30 Oca 2015

SEVGİLİ ÖLÜM

"Her nefis ölümü tadar.Sonra hepiniz bize döndürülürsünüz" Ankebut 57



bir gün çağrıyı duyar, insan ölür çaresiz,
ölür kuşlar, ağaçlar, ölür sahil ve deniz.

silinir bütün renkler, dağılır koku, ışık,
yeni bir alem başlar karanlıklarda sessiz.

kemik çürür, kaybolur parıltısı gözlerin,
kımıldamaz orada ayağımız elimiz.

öyleyse neden bunca düşmanlıklar, savaşlar,
er geç çağrıyı duyup gidecek değil miyiz?

er geç kulağımızın dibinde çınlayacak,
ölümün soğuk sesi 'biraz gelir misiniz?' (Ümit Yaşar Oğuzcan)















28 Oca 2015

GLİOBLASTOMA İLE GELDİ AZRAİL

Babam 2013 nisanında kalp krizinden ölmüştü. 
Annem Kurban Bayramı öncesi babamı rüyasında görmüş, babam anneme : gel seni içinde bulunduğun sıkıntılardan kurtarayım gel benimle demiş rüyada. Annem de " benim rüyalarım çıkar ben öleceğim " demiş teyzeme gidip. 

29 Ekim günü kardeşim aradı beni , haberin var mı annemi hastaneye yatırmışlar dedi. Atladık gittik Çanakkale'ye. Yüksek ateş ve yüksek tansiyon ilk şikayetlerdi. Ateşi ve tansiyonu düşürüldü , enfeksiyon kapmış dediler . MR çekildi. MR da beynin sol temporal lobta iki adet nohut büyüklüğünde tümör tespit edildi. Doktorlar birinin eski bir travma kalıntısı olabileceğini ama diğerinin kanser olma riskinin yüksek olduğunu söylediler.

Çanakkale On Sekiz Mart Tıp Fakültesine yatırdık annemi. Orada da MR çekildi onlar da kanser dediler. 8 Kasımda biyopsi yapıldı. Annem, Çankkale'de biraderin evine yerleşti. Tuhaflıklar o zaman başladı ama bizim hastalıkla ilgili hiç bir bilgimiz olmadığından durumu idrak edemedik. Biyopsi sonuçları 24 Kasımda geldi. Biyopsi sonuçlarına göre biyopsi alınan bölgede nekrozlu hücreler vardı ve canlı doku olmadığından karşılaştırma yapılamamıştı. Hepimiz sevindik , şükür annem kanser değilmiş diyerek. Ömründe hiç hasta olmadığından ve hastanelerden nefret ettiğinden kapsamlı araştırma ve hastanede yatma fikrini ne biz ne de annem kabul etti. Dekan aynı zamanda annemin doktoruydu , ameliyatla alalım demişti tümörü alıp bir inceleyelim . Annem, ölürüm de ameliyat olmam dedi.Birader de biyoenerjici olduğundan , annemin bir şeyi yok kanser falan değil o  ben onu iyileştiririm dedi. Annem de ben ona güveniyorum dedi. Farkında değildik o gün ama annemin ölüme doğru yolculuğunun hikayesi başlamıştı bile.

Küçük birader ve ben İstanbul'a döndük. 

Benim çok yakın bir arkadaşın annesi de Ekim ayında vefat etmişti. Annemin tuhaflıkları ile ilgili konuşurken  , kendi annesinin de ameliyat sonrası narkozun etkisiyle on-onbeş gün çok tuhaf davrandığını anlatmıştı bana. Ben de Çanakkale'deki biraderi arayıp narkozdan sonra böyle şeyler oluyor demiştim . Fakat ay bitmiş annem normale dönmemiş aksine daha da tuhaflaşmıştı. Telefonla konuşurken donup kalıyordu mesela ne söyleyeceğimi bilemiyorum diyormuş biradere. Benim küçük biraderi arayıp ona bakıp bakmayacağını soruyormuş telefonda. Küçük birader annem için çok endişelenmeye başlamıştı. Ben ise biradere,; annem namazlarını kılıyor mu diye sorduğumda aldığım cevaptan sonra gerçekten endişelenmiştim. Çünkü hiç bir koşulda namazını bırakmayan annem yılbaşı öncesi namazlarını bırakmıştı.

Bu hastalık ilk önce annemin sağ tarafını göçerterek etki göstermeye başladı. Sağ kolu ve sağ ayağının harketleri azaldı önce sonra da annem ne sağ ayağına basabiliyor ne de sağ eliyle yiyebiliyordu. Birader ise anemin bu tuhaflıklarını hep psikolojik olarak niteledi, inat yapıyor bana diyordu. O dönem sağ ayağına basması ve sağ eliyle yemek yemesi için anneme sürekli baskı yapıyordu birader.  
Aralık ayının ortalarına doğru annem artık telefonlara cevap verememeye başladı. Birader gene aynı kafadaydı, inat yapıyor bana da ondan konuşmuyor ne sizinle ne de benimle diyordu. 

Birader aynı zamanda koyun da bakıyordu Kepezde bir çiftlik kurmuştu. Annem sürekli onu yanına çağırıyor , Cihan gelsin beni tuvalete götürsün , Cihan gelsin beni yedirsin diyordu evdekilere . Birader artık çalışamaz hale gelmişti. Ama hala annemin numara yaptığını düşünüyordu. Oysa annem hayatı boyunca kimseye yük olmamıştı ve evlatlarını üzecek hiç bir şey yapmazdı .( Ölümünde bile kimseye yük olmamıştı canım annem, hava çok güzeldi ve köyde kaldığımız beş gün boyunca annemin hazırlayıp kavanozlara koyduğu yemekleri yedik , öldükten sonra bile bizi ağırlamaya devam etmişti )  Buna rağmen bir türlü ayılmıyorduk. Biyopsi raporu ve biraderin kesin kanser değil tanısı aklımızı perdeliyordu. 

Ne zamanki birader arayıp annem yatağa işedi dedi ben de film koptu. Oğlum annem normal kafayla asla böyle bir şey yapmaz sen onu hemen doktora çıkar tekrar film çektir dedim hemen yılbaşı öncesi. O zaman hala annem kısmen ayakta ve yemek yiyor ve konuşabiliyordu( her ne kadar telefonlara cevap vermese de) . Birader , hayır inat yapıyor o demekte ısrar etti. Yılbaşında Biga'daki biraderin evine götürüp bırakacağını artık annemin inadından iflahı kesildiğini de ekledi.
Annem yılbaşı öncesi ve yılbaşı ertesi günden güne kötüye gitmeye başladı. İlk önce sadece yemek yemek için kalkmaya başladı. daha sonra yemek için bile kalkmamaya başladı.Bütün gün konuşmadan öylece yatıyor diyordu birader. Aynalara bakıp duruyor bütün gün ben de aynalı dolap kapaklarını açık tutuyorum ki bakmasın dedi birader. Artık altına bez bağlıyorum dedi yılbaşından üç gün sonra. Şimdi de hiç hareketsiz öylece yatıyor iki gündür anladı Biga'ya gideceğini artık yatalak numarası yapıyor dedi birader. 

İstanbul'daki en küçük birader ocağın ikinci haftasonu atlayıp Çanakkale'ye gitti güya annemi Biga'ya götüreceklerdi. Annemi tekrar hastaneye ambulans bulamadıklarından zar zor götürmüşler , tekrar MR çektirdiler oradan da Biga'ya götürmüşler. Dönmeden küçük birader aradı annemin durumu çok kötü tümör bütün beyni sarmış Medipol Hastanesine götürün diyorlar buradan ben filmleri ve raporları alıp geliyorum dedi. Medipol Hastanesinde benim bir hekim arkadaşım çalışıyordu tesadüf. 

glioblastomalı bir beyinden kesit. 
Neyse birader geldi filmleri ve raporları getirdi bitkin bir haldeydi. Hiç umut yok gibi dedi. Bir göster bakalım ne diyecekler eğer umut verirlerse alıp hemen İstanbul'a getirelim İspanya dönüşü dedi. Tarih 13 ocaktı.
Ben de ertesi gün raporları alıp gittim arkadaşın yanına o gün beyin cerrahları ve radyolog müsait olmadığından arkadaşa bırakıp döndüm ben arkadaş ben arar haber veririm demişti.

16 ocak günü hekim arkadaş aradı kem küm ediyordu telefonda. Glioblastoma Multiforme dedi.  (Not aldığım kağıt hala masada önümde duruyor) O ne dedim doğal olarak. Kısaca anlattı. Şok olmuştum. İspanyadaki birader hariç herkesi arayıp durumu anlattım. 

Annem 15 ocakta yemekten ve içmekten kesildi. En son çarşamba gecesi çorba içmiş ve muz yemiş. 

Haftasonu atlayıp Biga'ya gittim. 

Annem soluk alan bir cesetten farksızdı artık.  Sadece gözlerini oynatabiliyordu. Pazartesi biraz kendine gelir gibi oldu. Biraz su ve yoğurt verdik. Salı günü öğleden sonra ben ellerini tutmuş onun için dua ederken birden derin bir soluk aldı gözleri arkaya doğru kaydı ve hekim arkadaşın anlattığı o hırıltılı nefes moduna geçti. Salı günün akşamı ayakları buz kesmeye başladı bütün vücudu soğuk soğuk terliyordu. Teyzem bu terlemeler ne anlama geliyor biliyor musunuz , ölüm başlamış artık sabaha çıkar çıkmaz dedi. 

Ben zaten gözleri geriye doğru kaydığında anlamıştım ..

Çarşamba sabahı o hırıltı da kesilmişti adeta antremandan gelmiş sporcu gibi kesik kesik solumaya başladı. Güya o sabah annemi hastaneye götürecektik ağızdan beslenme aparatı takılması için. Teyzem ve halam bunun bir yere gidecek hali yok ölmek üzere zaten dediler. 

21 ocak Saat 08:30 gibi derin bir soluk aldı ve o solukla beraber ruhunu da verdi emanetçisine.

Üç ayda annemi aldı gitti Glioblastoma ...Sevdiği adama ve tanrısına kavuştu.

Tek üzüntüm bilmeden ona bir ay kadar eziyet ettik. 

Analar evlatlarına gönülkoymaz umuduyla yaşıyoruz. Nur içinde yat anneciğim...

26 Oca 2015

HAYAT NASIL DA GEÇİYOR ZAMAN HİÇ GEÇMEZKEN

Her şey karıştı çünkü öldün. (Cahit Zarifoğlu)

anne girdin düşüme
yorganın olsun duam
mezarında üşüme

anlamam anlatamam
düşen düştü peşime
artık vadeler tamam  (Necip Fazıl)

fakir yatağının kıyıcığında
bir ölü lambanın kör ışığında
sararmış yüzünün kırışığında
beliren kederi okudum anne
dışarıda inleyen rüzgar kudurmuş
ruhumu okşayan nefesin durmuş
bir ümit;göğsüne uzandı elim
heyhatki o müşfik yürekte durmuş (Orhan Veli)

İlk nefesimde ben senin son nefesinde sen benim kollarımda (Ceza) (aynen de öyle oldu)

Geçen çarşamba sabahı anneciğim Hakka yürüdü.Aynı gün ikindi namazından sonra babacığımın yanına kendi ellerimle yatırdım. 

Sözün bittiği yerdeyim..

Annem seni seviyorum..

Not: Mohsen Namjoo (Muhsin Namcu)'nun Ey Sareban şarkısını ağıt yerine dinliyorum her ne kadar ağıt olmasa da. Dinliyor dinliyor ve annemi anıyorum. Hüzünlü kalplere önerilir

Ey kervancı, ey kervan 
Leylamı nereye götürüyorsun..

14 Oca 2015

İNSANI GAM YIKAR NETEKİM

Bugün annemin hastalığı ile ilgili görüş almak için Medipol Hastanesinde çalışan bir  hekim arkadaşı ziyaret ettim. Laf arasında bana şunu söyledi; yirmi yıldır bu işi yapıyorum o kadar vaka gördüm, tıp hastalıkların sebebi olarak şudur budur diyor ama benim gördüğüm ana sebep şu; üzüntü ve stres. Nitekim duvarı nem insanı gam yıkıyor.

Bugün bir haberle ilgili düşündüm de, eski mahalle düzenini bir nebze olsun koruyabilseydik mahalle aralarında uyuşturucu satmak ya da ev araç hırsızlıkları bu kadar yaygın olabilir miydi acaba ? 

Şu kaçak elektrik kullanma meselesi var ya bölünürse bu ülke bu yüzden bölünür. Şunu görüyorum ki kaçak elektrik kullanıyorlar onların parasını biz ödüyoruz diye inanın kızgınlık birikmekte batıda. İşin ucu kendisine dokunduğundan insanlar terör meselesinden daha fazla önemsiyor bu konuyu. Devlet kulağının üstüne yatıyor ama bilmem ki tehlikenin farkında mı ??

Paket program fikirleri ne kadar çok seviyoruz yaşamak yerine. Ne diyordu halbuki Tilki Küçük Prens'e  " senin gülünün diğerlerinden önemli olmasını sağlayana şey ona ayırdığın vakittir.İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun "  Sorumluluk almadan yaşanan hayat hayat değildir.

Ölüm anı geldiğinde hiç yaşamamış olduğunu anlamak çok acıdır.

12 Oca 2015

TAKİYÜDDİN RAŞİD RASATHANESİ VE TYCHO BRAHE RASATHANESİ

Tarih 1570'li yıllar. O yıllarda İstanbul'da ve Danimarka'nın Hven adasında iki rasathane kuruldu. İstanbul'da kurulan rasathane Osmanlı'nın ilk ve tek ve son rasathanesi olarak tarihe geçmiştir. Saman alevi gibi parlamış ve sönüp gitmiştir. Tübitak tarafından yayınlanan Bilim ve Teknik dergisinde bu konuyla ilgili tafsilatlı bir makale vardır ilgilenen arkadaşlar oradan okuyabilir.
Aynı tarihlerde Danimarka'da kurulan rasathane de çok uzun ömürlü olmamıştır fakat etkileri ve sonuçları açısından çok farklı bir seyir izlemiştir. 

Tophane sırtlarına padişah 3.Murat'ın emriyle kurulan bu rasathane 1580 yılında yine padişah fermanı ile denizden top ateşine tutularak yıkılmıştır. Bu yıkımla ilgili değişik rivayetler vardır fakat en muhtemel sebep Taküyiddinnin hocası Hoca Sadeddin ile devrin şeyhülislamı arasındaki siyasi ve dini rekabettir. 

Osmanlı'nın ilk ve tek bilimsel kurumu yaklaşık on yıllık hazin öyküsünü bu şekilde tamamlamış ve Osmanlı'nın bilimle imtihanı başlamadan bitmiştir. Çok parlak bir zeka olan ve optik konsundaki fikirleri çağının çok ilerisinde olan Taküyiddin tarafından başlatılabilecek bir Osmanlı Bilim çağı heder edilmiş ve top ateşiyle asıl yıkılan bilimsel düşüncenin rahmi olmuştur. 

Aynı dönemde Danimarka'da kurulan rasathane Avrupa'nın kaderini değiştirmiştir. Brahe koyu bir dindar olarak Copernik'in güneş merkezli modelini benimsemediğinden onun tezini çürütmek için Hven adasındaki bu rasathaneyi Danimarka kralının desteğiyle kurmuştur. Brahe teleskop kullanmadan çok önemli gözlemler yapmıştır ve yaptığı bu gözlemler astronomi açısından onu önemli kılmıştır. Ama Brahe çok daha büyük bir iş yaptı. Yanına aldığı ve asistanlığını yapan birisi vardı ki bu kişi modern astronominin kuramlarını ortaya koymuş ve avrupanın ortaçağ karanlığından ve kilisenin prangasından kurtulmasını sağlamış ve Newton'a kadar uzanan modern bilimin kurucusu olmuştur.Bu kişi Johannes Kepler'dir. 

Maalesef Taküyiddin bir Kepler yetiştiremedi ve bunun sonuçları ağır oldu..Kırılma anı..

İşte tarih böyle bir şey.  

HEP BATININ SUÇU *

*Cumhuriyet Gazetesi yazarı Özgür Mumcu'nun bugünkü makale başlığı durumu tam anlatmasından dolayı ödünç alınmıştır.

“Gâvur”un hep kötü kendimizin ise hep “haklı” olduğuna inanmak elbette iyi gelir. İyi gelir ama ne mevzuları anlamaya ne de onları çözmeye yarar.

Özgür Mumcu makalesini yukarıdaki cümle ile bitiriyor..İşte bu çocuk hali kendine müslüman diyen ama islamla şekilsel bağı dışında kavramsal bir ilişki kuramayan toplulukların ve fikir üretmek ,tefekkür etmek yerine menkıbe üretmeyi seçen zihnin ne ahlak ne de medeniyet üretemeyeceğini bir anlasak ah bir anlasak...

Şu Mehdi beklentisi var ya (uzun kaçacak diye yazmıyorum bununla ilgili ama halimizin aynasıdır bu beklentinin yeşerdiği zihin) kanser gibi çürüttü bizi..

Akıl yerine nakile yaslanmak iyi gelir belki ama hiç bir sorunumuzu çözmez ve elin adamı bir gün sanayi devrimi yapar ve gelip ananı beller..Sen de beklersin Mehdi gelsin onların anasını belleyelim. Çok beklersin çoook..Mehdi gelirse önce sizin ananızı belleyecek..

Düşünmeyen okumayan adamdan müslüman mı olur yaaa..Cennette huri fantezileri ile olmaz bu işler..

Petrolde olmasa dünya eksikliğimizi hiç hissetmeyecek..
"çok yorgunum beni bekleme kaptan
seyir defterini başkası yazsın
çınarlı kubbeli mavi bir liman
beni o limana çıkaramazsın" Nazım Hikmet

GERÇEK İSLAM BU DEĞİL..PEKİ NE ???

Malum olduğu üzere (bir önceki yazımda da değindiğim üzere bkz) Paris katiamından sonra dün Pariste birlik yürüyüşü yapıldı. Elliye yakın devlet yöneticisi de destek için Hollande'ın kolundaydı yüzbinlerle birlikte. 
Müslümanlar neredeyse bir ağızdan "gerçek islam bu değil" diye açıklama yaptılar. Hollande bile " bunun islamla bir ilgisi yok " minvalinde bir beyanat verdi. Durum hassas yani..

Gerçek islam bu değil anladık, peki nedir gerçek islam ??? Mırın kırın...

Bir kısım müslüman gazetede (ki bunlar medyada azınlık olsa da büyük bir kitlenin ruh halini yansıtıyor) onlarınki can da bizimki patlıcan mı gibisinden ağlamaklı yazılar ve içten içe oh olsun size ruh halini yansıtan beyanatlar var..

Efendim, Paris katliamı yapıldığı gün Yemen'de 37 kişi, Nijerya'da 2,000 kişi katledildi alt yazıdan başka gündem bile olmadı diyerek serzenişte bulunuyorlar.. Bizim başbakanın orada ne işi varmış, müslümanlar katledilince onlar bizimle dayanışma için gelmişler miymiş, müslümanları öldüren onlar değil miymiş zaten.

Peki adamım , müslüman coğrafyada bu kadar insan ölüyor anladık hangi müslüman kentinde insanlar bu katiamlar dursun diyerekten gösteri yaptı. Kaç müslüman ülke bu Nijerya'daki katiamları durdurmak lazım diyerek acil toplantı yaptı, kaç müslümanın umurunda oldu ? İslam İşbirliği Teşkilatı ne işe yarıyor ? Suriye meselesini çözebildi mi müslümanlar ? 

Onu geçtim Türkiye'de otuz yıla yakın bir iç savaş yaşandı onbinlerce insanımız öldü, İstanbul'da ya da Ankara'da yüzbinler toplanıp yürüdü mü ? Oğlu askerde olmayanın umurunda bile olmadı..

Lak lak lak..Leyleğin ömrü laklakla geçermiş hesabı..
Adamlar nasıl kenetleniyorlar kendilerine bir saldırı olduğunda. Hani müslümanlar bir tarağın dişleri gibiydi, hani müslümanlar bir beden gibiydi ayağa diken batınca bütün beden rahatsız olurdu ? Batıya bok atacağınıza perişan halinize bakıp ağlayın belki bir bilinç uyanması olur...

Müslümanlar bu kafayla ne müslüman olur ne adam olur , lağım faresi gibi yaşamaya devam ederiz böyle..Belki bir Mehdi gelir de kurtarır falan diye bekleşir dururuz..

Yusuf Kaplan'da dünyanın islamlaşmasından korkuyor Batı ve kendinin de islamlaşacağından o yüzden islamı şeytanlaştırıyor diyor bugünkü yazısında. İslam uyanacak dünya hegemon batıdan kurtulacakmış mış mış...Bu kafayla müslüman olacaklarsa bırak olmasınlar Yusuf Kaplan..

Bunun cevabını da aynı gazetede yorum yazan Atasoy Müftüoğlu veriyor (okumanızı öneririm), bu müslümanlar sömürgeleştirilmeye açık olduğu sürece ahanda hiç bir şey değişmeyecek diyor..

Geçen yayınladım haritayı , kitap okuma konusunda islam coğrafyası kapkara.. Bu hal değişmeden hiç bir bok olmaz bu müslümanım diyen müşrik topluluklardan...

Dün gece Hilal Tv de kapitalizm ve islam konulu bir tartışma vardı , uzun uzun anlattılar kapitalizmin zararlarını ve Batılı anti kapitalist gruplar tarafından hazırlanan klipler de yayınladılar kapitalizmi yerden yere vuran..

Sadede geldiler programın sonunda; çözüm ?!
Çözüm yok aslında evele gevele, tek bir devlet  bu işi çözemezmiş zaten küresel bir farkındalık ve uyanış gerekiyormuş, küresel çapta ve birlikte olmadıktan sonra işe yaramazmış .. 

Müslüman patron bile işçisini emeğini satışa çıkarmış bir eşya gibi algılıyormuş, piyasa şartlarına göre ücret ödüyormuş, onun insan olduğunu unutuyormuş..Kafalarında nasıl bir düzen var bu müslümanların anlasam bir, garip bir müslüman olarak.. 

Batı dünyanın islamlaşmasından korkmakta haklı;  bu kafayla müslümanlaşırsa insanlar sıçtığımızın resmidir..Akılsız adamın ahlakı da olmaz..Bugünkü müslümanların topu akılsız ve ahlaksızdır...Bitti...

9 Oca 2015

MOĞOLLAR BİLE BU KADARINI YAPAMAMIŞTI

13.yy da asyayı kasıp kavuran Cengiz'in atlıları islam dünyasının üzerinden de silindir gibi geçmiş Halifenin başkenti Bağdat yakılıp yıkılmıştı. Bu yıkım , moğollar Memlük duvarına çarpana kadar devam etti. En nihayetinde bir asır süren bu yangın moğolların ehlileştirilmesi ve bir cihan imparatorluğunun doğuşuyla sona erdi.
Lakin 19,yy da gümberdeyerek darmadağın olan islam ümmetinin bugünkü hali moğol istilasının yıkımından daha beter görünüyor. Evet bozkırın kitapsız sürüleri şehirleri yıkmışlar fakat o şehirlerin kültürüne yenilmişlerdi işin sonunda. O şehirlerin dinini benmisyerek .. 

Bugün islam ümmetinin yaşadığı yenilmişlik ise hem askeri hem kültürel bir yenilgi. Perişanlığın kaynağı da o zaten. Cezayir ve Türkiye bunun iki müşahhas örneği. Yendikleri batılı efendilere benzemeye çalışıyorlar hatta Cezayir'de resmi dil bile hala fransızca. 

Bu zihinsel sefaletten kurtulunacağını gösteren bir işarette henüz yok ufukta. Batılıların bizimle dalga geçmek için söyledikleri ve çok acı bir hakikat olarak içimizi acıtması gereken şu söz , ümmetini perişan halini özetlemektedir; müslümanların son yüzyıllarda icat ettiği tek şey var, intihar bombacısı..

Bu girişi çarşamba günü Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırı sonucu islam toplumlarının verdiği refleks tepkiyi analiz etmek için yaptım. Batının efkarı umumiyesinin ve mevkutelerinin ve dahi ceridelerinin bizim zihinlerimizi teşevvüş etmesi ve bizim şamar oğlanı gibi her daim şaplak yemeye hazır ve nazır halimiz işte bu manevi yenilginin tezahürleridir. Batının bizim için yaptığı tanımlarla bizim kendimizi tanımlamamız tam bir beyin yıkama faaliyeti olup komplo teorisi peşinde koşmanın bir manası yoktur. 

Müslümanlar zavallılıklarını , cinayet şebekelerinin gölgelerinde el çırparak daha da perçinlemektedir. 

Dünden beri medyayı takip ediyorum; cinayetleri kimini işlediği bile belli değilken (hoş olsa ne değişecek tartışmanın tonu sadece) tartışma programlarında katillerin müslüman olduğu kabulü ile , islam ve şiddet , islamofobi etrafında dönüp durulması, diyanet işleri başkanının çıkıp ; müslümanlar öyle değildir böyle değildir deme ihtiyacı hissetmesi, cumhurbaşkanının "müslümandan terörist olmaz,terör ile islam bağdaşmaz " demek zorunda kalması içine yuvarlandığımız lağım çukurunun ne kadar derin olduğunu göstermektedir. 

İlk söylenen söz şu oldu; HzMuhammed hakkında karikatür yayınlayan  dergiye yapılan saldırı... O kadar içselleştirmişiz ki acziyetimizi ve suçlu olduğumuzu...!!!

Tabi bir de "oh olsun" diyen stadyumlar dolusu katil sevenlerimiz var..Madımak'ta insanlar cayır cayır yanarken dışarda tempo tutan beyinsiz,dinsiz imansız gürühların varlığını da bir sorgulamak lazım..

Efendim Batı'da müslümanları çok ezdi ondan oluyor bunlar..Sen Viyana kapılarına dayandığında intihar bombacıları ile camilere mi saldırdı Batı.. Çaresizliğin itirafıdır bu..Mide bulandırıcı cinsinden hem de..
İslam ümmetinin ürettiği model İŞİD olursa kuantum fiziği çağında daha çok dayak yeriz..

Son söz, Charlie Hebdo'ya yapılan bu saldırı profosyonel katillerce yapıldığı besbelli olduğundan (arabada kimlik bulunmuş falan geçin bunları) bu katillerin efendilerinin bu dergi çalışanlarına şahsi bir husumeti olmadığı açıktır. Filler tepişiyor çimenler eziliyor.. Ölenlere rahmet, yapanlara da Allah belasını versin..

6 Oca 2015

NARKOZ SONRASI SIFIRLANAN BİLİNÇ, ANNEMİN TRAJİK HİKAYESİ

Annem bir çerkes kızı olarak Dereköy'ün en çok çalışan ailesine gelin olarak geldiğinde başladı hikaye. Annanem, annemi geri almak istemiş durumu öğrenince. Zira el bebek büyümüş kızını neredeyse bir köle çalışma düzeninin içine girdiğini farkedince ürkmüş kızının naif bedeni dayanamaz diye. Ama annem o inatçı kişiliği ile tam elli sene dayandı. 
Rahmetli dedem ve babaannem (babaannemin diğer gelinlerde geçirdiği son altı-yedi ayı saymaz isek) annemin bakımıyla geçirdiler ömürlerinin düşkünlük yıllarını. Tek bir teşekkür cümlesi duymadı hayatı boyunca. Kendisine ne bir hediye alındı ne de bir tatlı söz söylendi. Evlilik hayatının yaklaşık otuz senesi sabah altı gece yatma vaktine kadar ev işi,hayvanların sağımı yemi,tarla işi ve dört azgın erkek çocuğun bakımıyla geçti. Durup dinlenmeden çalıştı ve en sonunda elde kalan sadece köyde bir evdi. 

2007'deki iflasla birlikte , tarla ve hayvan kalmadığı için evde babamla birlikte bir nevi emeklilik olarak geçiriyordu hayatını annem. Babamın 2013'te ani ölümüyle , Dereköy'de 1965 yılında başlayan kalabalık Beçko ailesinin hummalı koşuşturmasından , o avluda tek başına yaşamak  düşmüştü bahtına. O avlu ki annemin elli yıllık evlilik hayatının tarihi gömülüydü orada. O 300m2 lik avlu onlarca insanın yıllarını bağrında biriktirmiş bir hafızaydı. Umarım bir gün o avlunun hikayesini yazabilirim çünkü orada biçimlendi benim hikayemde. 
Bir zamanlar çocuk seslerinin taze ekmek kokularına karıştığı o avluda şimdi boş evlerin çatılarında uğuldayan rüzgarın sesi kaldı. Oysa daha 30 yıl önce  o avlu bir yürek gibi çarpardı, canlılık fışkırırdı adeta. Ne misafiri eksik olur ne de fırınında ekmek pişmediği hafta olurdu. Bir bayram sabahı 27 kişinin uyandığı o evlerde şimdi mezar sessizliği var.

Annemin hastayım dediğini duymuşumdur belki iki belki üç kere. Ama hiç yattığını hatırlamam. Yatar kalkar işine devam ederdi. Hiç üşenmezdi ve eli çok çabuktu. Yarım saatte üç çeşit yemeği hazırlar arada bir fırın ekmeği yoğururdu. Fiziksel olarak yorulsa bile moral olarak hep diri olur ve yoruldum ya bu işi de sonra yapayım asla demezdi. Hiç şikayet etmeden ( etmesine imkan yoktu çünkü aldığı çerkes terbiyesi gereği) yaşadı . 

Gün döndü harman oldu. Annem geçen kurban bayramında ilk defa yoruldum dedi. Artık takatim kesiliyor fırını yakmak , ekmek pişirmek çok zor geldi bu sefer diye şaşkınlığını ifade etmişti. Ama torunları seviyor diye haluj ( çerkes peynirli bir tür ekmek) yapmaktan geri kalmamıştı. 

Bayram dönüşü annem biraz rahatsızlanmış. Ekim ayı sonlarında yüksek ateş ve yüksek tansiyon şikayetiyle hastaneye kaldırmış kardeşim. Çanakkaleye sevt etmişler. Orada yapılan tetkik ve tedavi sonucu ateşi ve tansiyonu düşürüldü ve enfeksiyon kaptığı söylendi. Kapsamlı bir tarama yapalım dediler. Çekilen filmlerde beyninin sol tarafında kitle tespit edildi. Kanser dediler. Çanakkalede yaşayan birader bioenerji uzmanıdır ve teyzem başta olmak üzere pek çok kişiye şifa verdi . O ısrarla kanser değil bu olsa ben anlarım diyor. Neyse biyopsiye karar verildi. Biyopsi yapıldı , o ara annem dört gün kadar hastanede kaldı. Biyopsi sonuçları temiz geldi. Bunun üzerine hastane faslı bitti ve annem Çanakkale'de kardeşimin yanında kalmaya başladı. 

Oysa bütün bunlar olmadan önce plan şuydu, Biga'da ev tutulmuştu, ortanca birader ile birlikte annem ve teyzem kışı Biga'da geçireceklerdi. 
Hastalık yüzünden bu plan işlemedi malesef. Ev tutuldu tutulmasına da ..

Fakat annem iyileşeceği yerde gittikçe tuhaflaşmaya başladı. Bir arkadaş ile konuşurken , o da annesinin narkozdan sonra huy değiştirdiğini abuk subuk şeyler yapıp söylediğini , aynı şeyin benim annem için de geçerli olabileceğini iki üç haftaya normale dönebileceğini söyledi. O rahatlatmıştı beni.

Narkozun üzerinden bir ay geçmiş ama annem normale döneceğine daha da anormalleşiyordu. Bir süre sonra birader işini yapamaz hale geldi artık zira annem sürekli onu yanında istiyordu. Kardeşim olmadan ne tuvalete gidiyor ne yemek yiyordu. Annem gün geçtikçe yatalak bir hastaya dönüştü. Bana oğlumu çağırın yoksa yatağa işerim durumuna kadar geldi. Ve dediğini de yaptı. 

Yılbaşı öncesi 24 saat yatan felçli bir hastaya dönüştü. Artık bebek gibi besleniyor ve altına bez bağlanıyordu. Beçko sülalesine dayanan annem bir tüp narkozla yerleyeksan olmuş 0-3 yaş çocukluğuna dönmüştü. Kırk yıl düşünsem annemin bu hale geleceği akılmdan geçmezdi. O dağ gibi duran kadın kundak bebeğine dönüşmüştü iki ayda. 

2014'ün son ayları efsane Beçko sülalesinin de son aylarıydı adeta. Avlunun tarihi sona ermişti artık.

Edit : Bugün (13 Ocak)annemin yeni tomografileri geldi. Meğer kadının bütün beyni tümörle kaplanmış. İki ay önce 2*1.8 cm olan lezyon an itibariyle bütün beyin dokusunu kaplamış durumda. Annemin o tuhaf davranışlarının sebebi buymuş. Şu an konuşma yetisini de kaybetmiş olarak adeta bitkisel hayatta.  Doktor yapacak bir şey yok dedi tıbben.