23 Haz 2015

MÜSLÜMANIN YİTİP GİDEN SAATİNE DAİR




            "istanbul'u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilaların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. "saat"ten kastımız, zamanı ölçen alet değil, fakat bizzat zamandır.
             eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre, dinden, ırktan ve ananeden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu üslub-ı hayata göre de "saat"lerimiz ve "gün"lerimiz vardı. müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin eder. madenden sağlam kapaklar altında mahfuz tutulan eski masum saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında, güneşin sema üzerindeki seyriyle az çok münasebetdar bir hesaba tebaan, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini, zamandan takribi bir sıhhatle, haberdar ederlerdi. zaman namütenahi bahçe ve saatler orada açan, gah sağa gah sola mail, güneşe rengarenk çiçeklerdi. ecnebi saati iptilasından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, muhtelif evkatın kırmızı, sarı ve lacivert ateşleriyle yol yol boyalı, azim bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik "gün" tanınmazdı. ziyada başlayıp ziyada biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. müslümanın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin vakayiini bu saatlerle ölçtüler. gerçi, feleki hesabata göre bu "saat" iptidai ve hatalı bir saatti, fakat bu saat hatıratın kudsi saatiydi.
               zevali saati adat ve muamelatımızda kabulü ve ezani saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkıthanelere bırakılmış metruk bir "eski saat" haline gelişi, hayatı tarz-ı rüyetimizin üzerinde vahim bir tesiri haiz olmamış değildir. giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi. bunlar, hayatı etrafımızda serbest bırakan geniş lakayt dostlardı. gelen yabancılar ise hayatımızı onu meçhul bir düstura göre yeniden tanzim ettiler ve ruhlarımız için onu tanınmaz bir hale getirdiler. yeni "ölçü" bir zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda zir ü zeber ederek, eski "gün"ün bütün sedlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni "gün" vücuda getirdi. bu müslümanın eski mesut günü değil, bedmestleri, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günüdür. 
               unutulan eski saatler içinde eksikliği en ziyade hasretle tahattur edilen saat akşamın on ikisidir. artık "on iki" solgun yeşil sema altında, ilk yıldıza karşı müezzinin müslümanlara hitap ettiği, sokakların lacivert bir sisle kaplandığı, ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenlerden çıkıp uçuştuğu o müessir ve titrek saat değildir. akşam telakkisinden koparak, gah öğlenin hararetinde ve gah gece yarılarının karanlığında mevhum bir zamanı bildiren bu saat, şimdi hayatımızda renksiz ve şaşkın bir noktadır. 
                  yeni saat, müslüman akşamının mahzun ve muşaşa dakikasını dağıttığı gibi, yirmi dört saatlik yabancı "gün"ün getirdiği maişet şekli de bizi fecr aleminden mehcur bıraktı. başka memleketlerde fecri yalnız kırdan şehre sebze ve meyve getirenlerin ahmak gözleriyle muztariplerin şişkin kapaklar içinden bakan kırmızı ve perişan gözleri tanır. bu zavallılar için fecrin parıltıları, yeniden boyuna geçirilecek olan hayat ipinin kanlı ilmeğini aydınlatan bir ziyadır. halbuki fecir saati, müslüman için rüyasız bir uykunun nihayeti ve yıkanma, ibadet, neşe ve ümidin başlangıcıdır. müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir. kubbe ve minareleri o alaca saatte görmemiş olan gözler, taşa en ilahi manayı veren o muhayyirü'l-ukul mimariyi anlamış değillerdir. esmer camiler, fecrden itibaren semavi bir altın ve semavi bir çini ile kaplanır ve islam ustalarının natamam eserleri o saatte tamamlanır. bütün mabetler içinde güneşten ilk ziya alan camidir. bakır oklu minareler, güneşi en evvel görmek için havalarda yükselir. 
                şimdi heyhat, eski "saat"le beraber akşam da, fecir de bitti. birçoklarımız için fecir, artık gecedir ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolanmış, kıvranırken buluyor. artık geç uyanıyoruz. çünkü hayatımıza sokulan yeni ve fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle beklediğini biliyoruz. artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık. şimdi müslüman evindeki saat, başka bir alemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz." müslüman saati, ahmet haşim.
Kendi değer dünyalarını inşaa edemeyenlerin müslümanlıkları camilere sıkışmaktar öteye geçemez. müslümanlar gavur zamanlarda yitmiş ruhlar gibidir. başka alemlerin rüyalarını gören şaşkın ruhlar. 

Her zamankinden çok hidayete ve hadilere ihtiyacımız var. Allah'ı unutmuş bir kafilenin peşinde seyirtiyoruz...

Bir de şu makalenin ritmine ve melodisine bakın . Lisanımızı da yitirdik arada...
Fatihanın ölülere değil diri ruhlarımıza okunduğu zamanları görmek umuduyla..

18 Haz 2015

YA AKLIMIZI KULLANACAĞIZ YA DA KORKTUĞUMUZ BAŞA GELECEK PARAMPARÇA OLACAĞIZ..

" Ve böylece bugünlere geldik. PYD’ye bağlı YPG’li Kürtler, kendisi gibi IŞİD mağduru olan Burkan el-Fırat’la stratejik işbirliği yaptı. İki grubun işbirliği ve ABD’nin havadan desteği, IŞİD’in Kobani’den sonra Telabyad’dan sökülüp atılmasıyla sonuçlandı. Çatışma sırasında arada kalmaktan korkan binlerce sivil de Türkiye’ye sığındı. 

Türkiye de IŞİD’in bu yenilgisiyle birlikte 3 yıldır sayısız zulme tanık olan Telabyad’ı ilk kez keşfetme fırsatı buldu. 2 günde öyle sert bir rüzgâr estirildi, öyle kindar bir atmosfer oluşturuldu ki hakikaten hayret vericiydi. 

Bu akla ziyan vaziyet karşısında ne denilebilir ki? Her şey gayet net ortada. Son 40 yılda neler oldu neler... Cep telefonu, internet icat edildi, elin devletleri uzaya üs kurdu, Mars’ta robotlar turladı, “Bitmez” denilen Soğuk Savaş bitti, Almanya’da duvarlar yıkıldı, Saddam asıldı... Çin bile demir perdelerini indirip dünyaya açıldı, canlı yayında Arap Baharı yaşandı. 

Mark Zuckerberg adında bir velet çıktı, Facebook diye bir site kurdu ve tüm sınırları yıkıp koca dünyayı birleştirdi. 

Burun kıvırdığımız İran var ya... O bile önce bir devrim yaptı, sonra da onca ambargoyla adeta dalga geçercesine uzaya maymun gönderdi... 

Elâlem neleri keşfetti, ne tabuları yıktı da bir tek benim ‘yalnız ve güzel ülkem Türkiye’, dünyaya at gözlüğüyle bakmasına yol açan şu Kürt fobisinden sıyrılamadı.

Öyle ya, Ankara burnunun dibindeki Akçakale’yi bile ancak Kürtler kadraja girince fark edebildi. Öyle mi değil mi?.." Özcan Tikrit,Habertürk 18.06.2015 tarihli makalesinin son kısımları


Atalarımız da demiş halbuki korktuğun şey başına gelir diye. Biz korkmuş, korkutulmuş, özgüvenini yitirmiş ve neticede alçaklık kompleksiyle malül klinik tedaviye ihtiyaç duyan travmatik bir toplumuz. Korktuğumuz içinde bir türlü aklımızı kullanamıyoruz. İslamcılar (ağzımıza doladılar şu lafı) ve kürtler iktidara gelmesin diye %10 barajı konuldu 82 anayasasına korkudan. Ne oldu ? Meclise girmesin diye baraj konulan iki partinin toplam 338 milletvekili var..

Şimdi kaldı bölünme korkusu ve adıyla kürt fobisi. Eğer aklımız çalıştırmaz ve bu korkuya teslim olursak büyümek yerine hakikaten bölüneceğiz. Çünkü korktuğun başına gelir istisnasız. 
Eğer bu meclis yeni bir anayasa yapamaz ve gene aklımızı kullanmayıp korkularımıza teslim olursak sıçtığımızın resmidir. 

Akla mı yoksa amigdalaya mı teslim olacağız göreceğiz hep beraber..

Allah ancak aklını kullanana yardım eder....

17 Haz 2015

YAŞADIKLARINDAN ÖĞRENDİĞİN BİR ŞEY VAR MI GERÇEKTEN ?

YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİRŞEY VAR
  

   Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
   Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
   Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

   İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
   Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
   Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
   Kopmaz kökler salmaktır oraya

   Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
   Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
   Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
   Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

   İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
   Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

   İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
   Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

   Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
   Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
   Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
   Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

   Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
   Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
   Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
   Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

   Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına 
   Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
   Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

                                Ataol BEHRAMOĞLU

Bununla avunalım bari..Zaten sıradan insanın bu şiirde anlatılan hikayeyle bir alakısı yok
kapitalizm o yüzden bu kadar kök salıyor ya hayatımıza. 

PARA VE ORDU İKİZ KARDEŞTİR ÇOCUKLARI DA SAVAŞTIR

Sene 1854 aylardan mart günlerden 31 dir. Tokyo limanına demirlemiş Amerikan filosunun topları şehre çevrilidir. 1842 yılında afyon savaşları  sonucunda Çin ile İngiltere Nanking Anlaşmasını imzalar. Bu anlaşma ile Çin , İngiltere tarafından açık pazar haline getirilmiştir.  Daha sonra genç yeğen ABD de bu anlaşmaya taraf olur.

Netekim Çin ile yapılan ticarette ABD Japon limanlarına ihtiyaç duymaya başlar. Japonya ise içe kapanık bir toplumdur yabancılardan hiç hoşlaşmazlar. Oturup pazarlık yapılacak adamlar değildirler.

ABD işi zorla çözmeye karar verir. tuğamiral Matthews C.Perry komutasında Tokyo limanına demirleyen filonun görevi de budur. Japonya açıkça tehdit edilir. Japonlar ömrü hayatlarında ilk defa demirden buharlı gemiler görmüşlerdir. Apışırlar. Bakarlar durum ciddi alın size iki liman derler ne olacak canım..

31 mart 1854 tarihinde Kagawa Anlaşması imzalanır. Japonya Şimode ve Hakadote limanlarını ABD gemilerine açmayı kabul eder. Peşi sıra İngiltere,Fransa,Hollanda ve Portekiz de benzer anlaşmalar imzalar Japonya ile.

Bu anlaşmanın devamında 1868 yılında yaklaşık iki yüz yıldır Japonyayı yöneten Tokugawa Hanedanlığı yıkılır ve Meici restorasyonu denilen dönem ile Japonya batılılaşır.

Ne tesadüftür ki anlaşmanın yapıldığı yıl bizim buralarda Kırım savaşı patlar aynı günlerde. Baş kapitalist ve yanına kuzeni Fransayı da alarak düzene başkaldıran Rusya'ya Osmanlı askerleri eşliğinde ayar verilir ve Rusya"nın sıcak denizlerde güneşlenmek hayali komünizm artığı sonradan görme ruslara nasip olacaktır tee 90"larda.

O yıllarda dünyanın 3/2 si fiilen İngiliz sömüngesidir. Sömürge olmayanlarda 19.yy ın başlarından itibaren İngiliz mandasına girer. 1838 Baltalimanı ile Osmanlı,1842 Nanking ile Çin ve bilahare Japonya İngiltere ve şürekasının kapitülasyonlarına boyun eğmek zorunda kalır. 

Şimdi ey sevgili kari amiral Perry orada ABD devletini değil aslında paranın patronlarını temsilen Japonyayı teslim almıştır. Bu resmi iyi düşünün. Kapitalizm denen şeyin tercih hakkı şudur; ya seve seve ya sike sike .

ABD ordusu aslında doların bekçisidir. Ordusu olmayan bir paranın yaşama şansı yoktur o sebepten euro kötürümdür. AB ordusu kuralım çıkışı da bundan mütevellittir. 

Ey günlük telaşesinde koşturup duran ve önüne konulan şeyleri gerçek zanneden korkutulmuş insan. Kapitalizmin nasıl inşaa edildiğini anlarsan , oy verirken, bir mal satın alırken , bir fikri savunduğunu zannederken bir kere daha düşün.Önüne çikarılan adamları seçiyorum diye demokraside yaşadığını , vitrine konulan şeyleri cebindeki kredi kartı ile alırken pek özgür olduğunu sanırsın. 

Peki umut var mı ???

Mursiyi asıyorlar işte .. Kaddafiyi kendi adamlarına öldürttüler.. Tayyib her ne kadar onların değirmenine su taşısa da bir iki zıpçıktılık yaptı diye cemaat eliyle indirilmeye çalışıldı ..Tayyibi sırf Batıya kılçıklık yapma ihtimali için sevdim ben. 

Umut yok be dostum Kabil Habili yendi. Şehir düştü. 

Rahmetli Erbakanın koalisyonda bile olmasına tahammül edemediler.. ORtadoğudaki bu basiretsizlik devam ettiği sürece daha çok işgal ediliriz daha çok darbeyle devriliriz..

Bugün müslüman denen ülkeler bir araya gelsin biz ortak bir birlik kuruyoruz, ortak bir ordu kuruyoruz ve ortak bir merkez bankası kuruyoruz ve ortak bir para birimimiz olacak Suriyeden beter hale döndürürler burayı. 

Maalesef bu toprakların çocukları devşirildi..ABD nin donanma göndermesine gerek yok biz kendimiz teslim olduk...

Rockefellerlların torunu birkaç sene önce şöyle bir şey söylemişti, insanlara çip takmayı düşünüyoruz böylece güvende olacaklar ve her daim izlenebilecekler. 

Batı amigdalaya silah doğrultmuş bir uygarlıktır ve tanrıyla değil açlıkla korkutmaktadır...


15 Haz 2015

KADIN DENGEDİR



Yıllar önce kafa yorduğum bir meseleydi kadın ve erkek cinsiyeti ve cinsiyet üzerinden şekillenen cinsiyet psikolojisi. 

Her iki cinsin üreme organlarını dikkatlice gözlemler ve üzerinde tefekkür edersen kadın ve erkek kimliğini net olarak görürsün ve nasıl davranman gerektiğini idrak edebilirsin.

Kadın en baştan cinsiyet olarak dengelidir. Cinsiyeti belirleyen kromozom diziliminde kadın x-x iken bildiğiniz gibi erkek x-y dir. Dişi cinsi genetik olarak dengeli olmakla kalmayıp temel formdur da aynı zamanda. Rahimde her bebek dişi olarak gelişmeye başlar daha sonra y kromozomunun devreye girmesiyle dişi beden erkek bedenine dönüşmeye başlar. O yüzden erkeklerinde memeleri vardır. Prostat rahimin , penis vajina ve klitorisin dönüşmesiyle oluşmuş yapılardır. ERkeklerin yumurtalıkları bedenin içinde gelişir ve daha sonra torbalara iner. Doğumda erkek bebeklerin yumurtalıklarının kontrol edilmesi bu sebeptendir. Kadınlarda cinsel sapmaların erkeklere nazaran çok daha az olması da bu dengeli kromozom yapısındandır. Erkeklerin genetik olarak dengesiz olması cinsel kimliklerinin inşaasında da etkisini gösterir. 

Kadın tamamlanmıştır. Doğurgandır çünkü. Erkek ise doğuramamanın eksikliğini üretim yaparak telafi etme eğilimindedir. Erkek çiftçidir kadın topraktır. Kadın yaşam kaynağıdır . Erkek doğuramamanın ezikliğini kaslarını kullanarak örtmeye çalışır. Medeniyet dediğimiz şey doğuramayan erkeğin üretim macerasının neticesidir. Kadının ihtiyaçlarını gidermeyen erkek gereksiz bir varlıktır evrimsel olarak bakarsak. 

Kadın dingindir. Huzurludur. Yumurta rahme doğru usul usul ilerler , acelesi yoktur. Sperm ise acelecidir. Yumurtaya ulaşmak için az zamanı vardır ve katetmesi gereken yol onun için hayli uzundur. Sperm bir maratoncu kadar dayanaklı olmak zorundadır. Bu dayanıklı olma zorunluluğu bedene kas olarak yansır. Güçlü erkek aynı zamanda güçlü sperm vaadidir. Güçlü hizmetkar demektir aynı zamanda. Spermler yarış halindedir. Erkeklerde rekabet halindedir. Hem bir dişiyi elde etmek hem de hayatta kalmak için. 

Sperm yumurtaya ulaşmak zorundadır. Bu zorunluluk aşk dediğimiz kavramı doğurmuştur. Kadının kalbini çalabilen erkek onu dölleme hakkı da kazanır. Ve kadın döllendikten sonra içeriye artık sperm almaz yumurta kendini korumaya alır. Kadın kalbi de yumurta gibidir. Bir erkek bir kadının kalbine tohum atmayı başardıysa artık o kalbe başka tohum giremez. Kadın sadakattir de artık o erkek için. 

Penis görsel uyarılır o yüzden erkek beyni görseldir ve sığdır. Bir dişinin memelerinin anlık görüntüsü bir erkeği uyarmaya yeter. Oysa kadın dokunsaldır. Okşanması ve öpülmesi gerekir ancak o zaman uyarılır ve döl yolu birleşmeye hazır hale gelir. BU durum da reklam endüstrisinin ve edebiyatın temel unsurudur günümüzde. Erkek o yüzden belagat sanatını geliştirmiş ve şiir yazmıştır. 

Erkek saldırgandır çünkü spermler de saldırgandır . Penisten fışkıran sperm ergenliğe ulaşmış erkek gibidir. Aynı psikolojiyle hareket ederler. 

Netice itibariyle bütün aşk şarkıları ve bütün aşk şiirleri kadın cinsi için yazılmıştır. Bütün bu şehirler de onlar için inşaa edilmiştir. Çünkü kadın yumurtanın rahme yerleşmesi gibi ikametgah arar. 

Kadın akıl erkek fikirdir.
Ben şuna inanıyorum her erkek içinde sonsuzlaşacağı bir dişiye doğru yola çıkmak telaşındadır. 

Erkek dişinin koynunda kendisini bulur aslen. Yitrdiği doğurganlığı ve dişiliği tadabilmek için bedeninden bir parçayı her defasında dişinin bedenine bırakır diyet olarak. 

Her erkek dişisinin vajinasına boşalırken (tabi orgazm ettiyse hatunu) aynı zamanda tanrısal bir onay almış olur ve anlamını bütünler. 

Orgazm tevhittir ve erkek tanrısal dişi bedeni içinde bütünleşir.İkilik kalkar. Ne demiş eskiler :cimada vahdet vardır.

Bahsi diğer ama sırf seks üzerine tefekkür etmek bile insanı erdirir. 

Kadını tanımadan bir erkek asla kendisini tanıyamaz. Kadın erkeği özgürleştirmiştir. 

Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz....

5 Haz 2015

WONDERFULL LİFE 80ler

Dün gece geç vakit Dream Tv de Eskici programına takıldım. Allahım ergenlik dönemlerimin şarkılarını çaldılar bir bir. Şu hafıza ne acayip çalışıyor ''Lİttel Lies''ı dinlerken resmen o günlerime gittim. Pek çok anım gözümün önünden geçmeye başladı. Kendimi o yaşlardaki halimle gördüm karşımda. O yıllardaki ergenlik telaşlarım , annemin babamın dedemin babaannemin görüntüleri sesleri doldu odaya. Mezardan fırlamış ölüler gibi sesler,arkadaşlar,aşklar,duygular hatta ergenlik sivilcelerimin sızıları , o yıllarda henüz çektirmediğim üstten çıkmış sol köpek dişim bile birden canlanıverdi. Coşkun Sabah'ın o yıllarda pek popüler olan ''anılar'' şarkısı çalınmaya başladı kulaklarımda..KOmşumuzun kızının teypin sesini sona kadar açıp o şarkıyla mahalleyi inlettiği anlar beliriverdi zihnimde...Hey gidim hey....

80'ler tam arabesk yıllardır. Tüm dünya müziği için öyledir sadece bizim ülkemiz için değil...Tam bir rüküşlük ve seviyesizlik hakimdir ...80'lerde dünyada tek iyi olan şey futboldur ve Maradonadır...Müzik berbat,soğuk savaş devam ediyor,memleketimizde darbe sonrası hayat yeniden kuruluyor, rüküşlük moda olmuş olabilecek en berbat kombinasyon halinde, ne saçlar saça benziyor ne elbiseler giysiye...Hepimiz arayış halindeyiz...

O yıllar daha sonraları dünya müziğine damga vuracak olan müzisyenlerin ve müzik gruplarının da filizlendiği yıllardır aynı zamanda..Michael Jackson, Madonna, Depeche MOde, U2, Metallica, Duran Duran, R.E.M, Guns N Roses, Sting, George Michael,BeastieBoys,The Cure gibi müzisyenler o bataklıkta neşvü nema buldular..

80'ler  deyince tadı damağımda kendi de o yıllarda kalmış bir grup vardır ki ağzımıza bal çalıp kaybolup gitmiştir. Norveçli grup a-ha'dan bahsediyorum. Benim 80'ler denince aklıma gelen ilk müzisyenlerdendir a-ha. 1985 tarihli Hunting High and Low  adlı ilk albüm ve bu albümden çıkan Crying in the rain ve take on me parçaları ile belleklere kazınmış daha sonrada çıkardıkları üç cılız albümden sonra 90^'ların başında elini eteğini çekip tanrılar diyarına çekilmişlerdir.(her ne kadar 2000lerde tekrar bir araya gelip birkaç albüm kaydettilerse de 80'lerdeki o başarının yanından bile geçmediler.) Zaten ilk albümleri çok çok iyi olan gruplar üstüne koyamıyorlar bir daha...Bulunuz dinleyiniz efenim. Grubun solisti MOrten Harket'te genç kızların yüreğini hoplatacak kadar yakışıklıdır ayrıca tiyo vereyim....

Bunun yanında tam 80'ler ruhunu taşıyan o dönem popüler olup o dönemde kalan tipik müzisyenlerde yok değil tabiki hatta pek çoklar. 

The Bangles, Roxette, Alphaville, Samantha Fox, Spandau Ballet, Wham, The Police,Scorpions,Van Halen, C.C.Catch, Ultravox,Boney M, Erasure, Sandra, Modern Talking, Eurytmics, Pet Shop Boys, Def Leppard, Bananarama, Berlin, Lİonel Richie, Cyndi lAUPER, Culture Club vs vs

Özellikle Van Halen ve Def Leppard o dönemki pespaye rock müziğinin tipik örnekleri olup birbirinin kopyası böyle onlarca grup türemişti. Kabarık uzun saçlar , deri pantolonlar ve vatkalı parlak deri ceketlerle sembolleşen bu çöp üreten  gruplar Nirvana tarafından tarihin çöplüğüne atılmışlardır sonunda..

Sandra ve Modern Talking (ikiside alman)  80'lerin tipik pop müziği örnekleridir.  

Ayrıca 80'lere damga vurmuş tek şarkılık müzisyenlerde vardır...

Europe-final countdown, Laura Branigan-self control, los lobos-la bamba, mory kante-yeke yeke, SNAP- I got the power, mc hammer-u can't touch this gibi...

O yıllara ait iki şarkı varki daha iyisini kendileri bile yapamadılar.. Black-wonderfull life ve Tanita Tikaram-twist in my sobriety.

80'ler kendi listemi sunuyorum. (en beğendiğim değildir bu liste 80'lerde bende yer etmiş kulağıma yerleşmiş ve o dönemin tipik müzik gruplarını içeren ama seçimi benim tarafımdan yapılmış listedir.)

1-tears for fears - shout
2-the bangles- walk like in egyptian
3-heart- alone
4-madonna- la isla bonita
5-europe- the final countdown
6-bon jovi- slippery when wet albümü full. bon jovi daha iyisini yapamadı. 
7-a-ha- take on me
8-guns n roses- november rain
9-roxette- listen to you heart
10-cyndi lauper- girls just want to have fun
11-michael jackson- thriller albümü. dünyanın en çok satan albümüdür onu geçen olmadı sanırım daha.
12-alphaville-big in japan
13-culture club- do you really want hurt me 
14-R.E.M- loosing my religion
15- Metallica- and justice for all. bence yapılmış en iyi on müzik albümünden biridir. şahanedir.doyumsuzdur. best of the besttir.80'lere de hiç yakışmamıştır..
16-Suzanne Vega- toms dinner. sözleri çok acayiptir şarkı olmayacak güfteden şahane bir beste yapmıştır ablamız
17-Bruce Springsteen- born in U.S.A albümü. o yılların ve bruce'un ey iyi albümlerindendir. 
18-Duran Duran- NOtorious. aldığım ilk albümlerdendir kaseti hala evde duruyor ama çalamıyorum..
19-Dire Straits- money for nothing
20-Samantha Fox- touch me. bu ablamız iri memeleri ile o yılların en popüler müzisyenlerindendir yaptığı müzik müzik olmasa da o yılların tipik sanatçısıdır...
21-Belinda Carlisle- circle in the sand . ah belinda ah...o kızıl saçlarınla beni benden aldın ya o yıllarda. 
22- Depeche MOde- her albümü...hala ve daima
23-İNXS- need you tonight.
24-Berlin- take my breathe away
25-Black- wonderfull life. abicim böyle şahane şarkı mı yapılır be.. hala kulağımdadır. çok çok severim..
26-Eurytmics- sweet sreams..80'lerin en poüler parçalarındandır
27-Sting- englishman in new york. niye hiç bilmiyorum ama bu parçayı dinlemeye bayılıyorum..stingi normalde hiç dinlemem..
28-UB40- falling in love with you..klas şarkıdır.
29-The Cure-friday I'm in love ve bütün cure parçaları candır
30-Pet Shop Boys- it's a sin.. 80'lerin parlak grubu. hala albüm yapıyorlar lakin 80'li yılların grubudur benim gözümde
31-Def Leppard- pour some sugar on me. o dönemki rezil müzik hakkında fikir sahibi olmak için ibretlik
32-George Michael- faith albümü
33-Bonnie Tyler- total eclipse of the heart
34-Laura Branigan- self control.ablayı geçenlerde kaybettik..Zıplaya zıplaya eşlik ederdik kardeşimle
35-Chris de Burgh- lady in red.
36-Joe Cocker- unchained my heart. bu abiyi de kaybettik..
37-Survivor- eye of the tiger
38-Bananarama- venus. tipik bir 80'ler grubu daha. hoş şarkıdır ayrıca.
39-Fleetwood Mac- littel lies. o yıllarda çok sevdiğim hala severek dinlediğim harika şarkı.
40-MC Hammer- U can't touch this. şalvarlı klibiyle dillerde pelesenk etmişti.
41-SNAP- I got the power.
42-Salt n Pepa- push it
43-Modern Talking- chery chery lady,you'r my heart you'r my soul ve brother loui şarkılarıyla 80'li yılların marşı haline gelmiş parçaların sahibi o yılların tipik ve güzide grubu. solist Thomas Anders'in kız mı erkek mi olduğu hakkında kahvede epey muhabbet dönmüştü..
44-Sandra- maria magdelena. bu ablamız da 80^lerin en meşhur ablasıdır. bir Sandra bir Modern Talking çıkardı tv de. Almanların 80'li yıllara vurduğu damga. Allahtan sonradan Rammestein çıkardılar da günahlarına keffaret oldu.
45-Mori Kante- yeke yeke. üniversiteyi kazanıp bu şehre geldiğim ilk sene her gün ama her gün bu parçayla inlerdi Beyazıt Meydanı.
46-Status Quo- in the army now..
47-C.C.Catch- heaven end hell. 80'lerin Hande Yener'i.
48-Lionel Richie- hello
49-Chris Isaak-wicked game. o yıllara yakışmayan bir abimizdi kendileri.
50-Ultravox- dancing with tears in my eyes.
51-Billy İdol- rebel yell. karakterli bir abimizdi.
52-Kim Wilde-kambodia. 
53-Paul mc Cartney-Michael Jackson- say say say. iki efsane bir arada daha ne olsun
54-Boney M- ma baker
55-LOs lobos- la bamba
56-Erasure- you surround me. tipik 80'ler.
57-Sade- no ordinary love. şahane ses şarkı da enfestir.
58-Peter Gabriel-sledgehammer. videoclibi ile hafızama kazınmıştır.
59-Terence Trent D'arby-wishing well. 80'lerin en acayip albümlerinden biridir bu abimizin albümü. bu şarkı o sene haftalarca listebaşı kalarak pek popüler olmuştu. tarz bir abiydi. mutlaka dinleyin . zamanın dışında bir işti. 
60-Falco-rock me amadeus
61-Ofra Haza- Im Nin'Alu. İsrailli ablamızın  (rahmetli oldu) güzide şarkısı.
62-Spandau Ballet-True
63-Scorpions-still loving you. okul şarkıları yapan gene alman rock grubu. ergen liseli şarkısı
64-Tanita Tikaram- twist in my sobriety. 80'li yıllarda olmuş en acayip şeydir. bu ablamız bir anda ortaya çıkmış 'ancient heart' isimli albümü ve bu şarkıyı yapıp sırra kadem basmıştır. İnsanı felç eder. ta kalbimizden yaralamıştır ve yaramız hala tazedir. Eritmiş ekmeksiz götürmüştür. ruh gıdasıdır iman tazeletir adama.
65-Opus-live is life.yıkıldı memleket bu şarkıyla.bir parçalık saltanatları oldu..

4 Haz 2015

ATEİSTLERİ RAHAT BIRAKIN MÜMİNLER

Geçenlerde bir konuyu araştırırken kendimi ateistforum.org'ta buldum. İlgili yazıyı okuduktan sonra biraz forumlara bakayım dedim ne muhabbetler dönüyor...

Bizim saf müminler habire yorum döşenmişler Yaratıcının varlığını ispat etmek için. Ne saf çocuklar ya..Ateistlerin sürekli ateist olduklarını anlatma ve inananlarla bir dalaşma içgüdüsü varsa , inananların da ateistleri imana döndürme gibi bir gayretfuruşlukları var...

Adamın yorum yazdığın site ateist.org. farkında değil. Git işine bak mümin kardeşim. Ateist adama Allah'ın varlığını ispat etmeye çalışarak ne yoruyorsun kendini . Ateist olduğunu ilan etmiş adamların kurduğu siteye ne diye Yaratcının varlığını ispat etme gibi boş bir iş ile uğraşıyorsun..Adam yırtıyor kendini Allah'ın varlığını ispat edecem diye.. Yav he he de geç ne işin var hem ateistforum.org'ta. Adam inanmıyor sen inanıyorsun eee sorun ne ??? Müslüman mahallesinde salyangoz satmayın saf mümin kardeşlerim. Hem kulaktan dolma bilgiler yazıyorsunuz hem de boş işle uğraşıyorsunuz...Adnan Hoca o işlerle uğraşıyor zaten sen yorma kendini..Olmayacak duaya amin demekle vaktini israf etme...Niye dert ediyorsunuz bu kadar ateistleri de anlamıyorum ayrıca...

Dileyen inansın dileyen inkar etsin bırak burası imtihan dünyası...



OY VERMEK CAİZ Mİ ??

Adam Twetterdan soruyor Mustafa Hocaya ; oy vermenin hükmü nedir ???

Hoca bir iç çekiyor ne desem bu salağa şimdi dercesine... Ben çok sevmem bu her şeyin hükmünü soran kafayı. Hayat öyle siyah beyaz değildir ve caiz mi caiz değil mi diye herşeyi bir hükme bağlamak doğru bir düşünme şekli değildir gibisinden bir cevap veriyor...

Yobazlık gibi çok esaslı da bir meselemiz var.. İdeolojik yobazlık,dinci yobazlık,milliyetçi yobazlık ve cahilane yobazlık gibi türleri olsa da her yer yobaz kaynıyor...

A benim kel oğlum keleş oğlum...Gerçeklikten kopmuş akılsız oğlum...Sen oy verme bence sana caiz değil..Bu kafayla oy versen ne vermesen ne ??? Mümeyyiz değilsin daha çünkü kendi kararlarını alacak olgunluğa erişmemişsin...

Hocanın tavsiyesiyle bitiriyorum, Arjantinin güneyinde Patagonya var ha bak oraya git orası ne darül harp ne darül islam git orada takıl kafana göre...

Hadi güle güle bütün yobazlar...

İşte beni bu kafalar delirttii...

ÇÖZÜMÜ DIŞARIDA ARAYANLAR


'' Her devlet, ulusal çıkarları için başka devletlerin içişlerine müdahil olmak ister. Devletlerin dış politikaları, diğer devletlerin iç politikalarına bakılarak inşa edilir. Bu müdahillik durumu farklı şekillerde sergilenebilir. Genel taktik, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda manipüle edebilecekleri bir tarafı desteklemeleri şeklinde işler... 
... Ne yazık ki klasik böl-yönet taktikleriyle hayata geçirdikleri projelerinde muvaffak da oldular. Müslüman, bir sokulduğu yerden bir değil binlerce kez sokuldu. Ortadoğu düştüğü yerden bir daha kalkamadı. Halklar düştükleri yerden kalkmaya yeltendiklerinde ise son olarak Arap Baharı’yla birlikte gördüğümüz üzere, beterin beterini tatmaya mahkûm edildiler.
Başta da söylediğim üzere, üçüncü tarafların bu müdahaleleri aslında gayet doğaldı. Vicdan, Batı’nın devlet ve medeniyet dünyasında son derece manasız bir kavram. Dolayısıyla şikâyet etmek de anlamsız. Birlik ruhuyla güçlenme reçetesini keşfedene kadar 400 yıl boyunca birbirini boğazlamış bir medeniyetten başka türlüsü beklenmemeliydi. Batı’dan kendi çıkarına olmayacak bir nizam dilenenler bunu bekledikleri için gaflet içinde yitip gittiler.
Burada esas tuhaf olan şey, Ortadoğu siyasetindeki feraset fukaralığıydı.Türkiye’nin parçası olduğu coğrafyada siyasete yön verenlerin önemli bölümü, hâlâ kendi toplumsal barışını başkalarından bekliyor. Çareyi içerideki muhataplarıyla istişarede değil dışarıdakilerle kirli pazarlıkta arıyor. İstişare ve müzakereyi teşvik edebilecek durumunda olan muktedirler de ne yazık bu kör dövüşü bitirecek adımları atmakta gönülsüzler.
Bu feraset fukaralığının bir bedeli olarak saflık bu coğrafyanın kaderine dönüşüyor. Bugün Türkiye’de bile bazıları ideolojik hizipleşmelerin etkisiyle, Batı’ya sadakati kendi devletlerine sadakatin üstüne koyabiliyor. Bu sadakat tercihinin bir sonucu olarak da AK Parti’yi hedef aldığını düşünerek Türkiye’ye zarar verecek işlere karışabiliyor. İşte bu garabet de aynı saflık ve sefaletten kaynaklanıyor. İşin daha hazin tarafı da şu ki; Ortadoğu’da dışarıdan müdahaleyle çözülmüş tek bir ihtilafın olmadığı gerçeği de görülmüyor veya görülmek istenmiyor.''
Özcan Tikrit'in '' çareyi dışarıda arayanlar'' başlıklı Habertürkteki bugünkü makalesinden alıntıdır..

Seçim biter iktidar devam eder , koalisyon olur şu olur bu olur pek çok şey değişebilir  fakat değişmeyecek tek şey Özcan Tikrit'in altını çizdiği siyasi ferasetsizlik ve aymaz batıcı kafadır...İliklerimize işlemiş aşağılık kompleksi ve birbirimizi batıya şikayet etme çocuksuluğu ve saflığıdır değişmeyecek olan...
Ekşide birisi yazmış, bizim Suriyenin içişlerine karışmakta ne çıkarımız var ki ? Orada işlenen cinayetlerde de hükümetin sorumluluğu var..
Bu cümleyi özellikle seçtim...İŞte aynı saf ve salak zihinden çıkan salakça bir önerme...400 yıl idare ettiğin bir coğrafyaya 900 km kara sınırın olan bir ülkeye bigane kalmamız gerektiğini düşünmek ancak okuyarak elde edilebilecek bir ahmaklıktır...Elin İngilizi 50 sene idare ettiği Kıbrısa askeri üs kuruyor garantör devlet oluyor da biz Suriyenin içişlerine karışmayacağız ..Aferin. Suriyenin içişi bizim içişimizdir...Elin Arabistanı Yemeni bombalıyor iki aydır...
Yıllardır hiçbir şeye karışmadığımız için ABD'nin dümen suyunda seyrettiğimiz için ve askeri operasyon yapma gücümüz olmadığı için ve bu işlerde acemi olduğumuz için yapılan hataları dış politika fiyaskosu olarak sunmak aynı kafanın benzer teranesidir..
Ne diyim allah akıl fikir versin...

Not: Karisacagiz ama böyle aptalca degil. 









1 Haz 2015

SIRADAN İNSANIN BİR ANDA SERİ KATİLE DÖNÜŞMESİ

''hepimizin içinde bir cani pusuda bekler ''

-bu yazı konusu olay tümüyle gerçek olup ibretliktir. gerek '' Kanıt '' adlı dizide gerekse TRT Belgesel kanalında bu olay ayrıntılı olarak drama edilmiştir.-

Yaşlı bir kadın cesedi bulunur ilk önce. Ceset koli bantı ile sarılmıştır. Ne cinayete ne de katile ilişkin hiçbir ipucu yoktur. Birkaç gün sonra bir kadın cesedi daha bulunur 30'lu yaşlarda. Aynı şekilde koli bandına sarılmıştır ve hiçbir ipucu yoktur. Cesedin üzerindeki kıyafette bulunan üzerinde  ''lila 1234'' yazan bir not kağıdıdır tek ipucu. Cinayet masası dedektifleri bunun bir internet şifresi olabileceğinden yola çıkarak araştırma yaparlar ve Aksarayda bir otele ulaşırlar. BUrada yapılan soruşturmada cesedin alman uyruklu bir kadına ait olabileceği bilgisine ulaşırlar. Nihayet aynı otelde kalan ve öldürülen kadının eski eşi olan İsmail Poyraz ismine ulaşılır. İsmail POyraz'ın sorgusundan sonra ikinci bulunan cesedin alman uyruklu (ismi hatırlayamadım Emma Stribe olsun) Emme Stribe olduğu kesinleşir. İsmail POyraz yapılan sorgulamasında cinayet suçlamalarını redder. (İsmail POyraz ve Emma Stribe'nin hikayesi de çok enteresandır fakat burada es geçiyorum). 

Bir süre sonra bir erkek cesedi bulunur. Gene koli bandına sarılmış halde gene hiçbir iz bulunamamıştır. Cinayet masası dedektifleri yaptıkları data taramasında üçüncü ceset hakkında kayıp ilanı verildiğini tespit ederler. Yapılan araştırmalar sonucunda üçüncü cesedin Aksarayda emlakçılık yapan (ismi atıyorum) Muzaffer Semerci olduğu kesinlik kazanır. Soruşturmayı derinleştiren dedektifler Muzaffer Semercinin öldürülmeden önce Aksaraydaki otelde kaldığını tespit ederler. Tekrar otele gelen cinayet masası dedektifleri oteldeki herkesi sorgular. Yapılan sorgulamada Muzaffer Semercinin İsmail Poyraz ile kavga ettiği bilgisine ulaşırlar. İsmail Poyraz tekrar sorguya alınır. 

İsmail Poyraz ifadesinde olayı doğrular. Ertesi gün çocuklarını erkenden gezmeye götüreceği için (Emma Stribe babası görsün diye çocukları alıp almanyadan gelmiştir ve çocuklar otelde babasıyla birlikte kalmaktadırlar) yan odadan gelen gürültüler yüzünden uyuyamadıklarını , gürültünün kesilmesi için yan odaya gidip uyardığını bu yüzden aralarında tartışma çıktığını anlatır ve cinayet suçlamalarını reddeder.

Hakim karşısına çıkarılan İsmail Poyraz tutuklanır. 

Fakat koli bantlı cinayetlerin sırrı hala çözülebilimiş değildir ve İsmail Poyrazın katil olduğunu gösteren kesin deliller yoktur. Soruşturma bu şekilde tıkanmışken hiç beklenmedik bir olay olur.

Aksaray karakoluna , bankadan annesinin emekli maaşını çekmeye çalışan ve maaşı alamayınca bankada kavga çıkaran biri hakkında bir ihbar gelir. Karakola ifade için alına Tahsin Özbalcı'nın şüpheli tavırları üzerine evinde arama yapılır. Evinde yapılan aramada yaklaşık iki ay önce ölmüş ve naftalinle dolu bir sandığa konulmuş bir kadın cesedi bulunur. Ayrıca öldürülen diğer üç cesete ait kimlik ve pasaportlar ele geçirilir. Evde buluna ceset Tahsin Özbalcının annesine aittir ve ölümü doğal sebeplerle gerçekleşmiştir. Tahsin Özbalcı sorguya alınır.

Tahsin, bütün cinayetleri soğukkanlılıkla itiraf eder. Tahsin o meşhur otelde (İsmail Poyrazın kaldığı ve bütün cinayetlerin odak noktasındaki)  resepsiyonda çalışmaktadır.

Tahsin ifadesinde, ilk cinayeti işlediği sıralar otelden ödeme alamadığı için maddi anlamda zor durumda kaldığını o an annesinin emekli maaşının aklına geldiğini fakat annesinin maaş kartının günü geçtiği için atmden para çekemediğini ve annesinin kimliği ile bankaya gittiğini bankadan da maaşı alamayınca görevlilerle tartıştığını güvenlik tarafından dışarı atıldığını çaresiz bir halde eve dönerken annesinin arkadaşı ve komşuları Makbule hanımla karşılaştığını , Makbule hanımın annesini sorduğunu ona annesinin artık evden çıkamadığını aklınında gidip geldiğini konuştukalrını ve sonra ayrıldıklarını anlatır. Tahsin, Makbule hanımdan ayrıldıktan sonra birden aklıma Makbule hanımı annemin yerine bankaya götürebileceğim geldi diye ifadesine devam etti. .
Koşup arkasından yetiştim ve ona durumu anlattım ve annemin yerine geçip benimle bankaya gelmesi konusunda onu ikna ettim ve ertesi gün buluşmak üzere ayrıldık diye ifadesine devam eden Tahsin Özbalcı cinayetlerinide böyle başladığını anlattı. 

O sabah Makbule hanım erkenden kalkmış ve elinde annem için pişirmiş olduğu bir tabak börek ile kapıya dikilmişti. Ne yapacağımı şaşırdım ben onu alacakken o gelmişti. Tereddütle kapıyı açtım ve hemen hazırlanıp çıkacağımı annemin uyuduğunu tabağı bana vermesini ve beklemesini söyledim fakat Makbule hanım , anneni göreyim de öyle gideriz deyip birden içeri girdi . Girer girmez de bu ne kokusu böyle diyerek burnunu tuttu ben bu arada panikle kapının arkasından aldığım bir poşeti kafasına geçirip onu boğdum.( Tahsinin annesi öleli iki ay olmuş ve Tahsin annesinin cesedini naftalinli sandığa koymuştur) . O anda hissetiğim huzuru ve sessizliği anlatamam. Gece koli bantı ile sardığım Makbule hanımı arabama koyup terkedilmiş bir arsaya attım. İşlediğim bu cinayet bana acayip bir huzur vermişti. Bütün gün otelde neşe içinde çalıştım.

Dedektifler annesinin ölümünü niye bildirmediğini sorarlar. Tahsin ifadesinde , on yaşında babasının kendilerini terkettiğini ve annesinden başka kimsesi olmadığını o ölünce yapayalnız kaldığını ve cesedi günlerce sandalyede oturttuğunu annesinin okuduğu gazeteleri almaya devam ettiğini sanki o hala yaşıyormuşçasına onunla sohbet ettiğini ve ceset artık kokmaya başlayınca da naftaklinli sandığa koyduğunu anlatır. 

Tahsin Emma Stribeyi de öldürmeye karar verdiğini zira İsmail ile onu ve çocuklarını havaalanına almaya gittiklerinde İsmaile karşı davranışlarının hoşuna gitmediğini ifadesine ekleyerek cinayet masası dedektiflerini şaşkınlık içinde bırakan ifadesine devam eder.

Emmanın kaldığı oteli biliyordum çünkü Emmayı o otele ben bırakmıştım arabamla. O gece otelin önüne gittim ve onu beklemeye başladım. Heyecan damarlarımda dolaşıyordu. Gece yarısı gibi alkollü olduğu belli şekilde yolda geliyordu. Hemen arabamdan inip onun yanına gittim, çocuklarından birirnin aniden rahatsızlandığını ve hastaneye kaldırıldığını İsmailin telefonunu otelde unuttuğunu ve onu alıp hemen hastaneye götürmek için geldiğimi söyledim. Hemen inandı ve arabaya bindik . İstanbulu bilmediğinden onu dolaştırıp evimin önüne getirdim arabadan iner inmez eterle bayılttım ve eve taşıdım. Çok kolay oldu. Onu da koli bantıyla iyice sarıp tren istasyonun oraya bıraktım. Gene aynı huzur ve aynı sessizlik bu duygu çok hoşuma gitmeye başlamıştı..

Muzaffer Semerci nin iki yıl önce eşi ölmüştü. Ara sıra otele değişik kadınlarla gelirdi. En son geldiğinde alyansını otelde bırakmış oteli aradı (karısına hürmeten alyansını hiç çıkarmazdı) odaya çıkıp alyansının orada olup olmadığına bakmamamı istedi. Odaya çıktım alyansı odadaydı. Alyansı aldığımı ve gelip alabileceğini söyledim. Ben seni ararım dedi. Akşama doğru arayıp otele gelemeyeceğini oraya bırakmamı istedi. Ben de kimse olmadığını ve akşam eve gelip benden alabileceğini söyledim. Onu da öldürmeye karar vermiştim.

Tahsin Özbalcı , emlakçı Muzaffer Semerciyi de aynı soğukkanlılıkla öldürür ve aynı şekilde bantlayarak terkedilmiş bir binaya bırakır...

Cinayet Masası dedektifinin tanımıyla , Tahsin Özbalcı dışardan baktığınızda son derece güvenilir duran kendi halinde sessiz sakin sıradan bir insan. Ama aynı adam soğukkanlılıkla üç cinayet işlemişti der.Hayatımdaki en garip ve tedirgin edici sorguydu diye ekler. Tahsin Özbalcı hiçbir pişmanlık belirtisi vermez. 

İşte sıradan bir otel çalışanın seri katil olma hikayesini özeti. İrkildim programı seyrederken içimdeki seri katilden korktum...