29 Ara 2009

VOLVO YA DA HAYAT

Volvo S 80 min krem rengi koltuğundayım.Arabanın dışındaki dünyanın sesi kayboldu. Bir orgazm anındaki haz sıçraması gibi tüm duygularım küntleşti , ne arabayı ne kendimi hissediyorum. Kendine ait bir dünyanın kralısın. Arabanın kapısını kapatıp kontağı çevirdiğinde fermanlarını koşulsuz bir itaatle yerine getiren kullarının üstündeki hükamranlığının gücünü hissediyorsun adeta. Güç ve gurur.

Volvo size sadece bir araba değil bir hayat sunar sloganı tam da bunu ifade ediyor.

volvo s80 ile ilgili görsel sonucu

23 Eki 2009

Sevgili Dostum Muhammed'e

Sevgili dostum Muhammed için hatırladığım kadarı ile tramvay durağı ayaküstü muhabbetinden esinlenerek yazılan bir yazıdır,yazıya geçsin diye.

Sevgili dostum hayatta her şey olması gerektiği gibidir.Ve herkes de nasılsa öyledir.Ve bunun böyle olduğunun gerçekten idrakine vardığında yepyeni bir boyuta geçersin.

Artık yaşadığının gerçekten bir hayat olduğunu anlarsın ve dünyanın bir kurgu ve oyun alanı olduğunu. Sana dediğim gibi artık kimseye kızgın olmazsın başına gelen herşeyin ve yaşadığın her şeyin bir anlamı olduğunu kavrarsın. Bunlar bana ne öğretmek istiyor ya da nasıl bir deneyim elde ettim diye bakarsın artık olaylara ve kişilere.

Mutlusun.Mutlusun çünkü yaşıyorsun ve öğreniyorsun. Mutsuzluk senin kafandaki korkulardan kaynaklanır.Yaşayamazsın yaşamak istediklerini çünkü ayakların ellerinde kelepçelidir.

Özgürlük nedir biliyormusun dostum? Kendi hayatının sorumluluğunu almaktır.Ne kadar sorumluluk alırsan o kadar özgürleşirsin. Sorumluluk aldıkça kendini o kadar tanır ve seversin. Ve mutlusundur artık. Sahip olduğun tek şeyin kendi hayatın olduğunu anlamışsındır çünkü.

Korkuyorsun..Ama cesaretin var..İlerlediğinde orada kendine sarılacaksın yıllardır seni bekleyen sana..

Sevgiyle kal dostum...


1 Eki 2009

SEN ONUN TIRNAĞI OLAMAZSIN

Normalde bu blogda günlük gazete dilinde ekran eleştirisi yapmak gibi bir niyetim hiç olmadı ama son birkaç gündür devam eden İmamı Azam tartışması üzerine bir şeyler yazmasam rahat edemeyecektim.Zaten dün Cemel Vakası başlıklı iktibası da biraz bu niyetle paylaştım.Anlama gayreti ve anlamama inadı üzerine fikrimizi beyan etmek adına..

Malum Yaşar Nuri Hocanın İmamı Azam kitabı yayınlandı geçen ay sonunda.Salı gecesi ÜLKE TV de Sıradışı programında Hocayla birlikte Abdülaziz Bayındırın katıldığı programda (bir katılımcı daha vardı ismini hatırlayamadım) bu minvalde mevzuu enine boyuna konuşuldu.Asıl meselem ertesi akşam gazeteci Mehmet Ali Bulutun;'enaniyeti burnunu aşmış buhariye niye inanayım diyor.Ben sana niye inanayım.Sen İmamı Azamın tırnağı olamazsın.'gibi bir laf etti.Mehmet Ali Bulut ruhun deşifresi adlı kitabından çok istifade ettiğim güzel bir insan.Yaşar Nuri Hoca hakkında da kendimce fikirlerim var o ayrı mesele.

Asıl beni isyan ettiren bu geçmişe ait kutsama ve onları başları göğe değen yarı melek yarı insan varlıklar kabul etme sapkınlığı. İmamı Azam'ın üstüne sen laf mı söylüyorsun sen buhariyi mi tartışıyorsun sen kim oluyorsun da ebu hureyreye laf mı söylüyorsun dallamalığı. Yani Mehmet Ali beyden böyle bir sapkınlık beklemiyordum açıkçası.Bu aklı ve hayatı dışlama ve geçmişi putlaştırma fikriyatı müşriklik değil de nedir?

Bu topraklar daha ne kadar bekleyecek kişileri değilde fikirleri tartışabilir hale gelebilmek için.Müctehidlik okulu mu vardı da bizim haberimiz yok?

İyi ki Yaşar Nuriler var da insanlar başka hayatlar mümkün fikrine alışıyorlar. Ha bir de ilk programda Abdülaziz Bayındır içki meselesi konuşulurken arada (zaten o yüzden osmanlı sarayında içki su gibi içiliyordu)dedi.

BU gece de Sıradışı programında tarihçi Erhan Afyoncu vardı bu meseleyi konuşmak üzere. Bu aptalca savunma refleksi de midemi bulandırıyor açıkçası. İnsanı ıskalayan hayatı ıskalayan AKLI ıskalayan bu avam tavrın ekranlarda aklı başında varsaydığımız kişilerin yapması karşısında ne diyelim bilemiyorum.

Turgay Güler sana iyi geceler diliyorum ....

30 Eyl 2009

CEMEL VAKASI AKIL TUTULMASI

Aşağıdaki yazı Aksiyon dergisinden iktibastır.Ufuk açması için anlayanlara ithaf olunur...




YAZARLAR
Ahmet Turan Alkan t.alkan@zaman.com.tr YAZARLAR
Cemel Vak'ası
Sayı: 500 / Tarih : Mon Jul 05 00:00:00 EEST 2004

Dine ait olanla siyasete olanın ayrıştığı yer: Cemel Vak'ası. Dinen sevip saydığımız kişileri, bu çatışmadaki rollerinden ötürü yargılamasak bile "anlamaya" mecburuz, zira anlamak insânî bir şeydir; inanmak ise imanla ilgili. Bugün Cemel Vakası'ndan bahsedeceğiz;






bu hadisede göreceğimiz örnekler, "kutsal" olan ile "siyasi olan"ı birbirinden tefrik etmemiz için son derece önemli ibretlerdir. Cemel Vakası diye bilinen hadise, Hicret'in 36. yılında cereyan etti. Hazreti Ali hilâfet makamını henüz devralmıştı ve Şam Valisi Muaviye'nin muhalefeti yüzünden devlette iç sıkıntılar had safhadaydı. Ne var ki Hazreti Ali'ye muhalefet edenler arasında Hazreti Aişe de bulunmaktaydı ve hac farizasını ifa için gittiği Mekke'de Hazreti Ali'nin hilâfete geçtiğini duyunca, "Aşere—i Mübeşşere"den yani sağlığında Efendimiz'in cennetle müjdelediği on sahâbeden Talha ve Zübeyr ile ittifak ederek büyük miktarda ordu ve mühimmat toplamaya başladılar. Ciddi kaynaklar Hazreti Aişe'nin muhalefetine sebep olarak Hazreti Osman'ın kanını dava etmesini gösteriyorlar (İbnü'l Esir, El Kâmil, 3. C., s. 210 vd.; İslâm Ans. "Aişe maddesi, C.1).

Hadise Basra civarlarında oldu. Cevdet Paşa, "Kısas—ı Enbiyâ"sında Hazreti Ali'nin çatışmadan önce Talha ve Zübeyr'le görüşerek, "Mukateleye hazır olmuşsunuz amma huzur—ı Bâri'de bir özür ve sebep hazır ettiniz mi? Ben sizin din kardeşiniz değil miyim?" diye sorduktan sonra Talha'ya hitaben, "Kendi haremini hanesinde terk ile Resûllah'ın (s.a.v) haremini buraya getirip de onunla birlikte mukatele mi edeceksin?" demesi üzerine Talha'nın bu sözleri makul görerek nedâmet getirdiği kaydediliyor. Zübeyr'e de aynı şekilde hitab eden Hazreti Ali, neticede bu iki mühim şahsiyeti ikna etmişse de Cevdet Paşa'ya göre oğulları cenk üzerinde ısrar etmişlerdir.

Paşa bu noktada ilginç bir tahlil yapıyor; aynen okuyalım:

"Pederler barışmak istiyor, oğulları râzı olmuyor. Doğrusu bu ki, insana mal ve evlâdı büyük fitnedir. Eshab—ı kiram, kendilerini haklı zannederek mukatele ettiklerinden ictihatlarında hata etseler bile ma'zûr olurlar. Amma dünya için cenk eden sair nâs, zâlim oldukları halde maktul olurlar."(Kısas—ı Enbiyâ, Bedir neşriyatı, C.1, s. 516)

Buraya bir balmumu yapıştırdıktan sonra hâdiseleri izlemeye devam ediyoruz:

Harp yerinde toplam 50 bin civarında savaşçı karşı karşıya geldi; her iki tarafta da o güne kadar İslâm'a gayret ve hamiyetleriyle gönül ve baş koymuş insanlar vardı ve gariptir ki iki ordu karşı karşıya gelmesine rağmen barış için müzakereler devam ediyor ve kimse savaşa pek ihtimâl vermiyordu. Cevdet Paşa ve İbnü'l Esir çatışmanın başlamasını aynı sebebe, yani "İbni Sebe" isimli, İslâm tarihinde münafıklığı ile şöhret bulan bir adama bağlıyorlar. Yani her iki tarafa da sızan Sebe taraftarları, birbiriyle savaşmaya pek de istekli görünmeyen askerleri kışkırtarak kıvılcımı çaktırmışlar ve ardından harb kızışmıştı.

Bu izah tarzı, hadisenin garipliğine akıl yoranları tatmin edecek bir bahâne ortaya koyuyorsa da tarihi açıdan hayli su götürür tarafları vardır. Bu noktada bana göre en mükemmel kritiği yapmış olan Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi'nin "Tarih—i İslâm" isimli eserine müracaat edeceğiz (Bu eser Ziya Nur Aksun Beyefendi'nin kıymetli zeyilleri ile Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanmıştır; 2. baskı, 1984). Filibeli aynen şöyle yazıyor:

"Bu garip halet—i ruhiyenin sebebi neydi? İslâm tarihçilerinden yaşlı olanlar, bu gibi mühim bahislerde hiçbir tenkid dermeyân etmeyip 'ihtilâf—içtihad' terkibiyle kanaat ediyorlar. Müfrit Şiilerle müfrit Hâricîler ise 'tekfir ve tel'in' gibi ilim ve fenle kabil—i te'lif olmayan kabalıklarla işin içinden çıkıyorlar. Şu halde tarih yazılmış olmuyor (...) Dermeyân edeceğimiz muhakemelere 'itikadi bir kıymet' verilmemesini ihtar ederiz. Aşere—i Mübeşşere'den olan zâtların Peygamber'e ve dine olan samimi büyük hizmetleri ve Peygamber'in rızâsı sebebiyle Allah indinde mağfur ve makbul olmaları başka şey, hareketlerinin ve sebep oldukları vak'aların tarihi düsturlar mucibince muhakemesi yine başka şeydir. Cemel muharebesini meydana getirenlerin ortaya attıkları sebep, hiçbir vakit kabul edilemez. Onlar muharebeyi şu sebepten biriyle yapmışlardı: Ya Osman'ın katledilmesi keyfiyetinde Ali'yi methaldar gördükleri için, veyahut da şahsi garazları (s.254)."

Sair ayrıntılara girmeden haber vermeliyiz ki Cevdet Paşa'ya göre bu harpte her iki taraftan onbin civarında "maktul" vardır. İbnü'l Esir de aynı rakamı tekrar ediyor. Mübalağalı bile olsa bu rakam müthiştir; zira çatışmanın galibi Hazreti Ali, her iki tarafın maktullerini de namazlarını kıldırmak suretiyle defn ettirmiştir.

Bu hadisede Müslümanlardan başka kimse ölmemişti.

Bu trajik çatışmanın sebepleri arasında bir tane olsun itikadi ve imânî bir mesele yoktur; mesele tamamen siyasidir ve öylece anlaşılması gerekir. Hazreti Osman dahi tamamen siyasi bir ihtilaf neticesinde katledilmişti; Sıffin Harbi de öyledir. Ne var ki sözü edilen hadiseler, aynı zamanda İslâm devletinde ilk siyasi muhalefet hareketlerinin ortaya çıkmasına ve fırkalaşmasına da zemin hazırlamıştır. Siyasi olanla dini olanın iyi tefrik edilmemesi neticesinde, bu dönemde başlayan tefrikalaşma, sonraki yıllarda itikadi ayrılışların da sebebi olmuştu.

Şimdi balmumunu kazıyarak Cevdet Paşa'nın, pekçok insan tarafından paylaşılan hükmüne dönelim: Paşa, "eshâb—ı kirâm"ı, birbirleriyle mukatele etseler bile davranışlarında ma'zur görüyor. Fitneye sebep olmamak ve yeni anlaşmazlıklara yol açmamak için "idare—i maslahat" olsun diye verildiği anlaşılan bu hükmü doğru bulmuyorum; siyasi olan, siyasetin çerçevesi ve insani kıstaslar içinde değerlendirilmelidir; dini olan ise dinin gerektirdiği bir hürmet ile. Üstelik Cevdet Paşa bununla da iktifa etmeyerek, bütün yaptıkları emri altında bulundukları kişilerin komutasına itaat etmek olan sair Cemel maktullerini de, "dünya için cenk eden sair nâs, zâlim oldukları halde maktul olurlar" diyerek meseleyi büsbütün karmaşık hale getiriyor. Öyle bir çatışma ki, harbi çıkaranlar ve yönetenler mâsum, ölenler mes'ul!

Oysa ki meseleye insâni, ilmî ve siyâsî bir noktadan soğukkanlılıkla bakıldığında zihin karışıklığına yer kalmıyor; her siyasi hadisede yanılanlar olduğu kadar isabet edenler, sorumlular olduğu gibi bîgünâhlar da vardır. Dinen sevip saydığımız kişileri, bu çatışmadaki rollerinden ötürü yargılamasak bile "anlamaya" mecburuz zira anlamak insânî bir şeydir; inanmak ise imanla ilgili. Tarihi ve siyasi olaylara anlamak için yaklaşmalıyız, imân tazelemek, hubb ve buğz duygularını pekiştirmek için değil.

İBRET

Bazı okuyucular, geçenlerde Muaviye'den bahsedilen bir yazımda niçin saygı icabı "Hazret" sıfatını kullanmadığımı yadırgadıklarını belirttiler; gerekçeleri Muaviye'nin "sahâbe" olması idi. Bir okuyucum ise sahâbelerin durumunu, "Velinin ve sonraki ümmetlerin en büyüğü, sahabinin en küçüğünün bindiği atın burnundaki toz zerresinden daha aşağı derecededir" sözüyle niteliyordu.

Bir meseleye ilmi bakış, tarihi figürlere lânet okumayı veya hürmette ifradı gerektirmez. Bu yazıda bazı sahâbelerin siyasi görüş farklılığından ötürü nasıl kanlı olaylara sebep verdiğini gördük ve elbette onların kendi zamanlarına ait siyasi görüşlerini dinin bir rüknü gibi kabullenmeye mecbur değiliz. Ümid ederim ki kaba hatlarıyla anlatmaya çalıştığım bu hadise "dini olanla siyasi olan" arasındaki tefrikten ne anlaşılması gerektiğine dair bir ibret olabilmiştir.
Ahmet Turan Alkan
Ahmet Turan Alkan

28 Eyl 2009

HAKİKAT USTA BİRAZ HAKİKAT

1.Hakikat:

Övülmeye layık olan ancak ve ancak alemlerin rabbi olan ve rahman ve rahim ALLAH a özgüdür.

2.Hakikat:

Hepimiz ölümü tadacağız.

3.Hakikat:

Hayat bir Truman Show dur.Yaşadığımız dünya bir dekordur.Ölmeden önce ölün demek bunu anlayın demektir.

4.Hakikat:

İnsan cahil,zalim,nankör,sabırsız ,unutkan ve inatçıdır.Bu sebeplerden hakikatı
anlayamayacaktır.

5.Hakikat:

Kelam düşünce,düşünce hayattır.Düşünmek en büyük insani eylemdir.

6.Hakikat:

İnsan öğretilmekten nefret eder. O sebepten insan olamamaktadır.

7.Hakikat:

Merhamet varlıktaki ve yeryüzündeki en belirleyici duygudur.Merhamet olmasaydı yeryüzünde canlı kalmazdı.Çünkü o zaman adalet gerekirdi adalet de hiçbirimizi sağ bırakmazdı.

8 .Hakikat:

Hayatta her şey olması gerektiği gibidir.Başka türlü olabilecek olsaydı başka bir evren olması gerekirdi.

9.Hakikat:

İnsanın ilk vazifesi unutmaktır.Unutmayan hatırlamak için uğraşmaz.Hatırlamayan bilmek için uğraşmaz.Bilmek için uğraşmayan olmak için uğraşmaz.

10.Hakikat:

Düşüncelerini değiştirmediğin takdirde hayatın da değişmeyecektir.

11.Hakikat:

Düşünmek isyan etmektir.

12.Hakikat:

Bir elmayı elma yapan elma ağacı değildir.Onun elma olduğunu söylemektir.

13.Hakikat:

Şeytan bizim vesveselerimizden başka bir şey değildir.Bir insanı kendisinden başkası kandıramaz.

14.Hakikat:

Korktuğumuz şey başımıza gelir.

15.Hakikat

Kapitalizm denilen şeyi alt edecek bir silah yoktur.Çünkü o silahı da sana o verir.

16.Hakikat

İktidar duygusu yüzüklerin efendisidir.İktidar olma hissi diğer tüm değerlerle birlikte insanın kendisinide yutar.(burdaki iktidar ehl-i aklın hemen anladığı gibi hayatın içindeki tüm iktidar alanlarını kapsar)

17.Hakikat

Hayattaki en büyük sır şudur; ihtiyacın olduğunu düşündüğün müddetçe muhtaç kalırsın.

18.Hakikat

İstemek (seçim yapmak aslında) için burdayız.

19.Hakikat

İnsan hakikate anne ve babasının yolundan varamaz. Mutlaka kendi yolunu inşaa etmek zorundadır.

20.Hakikat

Özgürlük olmadan seçim olmaz seçim olmadan hayat olmaz. Hayat bir seçimdir. Her şeyi biz seçeriz.

21.Hakikat

Para metafiziktir,maddi değil manevidir. Onun satın alma gücü olduğuna inanırız inancımızı kaybettiğimiz anda hiçbir değeri kalmaz. İnanç olmazsa evren bir materyal çorbasından başka bir şey değildir.

22.Hakikat

Sorumluluk ile özgürlük paralel ilerler.İnsan sorumluluk aldıkça özgürleşir, özgürleştikçe sorumluluk alır. Sonunda Yaratıcının parçası olur.


27 Eyl 2009

ÖZLEMEK SEVDİĞİNİ

Kızımdan ve eşruhumdan ayrıyım bir haftadır (yaklaşık).Uzakta olmak aslında yakında olmak oluyor biraz düşününce.Ne kadar yakınında ve içinde olduğunu uzaklaşınca fark ediyorsun. Uzaktan bakmak kendine bakmak , ellerini ve tuttuğun şeyi görmek için.

Özlemek dediğin bir farkındalık eşiği. Sahip olmadığını anlamak sahip olamayacağını.Paylaştığın şeylerin zaman,mekan ve yaşam değil yolculuk olduğunu görmek.Elinde olan tek şeyin onun eli olduğunu farketmek. Maveraya kadar sadece o elin seninle gelebileceğini bilmek.

İki kadının birden yüreğini tutmak kanatsız bir melek olmak ve şükretmek..şükretmek..şükretmek

Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi diyen gül yüzlü resulün sevdasına ortak olmak...

İnsan sevdiğinin kokusundan yaratılmıştır...Frezyaların kokusundan....

25 Eyl 2009

HER NAMUSLU İNSAN İSYANKARDIR

Yanlış hatırlamıyorsam Ahmet Kabaklı ve Sebahaddin Zaim'in de içinde bulunduğu bir grup Cemil Meriç'i ziyarete giderler.Selam kelamdan sonra muhabbetin bir yerinde Zaim hoca gençlerden şikayetle şöyle bir cümle sarfeder;"zamane gençleri de pek isyankar oldular"der. Üstat birden ayağa fırlar ve şöyle haykırır:Hoca isyan etmeyen insanın ne değeri var.

Her peygamber asi,her deha her kaşif isyankar. İnsan anlamak için ilk önce kendine isyan etmek zorundadır. Doğum anneye isyandır,ergenlik çocukluğa.

İsyan; hayatı ve varlığı sorgulamaktır.

21 Ağu 2009

SURAT KİTABINDA GÜZEL BİR SURET



Çocuklar akıl etmiş meseleyi teşhis etmişler ve kendi gelecekleri adına bir fırka oluşturmuşlar.

''Baba beni okuldan al'' diye bir kampanyaya soyunmuşlar suratkitabında. Her ne kadar pudra şekeri ayarında olduklarını düşünsemde bu yeni nesil ekran çocuklarının bu tür hayra vesile hareketlerini tüm anarşik ruhumla destekliyorum.Burdan da ilan ediyorum.

Aynı tezgahtan değişik tarihi dönemeçlerde geçmiş bir sıra emeklisi olarak daha da ileri giderek (Sırrı Süreyya Önder'in aynı minvalde ki fikrine iştiraken) okulların kapatılması için kampanya başlatıyorum. Babaları da zahmetten ve mihnetten kurtarmış oluruz kendi hayatlarımızı da kurtarırken arada.

Ne olur yani okullar kapansa bu nesil neyden mahrum kalır??? Hayatlarında neyin eksikliğini hissederler??? Mesaj yazacak kadar türkçeyi öğrenirler zaten değil mi???

Sınıflarda aşağılayıp ruhlarını sakat bırakan bu adı eğitim olup kendi kötürüm bırakan ucube sistem tüm nesli ve geleceği yok etmeden bişeyler yapmalı.

Bu sebepten ''baba beni okuldan al'' diyen bu çocukları Musa gibi esaretten alıp yeni bir ülkeye götürmek gerek. Bu bir hakikat arayışıdır. Ekmek dilenmek yerine hayatını dilenmektir.

Hepsi hepsi duvarda bir tuğla olmamak için baba beni okuldan al ve toplanıp okulu yıkalım...

15 Ağu 2009

DÜRRİ-EFKAR

NİSYAN VE İSYAN

Her direniş ve isyan kendini arayıştır. Kendisine sunulan dünyadan başka bir dünyada varolabilmek . Tanrıya da isyanımız bu yüzden. Kendi varlığımızı kanıtlamak ve bize sunulandan başka bir dünyayı varetmek için.

Yaratıcı ,isyan etmeyeninizin bir değeri yok diyor.


İSİM

''ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm''

Her şey kelime.Bu dünya hayal diyor Arabi. Yunus deyince Yunus Emreyi hatırlamamız neden? İsmimimizi görünür kılan ne?

Yunus ;anlamını bütünlemiş ve kendini tamamalamış diriler diyarından sesleniyor bize. Kendi anlamını arayan ölüleriz bu hayal dünyasında. Bunu anlayana kadar hepimiz ölüyüz. Gerçeklik sahnenin dışında. Bunu farkeden BİZİM YUNUS oluyor.

BİR FAHİŞE BAZEN EN BİLGEMİZDİR

Bir zamanlar gören bir kör memleket sathındaki ifadesiyle zamparalığa gider.Ereceğinden habersiz. Teşrik-i mesai sırasında bizim adam gidip gelirken uzun ince bir yolda,hatun kişi para saymaktadır. Canı sıkılır adamın ve niyaz eder,

''yahu bari zevk alıyormuş gibi yap''

Kadın,para sayma işini bir müddet erteler ve yarı şaşkın yarı alaycı hakikatı söyleyiverir.

'' sen beni .iktiğini mi sanıyorsun ki sen paranı .ikiyorsun.''


REMEMBER

İngiliz remember der unutulmaması gerekeni ifade ederken ''hatırla''. Hatırlamak hayattır.Hatırlayan kendini diriltir. Kendini ve tüm ulusunu. Biz ''unutma'' deriz ve unuturuz. Kendimizi geçmişimizi.

Kumsala sürüklenen deniz yıldızları gibi yığılıyoruz tarihe.

Me,ma ekiyle kurgulanmış bir dil bizi nasıl büyütür,barıştırır,hatırlatır ve diriltir. Dil bizim evimiz . Kelimeler yaratır yaşamı.Sözlerimiz kaderimiz.

''HATIRLA'' . sen insansın.


MASAL

Kaldırımda ki güvercinleri çağırdı ve beni bu şehrin masallarına götürün dedi.
Güvercinler ''masal nedir bilmiyoruz '' dediler.
Menekşe gözlerinde iki billur pınar kurudu.
''Kanatlarınız var ama'' dedi rüya gören bir sesle.
''Niye uçmuyorsunuz''

BEN

Kendi suretinden korkuyorsun çocuk,kendi gözlerinden ürküyorsun.Sana kendini anlattılar ve sen kendini deli aynasında rakseden cadı zannettin. Suda gördüğün dilber gözlerden korktun ömrünce.

O elmas sensin.Sana körlerin cam demesine aldırma.

Kendini bil


ANNE

Annemi hatırlamıyorum...

Anneler toplumların celladı.Göbek kordonlarını dolayıp boğuyorlar çocuklarını. Bırakmıyorlar büyüsünler.

Tanrı,cennette yaşayan Ademe ''şu ağacın meyvesine yaklaşma '' der. Yasak meyveyi yiyen Ademi cennetten atar , atar ki insan olsun.

Annelerin kucağı yasak meyvesi olmayan cennet.Hiç kovulmuyoruz ordan.Kovulmuyoruz ki insan olalım.

Tanrı bizi en aşağı yere(dünya) gönderdi ki hatırlayalım. O'ndan geldiğimizi.

Annemi hatırlıyorum dişlerken şeytanın memelerini.


ABES


Hangi takımı tutuyorsun? Kasıt malum üç istanbul takımı.Kazara Eskişehir desen '' iyi de üç büyüklerden kimi tutuyorsun '' diye devam eder soru. Üç seçeneğe sıkışmış bir ülke. Kurgulanmışın dışında bir varlık alanı algılamıyoruz. Başka bir seçenek olduğu aklımıza bile gelmiyor. Bu nasıl bir kıstırılmışlıktır ki zihinlerimiz felç olmuş.

Aynı adamları sırayla iktidara getirme ahmaklığı başka nasıl izah edilebilir?!

''Bu memleket adam olur mu '' sorusu bu yüzden saçmadır ve ayrıca korkunçtur. Soru kendi paradigmasını da dayatır. Bu soruyu sormak hamakattir.

Sorularımızı değiştirdiğimiz zaman kendimiz de değişiriz.


ŞUUR

Masal çocuklara anlatılır.Kıssa büyüklere. Kitap sayfalarca kıssa anlatır. Uykulu şuurlarımızla dinleriz hakikati. Yusuf kıssasının sonunda ''insanların çoğu inanmayacaklar'' der Kitap.

İnanmayanlar, uyuyan şuurlar.

BİLİM

Bilim Zeusun tahtına oturmuş Olempin zirvelerinden sesleniyor insanlığa. Mabedin inananları buyrukları dinliyor huşuyla. Ve buyuruyor:Hakikat benim.

TRAJEDİ

Her filozof kendi mefkuresinden bakıyor insanlığa.İzmlerin geçit resmi tarih.Her birinin bir reçetesi var. Oysa insan üzerinde felsefe yapılmayacak kadar basit bir varlık. Felsefe tanrı için yapılabilir.Yani varlık için. Oysa fani bedenler tefekkür etmez. Bir sürü gibi sahiplerinin ahırında mutlak huzur içindedir. Bir toplum ne kadar korkarsa o kadar barbarlaşır ve başında barbar ister. Koca bir ulusun bir adamın peşinden kendini imha etmesi felsefi değildir.

İnsan ancak trajedinin konusu olur.

KADIN

Erkek bir kadından uzağa gidemez. Bir kadından başka bir kadına kadardır yolu. Bu yolda ağlar,sever,baba olur,düşünür ve acı çeker. Bir anlam yoktur bütün bunlarda,anlamaz kadını. Hep yola odaklanmış başka şeylerle ilgilenir. Duyguları da sığdır bu yüzden . Ta ki bir bulut gibi düşene kadar kollarına bir kadının. Bütün ruhu değer toprak rengi dudaklarına kadının da o zaman anlar ölüler niçin yaşar. Ölüleriz ki ancak kadın rengi bir gökte hayat buluruz.

Bir erkek bir kadını sevebildiğinde ancak insan olur.

9 Ağu 2009

FREZYA YETİSTİRMENİN İNCELİKLERİ


GONCA AÇILIR


Gece saat sabahın dördünde eşim beni uyandırıyor ''müco suyum geliyor galiba'' .

İşte yeryüzünün en güzel çiçeğinin büyüme macerasının başladığını böyle ilan etti eşim.

benim Frezyam
Pazar sabahı 25 Mayıs. Doktorumuz Viktorya hanımın direktifleri ile hastanemize gidiyoruz. Yapılan testler sonucunda doğumun başladığını söyleniyor. Nöbetçi hemşire yarı uykulu gözlerle pazarın en güzel sabahında bu haberi verdiğinde ilk defa hissettiğim bir duygu büyüyor içimde. Eseriyle övünen Tanrı gibi bütün evreni şahit tutmak istiyorum. Bir anda seviyorum onu. Sevgiden,sevgimizden yaratılmış olanı.

Eşimin eli elimde sezeryanı izlerken bir yeşil bulutun içinden süzülüp gelen bir ışığın içinde kayboluyorum. Dünyanın dışından izliyorum olan biteni adeta,madde buğulaşıyor birden. Hayatta en gururlu olduğum an diye hatırlıyorum sonra,Tanrının önünde söz verdiğimiz günden bu yana. Kızımda ordaydı,ben de ordaydım , hepimiz ordaydık.Birer kardelen gibiyiz uzanıveriyoruz kendimizi tanıma vakti gelince.

Şimdi benim ve eşimin ruhlarımızın rehberliğinde varolmayı seçen (varlığını unuttuğumuz hanidir) sevgili Frezya beliriveriyor güneşte henüz büyümüşken mayıs semalarında.


KOKU,DOĞRUDAN YÜREĞİNE DOKUNUR


Hemşire kızımı kucağıma vermeden önce durmuş onu seyrediyorum bir mucizeye tanıklık eden fani olarak. Birden gözlerini açıyor Frezya bebek ve gözlerimin içine akıyor bir anda (rengini tarif edemeyeceğim) iki renkli göz. Yeterince şaşkın değilim sanki bu bakışla aklım da fikrim de gidiyor.Bedenimden düşüyorum gözbebeklerinden içeri kzımın. Bir erkek böyle insan oluyor ve hakikat bu gözlerde. Apaçık ve dupduru. Bir erkeğin Tanrının gözlerine baktığı ilk an.Varoluş ve yokoluş.

Bir beden ağladığında bilir ve bilinir.Gözyaşlarının yazdığını gözler görür mü? Ve göz öyle bir yere bakıyor ki artık görmüyor. Bakan ve bakılan bir olmuş. Yalnızca biliyor...

Öylece ağlıyorum.. Bildiğim şey , idrak ettiğim şey bu.Gözlerini görmüyorum o gözlerimi görmüyor. Billurlaşmış ruhlarımız bakışıyor..

Bir şey oluyor ölüyorum.Bedenim canlıyken ruhumu değiştiriyorlar . Kollarımda duran o iki göz beni yeniden yaratıyor.

Ve hastaneye giden basit adam eve bir peygamber olarak geri dönüyor..

TANRIYA DOKUNABİLİRSİN

3.450 gr.lık iki avuç beden küçük ve şaşkın öylece duruyor kollarımda.Bütün varlığı tutuyorcasına kavrıyorum onu. Artık biliyorum;bu çaresiz beden bana tüm sırrı bilen iki gözle bakıyor. İnam Hocanın dediği gibi ;ilk çocuk bir erkeği filozof yapar. Bir pişme anı. Çıplak bir tene giydirilmiş tüm hakikat. Görüyorum ve anlıyorum. Artık öğrenen ve öğreteniz. O unutulan Nurdan bir hatırlatma nefesi.

Şimdi muhabbet başlıyor ve elimden tutup beni Hİra'ya götürüyor,Kelimey-i Hakikat ile muhabbete. Hatırlıyorum şimdi bir bebeğin gözünden gizlenemeyeni.

Anne ile çocuk,tohumla toprak gibi biraz. Sınırsız bir güvenle kucaklıyor evladını. Yargılamıyor. Besliyor ve büyütüyor. Büyütürken kendinde olanı,kelimelerini vererek. Kaygılı,ürkek,ışıltılı ve sonsuz kelimelerini.

Baba;bahçıvan.Yabani otları ayıklamak görevi ve budamak.Annenin kelimelerini budamak.Zor ve zahmetli ama bilgece.

Ağlıyor bebek,ağlıyor ki anlayalım. Hatırlamıyoruz çünkü. En güzel gözyaşları anlatır hakikatı. Ağlayan bir göze şeytan değemez. Kalpten geleni kalbe varmaya engelleyecek yoktur.Kelimelerden uzakta ağlıyor. Kelimelerimiz,hiçbiri bize ait değil. Bize ait olanı hatırlamak için öğreniyoruz onca kelimeyi. Yetmiyor,Nurdan bir nefes için çağırıryoruz maveradan taze bir ruh ki üfleyip atsın üsütümüzden bize ait olmayan ne varsa.

Her ağladığında duymaya çalışıyorum onu. Kimi zaman annesinin memesinde kimi zaman omuzumda durup bırakıyor tüm masumiyetini.

Seviyorum o sebepten,masum olanı. Masumca.

ACI AYNAMIZDIR

Bebekler gazlı oluyor. Annenin sütü bile dokunuyor. Bir vaveyla koparıyor ağlamak değil,çığlık. Acıyla tanışıyor.Dünya acıtıyor insanı. Dünyaya ait olan.

Sahiden , ne çok acı barındırıyor bu mavilik.Acıya dokunarak tanıyor insan demek ki. Oysa bize bütün isimler öğretilmemiş miydi? Kelimeler acıtıyor ruhu. Acıdıkça hissediyoruz renkleri,sesleri ve kalpleri.

Büyümek için burdayız,bizleri nelerin acıtmadığını öğrenmek için. Ne olmadığını öğrenerek ne olduğunu anlamak için.

Biz çığlık attıkça evren bize daha çok hakikat veriyor. Yoksa iki insan , bu kadar çaresiz ve işe yaramayan bir çığırtkan için niye seferber olsun?
Biz bağırdıkça ses veriyor ufuklar. Sesimize ses geliyor,nefesimize nefes. Sarıp bizi bağrına basıyor.

Ve Huzur....Ve Sevgi.....Ve Bağışlama.....

Ne güzel ağlıyorsun bebek
Mavi mavi kokuyorsun
Ve avuçlarında duruyor
İki yürek,elmastan..

BABA OLMAK


Kızmızın doktoru Hasan bey tahlilleri inceliyor,sarılık değerleri yüksek bu gece hastanede ışık tedavisi görsün diyor. Geceliği 500 TL. Para yok. O gece bir umut değerler düşer diye eve dönüyoruz. Çıkarken sık sık emzirin nasihati.Doktor arkadaşı arıyorum. Florasan altına üstünü soyup yatırın diyor ama keşke hastaneye yatırsaydınız.

Ne uzun bir gece! Ninovadan kaçan Yunus Peygamber gibi balığın karnındayım adeta. Çaresiz,pişman ve uykusuz.

Ertesi gün hastanedeyiz.Değerlerde düşme yok.Küvez. Bebeğimizden ayrı geçireceğimiz gecelerin hüznü. Çaresizlik.Doktor arkadaşım ''annesinin emzirmesi için getirirler sonra yerine götürürler.Merak etme benim çocuklarda oldu sen git eve yat'' diyor.Eşimi kalacağı odaya yerleştirmek için gidiyoruz.Hemen arkamızdan küvez geliyor. Şaşkınlık ve sevinç. Sonra hemşire teknik detayları anlatıyor ve ihtiyaç duyduğunuzda beni çağırın diyor.
Kızımız yanımızda.

Beyaz ve mavi florasanların altında camdan bir rahme konuyor,gözlerinde bir koruyucu aparat.Yeniden boşluk duygusu,bildiğin tek varlıktan kokudan ve temastan uzakta.Camdan kutunun içinde çırpınan ve ağlayan küçük çıplak bir beden. Sürekli ağlıyor,çırpınıyor ve gözündeki aparatı çıkarıyor durmadan. Bir saat, uzun geceler kadar ağır ilerliyor.

Ne garip diye geçiyor aklımdan,onun iyiliği için bunu yaşamak zorunda. Bu ayrılığı,bu acıyı..Tüm sevenlerinden ayrı kendi başına..

Nedense sonra unutuyoruz kendi yaşamları olduğunu çocuklarımızın. Rehberlik edemediğimiz için güdük bıraktığımız ruhlarını, o küçük bedenlerinde solduruyoruz,güneşi kapatarak büyük gölgelerimizle..

Sonunda başını ve ayaklarını camdan rahmin duvarlarına dayamayı başarıyor Frezya. Ve sükut.... Kendisisne dayanacak yerler bulmanın güveniyle huzur buluyor. Sadece konumunu değiştirerek. Ama artık güvende hissediyor.Hatırladığı gibi bir hafta önce,rahimdeyken.İnsan doğası tutunma ihtiyacında hep. Başka türlü inşaa edemiyor kendini , temele ihityacı var.

Kendi hayatlarımızı düşünüyorum , kaç küveze girdik çıktık ve buna devam ediyoruz.

Çok uzun , güneşi yutmuş bir kıyamet gecesi kadar uzun bir geceden sonra eve dönüyoruz.. Frezyanın hatırlamayacağı ama bizim unutamayacağımız bir yorgunlukla ama büyümüş olarak dönüyoruz.

Sanırım çok unutkan olmamızın hele hele ilk iki yaşımızı hiç hatırlamamamızın çok faydası var. Bir nevi fide toprağı orada filizlenip yeşerip sonra tarlaya ekiliyoruz , güçlü ve büyümeye hazır. Unutulmuş o iki yıl bizim harcımız aslında. Zaten hatırlamamamız gerekiyor..


Çok uzun bir geceden sonra, Frezya için upuzun gündüzlerin olduğu bu kavurucu yaz ,ışığı ve yüzleri ayırdetmekle geçiyor .Her akşam sol omuzumda uykuya yolculuyorum onu.Bir ritüele dönüşüyor bu. Baba ile kurulan ilk ilişki. Güven ve sevgiyi öğretiyoruz birbirimize. Eşimin de pek sevdiği o omuz o yaz kızım tarafından ödünç alınıyor. Yemek masasında sol bacak uyku öncesinde sol omuz kızımın. İktidar böyle bir şey sanırım. Daha doğmadan başlıyor ve gözünü açmadan devam ediyor.

Anne sütü dışında ilk dünyevi gıdalarını da almaya başlıyor Ağustostan itibaren.Kilosunu düşük bulan doktorumuz mama vermemizi de öneriyor.Pek seviyor mamasını,özellikle sütlü pirinçli olanı.

Menekşe gözlerine efsunlanmış ben kızımın kokusuna koşuyorum , bir serinlik bir huzur bulmak için bu çölleşmiş şehirde. Kız babası olmanın bir erkek için çok farklı bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Bir kadınla gerçekten temas edebilmek ve bunun ötesinde evrenle ve ilahi ruhla bütünleşebilmek açısından bir kapı açıyor bence. Bir erkeğin en büyük öğretmeni kızıdır bence.İdrak edebilene tabi ki. Bir de bir erkek kızıyla yaşadığı sevgi derinliğini başka bir ilişki de yaşaması çok zor. bambaşka bir boyut. Çocuklardan öğreneceğimiz çok şey var ve bunu başka yoldan elde etme şansımız yok. İlahi bir deneyim.

ÜZÜM SUYU KARPUZ SUYU

Yaz susatmış bütün ruhları. Frezya üç ayını bitirdi artık. Sevgili eşimle üzüm yiyoruz.Kıza da vereli mi diyorum üzümden bir parça. Eşim her zaman ki garantici ve tedbirciliği ile dikkat et çekirdeklerini yutmasın diyor. Ah anneler...Niye bu kadar güzelsiniz..Üzümün ucunu hafifçe kopartıp kızımın ağzına tutuyorum,emme refleksiyle üzümü emmeye çalışıyor.Biraz çabaladıktan sonra annesini emer gibi üzüm tanesinin içini emiyor büyük bir iştahla. Immm Immm sesleriyle yutuveriyor adeta. Eahh eahh diyerek bir tane daha istiyor. İştahla beş üzüm tanesini bitiriveriyor Frezya. Artık besleme zincirine ben de dahil oluyorum yavaş yavaş.

Bir süre sonra sevgili ruh eşim karpuzu da deniyor ve üzümden daha çok seviyor Frezya hnm,o kadar ki sevgili ruh eşim elini ağzına doğru ittirdiğini anlatıyor bana akşam. O günden sonra ağzından suyunu akıta akıta yiyor karpuz dilimlerini.

İlk yazında ilk karpuzunu tadıyor ki çocuk,karpuz ve yaz ne kadar da yakışıyor birbirine.








14 Tem 2009

ÇAĞIN ALAMETLERİ BELİRİR......

RENE GUENON(NİCELİĞİN EGEMENLİĞİ VE ÇAĞIN ALAMETLERİ ) adlı eserinden...

Bugünkü insanların büyük çoğunluğunun bir 'ilerleme',bir 'kalkınma' gibi gördüğü şey ,bize tam aksine çok büyük bir gerileme ve bir düşüş olarak gözükmektedir;çünkü bunlar açıkça,modern insanlığı saf niceliğin hüküm sürdüğü 'en aşağılara' doğru sürükleyen kuşkusuz hızlandırılmış bir düşüş hareketinin sonuçlarıdır sadece..

Para üstün nitelikli bütün garantiyi kaybettiğinden beri niceliksel değerinin ya da bugünkü ekonomistlerin 'satın alma gücü' diye ifade ettikleri şeyin ,durmadan azalarak gittiği görülmüştür; öyle ki gün be gün daha fazla yaklaşılan noktaya vardığında , para bütün varoluş sebebini ,hatta bizzat pratik ve maddi değerini kaybedecektir ve kendiliğinden insani varoluştan silinip gitmek zorunda kalacaktır.Daha önce dediğimiz gibi 'günlük hayat' güvencesi gerçekten çok geçici ,çok iğreti bir şeydir.İnsanları ve eşyayı saf niceliğe sürükleyen eğilimin sonu şimdiki dünyanın ancak son çözülmesi olabilir..

Öyle ki bu bakımdan da 'tekerleğin dönmesinin duracağı' an pek uzak gibi gözükmemektedir. Üstelik bu yerleşik hayatta sabitleşmenin son kertesi olan kentler oldukça büyük önem kazanmakta ve gittikçe herşeyi kendi içine çekip emmeye çalışmaktadır.İşte böylece çevrimin sonuna doğru Kabil gerçekten kardeşi Habil'i öldürme işini tamamlamaktadır..