21 Ağu 2009

SURAT KİTABINDA GÜZEL BİR SURET



Çocuklar akıl etmiş meseleyi teşhis etmişler ve kendi gelecekleri adına bir fırka oluşturmuşlar.

''Baba beni okuldan al'' diye bir kampanyaya soyunmuşlar suratkitabında. Her ne kadar pudra şekeri ayarında olduklarını düşünsemde bu yeni nesil ekran çocuklarının bu tür hayra vesile hareketlerini tüm anarşik ruhumla destekliyorum.Burdan da ilan ediyorum.

Aynı tezgahtan değişik tarihi dönemeçlerde geçmiş bir sıra emeklisi olarak daha da ileri giderek (Sırrı Süreyya Önder'in aynı minvalde ki fikrine iştiraken) okulların kapatılması için kampanya başlatıyorum. Babaları da zahmetten ve mihnetten kurtarmış oluruz kendi hayatlarımızı da kurtarırken arada.

Ne olur yani okullar kapansa bu nesil neyden mahrum kalır??? Hayatlarında neyin eksikliğini hissederler??? Mesaj yazacak kadar türkçeyi öğrenirler zaten değil mi???

Sınıflarda aşağılayıp ruhlarını sakat bırakan bu adı eğitim olup kendi kötürüm bırakan ucube sistem tüm nesli ve geleceği yok etmeden bişeyler yapmalı.

Bu sebepten ''baba beni okuldan al'' diyen bu çocukları Musa gibi esaretten alıp yeni bir ülkeye götürmek gerek. Bu bir hakikat arayışıdır. Ekmek dilenmek yerine hayatını dilenmektir.

Hepsi hepsi duvarda bir tuğla olmamak için baba beni okuldan al ve toplanıp okulu yıkalım...

15 Ağu 2009

DÜRRİ-EFKAR

NİSYAN VE İSYAN

Her direniş ve isyan kendini arayıştır. Kendisine sunulan dünyadan başka bir dünyada varolabilmek . Tanrıya da isyanımız bu yüzden. Kendi varlığımızı kanıtlamak ve bize sunulandan başka bir dünyayı varetmek için.

Yaratıcı ,isyan etmeyeninizin bir değeri yok diyor.


İSİM

''ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm''

Her şey kelime.Bu dünya hayal diyor Arabi. Yunus deyince Yunus Emreyi hatırlamamız neden? İsmimimizi görünür kılan ne?

Yunus ;anlamını bütünlemiş ve kendini tamamalamış diriler diyarından sesleniyor bize. Kendi anlamını arayan ölüleriz bu hayal dünyasında. Bunu anlayana kadar hepimiz ölüyüz. Gerçeklik sahnenin dışında. Bunu farkeden BİZİM YUNUS oluyor.

BİR FAHİŞE BAZEN EN BİLGEMİZDİR

Bir zamanlar gören bir kör memleket sathındaki ifadesiyle zamparalığa gider.Ereceğinden habersiz. Teşrik-i mesai sırasında bizim adam gidip gelirken uzun ince bir yolda,hatun kişi para saymaktadır. Canı sıkılır adamın ve niyaz eder,

''yahu bari zevk alıyormuş gibi yap''

Kadın,para sayma işini bir müddet erteler ve yarı şaşkın yarı alaycı hakikatı söyleyiverir.

'' sen beni .iktiğini mi sanıyorsun ki sen paranı .ikiyorsun.''


REMEMBER

İngiliz remember der unutulmaması gerekeni ifade ederken ''hatırla''. Hatırlamak hayattır.Hatırlayan kendini diriltir. Kendini ve tüm ulusunu. Biz ''unutma'' deriz ve unuturuz. Kendimizi geçmişimizi.

Kumsala sürüklenen deniz yıldızları gibi yığılıyoruz tarihe.

Me,ma ekiyle kurgulanmış bir dil bizi nasıl büyütür,barıştırır,hatırlatır ve diriltir. Dil bizim evimiz . Kelimeler yaratır yaşamı.Sözlerimiz kaderimiz.

''HATIRLA'' . sen insansın.


MASAL

Kaldırımda ki güvercinleri çağırdı ve beni bu şehrin masallarına götürün dedi.
Güvercinler ''masal nedir bilmiyoruz '' dediler.
Menekşe gözlerinde iki billur pınar kurudu.
''Kanatlarınız var ama'' dedi rüya gören bir sesle.
''Niye uçmuyorsunuz''

BEN

Kendi suretinden korkuyorsun çocuk,kendi gözlerinden ürküyorsun.Sana kendini anlattılar ve sen kendini deli aynasında rakseden cadı zannettin. Suda gördüğün dilber gözlerden korktun ömrünce.

O elmas sensin.Sana körlerin cam demesine aldırma.

Kendini bil


ANNE

Annemi hatırlamıyorum...

Anneler toplumların celladı.Göbek kordonlarını dolayıp boğuyorlar çocuklarını. Bırakmıyorlar büyüsünler.

Tanrı,cennette yaşayan Ademe ''şu ağacın meyvesine yaklaşma '' der. Yasak meyveyi yiyen Ademi cennetten atar , atar ki insan olsun.

Annelerin kucağı yasak meyvesi olmayan cennet.Hiç kovulmuyoruz ordan.Kovulmuyoruz ki insan olalım.

Tanrı bizi en aşağı yere(dünya) gönderdi ki hatırlayalım. O'ndan geldiğimizi.

Annemi hatırlıyorum dişlerken şeytanın memelerini.


ABES


Hangi takımı tutuyorsun? Kasıt malum üç istanbul takımı.Kazara Eskişehir desen '' iyi de üç büyüklerden kimi tutuyorsun '' diye devam eder soru. Üç seçeneğe sıkışmış bir ülke. Kurgulanmışın dışında bir varlık alanı algılamıyoruz. Başka bir seçenek olduğu aklımıza bile gelmiyor. Bu nasıl bir kıstırılmışlıktır ki zihinlerimiz felç olmuş.

Aynı adamları sırayla iktidara getirme ahmaklığı başka nasıl izah edilebilir?!

''Bu memleket adam olur mu '' sorusu bu yüzden saçmadır ve ayrıca korkunçtur. Soru kendi paradigmasını da dayatır. Bu soruyu sormak hamakattir.

Sorularımızı değiştirdiğimiz zaman kendimiz de değişiriz.


ŞUUR

Masal çocuklara anlatılır.Kıssa büyüklere. Kitap sayfalarca kıssa anlatır. Uykulu şuurlarımızla dinleriz hakikati. Yusuf kıssasının sonunda ''insanların çoğu inanmayacaklar'' der Kitap.

İnanmayanlar, uyuyan şuurlar.

BİLİM

Bilim Zeusun tahtına oturmuş Olempin zirvelerinden sesleniyor insanlığa. Mabedin inananları buyrukları dinliyor huşuyla. Ve buyuruyor:Hakikat benim.

TRAJEDİ

Her filozof kendi mefkuresinden bakıyor insanlığa.İzmlerin geçit resmi tarih.Her birinin bir reçetesi var. Oysa insan üzerinde felsefe yapılmayacak kadar basit bir varlık. Felsefe tanrı için yapılabilir.Yani varlık için. Oysa fani bedenler tefekkür etmez. Bir sürü gibi sahiplerinin ahırında mutlak huzur içindedir. Bir toplum ne kadar korkarsa o kadar barbarlaşır ve başında barbar ister. Koca bir ulusun bir adamın peşinden kendini imha etmesi felsefi değildir.

İnsan ancak trajedinin konusu olur.

KADIN

Erkek bir kadından uzağa gidemez. Bir kadından başka bir kadına kadardır yolu. Bu yolda ağlar,sever,baba olur,düşünür ve acı çeker. Bir anlam yoktur bütün bunlarda,anlamaz kadını. Hep yola odaklanmış başka şeylerle ilgilenir. Duyguları da sığdır bu yüzden . Ta ki bir bulut gibi düşene kadar kollarına bir kadının. Bütün ruhu değer toprak rengi dudaklarına kadının da o zaman anlar ölüler niçin yaşar. Ölüleriz ki ancak kadın rengi bir gökte hayat buluruz.

Bir erkek bir kadını sevebildiğinde ancak insan olur.

9 Ağu 2009

FREZYA YETİSTİRMENİN İNCELİKLERİ


GONCA AÇILIR


Gece saat sabahın dördünde eşim beni uyandırıyor ''müco suyum geliyor galiba'' .

İşte yeryüzünün en güzel çiçeğinin büyüme macerasının başladığını böyle ilan etti eşim.

benim Frezyam
Pazar sabahı 25 Mayıs. Doktorumuz Viktorya hanımın direktifleri ile hastanemize gidiyoruz. Yapılan testler sonucunda doğumun başladığını söyleniyor. Nöbetçi hemşire yarı uykulu gözlerle pazarın en güzel sabahında bu haberi verdiğinde ilk defa hissettiğim bir duygu büyüyor içimde. Eseriyle övünen Tanrı gibi bütün evreni şahit tutmak istiyorum. Bir anda seviyorum onu. Sevgiden,sevgimizden yaratılmış olanı.

Eşimin eli elimde sezeryanı izlerken bir yeşil bulutun içinden süzülüp gelen bir ışığın içinde kayboluyorum. Dünyanın dışından izliyorum olan biteni adeta,madde buğulaşıyor birden. Hayatta en gururlu olduğum an diye hatırlıyorum sonra,Tanrının önünde söz verdiğimiz günden bu yana. Kızımda ordaydı,ben de ordaydım , hepimiz ordaydık.Birer kardelen gibiyiz uzanıveriyoruz kendimizi tanıma vakti gelince.

Şimdi benim ve eşimin ruhlarımızın rehberliğinde varolmayı seçen (varlığını unuttuğumuz hanidir) sevgili Frezya beliriveriyor güneşte henüz büyümüşken mayıs semalarında.


KOKU,DOĞRUDAN YÜREĞİNE DOKUNUR


Hemşire kızımı kucağıma vermeden önce durmuş onu seyrediyorum bir mucizeye tanıklık eden fani olarak. Birden gözlerini açıyor Frezya bebek ve gözlerimin içine akıyor bir anda (rengini tarif edemeyeceğim) iki renkli göz. Yeterince şaşkın değilim sanki bu bakışla aklım da fikrim de gidiyor.Bedenimden düşüyorum gözbebeklerinden içeri kzımın. Bir erkek böyle insan oluyor ve hakikat bu gözlerde. Apaçık ve dupduru. Bir erkeğin Tanrının gözlerine baktığı ilk an.Varoluş ve yokoluş.

Bir beden ağladığında bilir ve bilinir.Gözyaşlarının yazdığını gözler görür mü? Ve göz öyle bir yere bakıyor ki artık görmüyor. Bakan ve bakılan bir olmuş. Yalnızca biliyor...

Öylece ağlıyorum.. Bildiğim şey , idrak ettiğim şey bu.Gözlerini görmüyorum o gözlerimi görmüyor. Billurlaşmış ruhlarımız bakışıyor..

Bir şey oluyor ölüyorum.Bedenim canlıyken ruhumu değiştiriyorlar . Kollarımda duran o iki göz beni yeniden yaratıyor.

Ve hastaneye giden basit adam eve bir peygamber olarak geri dönüyor..

TANRIYA DOKUNABİLİRSİN

3.450 gr.lık iki avuç beden küçük ve şaşkın öylece duruyor kollarımda.Bütün varlığı tutuyorcasına kavrıyorum onu. Artık biliyorum;bu çaresiz beden bana tüm sırrı bilen iki gözle bakıyor. İnam Hocanın dediği gibi ;ilk çocuk bir erkeği filozof yapar. Bir pişme anı. Çıplak bir tene giydirilmiş tüm hakikat. Görüyorum ve anlıyorum. Artık öğrenen ve öğreteniz. O unutulan Nurdan bir hatırlatma nefesi.

Şimdi muhabbet başlıyor ve elimden tutup beni Hİra'ya götürüyor,Kelimey-i Hakikat ile muhabbete. Hatırlıyorum şimdi bir bebeğin gözünden gizlenemeyeni.

Anne ile çocuk,tohumla toprak gibi biraz. Sınırsız bir güvenle kucaklıyor evladını. Yargılamıyor. Besliyor ve büyütüyor. Büyütürken kendinde olanı,kelimelerini vererek. Kaygılı,ürkek,ışıltılı ve sonsuz kelimelerini.

Baba;bahçıvan.Yabani otları ayıklamak görevi ve budamak.Annenin kelimelerini budamak.Zor ve zahmetli ama bilgece.

Ağlıyor bebek,ağlıyor ki anlayalım. Hatırlamıyoruz çünkü. En güzel gözyaşları anlatır hakikatı. Ağlayan bir göze şeytan değemez. Kalpten geleni kalbe varmaya engelleyecek yoktur.Kelimelerden uzakta ağlıyor. Kelimelerimiz,hiçbiri bize ait değil. Bize ait olanı hatırlamak için öğreniyoruz onca kelimeyi. Yetmiyor,Nurdan bir nefes için çağırıryoruz maveradan taze bir ruh ki üfleyip atsın üsütümüzden bize ait olmayan ne varsa.

Her ağladığında duymaya çalışıyorum onu. Kimi zaman annesinin memesinde kimi zaman omuzumda durup bırakıyor tüm masumiyetini.

Seviyorum o sebepten,masum olanı. Masumca.

ACI AYNAMIZDIR

Bebekler gazlı oluyor. Annenin sütü bile dokunuyor. Bir vaveyla koparıyor ağlamak değil,çığlık. Acıyla tanışıyor.Dünya acıtıyor insanı. Dünyaya ait olan.

Sahiden , ne çok acı barındırıyor bu mavilik.Acıya dokunarak tanıyor insan demek ki. Oysa bize bütün isimler öğretilmemiş miydi? Kelimeler acıtıyor ruhu. Acıdıkça hissediyoruz renkleri,sesleri ve kalpleri.

Büyümek için burdayız,bizleri nelerin acıtmadığını öğrenmek için. Ne olmadığını öğrenerek ne olduğunu anlamak için.

Biz çığlık attıkça evren bize daha çok hakikat veriyor. Yoksa iki insan , bu kadar çaresiz ve işe yaramayan bir çığırtkan için niye seferber olsun?
Biz bağırdıkça ses veriyor ufuklar. Sesimize ses geliyor,nefesimize nefes. Sarıp bizi bağrına basıyor.

Ve Huzur....Ve Sevgi.....Ve Bağışlama.....

Ne güzel ağlıyorsun bebek
Mavi mavi kokuyorsun
Ve avuçlarında duruyor
İki yürek,elmastan..

BABA OLMAK


Kızmızın doktoru Hasan bey tahlilleri inceliyor,sarılık değerleri yüksek bu gece hastanede ışık tedavisi görsün diyor. Geceliği 500 TL. Para yok. O gece bir umut değerler düşer diye eve dönüyoruz. Çıkarken sık sık emzirin nasihati.Doktor arkadaşı arıyorum. Florasan altına üstünü soyup yatırın diyor ama keşke hastaneye yatırsaydınız.

Ne uzun bir gece! Ninovadan kaçan Yunus Peygamber gibi balığın karnındayım adeta. Çaresiz,pişman ve uykusuz.

Ertesi gün hastanedeyiz.Değerlerde düşme yok.Küvez. Bebeğimizden ayrı geçireceğimiz gecelerin hüznü. Çaresizlik.Doktor arkadaşım ''annesinin emzirmesi için getirirler sonra yerine götürürler.Merak etme benim çocuklarda oldu sen git eve yat'' diyor.Eşimi kalacağı odaya yerleştirmek için gidiyoruz.Hemen arkamızdan küvez geliyor. Şaşkınlık ve sevinç. Sonra hemşire teknik detayları anlatıyor ve ihtiyaç duyduğunuzda beni çağırın diyor.
Kızımız yanımızda.

Beyaz ve mavi florasanların altında camdan bir rahme konuyor,gözlerinde bir koruyucu aparat.Yeniden boşluk duygusu,bildiğin tek varlıktan kokudan ve temastan uzakta.Camdan kutunun içinde çırpınan ve ağlayan küçük çıplak bir beden. Sürekli ağlıyor,çırpınıyor ve gözündeki aparatı çıkarıyor durmadan. Bir saat, uzun geceler kadar ağır ilerliyor.

Ne garip diye geçiyor aklımdan,onun iyiliği için bunu yaşamak zorunda. Bu ayrılığı,bu acıyı..Tüm sevenlerinden ayrı kendi başına..

Nedense sonra unutuyoruz kendi yaşamları olduğunu çocuklarımızın. Rehberlik edemediğimiz için güdük bıraktığımız ruhlarını, o küçük bedenlerinde solduruyoruz,güneşi kapatarak büyük gölgelerimizle..

Sonunda başını ve ayaklarını camdan rahmin duvarlarına dayamayı başarıyor Frezya. Ve sükut.... Kendisisne dayanacak yerler bulmanın güveniyle huzur buluyor. Sadece konumunu değiştirerek. Ama artık güvende hissediyor.Hatırladığı gibi bir hafta önce,rahimdeyken.İnsan doğası tutunma ihtiyacında hep. Başka türlü inşaa edemiyor kendini , temele ihityacı var.

Kendi hayatlarımızı düşünüyorum , kaç küveze girdik çıktık ve buna devam ediyoruz.

Çok uzun , güneşi yutmuş bir kıyamet gecesi kadar uzun bir geceden sonra eve dönüyoruz.. Frezyanın hatırlamayacağı ama bizim unutamayacağımız bir yorgunlukla ama büyümüş olarak dönüyoruz.

Sanırım çok unutkan olmamızın hele hele ilk iki yaşımızı hiç hatırlamamamızın çok faydası var. Bir nevi fide toprağı orada filizlenip yeşerip sonra tarlaya ekiliyoruz , güçlü ve büyümeye hazır. Unutulmuş o iki yıl bizim harcımız aslında. Zaten hatırlamamamız gerekiyor..


Çok uzun bir geceden sonra, Frezya için upuzun gündüzlerin olduğu bu kavurucu yaz ,ışığı ve yüzleri ayırdetmekle geçiyor .Her akşam sol omuzumda uykuya yolculuyorum onu.Bir ritüele dönüşüyor bu. Baba ile kurulan ilk ilişki. Güven ve sevgiyi öğretiyoruz birbirimize. Eşimin de pek sevdiği o omuz o yaz kızım tarafından ödünç alınıyor. Yemek masasında sol bacak uyku öncesinde sol omuz kızımın. İktidar böyle bir şey sanırım. Daha doğmadan başlıyor ve gözünü açmadan devam ediyor.

Anne sütü dışında ilk dünyevi gıdalarını da almaya başlıyor Ağustostan itibaren.Kilosunu düşük bulan doktorumuz mama vermemizi de öneriyor.Pek seviyor mamasını,özellikle sütlü pirinçli olanı.

Menekşe gözlerine efsunlanmış ben kızımın kokusuna koşuyorum , bir serinlik bir huzur bulmak için bu çölleşmiş şehirde. Kız babası olmanın bir erkek için çok farklı bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Bir kadınla gerçekten temas edebilmek ve bunun ötesinde evrenle ve ilahi ruhla bütünleşebilmek açısından bir kapı açıyor bence. Bir erkeğin en büyük öğretmeni kızıdır bence.İdrak edebilene tabi ki. Bir de bir erkek kızıyla yaşadığı sevgi derinliğini başka bir ilişki de yaşaması çok zor. bambaşka bir boyut. Çocuklardan öğreneceğimiz çok şey var ve bunu başka yoldan elde etme şansımız yok. İlahi bir deneyim.

ÜZÜM SUYU KARPUZ SUYU

Yaz susatmış bütün ruhları. Frezya üç ayını bitirdi artık. Sevgili eşimle üzüm yiyoruz.Kıza da vereli mi diyorum üzümden bir parça. Eşim her zaman ki garantici ve tedbirciliği ile dikkat et çekirdeklerini yutmasın diyor. Ah anneler...Niye bu kadar güzelsiniz..Üzümün ucunu hafifçe kopartıp kızımın ağzına tutuyorum,emme refleksiyle üzümü emmeye çalışıyor.Biraz çabaladıktan sonra annesini emer gibi üzüm tanesinin içini emiyor büyük bir iştahla. Immm Immm sesleriyle yutuveriyor adeta. Eahh eahh diyerek bir tane daha istiyor. İştahla beş üzüm tanesini bitiriveriyor Frezya. Artık besleme zincirine ben de dahil oluyorum yavaş yavaş.

Bir süre sonra sevgili ruh eşim karpuzu da deniyor ve üzümden daha çok seviyor Frezya hnm,o kadar ki sevgili ruh eşim elini ağzına doğru ittirdiğini anlatıyor bana akşam. O günden sonra ağzından suyunu akıta akıta yiyor karpuz dilimlerini.

İlk yazında ilk karpuzunu tadıyor ki çocuk,karpuz ve yaz ne kadar da yakışıyor birbirine.