28 Şub 2014

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM

       Bütün aile benim dünyaya gelmemi beş yıl beklemiş. İlk çocuğum üstelik erkek.Bizimkiler ve özellikle dedem çok sevinmiş . Ben doğduğumda köyümde elektrik yoktu.Telefonda yoktu. Hatırladığım kadarı(doğduğum anı ve yılı hatırlamıyorum tabiki ilk beş yıldaki fotoğraf bu) ile bir çift koşum atımız ve koyunlarımız vardı. Daha sonra o atlar ve koyunlar satıldı ve bir John Deer traktör alındı.Gayet sağlıklı bir bebek olarak dünyaya geldim. Dedem o kadar üstüme düşmüştü ki (babam demiyorum zira o zamanlar babam sadece biyolojik babamdı evin idaresi ve bütün kararlar dedeme aitti) doğumumda bir sıkıntı olmasın diye o yokluk yıllarında annemi Biga'ya devlet hastanesine götürmüş , sağlıklı bir doğum yapsın diyerek.Ne de olsa ilk torunum.Diğer kardeşlerimin hepsini annem evde doğurdu.Doğumumdan itibaren ayrıcalıklıydım.İnanılmaz bir kar yağmış ben doğduğum gün annem öyle anlatıyor.(şimdi havaya bak.bütün ağaçlar çiçeklenmiş ve ortalık bahar havası) 
          İlk yılım gayet iyiymiş,sağlıklı gürbüz bir erkek bebek,tosun gibi derler eskiler. Aynen tosun gibiymişim.
Aynı avlu içinde dedem ve abisi (hacı dede) nin ailesi birlikte yaşıyorlardı. Doğduğum yıl bütün amcalarımda köyde dedemin yanındaydılar. Hacı dedenin oğlu olmamıştı. Babaannem o yüzden Melek Yengenin(Hacı Dedenin hanımı) sürekli kendisine nazar ettiğini söyleyip dururdu(üç amcam var).Babaannem sürekli nazardan şikayet edip dururdu zaten.Komşumuz Nazmiyeden de o yüzden hiç hazzetmezdi.sürekli nazarı dokunuyor diye. Kadının maşallah dediği üç gün yaşamıyordu hakkaten acayip bir nazarı vardı.
          Dedem ve Hacı Dedem o yokluk ve savaş yıllarında (geçen yüzyılın başı ve çöküş dönemi savaş yılları) yetim büyümüşler.Dedem abisini babası gibi görürdü zaten çerkeslerde ataya saygı adetlerin en başta geleniydi.Baba olmayınca en büyük kardeş baba kabul ediliyordu.
            Annem bir kaç sene önce anlatmıştı bana ;  Hacı Dedenin de benimle yaşıt bir torunu dünyaya gelmişti (benden iki ay küçüktü şimdi kardeşim gibidir zaten süt kardeşiz de dünyadaki en yakın dostumdur da aynı zamanda geçen yıl kaybettiğimiz arkadaşımızla birlikte üç silahşörler gibiydik) benim doğduğum sene. Muhtemelen sekiz-on aylığız mevsimde kış,bizimle oynayacak zaman bulduklarına . Doğal olarak dedem beni de alıp yukarı abisine çıkıyor,adam sevinçli mutluluğunu paylaşmak istiyor. Dedem rahmetli çocukları güreştirmeyi ve güreşi çok severdi. Beni de ,Hacı Dedenin torunu ile güreştiriyor eğlence olsun diye ben de onu hep yenip üstüne çıkıyor muşum(büyüğüm tabi ve kuvvetliyim) . Dedem tutup onu üstüme yatırıyormuş benim de ellerimi tutuyormuş onu itmeyim diyerek.(Bunu da şunun için yapıyor çerkes olmayan aslında tam anlayamaz, abisine o kadar saygısı varki kendi torununun onunu torununu güreşte yenmesinden acayip utanıyor,ona saygısızlık yaptığını düşünüyor.Bizim eski adetlerde ataya saygı o kadar önemliydiki ataya saygısızlık en büyük ayıptı). Dedem utanıyor bu durumdan sizin anlayacağınız.
              Benim bildiğim hayatımın ilk travmasıdır bu. Daha sonra ben de fıtık illeti başlamış.Bebeğiz derdimizi anlatamıyoruz tabiki , sürekli ağlıyormuşum. Ne ağlamak ama bizimkilere hayatı zindan etmişim ,gecelerini gündüzlerini şaşırmışlar.Yokluk yılları işte ha deyince doktora kimse gidemiyor. Sonunda bu böle olmayacak deyip beni hastaneye götürmüşler,teşhis fıtık. Fıtık ameliyatı oldum daha bebecikken. O kocaman ameliyat izi kasığımda hala duruyor.Hazır narkozu vermişken doktor pipiyi de sünnet edelim demiş anneme ee olur demiş bizimkiler. O arada sünneti de oldum.Hastanelerden ve doktorlardan nefretimin kaynağı belki de o ameliyat için hastanede geçirdiğim günler. 
              Daha sonra üç yaşındayken ise hayatımın en büyük travmasını yaşadım ve kardeşim dünyaya geldi. Çok güzel bir bebekti kardeşim,kız gibi derler ya aynen kız gibiydi. Çiçekli uzun bir elbise giydirip üst yola çıkardık Hacı Dedenin torunu ile.Yolun kenarına ellerinden tutup dururduk geçenler kız mı diye sorar hayır erkek derdik. İnanmayana elbiseyi kaldırıp pipisini gösterirdik.
               Annemin anlatmasına göre üç ciddi suikast ve cinayet teşebbüsünde bulunmuşum. Vurmalarım ve beşikten atmalarım cabası. Artık dayanamamışlar beni Hacıköye teyzemin yanına göndermişler. En son annemin anlattığına göre babam şöyle bir gerekçeyle göndermiş beni; gitsin orada yırtık biri olsun.Yabancı bir yerdi benim için ve orada kendimi ispat etmemi istemişti babam. Kardeşimi öldürme girişimlerimin bu hikayede bir payı yok. Önceki hikayelerde gerekçe buydu oysa.
              Babamın niyetinin aksine pısırığın önde gideni olarak geri döndüm Hacıköyden.(Bu ayrı bir bahis sanırım bir kaç yazımda bahsettim daha önce) 
                Daha sonra siyah önlüklü beyaz yakalı ilkokul yılları başladı. İlk sosyalleşme ve yabancı bir dille ikinci kez karşılaşma ve bu sefer bitmemek üzere.İlkokul yıllarım hayatımın en neşeli en civcivli yıllarıydı. Ne gam ne kasavet. Envai maceralı yıllar.Bir sürü hikaye var o yıllara ait. Migrenime ve kabızlığıma sebep olan ve yıllarca yazma yeteneğimi kullanmamı engelleyen travmamı hariç tutarsak dönüp yeniden yaşamak isteyeceğim yıllardır. Bu da üçüncü büyük travmamdı.(bunu anlatmayacağım burada o işi hallettim)
              Sonra Biga , ortaokul ve lise yılları. Köyden çıkış ve medeniyete ilk adım.(Biga'da babaannemin kızkardeşi oturuyordu ve arasıra babam beni Biga'ya götürürdü fakat onlar çok kısa süren temaslardı ve yaşım çok küçüktü)Her ne kadar köyden servisle gidip geliyor idiysek te gene de şehrin havasını teneffüs ediyorduk. Babam beni ortaokula yazdırmak için Biga'ya götürdüğünde hayatımda da yeni bir sayfa açılmıştı. O günü çok net hatırlıyorum. İlk önce terziye gittik babam bana bir takım elbise diktirecekti. Hayatımda ilk defa terzi dükkanına girmiştim.Daha sonra babamın köyde işlerini yaptığı kişiye uğradık. Fotoğraf çektirdik. Garajda köfte yedik. Daha sonra yedi yıl boyunca öğretim döneminin her günü tırmanacağım yokuşu babamla elele çıktık.İlk izlenimlerim şöyle olmuştu,ben bu büyüklerin yaptığı bu muazzam işleri asla yapamam bunlar çok üstün insanlar olmalı. Hele o şirketi ziyarete gittiğimizde iyice afallamış şirket sahibi olmak bana acayip büyük bir iş gibi görünmüştü. O yokuşu çıkarken de ,bu yedi sene biter mi be yedi sene diye iç geçirmiştim.
               O yedi sene bitti üstüne kaç yedi sene daha bitti.
               Derslerinde çok başarılı bir öğrenciydim,lakabım profösördü. Ama o kadar. Beden derslerinden nefret ederdim. Çünkü o derste hepimiz çıkıp bir takım faaliyetlerde bulunmamız gerekiyordu.Topluca yapılan idman ısınma hareketleri sorun değildi,sorun takım ya da bireysel sporlara geçince başlıyordu. Ne futbol ,ne basket,ne de voleybol. Masa tenisi bile oynamıyordum. Sahaya çıkmak insanların seni seyrettiğini bile bile o oyunun bir parçası olmak ve o bireysel sorumluluğu almak bana ölüm geliyordu. Ya yapamazsam ve insanlar bana gülerse. Hayatta en çok çekindiğim şeydi ,birinin bana yav ne biçim oynuyorsun, o topa öyle mi vurulur,o raket öyle mi tutulur. Oysa herkesin benden bir farkı yoktu. Benden çok daha beceriksiz olanlar gayet rahat çıkıp oynuyorlardı ve eleştirilere de aldırmıyorlardı.Bunu da anlamıyordum.Kendim gibi biri vardı allahtan sınıfta onunla kenarda takılıyorduk.Ne boktan bir durum aslında.
               Sonra ergenlik geldi dayandı kapıya.Tam anlamıyla afalladım. Elimden gelse hiç büyümek istemezdim.bunun için de elimden geleni yaptım zaten. O kadar direnç göstermişim ki en son ben buluğa erdim akranlarım arasında.Akranlarım kızlarla sohbete giderken ben kendimden küçük çocuklarla top oynuyordum.Zaten daha sonraki ergenlik yıllarımda da hiç kızlarla sohbete gitmedim.İlk rüyamı görüp tam anlamıyla buluğa erdiğimde resmen şoka girmiştim.O boşalmayla birlikte cinsel kimlik edinme sorunlarım da başladı.Ergenlik döneminde kendimi kapatmıştım tamamen. Akranlarımla birlikte sohbetlere gitmiyor,düğünlere katılmıyor ve kaşen yapmıyordum. Oysa kimlik görerek ve başkalarını taklit ederek öğrenilen bir şeydi. Ben çerkes delikanlıları nasıl yaşar,nasıl kız tavlar hiç öğrenmeden ve bir tek kızla flört etmeden büyümeyi , ergenliği atlatmayı ve liseyi bitirmeyi başardım. (nasıl bir başarıysa). O yıllarda dışarı çıkmak,kahveye gitmek,düğüne gitmek vs hiçbir sosyalleşme eylemi içinde bulunmadım. Kahveden babamı çağırmaya gitmek bile bana işkence geliyordu.Kahvenin önünden geçerken utanıyordum.Akranlarım düğünlerde meydanların tozunu atıp kız peşinde gezerken ben eve tıkılıp coğrafya haritaları üzerinde çalışıyordum.Köyün tam göbeğinde olup köyde hiç yaşamamayı başarmıştım.Zaten üniversetiyi kazanıp İstanbul'a geldiğimde köyden fiziken de ayrılmış oldum.O yüzden ne çerkes adeti bilirim ne çerkes muhabbeti ne de köyde kim kimdir ne olup bitmiştir hiç bilmem.Bugün hala düğünlere çıkıp oynayamam.Hiç oynamadım ergenlikten sonra.Oysa çocukken düğünlerden beni süpürgeyle zorla kovarlardı. 
                     Sonra Üniversite ve tümüyle değişen bir yaşam ama tümüyle.İlk porno film ,ilk aşk ve yeşeren umutlar. Ergenlik yıllarımda ve okulda oyanayamadığım ne kadar oyun varsa İstanbulda acısını çıkardım.Her hafta halı sahaya maça giderdik. Kavga çıkınca bıraktık sonra bazı arkadaşlar oyun oynadığımız unutup faulleri mevzu yapınca işin tadı kaçtı.Arkadaşlarla arabalara doluşup o yer bu yer dolanırdık. Kilyos tarafına yaptığımz bir gezide hazır bir saha ve hazır bir takım bulmuştuk.İkinci ligte top oynamış tecrübeli topçuları falan vardı yarı profesyonel oynuyorlardı. Biz full amatör. O gün benim karşısında oynadığım ve neredeyse oyundan düşürdüğüm arkadaş ; sen profesyonel topçumusun demişti bana. Düşünün yani nereden nereye.İstanbulda ,Veznecilerde karşılaştığım bir lise arkadaşınını daha sonra benden şöyle bahsettiğini duyacaktım; kabak çiçeği gibi açılmış. İstanbulda geçirdiğim o iki seneyi de bir daha bir daha ve bir daha yaşamak isterim.Hayatımın en güzel iki yılıydı diyebilirim.
                 Ama cinsel kimlik karmaşası devam ediyor henüz hayatımda bir kadının elini tutmuş değilim. Cinsel duygularımı hiç ifade edemediğim yıllar.Neyim ben erkek miyim dişi miyim ? Bir kadına ilk dokunuşum için yirmisekiz yaşını beklemem gerekecekti.O yaşıma kadar hep kendime dokunup durdum hem de her yerime.Aynanın karşısına geçip kendi bedenimi severdim. Lezbiyen sevişmeleri çok ilgimi çekerdi nedense. Show tv nin kırmızı noktalı yılları.Gece teyzemle eniştem yattıktan sonra tvyi gizlice açar kırmızı noktalı bu filmleri seyrederdim(oysa gündüz gözünü harama kaldırmayan bir derviş gibiyiz). Ara sıra teyzem gelir ne seyrediyon sen hadi yat bakalım der fırçayı atardı. Bir gece bir lezbiyen aşkı anlatan bir film denk geldi, sevişme sahnesine sıra gelip oyunculardan birisi diğer oyuncunun memesini açıp yalamaya başladığında yattığım yerden boşalmışım,o kadar tahrik olmuşum yani. O yıllar hep gizli gizli yaşıyordum cinselliği. Dışarda çok sofu bir müslümandım. Ama kendimle başbaşa kaldığımda yapmadığım nane yoktu.Sonradan bu yaptıklarımdan pişman oluyor suçluluk duyuyordum.Bir gece yatılı misafirliğe gitmiştik teyzemle beraber bir akrabaya. Gündüz kütüphaneyi karıştırırken erotik edebiyatın zirvesi olan (ismini hatırlamıyorum şimdi bak çok meşhur) bir kitap ilişti gözüme.Tabi eşeğin aklına karpuz kabuğu düştü. Gece bana salonda yatak açtılar(ben ısrar etmiştim birazcık) hepimiz yattık .Ben bir süre sonra o kitabı raftan aldım ve camın kenarına oturup sokak lambasının ışığında okuyupbitirdim tabiki külodum sırılsıklam olarak.Bastırılmış kimliğim ve ikiyüzlü yıllarım.
                  Sonra bitmeyen üniversite.Üniversite bitmiyordu çünkü onun ardından para kazanma dönemi yani gerçek hayat başlıyacaktı.Küçüklüğümden beri hep bana ;ne kadar beceriksiz olduğum,elimin hiç bir işe uymadığı,evlenip çocuk bakamayacağım,memur olmazsam aç kalacağım söylenip durmuştu.(demek o pısırıklık sırıtıyormuş bende) .Üçüncü yılda strese girmeye dördüncü yılda ise depresyona girmeye başladım ve 93 yılında depresyona girdim.Tam bir çöküş,kilitledim kendimi.Aile ve çevre baskısı bir yana okuldan da atılacağım çünkü nerdeyse -ilk yıl hariç- bütün derslerim duruyor.(ilk sene barajdı benim kazandığımda hukuk fakültesini ve birinci sınıfı geçmeden üstten ders alamıyordun ve ben ilk seneyi haziranda geçmiştim) .
                 Sonra bir şey oldu; çok uzaklarda o güne kadar hiç ilgimi çekmemiş birisi kafasını av tüfeğiyle uçurdu.Kurt Cobain. Nisan 1994.Arkadaş " kendimden nefret ediyorum ve ölmek istiyorum" diye bir albüm isimi hazırlayacak kadar kendinden geçmişti.Üstelik dediğini yapmıştı.Ben de aynı şeyleri zırvalayıp duruyordum,kendimden nefret ediyorum ve ölmek istiyorum felan filan. Hadi öldür dedim kendini ya da yaşa. Baktım pabuç pahalı mayıs ayında depresyondan ani bir çıkış yaptım. iki,üç ve dördüncü sınıf derslerinin hepsini haziran ve eylülde verdim. Stajımı yaptım ve 96 da avukat oldum.
                 Sonra askerlik hem de komando olarak. Valla anamdan emdiğim süt burnumdan geldi hatta canımızı iki cm ile kutardık ama askerlik yıllarım çok ayrıdır benim için. Çok ama çok terbiye oldum orada ve minnettarım o yıllarıma. Askerlik benim hayatımda kökten değişikliklere sebep oldu.Bugünkü eşim ve çocuklarımı o yıllarda edindiğim şeylere borçluyum. Nasip mi kader mi ? 
                     Askerdeyken hayatımda çok temel değişklikler oldu.Birincisi para kazanmaya başladım,ikincisi sorumluluk aldım(asteğmendim ve onüç vatan evladından sorumluydum) üçcüncüsü ve en önemlisi belki yazmaya başladım. Hayatımda daha önce hiç olmayan şeylerdi bunlar.
                     Askerlik sonrası üç dört yıl acayip enerjik geçti o yüzden. Acayip öz güvenli ve girişimci olmuştum ve para kazanıyordum daha doğrusu hep kazanıyordum.Ama uzun sürmedi bu çünkü yazmayı bırakmıştım ve bilinçaltımdaki kod beni tekrar aynı bataklığın içine çekip almıştı.2003 yılında gene depresyondaydım ve ilk evliliğimi bitirmiştim.
                            2007 yılı bütün her şeyi geçmişte bırakıp ilerlemeye karar verdiğim seneydi.Ve şimdiki eşimle tanıştım asker arakadşımın evinde bir yılbaşı gecesi.
                            Sonra 2008 de rüyaların peşinde gezerken Aralık ayında R.Şanal ve kuantum düşünce ile tanıştım. 2009 da kendimi revize etmeye ve hayatımdaki sıkıntıları çözmeye odaklanmak ve değişik bilinçaltı çalışmaları yapmak ile geçti. 2009 mayısında yaptığım bir çalışma neticesinde hayatımdaki bir kördüğümden kurtuldum ve yıllardır çektiğim migrenim ve kabızlığım pıt bitiverdi. Haziran ayında gücümü kulanmak ile ilgili en büyük şansı yakaladım o da mayıs ayındaki çalışmanın sonucuydu muhtemelen. Yalnız ben o sınavda çaktım malesef. Çok kötü çuvalladım o sınavda. Eğer onu da alt edebilseydim şu anda çok farklı bir noktada olacağıma eminim. Para ile ilişkimiz hayat ve dünya ile olan ilişkimizin aynası.Demek dedim senin hayat ile karşılaşmaya daha cesaretin yok.Karşılaştım çünkü ve acayip panik olup cenin pozisyonuna geri döndüm.Hala uğraşıp duruyorum hayat ve para ile olan ilişkimi düzeltmeye. 
                  Allaha çok şükür cinsel tarafta bir sıkıntı kalmadı cinsellikle olan bütün sorunlarımı halletim o taraftan çok mutluyum .Kaldı şimdi para ile olan yani hayat ile olan ilişkimi düzeltmeye.
               Bugün benim doğum günüm ve bunları bunlara benzer pek çok şeyi düşündüm sabahtan beri. 44 yaşındayım ve vardığım yer olamam gereken yer değil.
                    Hep Diyarbakırdan bağlanan babaanneyi hatırlıyorum,Şanal'ın , Hayata Evet programına bağlanıp şöyle demişti; Şanal bey ben Diyarbakırdan arıyorum ,62 yaşındayım ve hayatımı değiştirmek istiyorum.
               Maddi açıdan çok kötü durumdayım belki meslektaşlarıma ve akranlarıma bakıldığında ama geçen yıllarımı boşa geçirmedim(boşa geçen yıllarım illaki olmuştur da hepsi değil) . Şu an hayatımda tek eksik olan para öbür taraflarım idare eder çok şükür. Çevremdeki insanların muztarip olduğu pek çok sıkıntıyı ben halledeli hanidir. 

                    44 yaşındayım ve hayatımı değiştirmeye devam ediyorum...İyiki doğmuşum.teşekkürler herkese ve yüce yaratıcıma.

                      

26 Şub 2014

YENİ BİR ÇAĞIN ŞAFAĞI,TESLA MODEL S



ARABANIN İÇ GÖRÜNÜMÜ





Tesla firmasının 2012 de üretmeye başladığı tamamen elektrikli olarak çalışan  yıllık bakım istemeyen,yağıydı,suyuydu,trigel kayışıydı benziniydi dertlerini sona erdiren ve piyasadaki elektrikli araçların aksine 400 km yol giden bir şarjla ve bu yıl consumer report şirketi tarafından en iyi araç ünvanı alan muhteşem ötesi bir araba. Bunun üretim aşamasını Nationlda seyretmiştim. Bu araç elektrikle çalışıyor altını çiziyorum. Bizim gibi yılda 60 milyar dolar enerji parası ödeyen bir ülke için bulunmaz fırsat. Bence hükümet bu aracı desteklemeli ve vergiden muaf tutarak buna benzer elektrikli araçların yaygınlaşmasını sağlamalı. Şu an yeryüzündeki en güvenli araç aynı zamanda Volvo'nun kulakları çınlasın. İ phone nasıl cep telefonu piyasasını altüst ettiyse bu araçta otomotiv piyasasını altüst edecek gibi görünüyor. 
TESLA MODEL S 

25 Şub 2014

MUAVİYE TAKTİĞİ HER ZAMAN İŞE YARAR

"Dört gün ön­ce AK­P’­li bir mil­let­ve­ki­li­nin, “pa­ra­lel ya­pı ile il­gi­li gön­lü­nüz­de­ki kı­rıl­ma ne za­man baş­la­dı?” so­ru­su üze­ri­ne Er­do­ğan, “7 Şu­ba­t’­ta­ki MİT kri­zin­de içim­de şüp­he­ler baş­la­dı­” dedi.
Hâ­lâ saf­lı­ğı sü­rü­yor!
“MİT Müs­te­şa­rı­’nı ba­na ulaş­mak için ala­cak­lar­dı­” di­yen Er­do­ğan, Baş­bu­ğ’­un tu­tuk­lan­ma­sı­na ne­den bu açı­dan bak(a)mı­yor?
“Te­rör ör­gü­tü­nün ba­şı­” Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı Baş­buğ ki­me kar­şı so­rum­lu; Baş­ba­kan Er­do­ğan! Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı­’nın te­rör ör­gü­tü yö­ne­ti­ci­si ol­mak­tan suç­lan­ma­sı, Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Dev­le­ti­’nin ku­rum ve ku­ru­luş­la­rı­nın da te­rör ör­gü­tü ama­cıy­la ça­lış­tı­ğı id­di­ası­nı or­ta­ya atar ki, bu da he­de­fin Baş­ba­kan Er­do­ğan ol­du­ğu­nu gös­ter­mez mi?
Çok mu zor şöy­le bir id­di­ana­me; KCK ve Er­ge­ne­kon iş­bir­li­ğiy­le dev­le­ti par­ça­la­ma­ya yö­ne­lik fa­ali­yet için­de ol­mak!
Fır­sa­tı­nı bul­say­dı ce­ma­at böy­le el ko­ya­cak­tı Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti­’ne!
Er­ge­ne­kon, Bal­yoz, Odatv, KCK da­va­la­rı; ve Baş­buğ, ve MİT Müs­te­şa­rı, ve Er­do­ğan sa­de­ce ara he­def­ti!
Asıl dar­be­ci; Er­ge­ne­kon­cu­lar, Bal­yoz­cu­lar de­ğil ce­ma­at idi; Er­do­ğan­lar hâ­lâ bun­la­rı an­la­ya­bil­miş de­ğil…
Sa­hi­den sa­f’­lar!.."



Bu yazı bana Muaviye ile Hz.Hasan arasında yapılan anlaşmayı hatırlattı. Muaviye ,Hz.Ali şehit edildikten sonra tek kaldı adeta. Küçük bir sorun vardı; Hz.Hasan Hicaz'da hilafetini ilan etmişti. Muaviye Hz Hasan ile savaşa tutuştu savaş esnasında gelişen olaylar(meraklısı okusun çok ibretlik şeyler var) neticesinde Muaviye eşsiz ikna gücü ile Hz.Hasan'ı savaştan vazgeçmeye ikna etti. Hz.Hasan ile Muaviye anlaştılar.Anlaşma şöyleydi;Hz.Hasan ümmet kanı dökülmesin diye Muaviyeye biat edecek buna karşılık Muaviyenin ölümünden sonra hilafet ehli beyt soyundan birine verilmek üzere kurul toplanıp halife seçecekti. Muaviye hilafete aday göstermeyecek zinhar oğlunu halife tayin etmeyecekti. Bazı rivayetlere göre Hz.Hasan karısı tarafından zehirlenerek öldürülmüştür tabiki Muaviyenin parmağıyla. Sonra ne olduğunu hepimiz biliyoruz.

Hz.Hasan da pek safmış canım diyorsunuz lakin müslüman dediğin biraz saf oluyor doğru konuşuyor,verdiği sözü tutuyor puştluk düşünmüyor.

Erdoğan diyor ya çok safmışız diye. Evet birazcık saflık var..Hala ne kadar ayılmış durumda emin değilim.. 

Bu yazıyı da tarihime not düşmek için yazdım günlük politika benim işim değil beceremem de. Sadece büyük resme bakıyorum bakabildiğim kadar ve gördüğüm şeyler bana yazdıklarımı düşündürüyor.

24 Şub 2014

MUAVİYEYİ DÜŞÜNDÜM GÖZLERİM AÇIK..

Yüzüklerin Efendisi üçlemesini seyrederken(kitapları da okudum) iktidar denen şeyin gerçekten yüzüklerin efendisi olduğunu ve koltuk ve güç sevdasının insanı ayartan en büyük bela olduğunu,Frodo'nun bile yüzüğü yok edileceği tek yere binbir zahmetle getirdikten sonra atmaktan vazgeçmesi karşısında insanın Yaratıcı'nın desteği olmadan nefsani kaymalardan kurtulamayacağını ibretle izlemiştim.

Dünya ve memleket dahilinde cereyan eden ve etmekte olan ve etmiş olan son hadiseleri düşünürken Muaviye geldi aklıma. Tarihin en tartışmalı figürlerinden birisi Muaviye. Kişilik olarak tebarüz etmiş övünülecek hiç bir özelliği yok. Çok sakin karakterli,vizyon sahibi ve acayip kurnaz birisi. Bir siyasi deha..

Günümüz iktidar heveslilerinin Muaviye'den öğreneceği çok şey var. Tam bir makyavelist..İkitdar için her yolu meşru gören tam bir koltuk sevdalısı.

Plan ve proje üretiyor kendi iktidarı için. Kemiksiz ,omurgasız bir adam .İşine yarayacak herkesle anlaşabilecek bir tipoloji. Kararlı ve acımasız. Fırıldağın önde gideni.Tarihin gördüğü en başarılı propagandistlerden belki de en başarılısı.Hz.Ali'yi bile alt etmeyi başaracak kadar kurnaz biri hilafet konusunda. Evliliklerini bile iktidarını düşünerek yapmış. İstediği herkesi yanına çekmeyi bir şekilde başaran ikna sihirbazı. Öyle olmasa Sıffinde Hz.Ali'nin abisini (Akil) kendi safında savaştırabilir miydi.? 

Fethullah Gülen ile Başbakanı düşünürken Muaviye hatırıma geldi nedense ? Hangisi daha çok Muaviye'ye benziyor diye.

Başbakan propaganda yeteneği ile Muaviye'nin iyi bir öğrencisi oyabilir. Cemaatte kumpas ve gizli bilgi elde etme ve rakiplerini bu yolla saf dışı bırakma konusunda sınıfı geçer. 

Bu ayakkabı kutusu meselesi bana Muaviye'nin , Hz.Osman şehit edilirken hançere engel olmak için elini uzatan karısının kesilen üç parmağını ve Hz.Osman'ın kanlı gömleğini Şam mescidinde sergilemesini hatırlattı.(Hz.Osman'ın bahsi geçen karısı Şam tarafının en büyük kabilesi olan beni kelb kabilesinden idi ve onu Hz.Osmana gönderen Muaviye'nin ta kendisiydi.Kendisi de bu kabileden kabile şefinin kızıyla evlidir) . 

Semboller önemlidir ve kitleleri yanına çekmek için eşi bulunmaz.

Muaviye şunu yapmıştır bir de, kendine sadık özel bir ordu kurmuştur. Bu sayede iktidara gelebilmiştir zaten.

Mesela Kabataş gelini olarak meşhur olan hadise gezi olaylarını en tantanalı zamanında müthiş bir propaganda malzemesi olarak kullanılmıştır iktidar tarafından. Çok başarılı.

Kapitalist İslamın Temeli,Muaviye(yazar Aydın Tonga ) isimli bir kitab var henüz okuyamadım,sanırım iktidar ve bilumum müslümanlar bu kitaptan haberdar ki ona göre bir düzen inşaa ediyorlar.

Muaviye dedelerinin intikamını almışa benziyor kendi dinini inşaa ederek.. 

Anglosaksonlar demokrasiyi icat ederek müslümanları da kurtardılar.


21 Şub 2014

MELEKLER DEDİLER ;BU İNSANLAR NE KADAR KAN DÖKÜCÜ.ALLAH BUYURDU;EĞER SİZE DE İRADE VERSEYDİM AYNISINI SİZ DE YAPARDINIZ

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا (ahzab 72)

" Gerçek şu ki, Biz (akıl ve irade) emaneti(ni) göklere, yere ve dağlara sunmuştuk; ama (sorumluluğundan) korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O (emanet)i insan üstlendi; zaten o, daima haksızlığa ve akılsızlığa son derece meyyal biridir."(muhammed esed meali)

Stanley Milgram Yale Üniversitesinde 1960'lı yıllarda bir deney hazırlar ve bu deneye "itaat deneyi " adını verir.

Milgram ‘itaat’ deneyine başlarken, kafasında yahudi soykırımı vardı. Alman vatandaşları, milyonlarca yahudinin ölüme gönderilmesini nasıl sessizce kabullenmişti? Emir verilse, Amerikalılar da mesela aynı şeyi yapar mıydı?

Gazeteye verilen ilanla memurlar, öğretmenler, pazarlamacılar seçildi. Sabıka kayıtları olmayan bu insanlara ‘cezanın öğrenmeye etkisi’ üzerine deney yapılacağı söylendi. Hiçbir zorlama yoktu, sözlü telkin vardı. Dileyen, deneyi bırakabilirdi.
Hepsi bir saatliğine öğretmen olacaktı. Araştırmacı rolünde olan bir kişi de talimatları  verecekti.


Milgram, rastgele denek seçti. Otoriter bir kişinin bu deneklerden, düzeyi giderek artan zalimlikler yapmalarını istediği bir durumla karşı karşıya bıraktı. Deneyde ‘öğretmen’, öğrenci rolünü oynayan kişiye bir dizi sözcük soruyordu. Bilemediği yanıtlarda ‘öğretmen’den elektrik şalterini kaldırması isteniyordu. Her yanlış yanıttan sonra kaldırılan şalterde şokun etkisi artacaktı. Doz arttıkça ‘öğrenci’ rol gereği bağırmaya, sonunda yalvarmaya başladı. Aslında ses teypten veriliyordu yani kimseye elektrik falan verildiği yoktu!

Öğretmenlerin çoğu, titremeye ve terlemeye başladı. Fakat ‘araştırmacı’ onu teşvik ediyor, “lütfen devam edin, bir şey olmaz” diyordu.

Milgram, kimsenin 450 volta kadar çıkabileceğini düşünmedi. Ama deneye katılan kişilerin üçte ikisi itaatsizlik etmedi ve sonuna kadar gitti! Hatta kurban sessizliğe gömüldükten sonra bile şalterleri kaldırdılar.


Denekler, sırf ‘beyaz önlüklü biri’ onlara talimat verdiği için kurallara uymuşlardı!
Milgram’ın deneyi, ortalama bir insanın en zalim, en adaletsiz emirlere bile itaat ettiğini ortaya çıkardı.

Şikago’da yapılan bir başka araştırma da var: Kafese kapatılan Resus maymunlarının, yemek için bir zinciri çekmesi gerekiyordu. Ancak her zinciri çekiş, yan kafesteki maymunun şok yemesine neden oluyordu.
Ne oldu dersiniz? Maymunlar, kendi türdeşine acı çektirmektense açlıktan kıvranmayı seçti!(bu da sana kapak olsun insanoğlu,maymun diye aşağılarken bir daha düşünürsün)

Kıssadan hisse , İnsanlar ve özelde müslümanlar olarak insan beyni üzerinde daha çok  araştırma yapmak ve insan denen meçhulün ne menem bir şey olduğuna çok daha fazla kafa yormamız gerekiyor. İnsanı daha şefkatli ve anlayışlı kılacak ve tefekkür etmesini ve empati kurmasını sağlayacak nasıl yöntemler geliştirebiliriz diye araştırmalar yapmamız gerekiyor. Suçlu,işkenceci,üçkağıtçı,hırsız vs.yaftalarla karşıdakini yaftalamak çok kolay. Sen,ben onların yerinde olsaydık ne yapardık hiç düşünüyor muyuz?

Kitapta dedikodunun,gıybetin,hasedin ve atalara itaatin bu kadar şiddetle eleştirilmesine ve yasaklanmasına karşılık insanların bütün günahlarının affedileceği beyan edilmiştir. Yaratıcının insanın hamurundan ne denli haberdar olduğunun(doğal olarak) ve elbette bizlere karşı ne kadar merhametli olduğunun tekrar altını çizmek isterim. O yüzden hep tekrar ettiğim gibi ilk taşı günahsız olan atsın arkadaş bilgisayar başına oturup bilir bilmez şeyler karalayıp vebal almayın.Kendinize gelin. Klavye başında cihat yaptığınızı zannedip nefsinizi heder etmeyin azıcık kitap okuyun.

Hadi hayırlı cumalar...

18 Şub 2014

UYUŞTURUCU BARONUNUN EVİ


Meksikalı adı açıklanmayan bir uyuşturucu baronunun evine yapılan baskından bazı fotoğraflar servis edildi. (bu aralar aşina olduğumuz bir durum).Basın bu haberi,şoke eden fotoğraflar olarak verdi. Açıkçası ben şoke olmadım.Ne çıkması bekleniyordu acaba bir uyuşturucu baronunun evinden?! Evden Elmalılı Hamdinin tefsiri yada risale külliyatı çıksaydı o zaman şoke olurdum. Ne çıkmış evden; silah,para ve bir kısım vahşi hayvan(arslan,kaplan vs). Bu uyuşturucu baronu denen arkadaşlar nedense bu vahşi hayvanlara pek meraklı oluyor ? İlginç bir araştırma konusu. 


Evden milyarlarca nakit deste deste dolar çıkmış(habere göre 22 milyar$). Eh normal yani baron dediğin adamın evinden de 22bin dolar çıkacak hali yok o kadar para torbacının evinden çıkar çıksa çıksa.


Ne hikmetse bu uyuşturucu baronları hep Meksikalı. Aralarında Kolombiyalı, Panamalı, Honduraslı Ekvatorlu birkaç arkadaş var ise de büyük çoğunluk Meksikalı. Doğal galiba Birleşik Devletler ile bu kadar uzun kara sınırı olunca en kolay Meksikalılar yol bulup geçebiliyor Amerikaya. Bilinen 9 milyon bağımlı ,2 milyon eroinman milyonlarca esrarkeş var. Bu kadar adama mal lazım sen uyuşturucuyu yasaklıyorsun.Yasakladın diye adam içmekten vazgeçmiyor. Pasta da büyüyor doğal olarak(yaklaşık 400milyar $). Sadece daha pahalıya içiyor. 10 $ alacağı mala 100 $ ödemek zorunda kalıyor.


Halbuki serbest bırakılsa bu meret adam gibi vergilendirilse hem piyasa ucuzlar hem kontrolü kolaylaşır hem de yolsuzluk ve rüşvet çarklarını kurutursun ve pek çok insanın hayatı kurtulur.(baronlar cinayet işlemek zorunda kalmaz) 



18 milyar dolar kuzu gibi yatıyor
İsmi açıklanmayan bu arkadaş güzel evde oturuyormuş. Üstünde Meryem (sanırım)figürü olan altın kaplama tabancası var.İnançlıyız. Adam iş adamı kaç kişiyi istihdam ediyor kimbilir ? Kolay iş mi o kadar malı gizli yollardan Amerikaya sevketmek o paraları toplamak polise yakalanmadan. Adama bankaya da koyamıyor o kadar parayı ne yapsın evin bodrumuna yığıyor.Ekonomiye kazandırılamıyor işte bu kadar para adam vahşi hayvanlardan bahçe falan yapıyor eğlenmek için. Bu adamların önünün açmak lazım içeri tıkmak değil. Bu adamları yönlendirip legal girişimcilere dönüştürmeli. 

Yav ne acayip bir de şu Meksikalı olmak. Meksikalı oldun mu potansiyel suçlusun ? Halbuki adamı yoldan çıkaran sensin Amerika. Senin vatandaşların suça teşvik ediyor adamları. Alan suçsuz satan suçlu ne güzel mantık ! Kabahatli Meksikalılar oluyor gene. Uyuşturucu baronu diye yaftalanıyorlar ama kimse esrarkeş amerikalılar demiyor. Meksikalı olmak garip bir kader yav. 

Valla ben o odadaki resme bakakaldım. İnsan hayal edemiyor o kadar parayı adam üstünde uyuyor. Helal olsun.






17 Şub 2014

HEPİMİZ OROSPUYUZ

Bizim köyün sitesine (artık faal değil sanırım uzun zamandır bakmıyorum bir ara kapanmıştı maddiyat yüzünden) bir yazı göndermiştim(o zamanlar kuantum düşünceden habersizdim ve bu blog portakalda vitamin bile değildi). Yazı ile birlikte kendinizi tanıtan bir yazı daha gönderen deniyordu. Ben de kendimi , kendimce anlattığım biraz edebi bir özgeçmiş yazmıştım. Arkadaşlar öz geçmişimi yazı niyetine sitede yayınladılar. 

Haberim yoktu. Daha sonra yazın köye gittiğimde hiç beklemediğim birkaç kişi bu yazı sebebiyle beni kutladılar ve yazımı çok beğendiklerini söylediler. O zaman aynı kızım gibi utanmış ve bu anın mutluluğunu çıkaramamıştım.Fakat çok mutlu olmuştum. Aynı mutluluğu ve utanmışlığı askerdeyken yazdığım mektupları komşu kızlarına okutan arkadaşın komşu kızlarının beni tanımak , bu mektupları yazan kişiyle şahsen tanışmak istediklerini söylediğinde de yaşamıştım.

Düşündüm de beni bu hayatta en çok ne mutlu etti diye aklıma gelenler yazma yeteneğimle ilgili aldığım geri bildirim anlarıydı .Çok sevinçli zamanlarım oldu hayatta ama en çok yazdığım zamanlar mutluydum. Bir de iddaadan tam ihtiyacım olduğunda kazandığım ikibin lira beni çok mutlu etmişti. Kazanma duygusu müthiş bir duygu,orgazm ötesi.

Yazmak, bir lanet gibi. Mutlaka okunmak istiyorsun. Niye hayatta ne yaptıkları piç umurunda olmayan adamların seni okumasın istersin. Garip ama istiyorsun. Evet okunmak istiyorum.Hep birilerine yazıyorsun hiç tanımadığın birilerine.Hiç dokunmadığın hiç dokunmayacağın birilerine.Sokakta görsen tanımayacağın birilerine.

Sonrada para için yazmaya başlıyorsun. Hatta kalemin satılık hale geliyorsun. Hatta emirle yazıyorsun. İşin sonu orospuluk yani.

Hepimiz orospuyuz.

14 Şub 2014

CİNSELLİK VE ESFELİ SAFİLİN-TESTOSTERON İLE DMT HORMONU ARASINDA KALMAK

Tin süresinde Allah ;biz insanı en güzel kıvamda yarattık ve sonra onu esfelisafiline çevirdik ancak iman edip iyi işler yapanlar hariç buyurmaktadır.

Klasik tefsirciler bu ayeti Adem ile eşinin cennetten dünyaya atılması olarak yorumlamaktadır. Modern tefsirciler arasında bu yoruma karşı çıkanlar olmuştur ve biz acizane bu modarn yorumcuların yanında duruyoruz. Benimde katıldığım görüş Adem ve eşinin dünyada yaratılıp korunaklı bir bahçede iskan edildiği ve yasak meyve olayından sonra bu bahçeden çıkarılıp kaderleriyle baş başa bırakıldığı görüşüdür. O yüzden esfeli safilin tanımlamasını dünya olarak değil cinsiyet hormonlarının işlevsel hale gelmesi olarak yorumluyorum. Çünkü Araf-22 de ; adem ve eşinin yasak meyveden tattıklarını ve bu tatma olayından sonra birbirlerinin cinsel organlarını (sev'atuhuma olarak geçen bu tabir arapçada hem ön hem arka organları yani penis-vajina ve anüsü tanımlar) farkettiklerini ve bunu örtmek için bahçedeki yaprakları yapıştırdıklarını beyan etmektedir.

Yani Tin süresinde ifade edilen esfeli safilin tabiri Araf 22 de açıklandığı üzere insanın cinsiyet hormonlarının faaliyete geçmesidir. Gerçekten düşünürsek ergenlik öncesi ve sonrası bedensel ve ruhsal olarak ne kadar değiştiğimizi açıkça görürüz. Zaten mümeyyiz olmak ve dini emirlere muhatap olabilmek için ergin olmak yani dişi ve erkek olmamız gerekmektedir.Cinsiyet hormonları bedenimizi değiştirdiği gibi beynimizi de değiştirir ve hayata bambaşka gözlerle bakmaya başlarız. Bizim imtihan dediğimiz şey cinsiyet hormonlarının çalışmaya başlamasıyla başlar.Ondan önce çocuğuzdur ve hiç bir sorumluluğumuz yoktur.İnsanlık dediğimiz şey testosteron ve östrojenin ürünüdür.

Yasak meyve ile sadece cinsiyet değil genişletici bir yorum ile yeme içme ve boşaltım sistemlerininde faaliyete geçtiğini varsayabiliriz. Yani dünyevi ve hayvani bütün fonksiyonlarımızın harekete geçmesi o yasak meyveden vucuda yayılan proteinlerle gerçekleşmiştir. Yasak meyve insanı hayvanlaştıran(yani bildiğimiz anlamda yaşam formu) bir mekanizmadır aslında. 

Ayetin açık anlatımıyla bu hayvanlaşma o kadar güçlüdür ki insan hüsrandadır-kaybetmiştir. Burada imtihanın ne kadar çetin olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü hayvanlaşmadan insanlaşmak mümkün değildir ve iki ucu keskin bıçak (sırat) üstünde durmaya benzer.

Burada enteresan bir durum söz konsudur.Kundalini yogacılar bu yasak meyve olayı ile epifiz bezindeki en üst ruhaniyetten cinsiyet hormonlarının salgılandığı en aşağıdaki cinsel bezlere düştüğümüzü ve yeniden cinsel bezlerden epifiz bezine doğru enerjimizi yükseltmemiz gerektiğini söylerler.Göz ardı edilmeyecek bir bakış açısı.

Bilimsel olarak baktığımızda epifiz bezi ile cinsiyet bezlerinin birbiriyle ilişkisi kaçınılmazdır.Epifiz bezi cinsiyet hormonlarının salgılanmasını engelleyen aynı zamanda da vakti geldiğinde bunların salgılanmasını sağlayan bezdir. Epifiz bezi üçüncü göz ve göksel olan manevi olanın idraki ve hissedilmesi  yani tanrısal olanın anlaşılması ise cinsiyet bezleri de dünyevi yaşamın devam edebilmesi için bize gereken hayvani yönümüzü sağlamaktadır. Yani biz ilk önce en mükemmel olan epifiz bezi seviyesinde var ediliyoruz,ilhamlara son derece açık ve salt veri toplayan ve işleyen mükemmel bir alıcı beyin. Daha sonra cinsiyet hormonlarının harekete geçmesiyle bütün hissiyatımız aklımız fikrimiz apış aramıza kayıyor ve çoğumuz orada kalıyoruz. 

Bütün mevzu testosteron hormonu ile DTM(dimetiltriptamin) arasındaki dengeyi kurmak. Testosteron hormonunun bütün bünyeyi ele geçirdiği günlük hayatımızda özellikle geceleri testosteron hormonumuzun etkisezleşmesiyle epfiz bezimizi kullanmak ve testosteronumuzu kontrol edebilmeyi öğrenmek. 

Yani mü'min olmak için apış aramızdan üçüncü gözümüze kanatlanmak gerekiyor. Emredilen amellere baktığımızda hepsinin bu cinsiyet hormonlarını kontrol amaçlı olduğunu görürüz.

Fillerde genç erkeklerin buluğa erdiği mas döneminde bu azgın erkekler başıboş bırakılır ve çok katı bir hiyerarşi ve kurallar silsilesi olan sürüde bunlara kimse ilişmez.

Ergenliğe girmiş bir erkeğin(insanları kastediyorum burada filleri geçtik) aynen fillerde olduğu gibi ne kadar azgın olduğunu düşünsenize.Delikanlılık denen bu dönemde kişinin makul olması ve emirlere uyması ne kadar zordur. 

Cinsellik sandığımzdan çok daha önemli ve derin. Cinsellik seks demek değil sadece hayat demek.

13 Şub 2014

İMANSIZ MÜSLÜMANLARIN MEKKE'YE PİSLEMELERİ HAKKINDA

Yıkılasıca kibir abidesi Zemzem Towers


Şehir ve kent dedik ya. Bu nasıl bir kepazeliktir.Bir mü'min bunu nasıl içine sindirir. Müslüman kafası nereye gelmiş. Allah bu işe razı olur mu? Ya kendi evini alır oradan ya da o kibir abidesini.Bu Kabe'ye Allah'ın Evi'ne reva mıdır? Bu nasıl soysuzlaşma,vicdansızlaşma medeniyet ufkunu kaybetmedir ? Kabe'ye tepeden bakma cür'eti nasıl bir şeytani ruha bürünmedir,Allah'a meydan mı okuyoruz İblis gibi.

Gerçek mü'min Kabe'ye gitmez bu kepazelik orada durduğu sürece. Tavrını koy müslüman ? Kendi kulaklarımla duydum " eh ne güzel işte mis gibi Kabe manzaralı odada kalacağım ne var bunda" diyen ve bu halet-i ruhiye ile Mekke'ye giden arkadaşa buradan YUH sana diyorum. Bu kadar aklını izanını yitirmiş. Bu müteahhit müslümanlığının sonu iyi değil.Bu saygısızlığı müşrik yapmazdı Mekke'ye emir olsa.

Bu rezillik buna ses çıkarmamak ayrı rezillik.Buna karşı gelmenin en basit yolu gitmemek abicim. Müsümanlar müslümansa(gördüğüm kadarı ile kimsenin umurunda değil) bir seneliğine hacca ve umreye gitmesin o otel ucubesi yıkılana kadar bak kapitalist müslüman bozması Suud nasıl yola geliyor. Bunların Allah korkusu yok ama parayı severler.Sevdiğini elinden alacaksın. 

Medine için de buna benzer kepazelik düşünüyorlar. 

Bu Zemzem Towers (ismini zemzem koyunca oluyor değil mi,merak etmeyin bizdeki çarpık müslümanlarda da aynı kafa var) ta m2 fiyatları 80-150.000 $ arasında değişiyor.

Hacca mı gidiyon yoksa maça mı gidiyon hacı ? Ne yaptığından haberin var mı? 

Zenginin ahlaksızı böyle olur işte. Her şeye tepeden bakmayı hak görür kendinde.

İblis Kabe'yi tavaf edince hacı oluyor mudur saygıdeğer aptal müslümanım?

Dön bak kendine o Kabe manzaralı odandaki altın kaplama aynaya,kime benziyorsun ?

İçindeki iblisi görmediysen sıkıntı yok hacı abi sen dönmeye devam et...


KENTİ DURDURA(MAYA)N ŞEHİR










"Öyle bir bina yap ki ,güneşimin önünde gölge etmesin;öyle bir yol yap ki ,karıncaların rızık yürüyüşleri üzerinde meşin ökçe olmayayım.Öyle bir pazar kur ki ,sattığım mal işsiz bırakmasın  seni;anasından hür doğmuş adamı maraba kılmasın,dünyayı yese doymaz obura.Öyle bir akit ki menfaatim senin irezilliğin olmasın,diyenlerin diyarıdır.Şehir böyle bir şey olmaktır"


"yaşanılabilir her yerin kapitalistleştirilmesi anlamına gelen kentleşme/yapılaşma/betonlaşma mülkiyetin halktan ayrıştırılma işlemidir."

"stadyum inşaa eden müslüman topluluk toplum olamaz,kitle olur ve seküler bir dindarlığı içselleştirir"

Modern şehirler insanlara dini gerekleri yerine getirememeyi ve insani duygularla hareket etmemeyi hoş gördürüyor diyen Lütfi Berger Kenti Durduran Şehir ile tehlikeye dikkat çekiyor.

5 Şub 2014

BU KADARDA ALLAHSIZ OLUNUR MU?

Dün İsmail Kılıçaslan köşesinde yazdı ayrıntıları oradan okuyun. Yalnızca şu soruyu soracağım; babasının kazandığı paranın haram olduğunu çünkü akpli olduğunu ve akpninde hırsız olduğunu beynine soktuğun çocuğun babasının evinde yemek yemesini engelliyorsun da haram olduğu gerekçesiyle aynı adamın dershane ücreti olarak oğlunu eğitmek için verdiği parayı alırken o para haram olmuyor. Bu nasıl bir hükümdür? 

Bir keresinde Pkk evine yapılan taziye için canlı yayına bağlanıp Ülke Tv nin mümtaz en en sıradışı gündemcisi Turgay Güler'e ve onun şahsında program katılımcılarına şöyle demişti Sırrı Süreyya Önder ya ; siz ne ara bu kadar allahsız oldunuz? 

Ne ara bu kadar allahsız oldunuz ?

AŞIKSAN ASLA EVLENME

Doris Day ve Rock Hudson
60-70'li yıllarda Doris Day-Rock Hudson'ın oynadığı bizde Gülşen Bubikoğlu-Tarık Akan gibi değişik versiyonları çekilmiş "aşk" filmleri pek modaydı. Bu filmlerin ana teması hiç değişmezdi; erkek kahramanımız film boyunca kadın kahramanımızın peşinden koşar, arada ilişkide gerilim yükselir kadın kahramanımız gösterir vermez böyle böyle filmin sonunda nikah masasından balayı odasına girilen sahne ile "mutlu son" biterdi. 

Pamuk Prenses hikayeleri de buna tuz biber ekince son kırk yılda romantik bir kız nesli yetişti. Nikah ile birlikte pembe panjurlu evlerinde mutlu mesut yaşayacaklarını sanmaya başlayan bu nesil bütün merasimleri de ters yüz ederek batı apartması ucube nikah törenleri icat etti.

P.tesi gecesi Okan'ın programının konusu boşanmaydı. Üç saat esir etti beni hasta halimle,kopamadım yayından.İzlemeyenlere netten izlemelerini öneririm,özellikle yeni evli arkadaşlar istifade etsin.

Okan evlilik bir durumdur dedi. Evliliğin başında hep duygu var oysa evlilik akıl işi ve çok ciddi. Biz daha en başından şaka gibi evleniyoruz. Gülüyoruz,eğleniyoruz hopluyoruz zıplıyoruz şaka gibi geliyor. Evlilik halbuki çok ciddi bir iş. Evlilik mutluluk kaynağı filan değil aksine berbat bir şey. Bakıyorumda genç kızlarımızın evlilkten çok beklentisi var.Evllikten bir beklentin olmayacak. Evlilik sıkıcıdır,zordur iki birbirine benzemez insanın aynı çatının altında yaşaması bile mucize.Hep duygu var ay ben çok aşığım ayılıyorum ona bayılıyorum buna  yahu bir dur evlenme aklın başında değil zaten. 

Okan buna benzer tespitlerini program boyunca yaptı ve proğramın sonuna doğru uzun uzun söylediklerini toparlarken katılımcılardan bekar avukatımız Gizem Tan (katılımcı avukat hanımlarımızın hepsi de bekardı ?!) ; peki Okan bey duygular dedi. Okan da yav ne duygusu evlilik bir durumdur 657li olmak gibi bir şeydir duygunun ne işi var evlilikte. Evlilikte görevler vardır ve görevlerini yaparsın dedi. Avukatımız ; valla evlilikten soğudum dedi. Güzel bir tespit yaptı Okan; eğer adam ya da kadın seninle bilmem şu kadar zaman seninle sevişmez ise mahkemeye gidince hakim seni boşar mı ? Boşar.Yani sevişmek bir duygu değilmiş bir görev miş. İnsanların evlenmeden önce ne yaptıkları ile ilgili çok ciddi uyandırılmaları gerekiyor dedi.

Evet beyni romantizmle yıkanmış bir kuşak üyesi olarak Okan'ın söylediği şeylerin hepsinin altına imzamı atarım. 

Aşıksanız evlenmeyin asla evlenmeyin. Evlendikten sonra aşık olun sıkıntı yok ama aşık olduğunuz kişi ile evlenmeyin ve çocuk yapmayın. Bırakın akıl başa gelsin kendinizi bir tanıyın.

Proğrama katılan psikoloğun tespitini de paylaşayım; şunu gördüm diyor çiftlerin evlenme sebebi genelde boşanma sebebi de oluyor. Adam çok rahat ve eğlenceliydi çok muhabbetti evlendim. Şimdi de boşanmak istiyorum çünkü adam çok rahat hep gezmede tozmada aklı fikri. Zaten bu sebeple evlendin sen onunla.

Bir de Okan'ın şu tespiti çok doğruydu; ta bebekliğimizden beri beynimize yüklenmiş bir evlilik proğramı var ve bu evlenmeden açılmıyor ve içinde ne olduğunu bilmiyoruz.

Evlilik dünyadaki en ciddi müessesedir ve evlenirken de çok ciddi olunmalıdır vesselam.Şapkanı önüne koyup düşüneceksin.Hoşlandım ben çok hoşuma gidiyorla evlenilmez o duyğuyla seks yapılır ama evlilik ıı.  

Not:proğramın tamamını aşağıdaki linkten seyredebilirsiniz.

http://tv.haberturk.com/programlar/video/okan-bayulgen-sunar-bosanma-ve-etkileri-1/110399

3 Şub 2014

ORGANİZE KOYUNLAR

Bizim oğlan pek seviyor onunla birlikte izlerken bende müptelası oldum. Oğlumla aynı zeka yaşında buluşmamız da enteresan tabiki.Gerçi söz olmadığından hareketli görüntüler o yaşlarda çocukların ilgisini çekiyor sırf hareket ve müzik istiyorlar.

Yalnız bu koyunlar pek matrak. Gayet organize bir sürü. Bekçi köpeğimizde pek afilli. 

Olaylar küçük bir çiftlikte geçiyor. Şişe dipli gözlükleri olan yalnız yaşayan bir çiftlik sahibimiz var. Koyunlarımız zeki olarak temsil edildiğinden pek bir aptal kurgulanmış. 

Bekçi köpeğimiz küçük patron edasında. Ben bu sürüyle vakit kaybedecek köpek miyim ah ah modunda. Kontrolü sık sık kaybediyor zaten. Yeri geldiğinde de koyunlarla iş birliği yapmaktan çekinmiyor.

Koyunlarımız ise muhteşem. Koyun postundaki yaramaz veletler gibiler. Özellikle çete başı koyunumuz. Bütün eylem planlarını o çiziyor.

Olaya bir kedi dahil oldu. Fakat pek sevilmiyor kendileri.

Sessiz filmleri hatırlatıyor bana. Bir de Oscar çöllerde başlıyor Shaundan sonra bayılıyorum ona da.
Not: Haftasonu çok kötüydüm hala öyleyim. Yorğan döşek yattım. H3N2 midir nedir.Kustum ya aylar yıllar sonra.O yüzden kısa kestim.

Bu arada Kılıçdaroğlunun kızı Vakıfbanktan istifa etmiş özel sektörde çalışmak istiyormuş galiba artık. Eh,aklın yolu bir.