31 Oca 2017

Aladağ öğrenci yurdu yangını ve Müslümanların medenileşme sorunları

Aladağ öğrenci yurdu yangını ve Müslümanların medenileşme sorunları

 69 Views No Comment
Adana’nın Aladağ İlçesinde, Ortaöğretim kız öğrencilerinin kaldığı bir yurtta, 29 Kasım 2016 günü yangın çıktı. 200 öğrencinin kaldığı yurtta, on bir öğrenci ve bir yurt çalışanı hayatını kaybetti, 22 kişi yaralandı.
Aladağ Cumhuriyet Başsavcılğının hazırlattığı rapora göre yangın, üç katlı ahşap binanın ikinci katında bulunan elektrik panosundaki şartellerin eskimiş olmasından ve binada kaçak akım rolesi bulunmamasından kaynaklanmıştı. Öğrenciler, daha önce musluktan su alırlarken elektrik kaçağını fark ettiklerini belirtmişler. Aynı raporda; yangında yaşamını yitirenlerin, yangın merdiveninin kapısı kapalı olduğundan, PVC kapı yangınla sıkışmış olacağından ve söz konusu kapının kolu olmadığı için dışarıya çıkamadıklarından yanarak öldükleri belirtildi. Zira binanın yangın merdiveninin kapısı PVC’den yapılmıştı.
aladag_medenilesme4Öğrenci yurdu, tarihi oldukça eskiye dayanan, tanınmış bir cemaate aitti. Öyle ki, Büyükşehir Belediye Başkanının ifadesine göre, Adana’da yaklaşık 100 tane benzer yurt vardı ve bunların 80’ni aynı cemaate aitti. Ölümlerle sonuçlanan böyle bir yangının, kötü niyete alet edilmeden, medeni değerler ve kendimizi tanıma açısından ele alınması yararlı olur.
Yaptığımız her iş bir akletme şeklinin kodlarını taşımaktadır
Medeniyetler adetlerden, ahlâk ve hukuktan, sanat-edebiyat ve bilimsel eserlerden meydana gelir. Bunlar ise davranışlardan, kanun maddelerinden, keşifler ve buluşlardan, ilkelerden ve unsurlardan oluşur. Davranış kalıpları, ahlâk ilkeleri, hukuk kuralları ve eşyanın kısımlarından biri eksik olursa ilk grupta sayılanlar ya işe yaramaktan, ya emniyetinden ya da estetiğinden kaybeder. Bu durumda o şey niçin yapılmışsa o amaca hizmet edemez hale gelir, tehlike barındırır, ya da görüntüsünden yitirir.
aladag_medenilesme8Bireyin gelişemediği kültürlerde, onun çevresi de, o çevreyi kuşatan toplum da yeterince gelişemez. Zira toplumlar ve kültürler ancak bireylerin keşifleri ve girişimleriyle gelişebilir. Cemaatlerde birey çoğunlukla kapalı ortamlarda ve çevresinden tecrit edilmiş olarak büyürdü. Bu yapılarından dolayı cemaatler, milyonlarca insanı bünyelerinde barındırmalarına rağmen toplumsal gelişmeye herhangi bir katkıda bulunamıyorlar. Her biri toplumun yararına çok şey yapmalarına rağmen, toplumsal gelişme açısından bakıldığında sosyal yapı içine hapsolmuş durumdalar. İlimlerin, sanatların, sosyal yapının veya adaletin gelişmesiyle hemen hiç ilgilenmezler. Diğer taraftan, toplumda değişim ve gelişme arzusu taşıyanlar dindar olmayan, hatta çok zaman dini, geri kalmışlık sebebi sayan çevrelerde kendilerine yer ararlar.
İşlerimizdeki eksiklik, eğrilik ve şüpheli haller cehaletin eseridir ve dert sebebidir.
Müslüman toplumlarda bir düzen, nizam ve sürekli gelişme (tekamül) yaşanmıyor.  Bu yüzden de bu toplumlar sadece ileri gidemiyor değil; aynı zamanda başları kazadan, belâdan, musibetten kurtulmıyor. Çünkü işlerimizdeki eksiklik, noksanlık, eğrilik, çetrefillik, belirsizlik, kopukluk, keyfilik cehaletin ve nefsiyle hareket etmenin eseridir, sorun üretir, insana dert ve belâ getirir. Bu akletme şeklimiz, sadece içeride ve teknik kazalar üretiyor değil, onunla birlikte çatışmaları, çekişmeleri, adaletsizlikleri, eşitsizlikleri ve toplumsal yapıda çatlaklar ve kamplaşmaları da birlikte getiriyor. Müslüman toplumların rahat bulmasını istemeyenler da bu çatlaklardan sızıyor, taraflara ayrılmış olmalarında kendilerine yer buluyor ve rahatlıkla işlerine “burunlarını sokabiliyor”lar.
aladag_medenilesme1Kazadan, belâdan uzak olma, insanları insan eliyle vukubulan ölümlerden koruma, insana doğru gözle bakmaktan ve adalet aklının gelişmesine bağlıdır. İşlerinde çağın inceliklerini taşıyan ölçülerin, gelişmiş terazilerin sürekli çalışmasına bağlıdır. Zira kapının kulpu, pencerenin pervazı, at nalının çivisi, uçağın kanadının vidası, adliyedeki dava dosyası gibi sayısız şeyler gelişmiş bir zihin, akletme, ilim ve ahlâk gerektirir. Bu durum uzun, upuzun, sürekli bir çaba ve sabır gerektiren bir medenileşme sürecini gerektirir.
Medeni değerleri hayata geçirmek için ne yapmak gerekir?
Dindarlar, kapının kulpunu, pencerenin menteşesini göremiyor, keşifler yapamıyorlar. Çünkü dünyaya hâlâ Orta Çağ penceresinden bakıyorlar. Bireyler tek tip olarak yetiştirildiğinden ve hepsi birbirinin aynı şeyleri gördüğünden birinin gördüğü diğerlerine yetiyor. Aralarında, zorunlu eğitimden kaynaklanan farklılaşma dışında uzmanlaşma olmuyor, buna ihtiyaç da duyulmuyor. Zira Müslümanlar arasında, bugünün dünyasının gerektirdiği ölçüler, incelikler, nitelikler, vasıflar ve nüans farklılıkları arayışı yoktur. Batı neyi, ne kadar yapıyor ve ölçüyorsa onunla yetiniyorlar. Hem Batılılaşmaya karşı çıkıyorlar, hem de mesela, zamanımızda “kalibrasyon” adı altında sınıflanabilecek sayısız aletler ve yaklaşımları ithal etmeye devam ediyorlar.
aladag_medenilesme7Müslümanların gelişme ve ilerlemeleri içten olmadığı için nesilden nesile bir ilerleme de olmuyor. Zira geriden gelen nesiller, cemaati kuran veya idare edenlerden pek de ileri gidemezler. Hatta çok durumda, usulde de olsa, onlardan farklı bile düşünemezler. Bu yüzden tartıda, adalette, ticarette ve bilimlerde iş bölümü yapma ve derinleşme ihtiyacı duyulmuyor. Hâlbuki insanlık ancak ilim ve ahlakla eksiğini tamamlar, gelişebilir ve ileri gidebilir. Bir toplum veya topluluk farklılık nedir bilmiyor, hatta farklılığa bir ihtiyaç olarak bakamıyorsa o toplumda ilerleme olamaz.

 Bir şeyin mahiyetini öğrenmeden ondan tam olarak yararlanabilir miyiz?
Nedir? Nasıl? Niçin? Nasıl yapılır? Nasıl çalışır? Bu sorular bugünkü Müslümanların çok da umurunda değil.  Müslümanlar bunlara konu olan hemen her şeye daha çok sahip olmakla ilgileniyorlar. Yüzyıldan fazla bir zamandır elektrik kullanan Müslüman toplumlar, bir elektrikle hayat kültürü (adabı) inşa edebilmiş değil: Bir yerdeki elektrik ne zaman açık bırakılır veya kapatılır? Bir elektrik düğmesi nereye doğru basıldığında yanar veya söner? Yan yana iki elektrik düğmesinden hangisi nereyi yakar? Elektrik tesisatında, sigortalarda – sadece teknik olarak değil, kültür olarak – emniyet nasıl sağlanır? Bir dizi sorular fazla ilgi çekmeden cevapsız duruyor. Bir kültür (ahlâk sistemi) yangın merdivenine PVC kapı yapılmasına nasıl müsamaha gösterebilir?
aladag_medenilesme3Eşyanın ve insanların çoğalıp ilişkilerin arttığı bir yerde kuralların da ona bağlı olarak, hatta belki geometrik olarak artması gerekir. Zira A ile B arasında A’dan B’ye veya tersi iki ilişki türü varken, A, B, C, D arasındaki ilişki sayısı on ikiye, tersini de alırsak yirmi dörde çıkar. A, B durumunda hiç kesişme yokken, tersi hareket de olursa bir kesişme olacakken, dört harf örneğinde çok sayıda kesişme ortaya çıkmaktadır. Bu durum, toplum karmaşık hale geldikçe yeni kurallar, kanunlar, ilkeler, normlar, teknikler, metod ve metodolojilerin, teknik ve teknolojilerin keşfini ve hayata geçirilmesini gerektirir. Yani bir şehir trafik düzeninden olduğu gibi. Zaten bir trafik düzeni de öncelikle bir kültürün eseridir. Onun için çağdaş şehir düzenini hayata geçirememiş toplumlarda, çok kavşakta henüz trafik lambaları bulunmaz. Sonuç olarak; Müslümanlar; bu buluş, keşif ve yenilikleri ya kendileri yapar ve kendi dinamikleriyle gelişirler, ya da kültürlerinin bozulması pahasına başka kültür ve medeniyetlerden alırlar!
—————
Tasarımlar: Gülizar Nur AYDIN ve @Vera4991
Öne çıkarılmış görsel: Çorum, Osmancık İlçesinde bulunan tarihi İmaret Cami’nin kapısından bir görünüm. http://www.fotokritik.com/580830/tarihi-kapi (Teşekkür ederiz) Copyright © 2016 Noktacom Medya İnternet Hiz. San. ve Tic. A.Ş.

MUHAFAZAKARLIK VE RASYONEL GELECEK TASARIMI



Dücane Cündioğlu ‏@ducane  19 sa.19 saat önce
Daha fazla

Türkiye'de muhafazakârlığın belini çatırdatan asıl yük, rasyonel gelecek tasarımından yoksun oluşu."


Muhafazakarligin yani dindarligin. Türkiyede muhafazakarlik kavram olarak var nesne olarak yok yani Türkiyede muhafazakarlik kavraminin nesnesi yok. Sag ve sol olmadigi gibi. Muhafazakar dedigin köylü dindarligi. 

Türkiyedeki (dünyadaki de denebilir selefiler haric tabiiki onlara her gün bayram) dindarlarin en temel sorunu bu: RASYO YOKLUGU. 

Ellerinde bir kitap var orada yazan farkli kendi yasamlari farkli. Seriat dedikleri hicri 3.asra sikismis bir kodeks. Hala bugday kuru üzüm üzerinden fitre nisabi belrileyen zavalli bir dindarlik. Fitre konusundaki bu caresizlik dindar kimligin sikismisliginin en carpici örnegi. Zenginligi bile hicri 3.asirdaki sosyo ekonomik sartlara göre belirleme aptalligi. Kitap okuyarak yasanan dindarligin kacinilmaz sonucu; ahmaklik ucurumuna savrulmak.

Rasyonle gelecek tasarimi olmasi icin rasyonel gecmis bilinci de olmasi gerekir. Gecmisi Olimposun zirvesindeki tanrilarin yasadigi bir hayat olarak tasavvur edersen (ve tekrari mümkün olmayan) aklin ve hayatin intikami aci olur...

Hayatin disinda tarihin disinda ...(dindarlarin Bati nefretinin bence en temel sebebi Batinin yaptigi bilimsel devrim sonucu sanayi ve teknolojik sicramasi karsisinda caresiz kalip cevap verememeleridir. Cünkü müslümanlarin konforu bozulmustur. Amisler gibi donup kalmayi nasil isterlerdi oysa.. Ne güzel her sey düsünülüp kitaba yazilmisti. )

Dört gözle Bati uygarliginin cökmesini bekliyorlar tek yapabildikleri bu.. 

Cagin dinamiklerini anlamaktan fersah fersah uzak bir donmus zihin muhafazakar dedigin...

Allah ev sahibi olmayi emretmiyor ama faizi yasakliyor o yüzden kredi ile ev almak haram. Iste caga cevabi muhterem dindarlarin. Hayattan dogmaya kacmak .Neresinden tutup neresini tartisacaksin. Aptalligin derecesi yok...

Gündüz nasil olusuyormus, günes isiklarinin gündüze carpmasi sonucu.(bknz din ihya memuru Abdülaziz Bayindir. Söylediginde de cok ciddi. NASA bu gercegi aciklayamiyormus.)

Kuran okuyarak hayati ve Kurani anlayabilecegini sanan dindarligin dayanilmaz agirligi.

Allah akil fikir versin denir ya ... Amin...

TARIH BILINCI OLMAYINCA

COGUNLUGUN APTALLIGI VE DÜSÜNCEYI KURTARMAK

"Son yirmi yılda kendi adıma çıkarttığım ana fikri söyleyecek olursam: Bu ülkede normalleşmenin yolu, kimlik odaklı fanatik siyasal kümeler dışında kalan kesimlerin güçlenmesinden geçer. Nefret/tapınma duygusu üzerine yürüyen siyasi-sosyolojik varoluşun, yerini rasyonaliteye ve tahammüle bırakması için yapılan her katkı sonsuz değerlidir.

Bu çabanın, yalnızlığa katlanarak, kendini çok ciddiye almadan, hemen yarın sonuç beklemeden yürünmesi gereken; zaman zaman da beyhudelik duygusu yaratan zahmetli bir yolculuk olduğunun farkındayım…

Fakat başka yol yok.

Düşünceyi kutup zincirlerinden kurtarmadıkça sadece azınlık değil; önünde sonunda çoğunluk da kaybeder.

Hepimiz kaybederiz…" Gürbüz Özaltinli-Serbestiyet

Alinti yaptigim makalenin basligi "düsünceyi kutup zincirlerinden kurtarmak". Meramini anlatan fakat mana itibariyle yanlis bir ifade. Düsünce kendini var eden bir kavramdir ve kendini tanimlar. Düsüncede kutup ta zincir de olmaz. Burada yazarin merami taraflari düsüncenin zirvesine cagirmak kimlikci siyasetin seviyesizliginden . 

Felsefi düsünce gelenegi olmayan toplumlarda "rasyonalite" beklentisi bence de beyhudedir. Bizim velilerimiz var düsünürlerimiz degil. Mehdi bekleyen yiginlardan "düsünce" devsirmek kara delikten cikmak kadar beyhude bir beklentidir. 
Yazarin iki kimlikci toplulugun disinda rasyo sahibi kitleyi cogaltmak talebinin farkindayim lakin cogunlugun harekete gecmis cehaletinin önunde saflari cogaltmayi önermek sele kapilip yok olmayi göze almaktir. 

Baska da bir yol yok dogru ama o yol bir yere cikmiyor maalesef...

26 Oca 2017

SEN?! ÖZNE DEGIL NESNESIN....





İnsani ve sosyal rolünü seçmenliğe indirgeyen bir toplum sözleşmesi teklifiyle ilgilenmek zorunda mı insanlar?

26.01.2017 11:43  
İhsan-Bilgin

serbestiyet.bilgin@gmail.com

"Anayasaya oy vereceklerin içeriğini yeterince bilmeden vereceği gibi bir endişe var. Evet önümüze getirilen taslağın içeriğiyle yeterince ilgilenilmediği doğru da olabilir. Peki o taslak bizlerle ilgileniyor mu? İşte onun cevabı o kadar muğlak değil: Çünkü ilgilenmiyor! Bizim bir tek konumumuzla ilgileniyor ki, o da seçmen oluşumuz. Yani bizi sadece seçmen kimliğimizle muhattap alıyor o kadar. "

Degerin bir oy pusulasi kadar o yüzden önemlisin.. Özne olarak bakmiyorlar sana oy nesnesisin sadece degerinde secmen kadar secim süresi kadar. Tarihin kendi tarihinin hayatinin öznesi degilsin de ondan. Ne kadarsan sana verilen deger de o kadar. Iktidar senin önünde iliklemiyor ceketinin dügmesini sen iktidarin önünde ilikliyorsun ceketinin dügmesini. Biliyorsun sende adam olmadigini sectiginden dileniyorsun seni adam etmesini bu sebepten. 

Tek derdi hayatta kalmak olanin degerli olani secmesini beklemiyorum o yüzden secimlerin hicbir anlami yok. Iki secim haric yillardir da oy kullanmiyorum. 
Sectigi vekilin önünde caresizce dikilen bir yigindan ne millet olur ne demokratik bir toplum. 

Hesap sormuyorsun cünkü sen de hesap vermiyorsun. Cocuklarina gösterdigin sefkat ve anlayis kadar sana gösterilen. 

Sen kandini cocuklarini düsünmüyorsun iktidar niye düsünsün ...

Gecen bir bilim insani isim vermeden (bilim insani kisinin ismini hatirlayamadim ama görsem hatirlarim) su anekdotu paylasti; ama efendim eger buna izin verirseniz cocuklariniz icecek su bulamayacak dedim o zatta banane cocuklarimdan ben o zamana kadar ölmüs olurum zaten...

Hayalin mezarina kadar ulasmiyor senin ...

Ne secimi ne demokrasisi ya hu ....
Beka sorunuymus bu mesele ... Hay götüme söyleyim de gülsün...
Türkiye saha kalkacak mis? 
Milyonlarca ögrencinin tek derdi TEOG ya da LYS kazanmak yaris ati gibi test cözüyor..
Üniversitelerin ne bilim ne teknoloji üretiyor... Is adamlarinin yarisi hayali ihracatci. 

BU ülke mi saha kalkacak ? 

Bu toplum ancak ayaga kalkar kaymakamin önünde...

Cok sikildim bu aralar...Baskan olsa da huzurla ölsek bari...
Gazetecilerin alim pezevenklerin vekil oldugu toplumda(toplum da lafin gelisi) ne secmen olur ne secilen...
Hayirli olsun hayirlisi olsun herseyin...

MECNUN`DAN KOCA OLMAZ

  1. Kalabalık her yerde ırzını teslim edecek bir kahraman arıyor. Çobansız rahat edemeyen kaz sürüsü. Vatikan veya Kremlin. Kendi yaptığı puta tapsa iyi, putu yapmaktan da âciz o. İki ayak üzerinde dikleştiğine pişman, secdeye kapanıyor, sürünmek, dört ayaklaşmak istiyor. Ya köpek gibi çizme yalamak ya yılan gibi ısırmak. Zavallı kalabalık! İnsanlık hep o mağara adamı, hunhar, habîs, yılışık ve sarsak. Mussolini’yi bacağından asanlar yıllarca taşaklarını yalayanlardır. Kamçını unuttuğun gün canavar boğazına sıçrayacaktır, hep tekmeleyeceksin bu kaz sürüsünü, yalanla doyuracaksın, sofra artıklarını domuzlara atacaksın. O hakaretle, zilletle doyurur kendini, tasalanma. Her diktatör bir vahşi hayvan mürebbisi ama kendisi de hayvanların en vahşisi. Çoban kazdan daha az sevimli.

    Cemil MeriçJurnal, İletişim Yayınları, 6. Baskı, 1. Cilt -1955-65-, s. 189

  2. MECNUN'DAN KOCA OLMAZ Bir sözleşmeyi akıl korur, aşk değil. OT Dergi Şubat sayısı
  3. Her anayasa, o anayasayı yapan toplumun ussal gelişim düzeyini yansıtır.
  4. AKP ile MHP'nin ne istediklerini biliyorum, niçin istediklerini bilmiyorum. CHP'nin ne istemediğini biliyorum, ne istediğini bilmiyorum.
  5. Politik aklın seni aptallaştırmasına izin verme! Siyaset ehven-i şerr ucuzluğuna tahammül eder, Hakikat etmez.
  6. Oy vermek kolay, zor olan o oy'un hesabını vermek.

24 Oca 2017

DEMOCRACY IS COMING U.S.A(DEMOKRASI GELDI HANIM)


Asagidaki alinti (sosyal medya cahilleri icin binbir gece masali kadar uzun lakin rasyo sahibi bireyler acisindan okunmasi elzem olan ki kendileri de zaten düsünerek benzer sonuclara ulasmislardir) Eksi Sözlükten Immanuel Tolstoyovsky mahlayi kullanan zat-i muhteremdendir. 

Birey icin faydali gözüken kamusallastiginda felakete dönüsür. Demokrasi bunun aracidir.

8 kasım 2016 abd başkanlık seçimleri vesilesiyle, 21.yy'da demokrasi hakkında biraz atıp tutacağım (yukardaki başlığın şu ve şu entrylerindeki fikirlerin açılımı bu. daha rahat okumak isteyenler için orjinali burada ve medium klonu surada)

seçim yüzdeleri veya trump’ın karakteri gibi şeyler ilgimi çekmiyor, size başka şeylerden bahsedeyim. mesela jeremy benthamdan…

bentham bir filozof, faydacılık akımının kurucusu. bir karar verirken, en fazla insana en fazla net yararı gözetmemiz gerektiğini söylüyor. bu hesabı yaparken faydanın başlangıç zamanı, süresi, büyüklüğü, kesinliği gibi kıstasları düşünmek önemli.

şimdi farzedin amerikan vatandaşısınız, oy kullanacaksınız. ideal olarak benthamcı bir hesapla konuları öncelik sırasına dizer, adayların bu konulardaki vaatlerine bakarsınız. ama bu yetmez, o vaatleri gerçekleştirme ihtimallerini de düşünmek gerek.

örnek: bence küresel ısınma çok mühim (en fazla insana en fazla etki), hillary’nin de bilimsel konsensüse yakın olması iyi. fakat hillary seçilse bile kongreden bu konuda destek görmesi zor, siyasi kredisini de bu meseleye harcamaz, o yüzden bu konuda pozitif bir katkısı olmayacak. trump ise bir sorun olduğunu bile kabul etmiyor. muhtemelen federal hükümetin yenilenebilir enerji yardımlarını kesecektir, buna da gücü yeter. yani negatif bir katkısı olacak. bunların içler dışlar çarpımını yaptık mı, hillary’e +5 yazıp, sıradaki konuya geçiyoruz.

peki gerçekte olan ne? kimse “genel net fayda” hesabı yapmıyor, onun yerine kendini düşünüyor. mesela küreselleşme yüzünden işini kaybetmiş birine, serbest ticaretin abd için net fayda getirdiğini anlatmanın manası yok. siz ister miydiniz, ülkenin öbür ucunda iki tane iş yaratılacak diye kendi işinizi kaybetmeyi?

(belki buna “evet” diyecek idealistler çıkar ama 21. yüzyıl ticaretine daha uygun olan senaryo şu: ülkenin öbür ucundaki zengin bir işveren, outsourcing sayesinde 100 bin dolar daha çok kar edecek ve bir ihtimal parasını isviçreye kaçırmak yerine burada harcayacak, başkaları da bundan nemalanacak diye, siz 50 bin dolarlık işinizi kayetmeyi ister miydiniz? buna kimse evet demez).

benmerkezcilik, sadece tek bir konudaki tahlili bozmuyor, konular arası öncelik sırasını da bozuyor. mesela başta bahsettiğim küresel ısınma kimsenin önceliği değil. olmayacak da. çünkü insan yapı itibariyle, uzun vadeye yayılmış risk hesabı yapmasını beceremiyor. bunun loss aversion ile alakası var, yani kayıplara, kazançlara olduğumuzdan daha hassas olmamızla. küresel ısınmayla mücadele diye 50 dolar vergi vereceksem, bu vergiyi %100 kayıp olarak görürüm. ama bu vergi sayesinde, belki uzun vadede 50 milyon dolar kazançlı çıkacağım. terazimizde %100 kesinlikteki 50 dolarlık kayıp, %10 kesinlikteki 50 milyon dolarlık kazançtan daha ağır basıyor.

***

ikinci sorun, global çaptaki sorunları halledecek bir oyun teorisi anlayışımız yok. şu senaryoyu düşünün: 

“hadi ben karbon vergisini koydum, atmosfere daha az karbon salıyorum. bunun maliyeti eninde sonunda üreticime yansıyacak. o da global piyasada çinli üreticiyle rekabet halinde. fakat çin’in karbon vergisi koyacağı ne malum? sözde koyar ama uygulamaz, üreticisinin maliyetini düşük tutmaya devam eder. olan benim dış ticaret açığıma olur. hadi diyelim çin dürüst davrandı ama araya hindistan girecek, brezilya girecek. biri mutlaka hile yapacak ve diğerleri de tek enayi olarak kalmamak için kısa sürede hileye dönecekler, tüm sistem çökecek. öyleyse biz baştan girmeyelim bu işe”.

kimsenin salınımlarını düşürmediği bu son senaryo, olabilecek en kötü sonuç. en iyi sonuç, tabii ki herkesin dürüst davrandığı senaryo. ve birilerinin dürüst davranıp salınımları düşürdüğü, diğerlerinin hile yaptığı senaryo ise ortanca. fakat bizim oyun teorisi anlayışımız, “enayi olmamaya” gereğinden fazla değer atadığından, sistemin denge noktası ortanca senaryo değil en kötü senaryo olacak.

halbuki asıl enayilik atmosfere alabildiğine karbon salmak. hepimiz aynı gemideyiz, su aldığımız için batıyoruz, ama sen kovayla suyu boşaltmak yerine yan gelip yattığın için, sana kızıp ben de kovayı bir kenara atıyorum, hepimiz mal mal suyu seyretmeye başlıyoruz. eğer karıncalar gibi evrilseydik veya gezegeni aydınlanmış bir despot yönetiyor olsaydı, bu sorunu yaşamazdık (başka sorunlarımız olurdu, mesela bir despot tarafından karınca gibi ezilmek gibi).

***

bunu uzun uzun anlattım, çünkü aynı temel hatalar, her alanda karşımıza çıkıyor. küreselleşmenin kaybedeni olan ama derdini anlatacak birini bulamayan mavi yakalı elemanı tekrar düşünün. trump’ın ona mesajı neydi: “fabrikanı buraya geri getireceğim, senin vergilerini düşüreceğim ve çin ithal mallarına vergi koyacağım, hillary’nin sevdiği o serbest ticaret anlaşmasını da yakacağım” (trans pacific partnership’ten, şu mikkemmel ekonomi sunumunen sonunda bahsetmiştik).

bir sürü insanın duymak istediği bu. fakat kimse ne bir ticaret savaşından endişeleniyor ne de düşen vergilerin yaratacağı açıktan. rakibimin bugün artan vergisi ve benim bugün düşecek vergim, yarın olacaklardan daha önemli. bu örnek, psikolojik açıdan küresel ısınmadan da daha kötü, çünkü belirsizlik daha bile az. yani belki ticaret savaşı olmaz ama açık %100 artacak, kaçısı yok. ona rağmen yeterince önemsemiyoruz.

***

son kısmı biraz açayım, yani amerikan popülizminin temel direği olan vergi konusunu. türk siyaseti açısından garip gelebilir, kimse vergilerin düşebileceğini hayal edemediğinden. hoş zaten düşse bile dünya kadar dolaylı vergi var, onlara yenilerini eklerler. ama abd’de vergi konusu seçimlerde bol bol konuşulur. bu konuda esneklikleri var çünkü vergileri kıssalar bile, bütçe ne kadar açık verirse versin, federal hükümet ucuza borç bulabiliyor. dolar basma yetkisi olan adama borç para vermez misin?

bu esneklik tabii sorumsuz politikaları beraberinde getirdi. reagan döneminden beri (m.ö. 200), amerikan sağında şöyle bir dogma var: zenginlere vergi indirimi ekonomiyi canlandırır, çünkü bu insanlar o ekstra parayla daha fazla iş yaratacak akıllı yatırımlar yaparlar (bu dogmanın dile getirilmeyen “corollary”si: fakirler parayı ne yapacaklarını bilmez, çarçur ederler)

reagan buna “supply-side economics” demişti (önce kaynak artıyor, millet da ona talep buluyor), fakat bugün kimse bu terimi ciddi ciddi kullanmaz, onun yerine, eleştiri mahiyetinde “trickle down economics” denir (yukardan aşağı doğru damla damla akan). bu dogma yüzünden, bush dönemindeki ekonomik durgunluğa ve iki yeni işgalin faturalarına cevap olarak, en zengin kısmın vergileri düşürüldü ve bütçe açığı patladı. obama dönemi hep bunun ve finansal krize cevap olan stimulus paketinin (onun da üçte ikisi vergi indiriminden oluşuyordu) faturalarını ödemekle geçti.

bu patlak öyle kolay düzeltilemiyor çünkü bütçeyi başkan değil, kongre hazırlar ve daha önemlisi, kongre bu bütçenin %70'ine dokunamaz. bu kısımda kanunen belirlenmiş zorunlu harcamalar var (sosyal güvenlik, eski borçların faizi, vs). her sene kongrenin atadığı ve başkanın onayladığı fonlar, bütçenin sadece %30'u. dokunabildikleri o kısmın da yarısından fazlası (%57) askeriyeye gidiyor. kaldı sana toplam bütçenin %14'lük bir dilimi. tüm bakanlıklar, nasa dahil tüm bilim araştırmaları, fakirlere yemek fişleri, uluslararası yardım, üniversite bursları filan hep bu ufak dilimdeler.

insanlar bu basit gerçekleri unuttuklarından, trump dahil sağ cenahın ekonomik stratejisi ciddi ciddi şu:

“askeri harcamaları arttıracağım ve eşi benzeri görülmemiş bir vergi indirimi yapacağım. bunun sonunda öyle bir ekonomik gelişim olacak ki, yeni gelen vergiler sayesinde hem bu yeni yarattığımız açığı, hem de obama-bush dönemlerinde devam eden eski açığı kapatacağız”.

bunun ne kadar fantezi olduğunu anlamak için ekonomi profesörü olmaya gerek yok. en iyi şartlarda bile, abd gibi olgun ekonomiler hızlı büyüyemezler. zaten sivil hükümet harcamalarını bir noktanın altına çektiğin zaman, büyümeye non-lineer bir şekilde ket vurmaya başlıyorsun. tüm bağımsız analizler, açığın iyice patlayacağını gösteriyor. daha da kötüsü, bu kesintiler adil değil, uzun vadede zengin-fakir ayrımını arttıracaklar.

hah, şimdi buradan dönelim konumuza: ister mavi yakalı olsun, ister beyaz yakalı, insanlar bu uzun vade etkileri tamamen es geçmeye meyilliler. bentham’ın yaptığı gibi bir “genel” fayda analizinden de bahsetmiyorum, insanlar hem genele hem de kendi sınıf çıkarlarına da aykırı hareket ediyorlar.

marx şu tabloyu görse ne düşünürdü merak ediyorum:
-ülkenin beşte birinin net birikimi negatif,
-üretkenlik artmasına rağmen orta sınıfın reel geliri 1970'lerden beri sabit,
-en tepedeki %1 ise her şeyin %40'ına sahip,
-2009 krizi sonrası toparlanan ekonominin getirilerinin %95'i bu %1'e gitmiş,
-bütçe açığı rekor seviyede,

ve bu haldeyken, tek bir kanıt sunmaya teşebbüs etmeden, “dostum sorunumuz ne biliyor musun, zenginler yeterince zengin değil, onların vergilerini azaltırsak ekonomi herkes için çok iyi olacak” diyen babadan zengin bir dolar milyarderi seçim kazanıyor.

***

asıl derdim trump’a giydirmek veya abd için en doğru politikaları bulmak değil. nihayetinde onların hükümetinde uzman olarak çalışmıyoruz (benim bordro mossad’da). asıl derdim, akılcılığın tamamen dışlanması. insan zaten yapı itibariyle irrasyonel, bunun üstüne sürecin kendisi de kimseyi en ufak bir getiri götürü hesabına zorlamıyor.

bakın, adaylar 1.5 sene boyunca her gün tv’deydiler ve tüm yaygaranın neredeyse hepsi, trump’ın hakaretlerine, taciz iddialarına, clinton’ın emaillerine ve vakıf hesaplarına ayrılmıştı. bunlar önemsiz şeyler değiller ama 18 trilyon dolarlık bir ekonominin temel stratejileri kadar, yahut dünyanın en çok makale yayınlanan ülkesindeki bilimsel araştırmalara yapılan federal yardımın kesilmesi kadar, yahut kendisinden sonraki 10 askeriye kadar para harcayan bir askeri devin bütçesinin daha da arttırılması kadar önemli değiller. dünyanın en büyük iki karbon üreticisi ülkenin, zar zor bir araya gelip yaptığı paris antlaşmasından çekilmek kadar önemli değiller. onların yüzde biri kadar bile etkileri olmayan bu konulara yüz kat fazla medya vaktinin ayrılmasını bir sorun olarak bile görmüyor insanlar.

(bu yüzden “korkma, vaatlerin çoğundan geri döner, obama döneminde ne değişti ki” gibi avunmalar, konuyu ıskalıyorlar. ayrıca bu tespiti de yanlış buluyorum. elbette vaatler, sonradan dönülmek için verilirler ve trump’ın kendisi de cem uzan benzeri ideolojisiz biri. ama kıyası doğru yapmak lazım: obama döneminde başkanlık demokratlarda, senato ve yüksek yargı ortada, alt meclis de cumhuriyetçilerde olduğundan pek bir değişim olmadı. trump döneminde ise hepsi cumhuriyetçilerde olacak. vaatlerin bir kısmı da öyle “herkese iki anahtar” ayarında, kimsenin hesabını sormayacağı şeyler değil, arkasında büyük lobiler ve ideolojik olarak buna inanmış gruplar var, takip edeni olacaktır)

düzgün bir sistemde, adaylar önemli konulardaki planlarını daha önseçim safhasında netleştirirlerdi. oysa mevcut durumda bu bir stratejik hata olarak görülüyor. yanlış argümanlarla bile değil, hiç bir argüman üretmeden ve dolayısıyla hiç kanıt göstermeden, 1.5 senelik bir süreci ve sayısız naklen münazarayı tamamlayabiliyorlar. tekrar edeyim: yanlış bile değiller. tüm sistem, hissiyat yaratma üstüne kurulu.

***

seçimin bence kazananlarından olan “big data scientist”lerin (anket yapan değil de anketleri analiz edip tahmin modelleri oluşturan) en ünlüsü nate silver’ın güzel bir yazısı vardı. eğer seçmenin sadece %1'i trump yerine hillary’e oy verseydi (anketlerin hata payının içinde bir değişim), bugün abd halkına dair seçim yorumları bambaşka olacaktı. yani medyanın büyütecinden ve borazanından geçerek katbekat dramatikleşen yorumlar, ülkeyi gerçekte olduğundan büyük bir değişim geçiriyormuş gibi gösteriyor.

dolayısıyla, şikayet ettiğim şeyler obama döneminde de vardı, trump’tan sonra da olacak. bir kere temelimiz değişmiyor. yani milyonlarca yıllık psikolojik mirasımız, hatalara meyilli. bunun üstüne modern hayatın getirdikleri, bu handikaplarımızı derinleştirecek nitelikteler. bu etkiyi katman katman düşünmekte fayda var:

medya çok sansasyonel” diyoruz mesela. peki tüm medya patronlarını sihirli bir düğmeye basıp kovsak, yerine idealist gençleri yerleştirsek, 5 sene içinde hangi noktada olacağız? temelde devlet yardımına değil de bağışlara ve reklam gelirine bağlı bir medya sektörü varsa, asıl amaç hep daha çok rating olacak. bunun da en etkin yolu psikolojik handikaplarımızı istismar etmek. zamanla gerçekler yerine gerçek olmasını istediklerimiz üstünden yayın yapacak, argümanlara odaklanmak yerine hissiyat yaratmaya odaklanacaklar. bunu bir medya şirketi yapmazsa, diğeri yapacak, sonunda tüm sistem bozulacak (baştaki oyun teorisi muhabbeti).

şimdi bunu, katıksız bir ifade özgürlüğüyle birleştirin. yani istediğim yalanı uydurabilirim ve çok nadir durumlar dışında hiç bir hukuki bedel ödemem. daha sonra bu katmanın üstüne, ınternet’i ve özellikle dinamik sosyal medya algoritmalarını getirin (beğendiğim haberleri seçtikçe, google veya facebook bana o tip haberleri gösteriyor, farkında olmadan kendimi bir alternatif gerçekliğe hapsetmiş oluyorum).

yetmez ama evet, devam ediyoruz: bunun üstüne citizens united gibi bir mahkeme kararı getirin. yani seçim kampanyalarına sınırsız bağış yapmak ve anonim kalmak mümkün. mevcut sisteme giren parayı bu şekilde arttırmak, yalpalayarak giden bir motorsikletin önüne bolca yağ döküp gaza basmak gibi. (“aslında gaza basınca ileri yöndeki momentum arttığından, motora etki eden yan güçler azala”…dan!…evet, nerde kalmıştık?).

tüm bunların karşısında tek denge unsuru olan bilimsel/kritik düşünce, zaten insana doğal gelen bir şey değil, üstüne okullarda bile okutulmuyor. gönüllü öğrenirseniz öğrenirsiniz. yani evrimsel handikaplarımızla doğal bir ittifak kuran modern etkilere karşı kritik düşünceyle savaşmaya çalışmak, 1 milyon persli savaşçıyı 300 kişiyle durdurmaya çalışmaya benziyor (“ama o 300 kişi hakkaten 1 milyonu durdurdu thermopy”…dan!)

biz, sürekli ilerlemeyi garanti sanıyoruz, teknolojik ilerlemeyi sosyal ilerlemeyle sık sık karıştırdığımız için. ama ilerlemek bir doğa kanunu değil. insanlık geriye de gidebilir. biz şu anda bırak cehaleti azaltmayı, onunla açık açık övünme safhasındayız. “valla onu bunu bilmem, beni ilgilendiren tek şey…” safhasındayız. en basit bilimsel düşünce girişimini bile elitizm ile eş tutma safhasındayız.

***

“everyone is entitled to his own opinion, but not his own facts”?—?moynihan

(“herkesin kendi fikirlerine hakkı vardır, herkesin bir popisi vardır, ama herkesin kendi gerçeklerine sahip olma hakkı yoktur”)

kötümserim çünkü daha şimdiden içimizdeki neandertal’in üstüne geçirdiğimiz aydınlanma kıyafeti bol geliyor. hem de ironik olarak, o aydınlanmanın getirdiği teknolojiler yardımıyla: 5–10 sene içinde, ileri yapay zekanın bizim için özel seçtiği -hatta belki bize özel yazdığı- haberlerin vr lenslerimize 7/24 ulaştığı bir dünya’da, herkes kendi ufak evreni içine hapsolacak…bir zamanlar insanların ortak bir gerçeklik paydasında buluşmak için, en azından göstermelik de olsa çaba harcadıklarını hayal meyal hatırlayarak. ve bu rejime hala demokrasi diyecekler"