hatta peygamber bu zatı duyunca pek taaccüp etmiş ve bu zatı bizzat kendisi denemiştir. Peygamberimizin aklında tuttuğu sayıları tek tek bilmesi üzerine peygamberimizin taacübü daha da artmış adeta gözlerine inanamamıştır.

Sözün özü,keramet dediğin bilim üretmektir menkıbe anlatmak değil. Bize düşen çalışmak çalışmak çalışmak. Zira Yaratıcı, bu dünyayı bir laboratuvar olarak emrimize vermiştir. 

Gerisi biz ekalmış ya sürünürüz ya uçarız...

28 May 2014

MİRAÇ(merdiven)

Miraç kandili geçti biz yazıyı yazmayı unuttuk. Uzun uzun yazmayı sevmediğimden tez konusu olabilecek konuları kendi kudretimce bir sayfalık bir metinde anlatmaya gayret ediyorum.O yüzden miraç gibi bir konuyu uzun uzadıya yazmam söz konusu değil bu blog açısından.

İsra suresi ilk ayeti bize miraç olayını anlatan tek ayet. Sürenin ismi zaten bu ayetten geliyor. Ben semantik bir kısa tahlil yapmak istiyorum.

Ayet öncelikle bizim ezberimizin tersine miraç kelimesini değil isra kelimesini kullanır. İsrada "gece yürüyüşü" demektir. Mescidi Haramdan, Mescidi Aksaya geceleyin kulunu yürüten rabbini tesbih et diye başlayan tasvir bize olayın gece olduğunu ve kulun Mescidi Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürütüldüğünü açık ve net olarak ifade ediyor. Mescid-i Aksa Kudüs'teki mabet olarak kabul ediliyor. Halbuki o tarihte bugünkü Mescid-i Aksa fiilen yoktu. Bazı rivayetler bu ayetteki aksa mescidinin Mekke yakınlarında bir yer olduğunu anlatıyor. Salih Parlak ise Mescid-i Aksa'nın yeryüzünde olan mescid değil gök katlarında olan bir mescid olduğunu söylüyor. 

Ayet "abd" kelimesini kullanıyor. "Abd" kelimesi arapçada cins ifade etmeyen nötr bir kelimedir. Kelime anlamı da köledir. 

Yüce Yaratıcı seçtiği ifade ile aslında olayı açıklamış oluyor bence. Zira "abd" kelimesinin kök anlamında bir zorunluluk vardır. Söylenene koşulsuz itaat. Bizim miraç hadisesi olarak anlattığımız olayda Yüce Yaratıcı , resul yerine "abd" kelimesini kullanarak ,peygamberin bilinç halinde olmayan bir durumda bu olaya maruz kaldığını anlatmış olmaktadır. Peygamberin iradesine bırakılmış bir durum söz konusu değil. Peygamber maruz kalıyor bizim anlayamayacağımız bir "abd" boyutunda. Benim görüşüme göre peygamber o anda ne ölü ne diri,ne erkek ne dişi ve zamanda ve mekanda donma ve sıçrama anında saf bir enerjetik beden olarak temaşa etti bu olayı. 

Namaz müminin miracıdır beyanından hareketle bu olaya benzer(benzer diyorum ha ) bir yükselme durumunu hepimizin yaşamasının mümkün olduğunu düşünüyorum hatta yaşamalıdır da. (ben bir akşam vakti uyku uyanıklık arası uzayda böyle bir seyahat yapmış idim hatta güneşin bile içinden geçmiştim). 

O yüzden "abd" boyutunda gerçekleşen bir olayda sonradan hadis kitaplarına geçmiş olan "beş vakit namaz emri,bakara süresinin son iki ayeti(amenerresülü diye bilinen) nin vahyi " ile ilgili rivayetleri biraz sağlıksız buluyorum açıkçası(çünkü vahyin muhatabı resuldür,abd değil). Rivayete bu kadar teslim olmamak lazım. Zira , İsra hadisesinden önce nazil olduğu kesin olan Ta Ha 130 beş vakit namazı  zaten emretmekteydi.Öte yandan Bakara Süresinin tamamının Medine devrinde nazil olduğu düşünülürse (hoş bunlarda rivayet ama dayanaksız değil) İsra olayının Miraç olayına dönüşmesi ve bugünkü halini alması çook sonralardır. (daha öncede yazdığım gibi sonraki nesiller malesef sizin peygamber uçar da bizimki uçmaz mı (teşbihte hata olmaz) bilinçaltı yönlendirmesiyle bu olay çığrından çıkarılmıştır).

Sözün özü ,İsra hadisesinde peygamberin yaşadığı rivayet edilen olayları anlatıp anlatıp kandiller kutlayacağımıza kendi miracımızı nasıl gerçekleştirebiliriz diye kafa yorsak daha uygun bir iş yapmış oluruz diye düşünüyorum. 

En doğrusunu Allah bilir..

27 May 2014

27 MAYIS VE CEZAYİR

Bugün 27 Mayıs felaketinin yıl dönümü. Felaket diyorum zira bu darbe hem siyasetin hem ordunun omurgasını kırmış ve darbeler döneminin kapısını aralayarak memleketi neredeyse 50 yıl süren bir kargaşaya sürüklemiştir. Bu ayrı bahis.

Bugün bana Cezayir'i hatırlattı. 

Cezayir , Afrika'da bağımsızlık savaşı vermiş ilk ve tek ulustur. Bizim yaptığımız kurtuluş mücadelisinin aynısını onlar Fransa'ya karşı vermişler ve bu mücadelede 1,5 milyona yakın evlatlarını kaybetmişlerdir. Fransa , Cezayir'de soykırıma varan katliamlar gerçekleştirmiştir. 

Ne acı ki Türkiye, 50'li yıllarda Fransa'nın dümen suyuna gitmiş ve sürekli Cezayir aleyhine tavır almıştır. Emperyalizme karşı savaşmış bir milletin çocuklarının ,emperyalistlerin yanında tavır alması ihanettir. Buradaki Fransa'ya (doğal olarak Batı'ya) şirin gözükme kaygısı tahlil edilmesi gereken asıl durumdur. Benim asıl derdim ,emperyalist Batıya karşı kurtuluş mücadelesi vermiş bir ulusun bu Batı şakşakçılığıdır, bunu anlamıyorum ben. Anlayabilmem de mümkün değil.   

Tarihi soykırım ve katliamlarla dolu emperyalist Batı hayranlığını nasıl anlayabilirim ki bilmiyorum. Cezayir'de , Fransa'nın yaptığı barbarlıkları okuyun (Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi yayınları no.383.  ) ondan sonra benden Fransa'ya saygı ve hayranlık duymamı bekleyin. Bunun için kendi kendini sömürgeleştiren beyaz türk ya da beyaz cezayirli olmak gerekir.

Tarihin ironisi mi desem halkların dangalaklığı mı artık bilemiyorum , bugün bu iki ulusun günlük hayatındaki bu Batıcı etki içimi kanatıyor. Cezayir'e gidin gazetelerin çoğu fransızca çıkar, eğitim fransızca verilir,tabelalar fransızcadır. Ülkenin elit kesimi fransız gibi yaşar(çoğu fransız kökenlidir zaten). Cezayir, Fransız Ordusunu yenmiş fakat Fransa'yı yenememiştir. Tıpkı bizim gibi. Türkiye'ya bakın, gazetelerdeki emlak ilanlarında satılan site reklamlarına bakın, hepsi ingilizce. Mekan isimleri ingilizce. Metroya biniyorsun ingilizce. Onlar gibi olmaya çalışıyoruz. Neredeyse ingilizce eğitime geçeceğiz.

Kimiz biz ya ,kimliğimiz ne ? 

Neden kurtuluş savaşı verdik ? Amerikan mandasını kabul edeydik en baştan sonradan gönüllü manda olacağımıza. Bizim Avrupa Birliğinde işimiz ne ya ? Bu kadar mı efendine köle oldun ?

Dün yapılan Avrupa Parlementosu seçimlerinin sonucuna bir bakın. Avrupa Birliğiymiş !

Asıl Bağımsızlık Savaşını zihnimize bulaşmış habis Batıcılığı karşı vermeliyiz. Yoksa askerini kovsan,şarkıcısı geliyor.. 

26 May 2014

HÜCRE DIŞI MATRİS

" Kertenkelelerin kopan uzuvlarını komple yeniden geliştirebildikleri bilinmektedir. Bunun nedeni kertenkelelerin kök hücrelerinin yeni bir uzuv yapma konusunda uyarılmaları. Konuyla ilgili sonuç veren bir teori parmak uçlarının başarılı olarak yeniden üremesini başaran Pittsburgh Üniversitesinden Stephen Badylak’dan geliyor. Onun ekibi dokuların yeniden üremesini sağlayan mucizevi güce sahip “peri tozu” gibi birşey yaratmış. Bu toz hücrelerden değil hücrelerin cidarları arasındaki matriste bulunan maddeden üretiliyor. Bu matris kök hücreleri belirli bir tarzda büyümeye yöneltecek sinyalleri taşıması dolayısıyla çok önemli. Kopmuş olan bir parmak ucuna bu peri tozu uygulandığında sadece parmak ucunu değil tırnağı da uyarıyor. Bu şekilde parmağın (tırnakla beraber) orijinal hali hemen hemen mükemmel bir şekilde yeniden üretilebiliyor.
Tırnaklı bir insan parmağının sekiz milime kadar bir uç kısmının yeniden üretilmesi başarılmış durumda.
Bundan sonraki hedef bu prosesi (kertenkele vücudunda olduğu gibi) tüm uzvu sıfırdan yeni baştan üretebilecek şekilde geliştirmek."

Bunun belgeselini National'da seyretmiştim. İnsan bedeni , evrimsel süreçte organı yenilemek yerine yaraya kabuk bağlamak yönünde gelişti. Aksi halde sürekli taze yara enfeksiyon kapar ve insan ırkı yok olurdu. Fakat genlerimizde bu bilgi mevcut fakat bu genler kapalı konumda. Sadece derimizdeki yaralar iyileşiyor. Sıfırdan bu beden DNA'lar tarafından üretilmedi mi ? Yeniden de üretilebilir. Bir film hatırlıyorum bunula ilgili ,kahramanımızın organları yeniden çıkıyor kurşun yese bile ölmüyordu. Kurşunu yediği anda ölü gibi oluyor fakat bedeni kurşun yarasını iyileştiriyor hemen (yaklaşık 24 satte kopan eli yeniden çıkıyordu) ve vucut komadan çıkarak kahramanımız normal hayat dönüyordu. Sinema her zaman bilimin önünde gidiyor nitekim. Bilimsel gelişmeler için sinemayı takip etmeli ve dahi gelecek tasarımları için.
Hücre dışı matris ile bir hastanın idrar kesesi yeniden yapılmıştı. Hücre dışı matrisi hücrelerimizin iskeleti olarak düşünebiliriz. 

Bütün mesele genleri uyandırmakta.. 

DÜNYANIN EN GÜÇLÜ ADAMI VE İNSAN BEDENİN SINIRSIZLIĞI

DENNİS DOGERS
Daha önce bahsettiğim "Genlerinizi Uyandırın-Gizli Güçlerinizi Keşfedin" isimli kitabı tekrar anmak istiyorum dün seyrettiğim bir belgesel vesilesiyle. İnsan bedeni hem fiziksel hem de düşünsel olarak hayalimizin ötesinde bir potansiyel taşıyor. Beylik bir cümle olarak söylemiyorum bunu hakikaten öyle. Zaman zaman kendi günlük hayatımızda tanık olduğumuz pek çok hikaye de bu gücün ortaya çıkmasıdır. Hz.Ali'nin Hayber Kalesinin kapısını sökmesi tarihsel bir örnek hemen aklıma gelen. Seyit Onbaşı mesela yakın tarihten bildik bir örnek olarak. Hz.Ali  1,55 boylarında kısa boylu bir adam normalde öyle hayalimizde canlandırdığımız gibi izbandut falan değil.  Yaptığı eylem ise ancak bir iş makinesiyle yapılabilecek boyutta inanılmaz. Peki nasıl oluyor bu ve bir insan normalde hiç birimizin yapamayacağı bir güce ulaşıyor ? Bunun sırrı yukarıda bahsettiğim kitapta okunup ayrıntısına kadar öğrenilebilir fakat hepimiz potansiyel olarak böyleyiz sadece nasıl ortaya çıkaracağımızı bilmiyoruz ve tembeliz çalışmıyoruz. Sihir dediğimiz şey aslında içimizde olan şey. Şunu biliyoruz ki beynimizin potansiyeli sonsuz ve hepimiz birer Neo'yuz ve o kurşunları havada durdurabiliriz ya da gökten sofra indirebilir,altı aylık mesafeyi bir saatte gidebiliriz. Kalbimizi durdurabilir,suyun altında beyin ölümü gerçekleşmeden dakikalarca kalabilir, duyularımızı geliştirerek zihinleri okuyabilir isteklerimizi anında gerçekleştirebiliriz. Hepsi uzun bir çaba gerektiriyor sadece, hepsi bu.

Bu girişten sonra asıl konumuza dünyanın en güçlü adamına gelelim. Dennis Rogers,dünyanın en güçlü adamı. 1,76 boyunda 50 yaşında hepimize benzeyen sıradan birisi (Matrix'teki Cyper'a çok benziyor). Bu arkadaş genlerindeki gizli gücü keşfetmiş ve uyandırmış. Kocaman bir çiviyi aynı anda hem metal hem de ahşap bloğa çıplak eliyle çakıyor. Sabahları yumurta pişirdiğimiz tavayı kağıt gibi rulo yapıyor. Bizim civataları sıktığımız anahtarları o civata niyetine sıkıyor. Kollarına ters yönde bağladığı iki Harley'i yerinden kıpırdatmıyor.Yani bu adam kolunuzu yumurta gibi iki saniyede kırabilir,parmağıyla kafatasınızı delebilir.

Ya arkadaş bunlar için alet kullanıyoruz zaten ne uğraşacağım diyebilirsiniz itiraz olarak. Mesele o değil arkadaş mesele beden dediğimiz şeyin muazzam potansiyeli ve Dennis Rogers gibi insanlar sınırlarımızı yok ediyor ve taşıdığımız potansiyeli ortaya çıkaran Mesih gibiler. Uğraşmalıyız hem de hiç durmadan uğraşmalıyız. Hem akli melekelerimizi hem de fiziksel melekelerimizi geliştirmek için durmadan uğraşmalıyız. Hımbıllıktan obez olup çürüyen insanlar türümüzün yüz karalarıdır ve günahkardırlar.

Üç gün durmadan koşan,iki parmağıyla beş cmlik kalası delen,su içmeden yemek yemeden 21 gün meditasyonda kalan, bir nefesle okyanusun 70 m altına dalıp çıkan,kuantum fiziği keşfeden hep bu beden. Rüya gören,roman yazan ve Ay'da yürüyen hep bu beden.

İnsanlar nasiplerinin büyük bir kısmını bu dünyada bırakıp giderler diye bir söz hatırlıyorum. Rabbimiz buyurmuyor mu; dünyadaki nasibini unutma..

Ne diyor Mümin Sekman abimiz ; LİMİT SİZSİNİZ....

21 May 2014

TÜRKİYE KENDİ MEDENİYET PROJESİNİ ÜRETİRSE ORTADA KALMAKTAN KURTULUR

Geçen hafta sonuydu galiba (yaşlılıktan mıdır nedir hatırlayamıyorum) Habertürk Kanalında olabilir söz döndü dolaştı Türkiye'nin Batı'ya mı Doğu'ya mı ait olduğu tartışılmaya başlandı. Katılımcılardan biri (ismini hatırlamıyorum amnezi mi oldum ne) "Türkiye kendi medeniyet projesini üretirse ancak o zaman ortada kalmaktan kurtulur ve merkez ülke olur" dedi öylece laf arasında söyler gibi. Oysa bu söz gecenin,günün,ayın,yılın ve dahi yüzyılın en önemli cümlesiydi.

 Türkiye, kendi medeniyet projesini üretmeye mahkumdur yoksa periferide bekçi köpekliğinden öteye geçemeyecek. Girmeye çalıştığımız AB projesi tarihin en gerzek projesidir ve yokluğa mahkumdur ve dahi bizim tarihi misyonumuza taban tabana zıttır. Bu ülke (kimilerini müstehzi gülümsetse de )Batı medeniyetine alternatif bir  medeniyet üretebilecek tek ülkedir. Zaten ya bunu başarırız ya da asimile olup yok oluruz Amerikan pespayeliği içinde.

Bu sömürge ülkesi görünümü insanı kahretse de gün doğmadan neler doğar..

Tarih yapmaya mecburuz yoksa başkalarının yaptığı tarihin figüranı olmaktan öteye gidemeyiz. 

Bunun için de hafızamızı geri kazanmak zorundayız..

KAYIP MALEZYA UÇAĞI ,BİR UÇAK YA DÜŞER YA İNER KAYBOLMAZ ?!

8 Mart 2014 günü Kuala Lumpur-Pekin seferi için havalanan Malezya Havayollarına ait MH 370 sefer sayılı Boeing 777 tipindeki uçak Güney Çin Denizi üzerindeyken aniden radardan kayboldu ve o günden beri hiç bir izine rastlanamadı.

Yaklaşık 2,5 aydır , sahip olduğumuz radar ve uydu teknolojisine ve uçaklarda bulunan bütün acil durumlar için dizayn edilmiş tüm ekipmanlara rağmen havadaki kocaman bir uçağın düşüp düşmediğinin bile belirlenememesi dehşet verici bir şaşkınlık içinde bırakıyor herkesi. Atlantik Okyanusuna düşen ve içinde bizim arp sanatçısının da bulunduğu Air France'a ait uçak sanırım 6 gün sonra bulunmuştu. 

İki buçuk aydır bir uçağın düşüp düşmediğinin bile belirlenememesi hayret verici hakikaten. Bu sebepten pek çok komplo teorisi havada uçuşuyor. Uçaktan alınan son mesaj " iyi geceler". Peki ne oldu da her şeyin yolunda olduğu bir uçak aniden ortadan kayboldu ?

Bu olay bana kaçınılmaz olarak Bermuda Şeytan Üçgenini hatırlattı. Bu bölgede de gemiler iz bırakmadan kaybolurlardı. Acaba Malezya Uçağı da bir eletromanyetik türbülansa girip zaman ve mekan atlamış olabilir mi ? 

Zaten bugüne kadar ki sürec gözden geçirilince temel iki ihtimal var; ya bu uçak yukarıda değindiğim gibi zamanda  sıçrama yaptı ya da içinde ABD'nin bulunduğu bir olaya karıştı ve biz faniler uyutuluyoruz devletler tarafından uçağı bulamıyoruz diye.Başka ihtimal yok zira diğer bütün ihtimallerde bugüne kadar uçaktan bir iz bulunması bilimsel olarak bir zorunluluk gibi duruyor. Yani olaya bilimsel veriler açısından bakıldığında bu uçağın aniden ortadan kaybolması açıklanabilir bir durum değil. Dediğim gibi uçak ya dünyamızdan ışınlandı ya da ABD tarafından sümen altı ediliyor. O zaman da şu soru akla geliyor niye bu uçak ? Onun da mantıklı bir cevabı yok bildiğim kadarı ile. 

Evrenindili isimli sitede duru görücülerin bir kısmı uçağın bir adaya indirildiği yarısının denizde yarısının karada olduğu yönlü ön görülerini paylaşıyor. Bir kısmı denize çakıldığını söylüyor. Orada da tam bir görüş birliği yok.

Allah uçakta yakını olanlara metanet versin kafayı yer insan yani. Bu işin bir de insani boyutu var. 

Bu işin içinde uzaylılar yoksa kim var ? Mahatir Muhammed ; (kendisi Malezya Devlet Başkanı) şimdiye kadar CİA ile ilgisinin kurulmamasının kendisini şaşırttığını ve işin içinde ABD parmağı olabileceğini ifade eden twitter mesajları yayınladı. 

İşin sonu nereye varacak merakla bekliyorum doğrusu. Gerçekten uzaylılar kaçırdıysa ona da şaşırmam bu saatten sonra. Buhar olmadı ya bu koskoca uçak?!

Yoksa oldu mu ?

Edit; geçen hafta Malezya Hükümeti açıklama yaptı ,uçağın düşmüş olabileceği yerin yanlış belirlendiğini söyledi o kadar. Ayrıca en son sinyal alınan bölgede de uçağın izine rastlanmadı. Olay hala esrarını koruyor(02,06,2014)

Edit 2 : 16 haziran itibariyle uçaktan hala bir iz yok.

Edit 3 : 25 Eylül itibariyle uçak hala havada duruyor düştüğünü bilmediğimize göre ve radar yakalanmıyor üstelik. Ya da bir karadeliğe düştü  uçak. Tam bir fenomene dönüştü bu olay..

16 May 2014

AĞLA TÜRKİYE AĞLA

" Ağla Türkiye!
Ekranda bir kebap tarifi kadar yer bulamayan işçiler için ağla!
İşçilerin sosyal güvenlik hakları için değil meydan savaşı için performans gösteren sendikalar için ağla!
Can pazarında; 'yaşam odası'nı değil patronun haklarını gözetenler için ağla!
Kömür pazarına ömrünü bırakıp gidenlerin arkasından hala daha kendi menfaatlerini, siyasi manevralarını düzenlemek için fırsat kollayan fırsatçılar için ağla.
Sedyeye çıkmak için çizmelerini çıkarmaya çalışan 'yurdum insanı' için ağla.
Ağla Türkiye.
Ağlayarak arınırız belki. Çamaşır suyunun çıkaramadığı lekeleri belki gözyaşları ile temizleriz.
Ağlayarak adalet ararız bu defa belki. Ağlayarak sahip çıkarız bize en uzak gibi duranların hikayesine.
Ağla Türkiye. Üç gün beş gün değil. Dünyada zor işlerin karşılığı yüksek bizde bedeli ölüm olan işlerin karşılığı nasıl bu kadar ucuz diyerek sorup sorup ağla Türkiye! Cevabını buluncaya kadar ağla!
Alnını secdeden kaldırmadan ağla.
Cümle kurma, mesaj yazma, paylaşma. Sadece ağla.
Sonra dön bak hayatına. İsraf ettiğin sadece mal mülk değil başkalarının hayatı. Bu hayatın bedelini hem bu dünyada hem öbür dünyada ödemek zorunda olduğunu düşün düşün ağla.
Riya karıştırmadan kederine, göz yaşını hiç kimselere göstermeden ağla.
Kalbinin temizlendiğine kanaat getirdikten sonra yapabilecekken yapmadıklarının mesuliyetini yüklenerek ağla!"(Y.Şafak-Fatma Barbarosoğlu)

Büyük acılar karşısında sadece edeple susulur.O yüzden herkes edeple bir üç gün sussun be kardeşim..Başbakanı sonra döversiniz bir yere kaçmıyor.
Evet ağlayalım,sadece ağlayalım belki vicdanımız olduğunu hatırlar ve utanırız ve sorumluluk alırız..

15 May 2014

YAVŞAKLIK VE AHMAKLIK BU ÜLKENİN KADERİ Mİ?

Hayatımızı mahvedenler, ölümüzün yasını tutar mı?

15 Mayıs 2014 PerşembeLevent Gültekin
Bu ülkenin çocuklarına esaslı bir eğitim veremeyen, görevini üstün körü yapan öğretmenler…
Hastalarına gereken ilgiyi göstermeyen, onlara 'sen' diye hitap eden, gereksiz ilaç yazan doktorlar…
Rüşvet alan; haksız kazanca ve yetersizliklere göz yuman vergi ve denetim memurları…
Çorba parası” karşılığında görevini savsaklayan trafik polisleri…
Gerçek habercilik yapmayan, iktidar üzerinde denetim işlevini yerine getirmeyen, grameri bile bozuk medya…
Köşelerini ülkenin asıl sorunlarının tartışılmasına değil, tarafı oldukları ideolojilerin çıkarına kullanan gazeteciler…
Memleket meselelerine tarafgir bir tutumla yaklaşan aydınlar, kanaat önderleri…
İnşaat yaparken malzeme çalan, mimari zarafetten uzak, ülkeyi modern gecekondu mezarlığına çeviren müteahhitler…
İşadamlığını marketçilik, restoran zinciri kurmak sanan, daha çok para kazanmayı bu ülkeye kalıcı değerler katmaya tercih eden işadamları…
TBMM’de mensubu olduğu partinin askeri olmaktan ileri gidemeyen milletvekilleri…
İktidarlara yaptığı hataların cezasını ödetmeyen, takım tutar gibi parti tutan seçmenler…
Güvenilir, ciddi, adil bir yargı sistemi kuramayan yargı mensupları…
İdeolojik konularda şahin kesilen, ülkenin esas meselelerinde kumruya dönüşen asker…
Ve en çok da… bu ülkenin idaresinden sorumlu olan iktidarlar…
Hepsi, hepimiz el birliğiyle Türkiye’yi üçüncü dünya ülkesi haline getirdik.
Ahlakımız yok. Kişiliğimiz yok. İşimize saygımız yok. Çevremize duyarlılığımız yok. Gözümüz paradan başka bir şey görmüyor.
Çıkarımız konu olduğunda hiçbir değer, hiçbir kuralı tanımıyoruz.
İşte, Soma’da yüzlerce madenci hayatını kaybetti.
Binlerce insanın hayatı karardı.
Ulusal yas ilan ediliyor.
Hani?
Gerçekten ulusça yas tutuyor muyuz?
Acılarımız sahiden ortak mı?
Çalışma bakanı, Soma’ya “sağlık nedenleriyle” gidemiyormuş! İstifayı da düşünmüyor.
Biri açıkça söylemeli: Hiçbirimizin canının değeri yok.
Sağlığın da, eğitimin de, barınman da, ulaşımın da, beslenmen de, psikolojin de… hiç kimsenin umurunda değil.
Türkiye’de insanın değeri yok! Hayatın değeri yok. Çünkü burada yaşatılan, benimsenen, elden bırakılmayan bir değer yok!
Hukuk, haysiyet, şeref, merhamet, kardeşlik, adam gibi, insan evladı gibi, saygın bir hayat…
Ölürsün de kimsenin umurunda olmaz işte.
Annen orada kahrolur.
Evlatların, eşin, nişanlın… hepsinin kalbi paramparça olur.
Sonra da usta bir lider… siyasetin galibi… Türkiye’nin en güzide politikacısı çıkar “Böyle şeyler hep oluyor” der, konu kapanır!
Eğer bugün bu ülkede kimsenin canının değeri yoksa, sebebi el birliğiyle kurduğumuz bu utanılası hayattır.
Ülkenin ruhunu teslim alan bu sefalettir.
Eğitim sistemimiz niçin kötüyse, ticaretimiz o yüzden pespaye. Ticari ahlakımız neden düşükse, şehirlerimiz aynı nedenle kişiliksiz. Sokaklarımız niye bu haldeyse, tarım ve çiftçilik aynı gerekçeyle dökülüyor.  Medyamız niçin berbat bir haldeyse, maden ocaklarımız aynı nedenle çürük...
Yargı sistemimiz niçin iflas etmişse siyasi partilerimiz de benzer nedenle müfsit.
Hesap sormayı bilmiyoruz, çünkü hepimizin hesap vermesi gereken defosu var.
Hak aramayı bilmiyoruz, çünkü hepimiz ancak hak yiyerek hayatımızı sürdürüyoruz.
Hata yapan istifa etmiyor, çünkü halktan korkmuyor. Allah’tan hiç korkmuyor.
1992 yılında Zonguldak taş kömürü maden ocağındaki faciada 150 insanımız öldü, hiç bir şey yapmadık.
Uludere katliamı oldu hiç bir şey yapmadık.
Afyon faciasında 25 gencecik çocuk öldü hiç bir şey yapmadık.
Tuzla Tersanesi’nde insanlar öldü dönüp bakmadık.

Adapazarı'nda tren faciasında 40 kişi öldü unuttuk.
Dağlıca, Aktütün ve daha onlarca hata, ihmal…
Bunca faciada bedel ödeyen tek kişi yok!
Her bir olayın üzerinden seçimler geçti, hiç birimiz bu felaketleri hatırlayıp ülkeyi yönetenlere cezasını kesmedik.
Çünkü oyumuzu ülkemiz için değil, kendi çıkarımız veyahut mensubu olduğumuz ideolojinin zaferi için verdik.
Cezalandırılmayacaklarından emin oldukları için, ülkeyi yönetenler işledikleri kabahat sonucu istifa etmeyi akıllarına bile getirmediler.
Bırakın istifayı, gözümüzün içine bakarak 274 insanın ölümüne pervasızca, ruhsuzca, insani değerlerden uzak bir tutumla “Bu işler olağan, bu tür yapıların fıtratında bu var” yorumunu yaptılar.
Kabul edelim ki insanıyla, kurumlarıyla, şehirleriyle, ticaretiyle gelişmemiş, dahası bozuk bir ülkeyiz.
Büyük bir çamur bataklığının içinde debelenip duruyoruz.
Acı olan şu ki, bu çamurda en çok da gariban, fakir insanlarımız ölüyor.
Türkiye’nin tamamı, Soma’daki maden ocağına benziyor.
Kimimiz ölüyoruz ki, kimilerimiz daha çok para kazansın.
Hem akılsız, hem vicdansız bir döngü içinde, birbirimizi mahvediyoruz.  "


Dünkü yazımda Umur Talu'nun yazısını okuyup aynada yüzleşelim demiştim. Evet Umur Talu'nun yazısına bu yazıyı da ekleyin ve tekrar aynaya bakın sonra ne diyecekseniz diyin. İlk taşı günahsız olan atsın.Kendisiyle hesaplaşamayan kimse başkasından da hesap soramaz. Bu ülkedeki ezici çoğunluk kompartımanlarda yaşıyor ve fikri yok sadece ezbere konuşuyor. Dün generallerin önünde cüppe ilikleyenler bu gün iktidara çemkiriyor.diktatör diye. Başbakan son yılların en saçma ve yavşakça basın toplantısını düzenliyor Soma'da. Üstadın yukarıda çok açıkça belirttiği gibi  DEĞERLERİMİZ YOK. 
Geçenlerde bir tv programında bir yazar,İngiltere 1.Dünya Savaşından sonra pek çok generalini yargıladı ve idam etti savaşı kazanmış olamalarına rağmen biz de ise tek bir subay bile yargılanmadı demişti. 

Diyordu ya reklamda ; yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız. Aynen işte hepimiz yavşağız . Herkes başka bir yavşağın peşinde geziyor karşısındakine yavşak diyor.

Zenginler rahat yaşasın diye fakirler hep ölmeye devam edecek ..Gerçek olan bu..
Senin çöpünü topluyor,evini temziliyor,sen üşüme diye maden çıkarıyor,sen cici yatlarda rahat gez diye tersanelerde ölüyor vs vs. İşin garibi her yıl 1.550 kişiden fazla işçi iş kazasında ölüyor ve sen ben ancak 400'ü aynı anda bir madende gömülünce ağıt yakıyoruz.
YAVŞAKSIN İŞTE BEN DE ÖYLEYİM..

14 May 2014

TÜM KALLEŞLERİN KATLETTİĞİ TÜM ÇOCUKLAR KARDEŞTİR

http://www.haberturk.com/yazarlar/umur-talu/948198-sinif-savasinin-olu-ordusu-bir-de-15inde-kemal

Herkes yarın sabah uyandığında önce bu yazıyı okusun sonra aynaya baksın,kendi yüzüne bakabiliyorsa baksın bakamıyorsa oturup ağlasın zira ağlamak insanı insan yapan şeydir...

Kalemine sağlık Umur Usta...


Nihal Acar'ın madenci babasını çizdiği resim

GÜZELLİKLER,ACILAR,APTALLIKLAR DİYARI CANIM ÜLKEM

Dün harikalar diyarına gitmişim gibi olağan üstü bir gün geçirdim.Ta ki televizyonu açana kadar. Soma'daki maden kazası bütün şevkimi kaçırdı. O yüzden katır tırnaklarının cıvıl cıvıl şakıdığı canım boğazı anlatamayacağım. Takatim kalmadı..Maden Kazası alt yazı olarak geçmeye başladığında " kesin özel bir firmadır " diye aklımdan geçirdim. Evet öyleydi öğrendim bir on dakika sonra.. Yüzlerce can diri diri gömüldü... İki yılda beş kez denetlenmiş miş öyle yazıyor gazete bugün.. İyi denetlenmemiş demekki...Yazık.. Bu ülkede mutluluk akşama kadar sürmüyor..

***

Dün güpegündüz bir adam(evli ve üç çocuk babası) pompalı tüfek ile 22 yaşındaki sevgilisini parkta delik deşik etti. Olay yerine polisler geldi ambulans geldi. Bu adi herif sağlık görevlilerini tehdit ederek yaralı kadını hastaneye götürmelerine izin vermedi. Polislerde adamı silahını bırakması için İKNA ETMEYE çalışıyordu. 

Sikerim böyle aşkın ızdırabını yaa.. ÖZGÜRLÜKLER ÜLKESİ AMERİKADA O ADAMI DELİK DEŞİK EDERLERDİ..İDAM EDİLMESİNE GEREK KALMADAN..SIÇAYIM SİZİN ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE. ADAM ÖLDÜRMEK SERBEST ASMAK YASAK.. 

Canım çok sıkkın bu kadar aptallık karşısında..Bir gün mutlu olmak bile haram bu ülkede amına koyayım..

12 May 2014

HER ŞEY ÇOK GÜZELDİ,ANNELER MUTLU OLDUĞUNDA

Şahane bir hafta sonu geçirdim. Hayat beklenmedik mutluluklar yaşatmak konsunda cömert davrandı her zaman. Kendine inanan rabbine inanır , ya bilir bunu ya şeytanca sümen altı yapar. Mutluluk dediğin bir anneler günü  ete kemiğe bürünür ve anne mutlu olur.Anne çok mutlu olur hatta. Bütün anneler çocuklarının gülümsemesine huzurla eşlik ettiğinde zaten alem devran olur. Bir anne endişesiz ise cennet kadar huzurludur. Anne çocuklarını memeden asla kesmez , bebekken biyolojik olarak evladını beslerken evlat çiğ et yemeye başladığında ,elleriyle gözleriyle nefesiyle yüreğiyle emzirmeye devam eder. Annelerdir evlatlarının mezarına bile çiçek taşıyan hiç vazgeçmeden. Bir anne evladı eve dönmeden uyumaz. 

******

Sunderland direndi ve kendi büyük kahramanlık destanını yazdı. Norwich gene hüzünlü bir şekilde veda etti. Liverpool ,öğrenilmiş çaresizliğinin kurbanı oldu gene ve iki kulbundan da yakaladığı şampiyonluğu City'inin kollarına bırakıverdi. Bu sene de olmadı be belki seneye..

******

İspanya'da ise acayip işler oluyor. Tepedeki üç dev adeta şampiyon olmamak için direniyor. Madrid'in amele olanı Levante ve kendi evinde oynadığı Malaga maçlarından birini kazandığı anda Nou Camp'a şampiyon olarak gidecekken taraftarını delirtircesine ayak sürüyor. Madrid'in kral olan kısmı bu haftaki Celta Vigo yenilgisiyle havluyu attı zaten. Barça ise şampiyon olmamak için direnen Atletico Madrid'i arkadan zorla itekliyor adeta. Atletico'nun kaybettiği her hafta kaybederek nazire yapıyor. Efendim önden buyrun.rica ederim siz buyrun,valla olmaz siz buyrun modundalar. Atletico, La Liga gibi Real ve Barça'dan şampiyonluğu almanın Şampiyonlar Ligini kazanmaktan zor olduğu zorlu bir yarışta önünü altın tepsiyle gelen fırsatı harcamak üzere. La Liga tarihinin en şapşal amele takımı olabilirler bu hafta sonu itibariyle.

Amele doğdun amele öleceksin diyecekler...

******

Bu arada hafta sonu Giro başladı. Eurosportumuz yok ve seyredemiyoruz. Böyle gitmez bu iş..Ulen TRT yatacak yeriniz yok özel kanallardaki futbol sığlığına ne diye ayak uydurursun. Tek kanal iken daha düzgün yayın yapıyordu bu TRT. Öküze baka baka mölemeye başladılar.

7 May 2014

İNSAN SAÇINDAN BAYATLAMAYAN EKMEK VE ETİK

http://www.haberturk.com/yazarlar/neva-ciftcioglu-banes/945869-yanlislar-dogru-olma-yolunda-doludizgin

Neva Çiftçioğlu Banes benim Umur Talu ile birlikte sürekli olarak yazılarını takip etmeye gayret gösterdiğim adam gibi adam iki kalemdir. Neva haddizatında bir bilim insanıdır ve kendilerine ne derin saygılarımı ifade ederim. Fatih Altaylı'nın bu memlekete tek hayrı belki de Neva Hanımı gazeteye kazandırmak olmuştur.

Yukarıda linkini verdiğim yazısını (tabiki diğer yazılarınıda) okumanız menfaatinizedir.

LÜTFEN ÇÖPLERİNİZİ YOLA ATIN

Sene 2005 , Fatih'te elimde buruşturduğum kağıdı nereye atacağıma bakınarak sokakta yürüyorum. O ara bir ses duydum " abi yere at " . Şaşkınlıkla irkilip etrafıma bakındım. Turuncu tulumuyla bugünkü tabirle temizlik işçisi yani sokaklarımızı süpüren bir çöpçü gülümseyerek bana bakıyordu. Tekrar " abi yere at ,biz onları süpürüyoruz her gün yolun kenarlarına falan atıyorlar onları alamıyoruz direk sokağa yola atın" dedi. Elimde buruşturduğum kağıt ile öyle kala kaldım bir kaç saniye. Bilinçaltım direniyordu zira yıllarca çöpler yola atılmaz diye beynimiz yıkanmıştı şimdi bir çöpçü bana tam aksini söylüyordu. Şartlanmışlıkla pratik akıl arasında kaldım ,atmalı mıyım atmamalı mıyım ? Beni deniyor mu şaka mı yapıyor ? 

Biraz tereddütten sonra alt beynimin kaslarımı kasmasına rağmen parmaklarımı serbest bıraktım ve elimdeki çöp yere düştü. Tepemden aşağı bir suçluluk duygusu boşaldı. Çöpçü arkadaş sakince biraz önce yere attığım çöpü elindeki aparata süpürüverdi. O gün bugündür eğer etrafta çöp kutusu yoksa elimdeki çöpü yola fırlatıyorum gönül rahatlığıyla.

Yarın dikkat edin yollar tertemiz fakat yol kenarları özellikle yolun yanında bir yeşil alan hattı varsa,yol site yanından geçiyorsa,yolun yanında bitki duvarları varsa yaya kaldırımı ile o yeşil hat arasına tıkıştırılmış pek çok çöp göreceksiniz. O çöpler oradan hiç alınmayacak malesef. Mesela benim şu an oturduğum sitenin bahçesi ve bahçe ile kaldırım arasındaki 10 cm lik boşluk çöp kaynıyor ama yol pırıl pırıl. Niye ? Çünkü beynimiz yıkandığı için bilinç altımız yola çöp atmamızı engelliyor onu aşmak için yol kenarlarına tıkıştırıyoruz böylece yola çöp atmamış ve kuralı çiğnememiş oluyoruz ve bilinçaltımızda suçluluk duygusu oluşmuyor. ( Bilinçaltımız böyle çalışıyor işte yeri gelmişken tekrar dikkat çekeyim) 

Lütfen arkadaşlar eğer çöp kutusuna atma imkanınız yoksa ÇÖPLERİNİZİ YOLA DOĞRU ATIN..ÇÜNKÜ O YOLLAR HER SABAH SÜPÜRÜLÜYOR. AMA YOL KENARLARINA VE SİTE BAHÇELERİNE ATTIĞINIZ ÇÖPLER ORADA KALAKALIYOR BİRİSİ İŞ EDİNİP O ÇÖPÜ TEMİZLEYENE KADAR.

LÜTFEN ÇÖPLERİNİZİ YOLA ATIN

LÜTFEN ÇÖPLERİNİZİ YOLA ATIN

LÜTFEN ÇÖPLERİNİZİ YOLA ATIN

5 May 2014

DİREN SUNDERLAND

Premier League'de bir destan yazılıyor sessiz sedasız. Sunderland takımı temsil ettiği madencilerin ruhunu şad edercesine tırnaklarıyla Premier League'in dibini eşeliyor. Bundan beş hafta önce ligden düşmesine kesin gözüyle bakılan bir takımken bugün yenilmez bir armada gibi Premier League'in kaderini değiştiriyorlar.

Gidenin beş yemeden çıkamadığı City deplasmanında son dakikada yedikleri gol ile galibiyeti kaçıran taraf olduklarında herkes haftanın sürprizi diye düşünmüştü. 

Lakin Sunderland'in daha pek çok sürprize hazırlandığını bilmiyorduk. Kimsenin sahasında bileğini bükemediği Chelsea deplasmanında 2-1 kazandıklarında Sunderland'li savaşçıların kılıçlarını kınına sokmaya hiç niyetleri olmadığını anlamaya başlamış olmalıydık. Zira Stamford Bridge ilk defa bir yenilgiye şahit oluyordu ve belki bu yenilgi onların şampiyonluk hayallerini de alıp götürüyordu Anfield'ta ki galibiyeti de yok hükmüne getirerek.

Sunderland , Cardiff'i 4-0 yendiğinde rakibini de altına alıp suyun üstünde ilk nefesini alıyordu. Sunderland , Premier League'in en güçlü kalelerini düşürdükten sonra girdiği meydan savaşını da kesin zaferle sonuçlandırıyordu. 

Bu hafta sonu United deplasmanına çıktıklarında acaba sorusu zihinlerde belirmişti. Tesadüf müydü kararlılık mı ? Sunderland , bir zamanların Premier League celladı United'ı da çimlere sererek kılıcını parlatmaya devam etti. City,Chelsea ve United deplasmanından 7 puan çıkaran bir takım bu ligde kalmayı fazlasıyla hak ediyor. 

Hafta sonu kendi evlerinde WBA ile oynayacaklar. Cengizin atlıları gibi bendini yıkmış olan Sunderland bir kıyıma mı hazırlanıyor merakla bekliyoruz.WBA'lıların Allah yardımcısı olsun.

Diren Sunderland , bu lig böyle bir destan görmedi..

YEMEK YERKEN ŞEYTANA ORTAK OLMAK VE TAYYİB GIDA

" O halde, eğer yalnızca Allah’a kulluk ediyorsanız, size Allah’ın verdiği rızıklardan helal ve temiz olanı yiyin ve Allah’ın nimetine şükredin." Nahl 114


Müslüman her şeyden önce şuurla yaşayan adamdır(adam kelimesi erkeklik veya dişilik ifade etmez benim nazarımda.inançlı ve şuurlu insan tekini tanımlar) ve feraset sahibidir. Eğer böyle değilse kitaptan nasibi olmayan bir ideoloji insanıdır ve islamı sadece kimlik olarak taşır.

Bu ayet inan insana imanı gereği olarak helal ve tayyib rızıklardan istifade etmesini emreder . Eğer önüne gelen her şeyi yiyorsa itikadi açıdan sıkıntı var demektir.

Canab-ı Allah bir gıdada iki temel vasfı şart koşuyor; helal olacak ve tayyib olacak. Tayyib; iyi,temiz ve hoş olarak çevriliyor. Daha geniş anlamda nefse ve duygulara lezzet veren  yemesi ve içmesi insanı besleyen gıda olarak ta manayı genişletebiliriz. 

Tayyib gıda nasıl bir gıdadır müslümanlar an itibari ile buna bir tanımlama getirmek zorundadır. Gıda sektörünün gelişen bilim ile birlikte hayallerimizi zorlayacak tarzda gıda benzeri ürünler üretme kapasitesi karşısında bu bir zorunluluktur. 

Markette satılan bütün gıda maddeleri kimyasal işlemlerden geçmektedir ve bu işlemler o gıdanın vasfını da değiştirmektedir. Bu gıdalar tayyib midir ?  

Mesela süt olmaktan çıkmış bir süt ile içine çeşit çeşit katkı maddeleri katılan ve plastik kaplarda satılan yoğurt benzeri ve üzerinde yoğurt yazan ama yoğurt olmayan bir gıdamsı ürün bir müslüman tarafından yenilebilir mi ? Aynı şekilde doğal gelişim sürecine müdahale edilen ve içine karıştırılan hormon ve kimyasallarla artık yem olmaktan çıkmış fabrikasyon şeylerle beslenen ve iki ayda olgunlaştırılan tavuklar tayyib midir ? En geniş manada içine katkı maddesi katılan bir ürün gıda mıdır islami açıdan ? Sütün içine su katıp satmak haram da o sütün içine adını sanın duymadığımız ve telaffuz bile ederken zorlandığımız türlü türlü katkı maddeleri katıp yoğurt yapmak helal midir ? Bu süte su katmak değil midir ?

Mısır şurubu ile bal üretip sonra bu ürünün üstüne doğal bal yazıp satmak caiz midir ? Yemeyi bırak gerçek bir mü'min böyle bir gıda üretebilir mi ? 

Kapitalizmin kucağına oturmuş bir ümmetin bu işlerin içinden çıkması zor tabi ki . Tayyib gıda konusu da müslümanların gündeme taşıdığı bir konu değil zaten. Onlar süte su katmakla meşgul.

İçinde kurt bile üreyemeyen,kedi köpeğin önüne koysan burnunu kıvırıp yemediği , dışarda kalsa bile bozulmayan bir ürün gıda mıdır Allah aşkına . Şuurlu bir müslüman böyle mi beslenir ?

Aslan yattığı yerden belli olur diye bir deyim vardır. Müslümanların da yattıkları yerden belli ne oldukları maalesef. Tarih yapma vasfını yitirmiş batının uçurtmasında kuyruk kitabını okumaya mecali olmayan islami bütün ahlaki vasıflardan yoksun bir topluluğuz. 

Sakal bırakıp ağzına misvak sokmakla olmuyor bu iş. Gavurun ürettiği tohuma mahkum olduysan ve onların birliğine katılmak için can atıyorsan Allah seni napsın aziz müslüman.

Oyy oyy dertlendim gene.. 

Basit şeyler gibi geliyor ama şeytan ayrıntıda gizli ya.

O şeytan ki, Allah'ın lanetine uğrayınca «Kesinlikle kullarının belirli bir bölümünü kendi tarafıma alacağım.»Onları yoldan çıkaracağım, asılsız kuruntulara daldıracağım, kendilerine davarların kulaklarını yarmalarını emredeceğim, Allah'ın yaratıklarını değişikliğe uğratmalarını emredeceğim» demiştir. Kim Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinirse apaçık bir hüsrana uğramış olur. NİSA 118-119