28 Şub 2017

DOGUM GÜNÜM VE KURBAN PSIKOLOJISI ÜZERINE

" anne babadan yeterli takdir iyilik ve kabullenme gormemek

fiziksel sevgi görmemek

kabus görerek uyanmak ve sevilip okşanmamak, yataga geri yollanmak.

belki de ilgi çekmek için binlerce farkli obsesyon gelistirmek. fobiler, panik ataklar. ve hicbirisinin ailen tarafindan sevgi ile sarilmamasi.

ılkokul ogretmeninden en az haftada 1 herkesin icinde azar isitmek tokat yemek sira dayagina cekilmek.

oyun arkadaşlarının oyuncaklarını çalması ve seni dışlaması.

ergenlikte sınıf arkadaşlarının arasına kabul edilmemek dışlanmak dalga geçilmek. 

ailenden sürekli azar işitmek, daima başkaları ile kıyaslanmak, senden memnun ebeveyn görememek.

ama hepsine ragmen onları affetmek. yapabileceklerinin en iyisini yapmış olduklarını bilmek. yemeyip yedirdiklerini içmeyip içirdiklerini bilmek. dişinden tırnağından biriktirip elbise diken, ören, evliliginde hic mutlu olamamıs meslek sahibi olmak istedigi halde universite olaylari nedeniyle babasının universiteye yollamadıgı anneni tüm kalbinle affetmek ve hep sevmek.

minibüse binecek parası olmayan babanın seni özel okula vermesi ve çevreninin kendisiyle alay etmesi gerçeğinda babanı yeniden tanımak. tüm o disiplinli ve sabırsız yapısında aslında onun da yaralı bir çocuk olduğunu anlamak. onu sonsuza dek affetmek ve hep sevmek.

arkadaşlarını öğretmenini herkesi affetmek ve en önemlisi arkadaşlar; 

kendine acımayı bırakmak böylelikle kurban psikolojisinden çıkmak.

olan; olabileceklerin en iyisi olduğu için olur. evrenin geometrisine güvenin ve inanın.




Bugün benim dogum günüm,maddi anlamda dibe vurmus durumdayim. Rol model olmam gereken bir oglum,(en azindan simdilik) kirik tabureler yerine sandalyede ve minderler yerine koltukta oturmayi ve  evlilik yüzügü alinmasini bekleyen bir esim(yillardir bekliyor bir yüzük alamadim) ve beni dünyanin en iyi adami zanneden bir kizim var. (ulan nasil adamim ben dört sandalye almayi becerememek ).

Dedim ya bugün dogum günüm ve kendime armagan olarak su cümleyi veriyorum: 
en önemlisi arkadaşlar; kendine acımayı bırakmak böylelikle kurban psikolojisinden çıkmak.(tesekkürler euphoric freak)

Hadi Teoman, hayatinin kahramani ol....


24 Şub 2017

YILDIZLI GECE

Görsel sonucu

Lise yillarimdaydim..Köydeki evimiz iki katliydi...O siralar ben ikinci katta yatiyorum odam orasi .. Gecenin bir vakti tuvalete kalkmistim, tuvaletimi yaptiktan sonra odamin önündeki balkondan o muhtesem yaz gecesini seyre daldim.. Ne kadar süre öyle kaldim bilmiyorum , annemin avludan gelen " ne yapiyon orada" sesiyle irkildim. Hiic gökyüzünü seyrediyorum deyiverdim. Annem rahmetli " kafayi mi yedin git yat odana " dediydi.

Bir köydeki o yaz geceleri bir de bu tablo bana kafayi yedirir her daim...

SU REFARUNDUM BIR BITSIN BAK NELER OLACAK

Özel sektörün nefesi tükendi

24 Şubat 2017
Halk oylaması öncesi her iki tarafın da ortaya sürdüğü gerekçeleri keyif ve ibretle izleyerek fevkalade mutlu günler geçiyorum. Benim gibi KAOS’a inanan ve insan soyunun bir an önce bu Odin’in terkettiği gezegenden siktirip giderek diğer canlılara huzur vermesini dileyen bir ruh için bizi birbirimize ettiğimiz işkence kadar içaçıcı gelişmeler yaşanamaz başka bir ülkede.
EVET cephesi çorbanın tuzunun biraz fazla kaçtığını farketmiş olacak ki çok değerli yazar Abdulkadir Selvi’ye göre ortamı yumuşatacak ve daha kucaklayıcı bir uslupla kampanya yürütecekmiş. Doğrudur; dün hemen örneklerini gördük. Çok sayın Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş basına seslendi:
“Terörün propaganda gücüne karşı medyanın uyanık olması lazım. Çok açık söylüyorum, medya bu konuda inşallah bundan sonra, mecburen ayağını denk almak durumunda kalacak. Ben bunu söylediğim zaman bazıları eleştirdiler ama kusura bakmayın, bu kadar terörle mücadele eden bir ülkede medya ‘dingonun ahırı’ değildir”. (T24)
Ardından çok sevdiğim ve korkunç saygı duyduğum Süleyman Soylu tonu daha da yumuşattı Kılıçdaroğlu’na seslenirken:
“Adamlarını derle topla. Terör örgütünün propagandasını yapmasınlar. Onlara zemin hazırlamasınlar. Milletimizi istismar etmesinler. Burada bu millet istiklal mücadelesi yapıyor. Kimin tarafındasın, neyin tarafındasınız siz?… Şu referandum bitsin bak neler olacak”.
İşte özlediğimiz barışçıl, sosyal tutkal mahiyetindeki kampanya. HAYIR kampı ise kerizlikte EVETçilerden geri kalmıyor. Sosyal medya Aliyev’in kıymetli zevcesi Mihriban Hatunu başkan yardımcısı yapmasını Türkiye’ye örnek göstererek güçlü başkanlığını zararlarını anlatılıyor güya. Canım kardeşlerim, benim Mihriban Hatun gibi zevcem olsa değil başkan yardımcısı yapmak, Tanrıça ilan ederim be. Yan bakana savaş açar, onu için Taç Mahal değil Taş Mahal inşa ettiririm. Ahhhh Mihrrrrrriban Hanım..Bir dakka! Dost, kardeş ve de müttefik bir ülkenin devlet başkan yardımcısı hakkında sıcak hayaller görmek hakaret suçuna giriyor mu yoksa? Hii…….Hemen konuya döneyim.
Büyük Çin düşünürü Yao Ming “Gelen buldozeri görmeyen çekirge, kargalara yem olmaya mahkumdur” buyurur. Ben sizi o sondan sakınmak isterim. Gökkubbedeki ilahi işaretleri görün ver korkun kardeşlerim. Türkiye’de özel sektör tükendi artık. Bu öyle sıcak havada döner-pilav üstüne dik bir yokuş çıkarken yaşanan geçici bir nefes darlığı da değil, kalp yetmezliği. Finito. Arrividerci!
Özel sektöre dayalı kalkınma modeli bitti. Artık şantaj, haraç ve gaspa dayalı modele geçiyoruz.
Hangi işaretler diye sorabilirsiniz tabii, ama bu soru sizin hakkaten burnunuzun ucunu görmediğinizi anlstır bana. Bir ülke düşünün, adını Krapistan koyalım, öylesine güçten düşmüş ki firmaları artık teminat gösterip kredi alamıyor. Bunu gören devlet toplam kurumsal stoğunun %20’si kadar kredi garantisi veriyor. O-ha! %20 lan bu, %2 değil.
Bitmişlik en resmi ağızdan, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ilan ediliyor: “Büyük ihalelerdeki teminat sorununu çözeceğine inandığım yeni bir kurumu devreye soktuk. Türkiye Varlık Fonu, müteahhitlerimizin projelerine de ciddi bir destek verecektir”. A-ha, demek ki artık müteahhitlerimiz kendi başlarına yurtdışında kredi bulamıyor. Hani bu mega-projeler fevkalade karlı yatırımlardı? Eğer müteahhitler bunları bitirip, işletip para kazanamadıkları için kredi bulamıyorsa, Varlık Fonu nasıl strateçik yatırımcı çekecek? Cevap var mı? Yok. Çünkü strateçik yatırmcıyı çekeçek strateçik akıl yok.
Hükümeti en çok kızdıran eleştiri “Burası muz cumhuriyeti mi?” “Burası çadır devleti mi?” Haklıdırlar da, çünkü bunlar çok adi ve şerefsizce yapılmış suçlamalar, belden aşağı. TC, ne muz cumhuriyeti, ne de çadır devleti. TC, Orta Asya’dan getirdi 2.000 yıllık zengin geleneği ile bir haraç ve gasp kabilesidir. Çok mu iddialı? Büyükanne maaşını zorla sendikalar gibi sivil toplum kuruluşlarına finanse ettiren kim? 1.5 milyon genç ve korumaya muhtaç vatandaşa iş bulacaksınız, ama subvansiyon bütçende ödenmez, yine işçiden haraç olarak aldığınız İşsizlik Fonu’nu soyarsınız. Ardından da iş dünyasına şantaj yaparsınız: İşçi almazsanız ifşa ederim ha! Tek şantaj bu da değildir. Kredi vermezsen de ifşa edilirsin. Döviz bozdurmazsan vatan hainisin.
Manzara yavaş yavaş şekilleniyor mu kafanızda? Sırada büyük holdinglere zararda olan şirketlerin kakalanması var. Yakında uzun süredir AKP’nin icraatına ses çıkarmayan, CHP’ye destek olmayan o patronlar artık ceplerindeki servetin onlara değil AKP’ye ait olduğunu görecek ve Türkiye’de kapitalist piyasa ekonomisi bitecek.
Bu argumanlar size çok politik gelebilir, ama daha somut örnekler de var. Açın, TEPAV’ın araştırmasını okuyun:
“Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Kasım 2016 verilerinin değerlendirildiği TEPAV İstihdam İzleme Bülteni’nin 59. sayısında Kasım 2016’da sigortalı ücretli çalışan sayısı Kasım 2015’e göre 140 bin, KOBİ’lerdeki sigortalı ücretli çalışan sayısı ise 156 bin azaldı. Diğer bir deyişle Kasım 2015’e göre çalışan sayısındaki azalış KOBİ çalışan sayısındaki azalıştan kaynaklandı”.
Ya…. bitirdik KOBİ’leri. Daha vahim örnekler var. TUIK revizyonuna göre, 2012-2015 arasında büyümenin motoru inşaat sektörü olmuş. Dün ParaAnaliz’de Finansinvest raporunu yayınladık:
“Zayıf ekonomik faaliyet beklentisi ile birlikte bu endişe verici işaretler birlikte değerlendirildiğinde, hükümetin iç talepteki zayıflığı telafi etmek için altyapı harcamalarını artıracağı yönündeki söylemlerine rağmen, 2017 yılında özel inşaat sektöründe kasvetli bir görünüm bekleniyor”.
Daha kasvetli bir görünüm ise ticari inşaat sektöründe var:
“Son yıllarda en fazla yatırım çeken alanların başında gelen Türkiye ofis pazarında kiralama ve satış talepleri 2016 yılında düşmeye başladı. 5.1 milyon metrekarelik bir ofisin olduğu pazarda, ekonomideki daralmanın yanı sıra bir anda çok fazla ofis arzının pazara girmesi ofiste büyümenin gerilemesine neden oldu. Bundan dolayı boş kalan ofis sayısı artarak yüzde 23.6’lara yaklaştı. Diğer taraftan pazara yeni yapılan ofislerin girmeye devam ettiği görülüyor”. (Dunya)
Turizm? Can çekişiyor (IMF raporu).
Enerji: Millet kaçmak için can atıyor.
Bankalar: Kar etmeleri yasak artık.
Perakende: Yabancı markalar “Auf Wiedersehen” dedi.
Beyaz eşya, kahverengi eşya, molibya: KDV indirimleri ile ayakta duruyor ve halk oylamasından sonra sudan çıkmış balığa dönecek.
Tebrikler bize. Samimi olarak söylüyorum, Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanlar’ın en dinamik ve girişimci özel sektörünü bitirdik tükettik ve bezdirdik. Şimdi devlet eliyle büyümeye kalkışacağız. Onu da beceremeyeceğiz. En son aşamada iktidarın sürmesi için servetlerin el değiştirmesi var. Süleyman Soylu söylüyor işte:
“Şu referandum bitsin bak neler olacak”.
Hiç şüphem yok. Bendeniz Bakü yolcusuyum.
(paraanaliz-atilla yesilada) 
FÖŞ

Facebook sayfalarımı ziyaret edin
https://www.facebook.com/ayesilada
Twitter: @AtillaYesilada1

23 Şub 2017

KISKANCLIK (YEDI BÜYÜK GÜNAH)

"Bugün Zuckerberg ve onun gibi sekiz kişinin sahip olduğu servet, 3.2 milyar insanın servetinden daha fazla. Bu aslında şu demek: Dünyadaki gelir dağılımında, 3.2 milyar insanın olması gereken servet alınmış (sömürülmüş), sadece 8 kişiye verilmiş. Serveti, hakları ve zenginlikleri çalınmış insanlar, bugün bu zenginlerin (legal servet hırsızları) yaşadığı ülkelerin kapısına mülteci olarak dayanmışlar ve haklarını geri istiyorlar. Onlar da Trump eliyle ülkeye girişlerine yasak koyuyor."

Kiskanclik , " ay erkek dedigin biraz kiskanacak" cümlesindeki naiflikte bir anlam tasimaz. Kiskanclik ölümcül bir duygudur. En büyük cinayet sebebidir. Kisiyi öfkelendirir, kizdirir ve azdirir. Kaynama noktasina geldiginde yöneldigi varligi ortadan kaldirmaktan bir an bile tereddüt etmez.

Kiskanclik (haset) üzerine bolca kafa yorun derim aydinlanirsiniz.

Yukaridaki alinti Yeni Safak Gazetesinden Kemal Özer'in bugünkü makalesinden. Yazarimiz Bati medeniyetinin cenaze namazina hazirlaniyor bilmis bilmis. Oralarina hic girmiyorum , zirvanin te'vili olmaz...

Neymis efendim, Zuckerberg ve onun gibi sekiz kisinin sahip oldugu servet 3.2 milyar insain servetinden fazla ve bu servet onlardan calinmis ?! ve haklarini geri istiyorlar. 

Yani bu sekiz zengin adam( dolar milyarderleri diyelim, dolar milyonerleri simdilik göze batmiyor)  eger bu kadar dolar milyarderi olmasaydi   bu fakir üc milyar insan da bu kadar fakir olmayacakti . Mi ? Acaba? 

Zuckerberg Facebook'u kurup bu kadar para kazanmasaydi o üc milyar fakir biraz daha zengin olacakti sonucunu mu cikaracagiz ? 

Ne yapalim yani ZUckerberg Facebook'u kapatsin mi ? Ne yapacagiz Kemal Özer ? Utansin mi adam zengin oldum diye ?

Ulan  o yazdigin gazetenin patronu o kadar zengin olmasa ve o gazeteyi cikarmasa ( siyasi rant-ekonomik rant denklemi) sen evinin kösesinde ki duvara yazarsin ancak.. Kullanma Facebook'u zenginlestirme adami...

Bunlar hep kiskancliktan... Bati sömürdü zengin oldu ee sömürdügü ülkelere baksin simdi...

Üstüne de Güllüoglundan baklava ismarlayalim... 

Sanirsin buharli makineyi Ganalilar icat etti Ingilizler onlardan caldi, motoruda Araplar icat etti Almanlar gelip caldilar...

Ulan sömürür de somurur da ...Sen topraktan sizan petrolu ilac diye kicindaki yaraya sür (kullanim alanin o kadar) adam sanayi devrimi yapsin icten yanmali motor icat etsin üstünde gezindigin petrolü gelsin cikarsin onu ülkesine tasisin .. Sonra Bati bizi sömürdü... Ulan Bati sanayi devrimi yapmasa tek gelir kaynagin olan o petrolü de kicina sürmeye devam ederdin. Cebin biraz para gördü götün kalkti...

Sömürmüsmüs...

Daha cok kazanma hirsi Bati Medeniyetini bitirecekmis....

Ne ypasin simdi Zuckerberg Face'i kapatsin mi ? Cok para kazandim ben yeter bu kadar , gideyim Kemal Özer ile takilayim , bir umreye gideyim falan...

Sabanci ve Koc kapatsin bütün fabrikalari daha ne kazanacagiz mezara mi götürecegiz desinler...

Kafaya bak... Bunlar köse yaziyor üstelik.. Eksi Sözlükte fakir ergenler yazsa güler gecersin...

Kemal Özer sen onu patronuna söyle, yeter bu kadar kazandigin bu ne hirs mezara mi götüreceksin Albayrak de.....

Bekliyorummm..

Bakalim patron ne diyecek....

Kiskanclik ölümcüldür ve insanin zihnini kör eder...Ya sahibini ya muhatabini öldürür...

22 Şub 2017

YIKICI HÜZÜN ÖLÜMCÜL BAKIS

(Romy Schneider'in bu fotografina uzun süre bakamiyorum. Kusursuz bir hüzün var yüzüde o kadar kusursuz ki beni dilsizlestiriyor ve uzun süre bakarsam bir daha konusamayacagim diye korkuyorum. Tanrim aklima mukayyet ol. ) Parantez ici ifadeler bana aittir...



Çıplak olarak ölü bulunduğunda Romy Schneider'ın avucunda sıkışmış bir kağıt parçasından babası Wolf Albach-Retty'nin bir zamanlar kendisine yazıp bir yaş gününde hediye ettiği şu sözler okunuyordu:
Steck deine Kindheit in die Tasche und renne davon, denn das ist alles, was du hast!
Kısaca anlamı şu:
Çocukluğunu cebine sıkıştırıp kaç buralardan, çünkü sadece senin olan tek şeydir o!
İçine düştüğü gayya kuyusundan bir türlü çıkamayan, ne eli yüzü... her yeri yara bere içindeki yavrusuna bir baba bundan başka daha ne söyleyebilirdi?
Kaynak:http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com.tr/2016/08/insan-nefesine-hasret.html


Dünyanin en hüzünlü gözlerine sahip kadini..Gözlerine bakamiyor insan..

UMUTSUZ BOSLUK




Deli sorar:
— Niçin şimdi durup dururken Paris’e gitmeye karar verdiniz? 
Kadın cevap verir: 
— Galiba kendimizden kaçıyoruz. 
Kocası da: 
— Kimbilir belki de bir umutsuz boşluktan (from hopeless emptiness) kaçıyoruz. 
İşte şimdi konuştun, diye mukabele eder deli, ve hemen ardından şu harika tesbiti yapar: 
— Plenty of people on to the emptiness, but it takes real guts to see hopelessness. (Çoğu insan boşluğun farkındadır, ama umutsuzluğu görmek gerçekten cesaret ister.)

Başrollerini Leonardo DiCaprio ile Kate Winslet’in oynadığı, Sam Mendes’in “Revolutionary Road” (2008) adlı filminden.
Umutsuz boşluk...

Kaynak; http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com.tr/2013/04/umutsuz-bosluk.html


Tutkun yoksa yoksun diyordu üstat baska bir yazisinda. Tutku ve umutsuz bosluk..

tutkum yok ve icimde bire bosluk ama bunun umutsuz oldugunu itiraf edecek cesaretim(n) var mi ???

21 Şub 2017

DINGINLIK VE DÜS KOYUNDA GECE YARISI



Dinginlik-Aksel Zeydan Göz




Düs Koyunda Gece Yarisi- Irem Camlica

17 Şub 2017

DÜSLERIMI CALAN TABLOLAR

zdzislaw beksinski ile ilgili görsel sonucu


Surreal Realism by Zdzislaw Beksinski



Surreal Realism by Zdzislaw Beksinski


Surreal Realism by Zdzislaw Beksinski



Surreal Realism by Zdzislaw Beksinski


Surreal Realism by Zdzislaw Beksinski


Surreal Realism by Zdzislaw Beksinski

Surreal Realism by Zdzislaw Beksinski


Zdzislaw Beksinski



ernst fuchs ile ilgili görsel sonucu


İlgili resim

ERNST FUCHS

16 Şub 2017

DEMEOKRASI VE TÜRKIYE VE BEN SEN O

"demokrasi, milyonlarca insanın aynı anda nasıl yanılabileceğini gösteren, keşf edilmiş en önemli, toplu beşerî deneyim tarzıdır.demokrasi, batılı toplumlar için hak; ‘öteki’ toplumlar için iç-savaştır.. demokrasi, belirli güç merkezlerinin kısık sesle söylediklerini kalabalıkların tekrar etmesidir; söylenilenlere inanılıncaya değin...demokrasi, halkı karar alma merkezlerinden topyekün uzaklaştırmak için, bir kere(seçimde) karar verici olduğuna ikna etmektir.demokrasi, bir toplumun sorunlarını, karmaşık hâle getirerek çözmeye çalışma yöntemidir."

"türkiye'de sonucu ne fikir ne emek ne bilgi ne eylem değil, "ilişkiler" tayin ediyor; makamları "hak etme" değil, "kör sadakat" belirliyor.."

"hayalini değil, kendini gerçekleştir (tahkîk el-zât)...; çünkü hiç bir hayal kişinin kendinden daha değerli değildir..." 

Ihsan Fazlioglu (akademik ünvanlar anlamsiz ve gereksiz)

13 Şub 2017

HUKUK YOKSA GERISI TEFERRUATTIR

2. Kesin inançların (akıldışılığın) politik yargıları ele geçirmesi bir felakettir, çünkü kesin inançlı olmak ilkeli olmak demek değildir.

3. Kesin inançların, yanlılarına birer 'ilke' gibi görünmesinin nedeni düşünce yetersizliğidir. (Örneğin Suriye politikalarındaki toyluklar)

4. Yeni Anayasa bir (kesin) inanç konusu değildir, olsaydı oylanmazdı. Evet veya Hayır demek, doğru veya yanlış bir sanıyı dile getirmektir.

5. Doğru veya yanlış: doğru ama yanlış da olabilir, yanlış ama doğru da olabilir. Sanı, karşıtı için doğru olabilir der, inanç olamaz der.

6. Siyasal görüşler en nihayet birer sanıdır, pekala doğru olabilirler de olmayabilirler de, çünkü siyasette ne olabiliyorsa olmayabilir de.

7. Bu tespitler olması gerekene ilişkin olana değil, aptalca görünmesi de bundan. Gerçekte kesin inanç şiddet doğurmaz, bizzat şiddettir.

8. Toplumsal-siyasal yaşamın dilini kesin inançlar (din dili) belirledikçe ne yazık ki her türlü karşıtlık ve farklılık uzlaşmaz görünür.

9. Bir devletin öncelikle siyasal inançlara değil, siyasal ilkelere ihtiyacı vardır; duygulara değil, düşüncelere: denetlenebilir olana.

10. Evet veya Hayır, karşıt yargıları tümüyle yadsıyan ve bu duruşunu bir otoriteye dayandıran her inanç şiddet içerir, çünkü ilkelliktir.

(Dücane Cündioglu'nun twitter hesabindan alinmistir)

Özgürlüğü siyasal vandallığın saldırılarından koruyacak olan yasadır; yasayı koruyacak olansa toplumsal bilinçtir.

BEKA SORUNUMUZ VAR (ERDOGANDAN MASALLAR)

"Sosyal yapısı fazla hareketli ve sürekli karmaşa üretmeye eğilimli, iç göçün önlenmesi veya yönetilmesi çok zor, kentlere akış yeni sosyal sorunlar yaratmaya gebe, eğitim seviyesi niteliksel olarak çok düşük, çeşitli kimliklerin hak ve özgürlük talepleri halen karşılanabilmiş değil, toplum kendi anayasasını bile hiç yazamamış, cemaatçi gruplaşmaların hizip siyaseti halen aşılamamış, bürokrasisi yozlaşarak mafyatik özellikler kazanmış, yargısı ideolojik vesayet ve siyasi güç peşinde, kamusal alana devlet tarafından el konmuş, vatandaşlık bilinci gelişmemiş, ekonomisi kırılgan, büyüme için dışa bağımlı, devlet üzerinden rant sağlama ve döviz lobiciliği güçlü, medyası sorumsuz ve niteliksiz, üniversiteleri kişiliksiz ve toplumsal gerçeklikten kopuk, her konuda öğrenilmiş cehaletin epeyce yaygın olduğu bir ülke(Türkiye)…
Batı Türkiye’yi bölmek için niçin uğraşsın? Aksine belki de ‘toparlamak’ çok daha işlerine gelecektir…" Etyen Mahcupyan-Karar   
Parantez ici ifade benim eklemem.
Yukarida yazarin tanimlamalarina itirazi olabilecek tek bir vicdan sahibi olabilir mi bu ülkede. Bunlar toparlanmadan sistemi degistirsen ne degistirmesen ne ? Senin insanin cürük bu koku oradan sistemden degil...Derdin baska onu anliyoruz merak etme...
Görmüyor musunuz ya hu her gün yeni bir seferberlik ilan ediliyor. Bugün Ibrahim Kahveci yazdi,valiler is adamlarini cagirip kac iscin var kac isci aldin diye sormaya baslamis. Isci almayanlara ne yapilacak ? Ben isveren olsam tedrigin olurdum. Iki ucu boklu degnek. Fetöcülükten iceri alinman cok olasi. Toparla toparlayabilirsen sonra. Böyle sapsallik olur mu yav.. 
Bu ülkenin kaderi mi ya hu bu gerzeklikler. Ak parti ne vaadetti nereye savruldu. 
Beka sorunu yok bu ülkenin akilsizlik sorunu var ! 
Raki sisesinde balik olsam oh be hayat ne güzel....


10 Şub 2017

RAKI SISESINDE BALIK FLASH TV DE SEYIRCI OLSAM

Flash tv bildiginiz gibi memleketteki her durumdan bagimsiz olarak ilkeli bir yayin anlayisina sahiptir; ne olursa olsun nesemiz bol olsun cümbüse devam....

Inanin bugün o programdaki seyircilerden biri olmayi o kadar istedimki o kafada o gaflette o cehalette o aymazlikta...

Ne mutluluk....Kiskandim yeminle...

TÜRKIYENIN ERDOGANIN LIDERLIGINE IHTIYACI VAR





" Lakin dünyanın içine girdiği bu türbülansta, bölgemizi kasıp kavuran bu krizlerde, Türkiye'nin Erdoğan'ın liderliğine ihtiyacı var. Bu gerçeği görmek, hakkını da teslim etmek lazım." Kemal Öztürk-Yeni Safak'taki makalesinin son paragrafi.
Kaba tabir ama duygularimi daha iyi ifade edemez hic bir kelime; hassiktir ordan...
On kere kandirilan muhtesem lider...Buldu cobansiz sürüyü gezdiriyor. 
Gecen iki yazisinda da Bati medeniyetinin temellerinin cöktügünü yaziyordu büyük düsünürümüz..
Süleyman Cobanoglu demisti ; bir ülkenin bütün meselelerini gazeticiler tartisiyorsa vah o ülkenin haline...
Alin liderinizi basiniza calin lidermis....


8 Şub 2017

POPÜLIST SIYASETIN SELINE KAPILMAK

Popülist siyasetin seline kapılmak

Popülizmin seli önüne geleni, nerede bırakacağı belli olmayan bir yere kadar sürükler. En acısı, bu tür yerlerde siyasetin, sürüklenmekten gelen büyük yıkıcı enerjiyi siyasal iktidar olmakla karıştıran bir yeni yetme takımının yenme-yenilme oyununa, altedip yok etme savaşına dönüşmesi; toplumun düşünenleri açısından akıntıya karşı kürek çekmenin hiç olmadığı kadar zorlaşmasıdır. Popülist siyasetin seline kapılmak olan biteni ancak sular çekildiğince anlayacak olmaktır.

08.02.2017 09:18  
A.Erkan -Koca



Görünen o ki popülist siyaset, giderek artan bir biçimde toplumsal hayatı ve gündelik yaşantımızı etkiler hale gelmekte. Dünyanın her yerinde yükselişe geçen bir popülizmden söz edilmekte. İspanya’daki Podemos’dan Evo Morales’e, Yunaistan’daki Syriza’dan Hugo Chávez’e, Marine Le Pen’den Bernie Sanders’e ve elbette Trump’a kadar hem sağdan hem soldan partilerin, rejimin demokratik veya otoriter olup olmamasına bakmaksızın, popülist siyasetle sürpriz sonuçlara imza atarak iktidarı devraldıkları bir zamandayız. Bulgar siyaset bilimci Ivan Krastev’in ifadesiyle belki de artık bir “popülizm çağı”nda yaşamaktayız.

AK Parti de bu tarışmalardan muaf değil elbette -- ve muaf olmadığı gibi, literatürde farklı bir popülizm örneği olarak atıflar yapılan bir siyasal iktidarı temsil ediyor. Popülizm tartışmalarıyla ülkemizdeki başkanlık tartışmalarını birbirinden ayrı düşünmek de zor. O halde, bizdeki ve dünyadaki popülizm tartışmalarına biraz daha yakından bakmakta; bunu yaparken popülizmi ya da popülist siyaseti, anlaşılan ve anlaşılması gereken şekliyle ayrı ayrı ele almakta yarar var.

Popülizm, uzun süreye yayılan bir hayal kırıklığı içindeki öfkeli geniş kitlelerin, yerleşik düzenden yana yönetimlere karşı duygusal ayaklanmasını ifade eder şekilde anlaşılıyor. Hakkının yendiğini, sözünün dinlenmediğini ve taleplerine kulak verilmediğini düşünen geniş kesimler, kendi iradesinin aracısız bir şekilde yönetime yansıtılmasının önünde engel olarak gördüğü “kurulu” olan ne varsa yıkıp yeniden kurma ve yeniden tanımlama yönünde güçlü bir istek ve irade ortaya koyuyor.

Bu duyguları ve iradeyi üzerinde toplayan bir parti, “bütün” bir milletin ya da halkın “gerçek” arzu ve taleplerinin “yegâne” tamsilcisi olarak ortaya çıkıyor ve iktidarı elde ettikten sonra, orada kalıcı hale gelebilmek için sürekli olarak bulunduğu yerde bir huzursuzluk hissetmesi, kurulu olanla hiçbir zaman barışıklık göstermemesi ve devamlı olarak kendi yönettiği bir sistemle “kavgalı” bir görüntü vermesi gerekiyor. Doğası gereği güvensizlik temelinde kendini yeniden üretiyor. Seçimler, yönetim hakkı kazanmanın başlangıcı olmaktan çok kafalardaki bütün bir yapılacaklar (ya da yıkılacaklar!) listesinin siyasetçilerin cebine konduğu geçiş ritüellerine dönüşüyor.

Popülist siyaset, daha önce engel olarak gördüğü kurumları yeniden tanımlayıp uzun süre istediği gibi yönetse ve “olması gereken” şekle soksa bile, yeni durumun yerleşik hale gelmesine izin vermemesi; kısa zaman aralıkları içerisinde yenilenme gibi bir kısır döngüyü siyasal bir enerjiye tahvil etmesi gerekiyor. Bu anlamda denebilir ki popülist siyaset, kendi iç huzursuzluğundan beslenen ve sistemi bu huzursuzlukla sürekli sarsarak yerleşiklik kazanmasına izin vermeyen bir iç çelişki ve gariplik taşıyor. Bu yenilenme hercümercinde “yeni” gibi gözükmeyen ne varsa eski gibi geliyor ve henüz yıkılamamış bir geçmişin sembolü gibi bir rahatsız edicilik üretiyor.  

Popülist siyaset, kitleleri peşinden sürüklüyor, evet -- ama sonra, bu büyük selin önüne geçilmez gücüne kendisi de kapılıp kontrolü kolaylıkla kaybedebiliyor. Rasyonel politikaları ve gerçek anlamda demokratik projeksiyonları olsa bile, yaşanan bu duygu seli dizginlenemediği için bütün bunların hayata geçirilmesi ya mümkün olmuyor ya da istendiği gibi olamıyor. Bu siyaset kapılıp gitme şeklinde kendini gösterdiğinden, aceleci ve durmaksızın yola devam edilmesini gerektirdiğinden, çoğu zaman sakin kafayla uzun uzadıya plan-program yapmaya da izin vermiyor; göçün her zaman yolda dizilmesi gerekiyor. Yeni çıkarılan yasalarda ya da hayata geçirilen icraatta hep bir “yeterince iyi düşünülmemişlik” hali gözlenebiliyor. Bütün duygusal karşıtlık enerjisi yıkmaya ve ortadan kaldırmaya yoğunlaştığından, sonrasında ne yapılacağına dair yeterli bir derinleşme imkânı doğamıyor ve işin kötüsü, bu o kadar da önemsenmiyor. “Ne kötü olsa” eski halinden daha iyi olacağına olan güçlü inanç, daha incelikli bir yönetimin doğmasını ihtiyaç olmaktan çıkarıyor.

Bu öyle bir kapılma ki, içinde geri adım atma, dönüp hataları sorgulama ve geçmişten ders alma gibi çözümleri barındırmıyor. Ancak ve sadece geleceğe bakarak varlığını sürdürebiliyor; yapılan hataların birer yol kazasından ibaret kaldığı düşünülüyor ve yerleşik düzenin topyekûn yıkılması esnasında oluşan toz-duman arasında fazla da görünür olmayacağı biliniyor. Sonucun ne olacağı bilinmese de, popülist enerji gidişatı bizatihi sonuç haline getiriyor. Mesele, işin sonuçta nereye varacağından çıkmış oluyor. Gerçek anlamda siyaset “işin nereye varacağını” öngörme sanatıysa eğer, popülist siyaset, “iş nereye varırsa varsın”ın öngörülemezliğiyle tezahür ediyor.  

Bu gerçekleştiğinde, gerçek anlamda halkın olduğu ile olmak istediği arasındaki mesafeyi kapatan politikalar toplamı demek olan siyaset, idealizmini kaybederek kurnaz bir realizm içine düşüyor. Yönetenler, olmak istenilene giden yolda önderler olmaktan çıkarak “halkının sesi”nden ibaret hale geliyor; talep ve beklentileri aynen benimserken, toplumsal hastalıklar ve değiştirilmesi gereken kötücül özelliklerle de aynılaşıyor.

Elbette siyasetin olmak istenene götüren olması “halk için halka rağmen” izlenecek politikalara da izin veren bir mahiyet taşıyor; ama rejimin gerçek anlamda demokratik olması, bu amacın aşağıdan yukarı bir seyir izlemesinin sigortası oluyor. Değilse, bu “halkın sesi” olma hali, farklı veya karşı sesleri bastırmaya ya da en azından duyulmaz kılmaya yöneliyor. Kendi sesinden başkasını duyamaz bir gürültünün içinden siyaset üretiliyor.  

Popülist siyaset yapanlar, tarihsel olarak yaşanan haksızlıklarla hesaplaştıklarından, mevcut durumun ötesinde bir millet ya da halk tasavvuruyla hareket ediyorlar ve böyle olduğunda, iktidardaki bir parti kendisini sadece çoğunluğun ya da mevcut zamanın değil, bütün bunları aşan bir “dâvâ”nın sembolü olarak görebiliyor. Demokratik siyasal özne, tekil birey olmaktan çıkıp “çoğul”laşıyor. Öznenin çoğullaşması kaçınılmaz olarak daha otoriter bir yönetim doğuruyor.  

Millet ya da halk diye ifade edilen “kitle,” farklılıkları silinmiş, yeknesak bir çoğul küme haline geliyor. Burada siyaset yapanlar, kimin için siyaset yaptıklarına baktıklarında, somut ve yaşayan tekil insanlar yerine , gerçek hayat içinde bulunması mümkün olmayan “fiktif” ve “ideal” tiplerin meydana getirdiği büyük bir birliktelik görmeye başlıyorlar. Aslında bunun ileri boyutu bir tür “romantik sanrı” halidir ve olgunluk dönemlerine geçememenin işaretidir.

Popülist siyasetçiler, çoğu zaman, halkın iradesinin tecessüm etmiş hali olarak kendilerini görüyorlar ve o noktadan sonra, her zaman halka rağmen olmasa da daima “halk için”      hareket ediyor olma bilinci, kurnaz realizmin içinde eritilen örtük bir “rağmenlik” içerir hale geliyor. Bu esnada, kaybedilen devlet yönetiminin ahlâkî temeli de bir kez daha tarihsel adaletsizlik duygularının canlandırılması ve oradan devşirilen ahlâkî bir temsilciliğin kuşanılması yoluyla yeniden güçlendiriliyor. Oysa herkes biliyor ki gelecek için böyle bir ahlâkî temel ve dayanak üretmek her geçen gün zorlaşıyor; ama geçmiş bütün bunları görmeyi engelleyecek kadar güçlü bir yön verici kaynak oluyor.   

Bir yandan da bu bakış çoğulculukla uzlaşamadığından ve öteki siyasal partiler üzerinde hegemonik bir baskı kurulduğundan, doğan boşluğu kapatmak için savunulan dâvâ (her neyse) devletin resmi ideolojisi haline getiriliyor. Popülizmi doğuran enerji aslında duygusal bir boşalmayla kolayca kaybolabilecek bir yüzer-gezerlik içerdiğinden, sürekli bir karşıtlık ortamına ve çatışmacı bir “kafa tutma”ya ihtiyaç duyuluyor.  Bu enerjinin canlı ve iktidarı besleyici olabilmesi için her defasında bu karşıtlık ve “kafa tutma”nın dozunun arttırılması gerekiyor. Dolayısıyla bu durum giderek “düşmanlaştırıcı” bir siyaset halini alabiliyor.

İç ve dış düşmanlar “sürekli” kılındığında ise, popülizmin ihtiyaç duyduğu enerji ve geri besleme sürdürülebilir kılınmış oluyor. Her türlü mağduriyet, ezilmişlik ve kötücül hasımlık kimlikleşip kemikleşiyor. Uyuşmaz gibi görünen özellikler “tek” bir kimlik etrafında yeniden düzenleniyor ve bu süreç safları kaçınılmaz biçimde sıklaştırıyor. Popülizm için öncelik kurumların nasıl olacağından çok nasıl olmaması gerektiği ve kavgalı olunan “kurulu yapı”ların yıkılması olduğundan, atamalar liyakat yerine bu iradeyi yansıtanlar arasından yapılıyor.   

Oysa basitçe şunu biliyoruz ki demokrasilerde saflar biraz gevşektir. Çünkü gerçek anlamda siyaset, bir yenme-yenilme oyunu ya da altedip yoketme savaşı değil, siyasal bir toplumun kendi kendini var etme iradesinin bütün bir geçmiş ve gelecek tasavvurunu politika olarak bugüne dönüştürmesidir. Sonuna kadar fikir özgürlüğü ve serbest tartışma gerektirir. Tutumlar ve konumlar arasındaki geçirgenlikler total bir kapalılığın oluşmasını engelleyen hava kanalları gibidir. Neyin nasıl yapılacağı önceden bilinen şeyler değil, üzerinde uzun uzun düşünülmesi, çoğu kez icat edilmesi gereken şeylerdir. Siyasal özgürlükler ve hür düşünce, demokratik bir toplum için su gibi, hava gibi varoluşsal gerekliliklerdir.

Değilse, popülizmin seli önüne geleni, nerede bırakacağı belli olmayan bir yere kadar sürükler. Daha acısı ise bu tür yerlerde siyasetin, sürüklenmekten gelen büyük yıkıcı enerjiyi siyasal iktidar olmakla karıştıran bir yeni yetme takımının yenme-yenilme oyununa, altedip yok etme savaşına dönüşmesi; toplumun düşünenleri açısından akıntıya karşı kürek çekmenin hiç olmadığı kadar zorlaşmasıdır. Bir yenme-yenilme oyunu olmadığından, gerçek anlamda demokratik siyasetin kaybedeni yoktur. Oysa tam bir altedip yok etme savaşı gibi gözüken popülizmde, unutmamak gerekir ki kazanan yoktur.

Popülist siyasetin seline kapılmak olan biteni ancak sular çekildiğince anlayacak olmaktır.  

MEMLEKETIM



"her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı memleketim.karanlığa o kadar alışmışsın ki yıldızlar bile rahatsız ediyor seni.memleketim .. en seçkin evlatlarının beynini ve kalbini itlere peşkeş çeken memleketim.."  Bu Ülke(Cemil Meric)

Efkarlandim bugün kendi halime agladigimdan memleketime daha cok agladim..


"toprak sarsılıyor!... hep birden esfel-i sâfiline yuvarlanmak istemiyorsak, gözlerimizi açmalıyız. insanlar sloganlarla güdülmez. düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet. kitaptan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız. bütün ideolojilere kapıları açmak, hepsini tanımak, hepsini tartışmak ve türkiye'nin kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına dayanarak inşa etmek. işte, en doğru yol." cemil meriç/ bu ülke/ syf 96



" hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek. içlerinde böyle bir canlılık, böyle bir hayat coşkunluğu duyanlar dünyanın biricik hâkimleridir. bütün diğer hükümdarlıklar bu saltanatın maddîleşmesi, fakirleşmesidir: bir nevi tiyatro krallığı.
gerçek hükümdarlar ebediyen hükümrandırlar. hazineleri yağma edildikçe zenginleşirler."  Bu Ülke-Cemil Meric
Dedim ya efkarliyim...

" yığını kolayca kandırabilirsiniz, duyguları hiçbir temele dayanmaz. yığın düşünmez, mâruz kalır. nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. ateşi yükselince arslanlaşır, nöbet geçince her mukaddesi unutuverir." 

" kaderimizi çizen toplum, ama ona teslim olunca yokuz, denizdeki herhangi bir dalgayız artık. dalgaların bir tarihi var mı? kişilik bir kopuş, bir olmayan'a, bir olacağa bağlanıştır. görünen toplum içinde görünmeyen toplumu seçmek." Bu Ülke-Cemil Meric