30 Haz 2016

HUZURUM KALMADI




Huzur mu dediniz!
30 Haziran 2016 Perşembe, 00:40:47 Güncelleme:08:42:53
Yavuz Semerci
Yavuz Semerci
ysemerci@htgazete.com.tr

Birbirimizi kandırmaktan vazgeçelim. Bu ülkede terör destekçisi büyük bir kitle yaşıyor. Etnik ve dini motiflerle siyasal silahlı bir harekete dönüşmüş örgütler, büyük bir halk kesimi tarafından destekleniyor, motive ediliyor, insan malzemesi sağlanıyor. Türkiye hızla sıradan bir Ortadoğu ülkesi haline geliyor.
Türkiye iki konuda duvara çarptı. Birincisi çözüm süreci. İyi yönetilemedi ve bıçak sırtı süreç şiddete evrimleşti. İkincisi Arap Baharı’nı iyi okuyamadı. Komşuların içişlerine müdahale etti. Taraf oldu. Batı’dan kopma işaretleri verdi ve laik, sosyal, hukuk devleti aşındırıldı. Sınırlarını kontrol altına alamadı, komşudaki iç savaşa hem Kürt hem de İslamcı insan kaynağı teminini durduramadı. Hiçbir dönem olmadığı kadar lojistik desteğe sahip, iyi örgütlenmiş, askeri yeteneklerini artırmış savaşçılarla baş başa kaldı.
Deniliyor ki, Türkiye dış politikada “dostlarını artıracak” yeni bir sürece girdi ve bu huzur ortamını bozmak için birileri düğmeye bastı. Sığ da olsa bir bakış. Belki birileri de çıkıp Türkiye’nin yeni rotasını tahkim etmek için gerekli kamuoyu sağlamaya yönelik bir eylem yapıldı diye karşı bir sığ bakış ortaya koyar ve sabahlara kadar tartışsak çözemeyeceğimiz bir denklemi karşımızda buluruz.
Benim asıl itiraz ettiğim nokta şu: Huzur meselesi. Irak, Suriye ve Libya’yı dışında tutarak söyleyin, hangi ülkede 600’ü güvenlik elemanı, 500-600 siville birlikte binlerce insan bir yıl içinde ölmüştür. Türkiye değil mi? Ölen terörist için “Onlar hak etti” diyebilirsiniz. (Bir güvenlik elemanı karşılığında 10 terörist öldürüldüğü varsayımına göre.) Bir ülkede binlerce terörist öldürecek kadar bir sorun yaşanıyorsa bunun adını basit terör olayı olarak değerlendirmek körlük değil de nedir?
Fotoğrafları görmüyoruz diye harap olmuş mahalleleri yok mu sayacağız? İstanbul veya başka kentte hayat doğal akışında diye ülkenin huzur ortamında olduğunu mu ileri süreceğiz? Oğlu asker, polis olan hangi ana baba huzurlu? Çocuklarını PKK’ya kaptıran hangi Kürt aile huzurlu? En basit demokratik hakkı olan gösteri veya protestoyu kullanmak isteyen bireyler mi huzurlu? Sınır bölgelerinde halk, başına yağacak bombaları düşünerek gece yatağına girmiyor mu? Bu ülkede güvenlik kaygısı olmadan yaşayan var mı? Şu veya bu nedenle sistemin yaşam biçimlerini baskılayacağını düşünen milyonlarca insanı da mı yok sayacaksınız? Milyonlarca mülteci her an başına bir iş geleceğinden korkmuyor mu? Peki iktidarı destekleyenler çok mu huzurlu? Destekledikleri iktidar yıkılırsa neredeyse dinden çıkarılacaklarını düşünen az mı? Az veya çok bu ülkede huzur 7 Haziran seçimlerinden sonra ne kadar kaldıysa tüketildi...
Havalimanı saldırısı ilk kez tüm topluma, terörün “Hedefimdesiniz’’ mesajıdır. IŞİD’in eylemlerinde hep bir adres vardı: Solcular, HDP destekçileri, turistler. Dünkü eylem ilk defa ayrımsız bir nitelik ortaya koydu. Bu açıdan baktığınızda bu eylem IŞİD’e sempatiyle bakanların “Ne oluyor?’’ demesine de yol açacak. Aynı Ankara’da sivilleri katleden PKK eyleminde bu örgüte yönelik sempatinin yıkılması gibi. Komplo teorileri üretmeyeceğim. Ancak devletler rota değiştirirken, politik tercihleri farklılaşırken, kullanışlı örgütler öyle veya böyle devreye girer. Dün bunun provası yapıldı. Ve bu kez hepimizi yan yana getirecek nitelikte bir sonuç üretti. Bu fırsatı heba etmezsek, umutlanabiliriz...

ROTA DEĞİŞİKLİĞİ
Türkiye, Batı değerlerinden koptuğunda Ortadoğulaşıyor. Bu bir tercih. Müslüman coğrafyanın liderliğine soyunacaksanız önce Batı’nın sermayesine, turistine ve ülkenin hukuk düzeni arayan halkına sırt çevirmeniz gerekir. Hem Batı’dan sermaye girişi bekleyeceksiniz, Rusya’nın, Almanya’nın turistine muhtaç olacaksınız, hem “Ürettiğim malların yüzde 60-70’ini Batı alsın” diye plan yapacaksınız, hem de siyasallaşmış dine göre yaşam dizayn etmeye çalışan ideolojilere, yapılara destek verecek, otoriterlik kokan yaklaşımlarla her şeyi idare edeceğinizi sanacaksınız, hukuk düzenini kafanıza göre oluşturacaksınız. Hem de bu kopuştan rahatsız milyonlarca insana sopa sallayacaksınız?
Olmuyor işte. Son yıllarda yaşadıklarımızın özeti maalesef budur. Bir arada barış içinde huzurlu yaşamanın tek yolu demokrasi ve hukuk. Ve elbette evrensel değerleri içimize sindirmekten geçiyor. Rota değişikliği 3-5 turist gelsin diye yapılıyorsa çıkışı olmayan yolda hızla ilerlemeye devam ediyoruz demektir..''

Yavuz Beyin son cümlesi çok çok manidar... Aynen öyle düşünüyorum ben de ve ne kadar politikasız olduğumuzu görmek beni kahrediyor. Böyük Törkiye' ye noldu ? Üç-beş turist gelmeyince boka sarıyorsak vah bize..

Bakıyorum da Sayın Erdoğan , Demirel'i yaya bıraktı kıvırmada...

Olan memlekete oldu işte ....Düşünüyorum da Kemalistlerin 60 yılda yaptığı (ordu da dahil) zayiatı ikiye katladı Cemaat ve Siyasal islamcılar el ele vererek..Hakikaten yengeç sepetiymiş bu ülke...

Ne desem yüreğim soğumuyor.. Köprü ve yol yapmakla olmuyor bu işler...Belediye yönetmiyorsunuz sayın islamcılar ülke yönetiyorsunuz ülke....

29 Haz 2016

YAS TUT(AMA)MAK

ŞŞŞŞ. Sessiz olun... Yasımız var......


ÖLÜMÜN YÜKSELİŞİ VE ÇÖKÜŞÜ

Ne zaman bir yakını ölse birinin,
Onu ilk-ölüm sanır kalır o.

Ne zaman bir sevdiği ölse birinin,
Onu en-ölüm alır kalır o.

Ne zaman bir saydığı ölse birinin,
Onu hep-ölüm bulur kalır o.

Ne zaman bir-bildiği ölse birinin,
Onu son ölüm sayar kalır o.

Ne zaman bir umduğu ölse birinin,
Onu yok-ölüm duyar kalır o.

Ne zaman bir her şeyi ölse birinin,
Kendini ölümlerle yaşar kalır o.
Ne zaman bir kendisi ölse birinin,
Ölümlerde kendini yaşar kalır o.

Özdemir Asaf

22 Haz 2016

HAYATIN AMACI YAŞAMAKTIR DAHA DA ÖTESİ İYİ YAŞAMAKTIR



Dücane Beyin bu tanımını uzun zamandır düşünüyordum yaşamak ne demektir üzerinde özellikle. Yaşamanın ne olduğu hakkında. Yaşam ve yaşamak hakkında. 

Angelopoulos'un '' sonsuzluk ve bir gün '' ile Bergman'ın '' yaban çilekleri'' ni seyrettim üst üste. 

Anladım şimdi biraz biraz '' yaşamak'' nedir ?! Yaşayamamak nedir ?!



Yaban Çilekleri'nin son sahnesinde koptum artık. Hıçkırıklarımı tutamadan ağlamaya başladım. 

'' Sara, anne ve babamı bulamıyorum '' cümlesi beni yıktı geçti.

İnsan neden sevdiğini söylemeyez anne bilmiyorum. Neden söyleyemedim.. Neden bir ölü gibi yaşadım, yaşıyorum... Hayatta olup anda olamamak ne zormuş anne şimdi anladım.

-Nasıl görünüyorum ?
-Bir yaz günü kadar güzelsin...



Yaz ne kadar güzeldir, güz ne kadar hüzünlüdür, kış ne kadar muhabbettir, bahar ne kadar yaşamdır..(hala ağlıyorum zor yazoyorum)

Ne yaz tuttum ne sevinçten uçtum. Doya doya hiç bir duygumu yaşamadım. Yaşamadım..Yaşıyorum ama bir ölü gibiydim...  


Bir Çek filmiydi galiba hatırlamıyorum belki filmde değildi belki ben uyduruyorum ama cümle şuydu; ölüm anı geldiğinde hiç yaşamamış olduğunu anlamak ne acıdır.

Bu sözü 25 yıldır biliyorum ama anlamını şimdi idrak ediyorum...

Bir doktorun bilmesi gereken ilk şey nedir ??

Affedilmeyi istemek....

Hayatım,eşim dostlarım anne baba tüm yaşanmamışlıklarım için özür diliyorum beni affedin..

Allahım sen de affet...Ben de kendimi affediyorum...

21 Haz 2016

HAYAT NARİNDİR



çig tanesinin titreyişi
suya vuran son yıldız
parlak bir güneşi müjdeledi
bir tek bulut, en ufak bir sis perdesi
yoktu uçsuz bucaksız gökyüzünde
meltemin soluğu yüzümü okşuyordu hafifçe
kalbimin yapraklarına fısıldar gibi.
'hayat narindir'
ve 
'hayat narindir'

20 Haz 2016

BİR SERÇENİN KANATLARI ALTINLA KAPLANIRSA

Aşağı yazıdaki çocuk benim (şaka şaka). O çocuk ben değilim ama tıpkısının aynısı bir çocuktum. Dücane bay çok iyi çözümlemiş ben içimdeki ezik ve yapayalnız çocuğu saklıyordum o parıltılı notlarla. Bana profesör diyorlardı. Mutsuzun önde gideniydim halbuki. Dış dünyadan ve yaşamın ta kendisinden ölesiye korkuyordum. Okul bitmeyeydi iyiydi de....








Paris’te bir Türk ailesinin evine davet edilmiştim. Yemek sırasında, babası, içeride annesine yardım eden 11-12 yaşlarındaki küçük kızını işaret ederek, biraz da gururla, amcası, dedi, kızım çok başarılı, okulunun birincisi, bütün derslerinden 10 alıyor. Fransızlar bile hayran kendisine!

Ben hiç düşünmeden, eyvah, diye cevap verdim, çocuğunuzun ne sorunu var?

Masadakilerin tuhaf tuhaf baktıklarını görünce de ilâve ettim:
Bu yaşta bu denli başarılı olmaya ihtiyaç duyduğuna göre, muhakkak bu çocuğun kendisini başa çıkmak zorunda hissettiği ciddi bir sorunu olmalı!
Masadaki sessizlik uzun sürmedi, baba, ne sorunu olsun beyefendi, hiçbir sorunu yok, gayet normal bir çocuk, diye karşılık verdi.
Huysuzluğum tutmuş olmalı ki ben de, mümkün değil, diye mukabele ettim,
Değil bir çocuk, bir yetişkin bile, normal olduğu takdirde, yüksek başarıların peşinden koşmak ihtiyacı hissetmez. Mutlaka fark etmediğiniz bir sorunu olmalı!
Meselâ, dedim, arkadaşlarıyla arası nasıl? Çok arkadaşı var mı? Oyun oynamayı seviyor mu?
Baba önce nasıl cevap vereceğini bilemedi, sonra, var tabii, kabilinden bir şeyler söylemeye çalışırken, eskiden beri ailenin yakını olan doktor arkadaşım, hay Allah, nasıl da farketmemişim. Dücane Bey haklı. Gerçekten de onun doğru dürüst arkadaşı yok. Pek oyun oynamayı da sevmez. Ben ne zaman çocukları lunaparka götürmek istesem, o gelmek istemez, odasına kapanır, televizyon seyretmeyi tercih ederdi, şeklinde açıklamalar yapmaya başladı.
Hikâyenin devamı o kadar önemli değil. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki beni şaşırtacak farklı bir neticeyle karşılaşmadım.
Eskiden beri, göz alıcı başarıların öykülerini hep kuşkuyla karşılarım. Ne zaman başarıyla övünen biriyle karşılaşsam, acaba bu zavallının ne sorunu var ki bu denli başarılı olmaya ihtiyaç duymuş, diye düşünürüm.
Başarının türü önemli değildir. Bedeli zor ödenmiş her başarı, her yükseliş, gerçekte bir kaçıştır. Kimsenin kuşkusu olmasın ki başarıların yegâne yararı, geride/içte saklı bir şeyleri örtmeye matuftur.
- Başarmak kolay değildir. 
- Başarı kazanmak zordur. 
- Her başarının bir maliyeti vardır.
Bu cafcaflı açıklamaları duyunca sormak gerekmez mi:
İnsan niçin bu maliyeti öder?
Zorluklara katlanmayı gerekli kılan nedir?
Kişi niçin durup dururken zorluklarla uğraşmak ister?

Cevap acaba şu mu: 

Başarılı olmak istiyorsan, bedelini ödemelisin!

Başarılı olmak için ne yapmak,  hangi sıkıntılara katlanmak gerektiğini konuşuyor olsaydık, hiç değilse kolay başarılardan söz etseydik, belki bu cevabın bir mânâsı olurdu. Oysa bizim cevabını merak ettiğimiz sorular şunlardı:
— İnsan niçin başarılı olmaya ihtiyaç duyar? 
— Başarı arzusunu ortaya çıkaran eksiklik duygusu acep ne ola ki?
Başarıya ihtiyaç duymuş olan birinin, arzusuna ulaşmak için gerekli maliyeti ödemeye yanaşıp yanaşmaması farklı bir şey, bu maliyeti göze alabileceği başarılara talip olmak zorunda kalması ise başka bir şey!
Başarı, basitçe eksikliğin giderilmesi değil, eksik olanın ihtiyaç fazlası olacak kadar biriktirilmesidir. Bu bakımdan yeterince eksiklenmeyen insan yüksek başarılara ihtiyaç duymaz! (Tırmanmanın istikameti doğal olarak aşağıdan yukarıyadır. Aşağıda olmayan, niçin yukarıya tırmansın?)
Azm u irade, gayret, çaba, vb. faaliyetleri küçümsediğimi sanan akl-ı evveller, bu sözcüklerin yerini, hem de bir çırpıdahırs, ihtiras, tamâ gibi sözcüklerin alabileceğini de hesaba katmalıdırlar.
Bu yer değiştirme, eylemin türüyle değil, amacıyla ilgili olup kabaca çok çalışma olarak tanımlanabilir. Siyasî hırslar, sanatsal ihtiraslar, ticarî tamahkârlıklar, kolaylıkla azim ve gayret’le ilişkilendirilebilir.









Başardım, başarılıyım, gibi boş lâfları bırak da söyle bakalım ey talib, mutlu musun?










Ben başarılı ama mutsuz çok insan gördüm. Keza bir o kadar da başarısız ama mutlu insan.
Başarı insanı memnun eder, nefsine haz verir ama eğer aptal değilse aslâ mutlu olmasını sağlamaz! (Yeri gelmişken, bazı ünlü sanatçıların yaşamları burada hatırlanabilir. Zekî, başarılı ve hâlinden memnun sanatçıların. Göründüğü kadarıylamutlu olamayanların.)
İyi ama kişi hem başarılı, hem mutlu olamaz mı?
Olamaz, çünkü bir serçenin kanatları altınla kaplanırsa, o serçe artık semâlarda yükselemez.
Unutmayınız, başarı altın gibidir. Çökertir. Mutluluksa her halûkarda toprağa ihtiyaç duyar, bir vasata yani.

*OT Dergisi Mart Sayısı

15 Haz 2016

RAMAZAN TEFEKKÜR AYI - İBLİS NEDEN SERBEST BIRAKILDI

Ramazan ayındayız ya bu ay da Kuran ve tefekkür ayı ya o zaman hemen hemen herkesin bildiği adem-iblis kıssası üzerine yeniden düşünelim diyorum.

Adem özel isim midir cins isim midir ?

İnsanlık ensest ile mi çoğaldı ?

İblise neden insanlığı yoldan çıkarması için izin ve yetki verildi.? İblis olmadan yoldan çıkmaz mıydık ?

Adem ve eşinin yaşaması için tahsis edilen bahçede (cennet) neden yasak ağaç vardı ?

Ademe yasak ağaca yaklaşmaması gerektiğini kim söyledi ?

Allah, iki eliyle yarattığı insan türünün ezici çoğunluğunun cehenneme girmesine neden rıza gösterdi ya da bu riski göze aldı diyelim ?

İblisin adem ve eşini ayartmak için söylediği ifade edilen gerekçe bize ne anlatır ?

İki eliyle yarattığı insanın günaha gireceğini ve sapıtacağını bile bile Allah bizi neden ve neyle imtihan ediyor ?

Allah İblisi kovarken gerekçeleri mi ikna edici bulmadı yoksa İblisin tavrına mı kızdı ? 

Kendisinden başkasına ilahlık yakıştıranları cehenneme atacağını söyleyen ve sadece kendisine secde edilmesini emreden Allah , Ademe secde etmeyen İblise neden bu kadar kızdı ? Burada bir çelişki  var mı ?

Bu kıssadan biz Ademin secde (burada secde kelimesinin namazdaki secde olmadığını bilecek kadar aklım başımda merak etmeyin ne dediğimi gayet iyi biliyorum ) edilecek kadar önemli olmasını gerektirecek bir özelliğini çıkarabiliyor muyuz ?

Allah'ın yasak ağaca yaklaşma dışında Ademden bir beklentisi var mıdır ?

Şimdilik bu kadar...Gerçi bu sorulara cevap bulmak bir ramazana sığmaz ama başlamak bitirmektir.

Van Gogh-Sonsuzluğun Eşiğinde

10 Haz 2016

DÜŞÜN-ME




Dünyayı bir tek kendinden ibaret zanneden, sözcüklerin de bir tek anlamı olduğunu zanneder.
* * *
İnsan inanabileceği gerçek-dışılıkları inanamayacağı gerçeklere yeğler.
* * *
Zayıf zekaların bir konu üzerinde yeniden düşünebilme becerisi yoktur, bu nedenle dogmatik olmaları kaçınılmazdır.
* * *
Geçmişi yüceltmek, şimdi'nin hakkını veremeyenin tesellisi.
* * *
Ne günlere geldik, zavallı millet rahmetten, şefkatten, nezaketten, zarafetten iğrenir olmuş. Zamane dindarlığı kinden besleniyor sanki.
* * *
Özgürlük hep efendilerden çok köleleri tedirgin etmiştir.
* * *
Devlet: Düşünme, vergini öde!
Ordu: Düşünme, eğitimini yap!
Din: Düşünme, inan! [Kant]
Ahlak: Düşünme, uygula!
Siyaset: Düşünme, destekle!
Felsefe: Önce düşün, sonra yap!
* * *
İçtenlik ile nezaket birleşmedikçe zarafet, yetenek ile çaba birleşmedikçe marifet meydana gelmez.
* * *
Ülkemizde her şey genişliyor ve büyüyor: bilgi, inanç, güç, servet, yollar, binalar, kalabalıklar. Ne tuhaf, küçülen bir tek insan!
* * *
Aldanış, insanın en büyük ihtiyacı.
* * *
Kapitalizm seni betona gömüyor ey talib farkında bile değilsin, hem de bu sefer sarığıyla, cübbesiyle, seccadesiyle.
* * *




Tercihini yap:
Şöhret: halkın sana verdiği değer
İtibar: seçkinlerin sana verdiği değer
Haysiyet: senin sana verdiğin değer
* * *
Ters düşme hakkını kullanmaktan çekinme:
İktidara karşı.
Halka karşı.
Kendine karşı.
* * *
Değerli bir şeyini kaybetmedikçe asla irfan sahibi olamazsın!
* * *
İdrakine varılmamış bir yalnızlık hakkında konuşabilirsin ama yalnızlığının idrakine varırsan sükût etmekten başka çaren kalmaz.
* * *
Tek başına olaydım bir çaresini bulurdum hüznün, ne ki yalnızım.
* * *
Tanrı’ya inanan adam olmak kolay, asıl zorluk, Tanrı’nın inanacağı adam olmakta.

9 Haz 2016

İSTEMENİN ÖZÜNE DAİR


11 Eylül 2005


Sırf istemek (irade) ile isteğimiz (muradımız) gerçekleşir mi?

Bu soruya benim vereceğim cevap hiç tereddütsüz olumlu olacaktır. Çünkü bir isteğin gerçekleşmesinin tek şartı sadece istemektir. Herhangibir istek için istem'in ve/veya isteme'nin dışında şart arayanlar, istem'in ve istemenin ne olduğunu bilmiyorlar demektir.

İsteğin (muradın) gerçekleşmesi, istemenin (iradenin) gerçekleşmesine bağlıdır. İsteyin, olmasını istediğiniz olur, olmamasını istediğiniz olmaz. O halde bir isteğin gerçekleşmesinde kuşkuya yer olamaz. Kuşku, isteğin gerçekleşmesinde değil, isteğin gerçekleşeceği zamanda. Bu bakımdan kişi isteğinin olacağından değil, belki ne zaman olacağından kuşku duymakta haklı sayılabilir ancak.

Kuşkucuları rahatlamak için bir iki hususa açıklık kazandırmalı ki istemenin koşullarının doğrudan doğruya isteğin koşullarına bağlı olduğu hususu ihmal edilmesin!
İlk soru şu:
Bir kimse hiç 2 x 2'nin 4 etmesini isteme ihtiyacı hisseder mi?
2 x 2'nin sonucunun 4 olması vacib (varlığı zorunlu) olduğuna göre, bu soruya olumsuz cevap vereceğiz. Çünkü varlığın zorunluluğu (vücub), kendisi hakkındaki istekleri yararsız, dolayısıyla anlamsız kılar. Hâl böyleyse, olması zorunlu olanın olmasını istemeye gerek yoktur, olması zorunlu olan olur. Zorunluluk, irade (istek) dışıdır.
Bir kimse 2 x 2'nin 5 etmesini isteyebilir mi?
2 x 2'nin 5 etmesi mümtenî (yokluğu zorunlu) ise, yine isteyemez. Çünkü yokluğun zorunluluğu, tıpkı varlığın zorunluluğu gibi, istek dışıdır. İsteğin yararsız ve anlamsız olması için zorunluluk'la çatışması yeterlidir. Bu durumda, olmaması zorunlu olanın olması istenemez. İsteyen, isteğin en temel yasasına karşı geldiği için istenemeyecek olanı istemiş sayılır.

Aklın üç temel ilkesinden ikisi, yani “varlığı zorunlu olan” ile “yokluğu zorunlu olan” istem dışı kaldığına göre, isteminimkâna (olabilirlik) ilişkin bir eylem olduğu kesinlik kazanmış olmalı. Nitekim hatırlanacak olursa istemenin koşullarının doğrudan doğruya isteğin koşullarına bağlı olduğu söylenmişti. İstemenin en temel koşulu ise, isteğin, olabilirin (mümkin) sahasından çıkmaması olduğuna göre, olabilir'in olmasını veya olmamasını istememiz yeterlidir. Olabilir, biz onun olmasını istediğimiz takdirde kaçınılmaz olarak olacaktır, olmamasını istediğimiz takdirde ise olmayacaktır.

Bu tesbite pekâlâ şu şekilde itiraz edilebilir:







Olabilir olan, olabilir de, olmayabilir de, dememiz gerekirken, ne hakla olabilir olan, olur veya olmaz, diyoruz da olabilir'in olmasında veya olmamasında bir zorunluluk varmış gibi konuşuyoruz; üstelik olabilir ise, olmayabilir de, demeyi ihmal etmeyen biz olduğumuz halde?






Böyle demek hakkına sahibiz. Çünkü olabilir olan’ı olabilir olmaktan çıkaran bizzat istemenin kendisidir. İstem devreye girdiğinde, olabilir olan olmaktan veya olmamaktan kaçınamaz. İstek mümkin olduğu halde, istem ona zorunluluk kazandırır. Bizim yaptığımız sadece olabilir olan’ın olmasını veya olmamasını istemekten ibaret. Olabilir olan'ın olmasını istersek olur, olmamasını istersek olmaz!



Denebilir ki:
İstiyoruz ama olmuyor.
Hayır efendim, siz istemiyorsunuz.

Siz istemeyi bilmiyorsunuz, deyip kendime açık kapı bırakma kurnazlığına başvurmayacağım; bilâkis istemek nedir, siz asıl onu bilmiyorsunuz, demeyi tercih edeceğim.

Olabilir olan, muhakkak istemenin mahiyetine göre olur veya olmaz. Arzulamak istemek demek değildir. Olmasını veya olmamasını arzuladığınız şeyler, arzularınızın hilafına gerçekleşebilir. Sözgelimi olmasını arzuladıklarınız olmayabilir, olmamasını arzuladıklarınız ise olabilir. Buna mukabil olmasını istediğiniz olur, olmamasını istediğiniz de olmaz. Siz sadece isteyin yeter! Evet, yeter ki isteyin.

Bu âleme bir şeyin olmasını veya olmamasını isteyip de muradına kavuşamamış kimse gelmiş midir?





Bu soruya ben kendimce mütevazı bir cevap vereyim:

Bu dünyaya isteğin temel yasasına riayet edip de istemesi boşa çıkmış bir tek âdem gelmemiştir, bundan sonra da gelmeyecektir. Çünkü bu âlemde olabilir olan oluyorsa veya olmuyorsa, istenildiği için oluyor veya olmuyordur.

İstenilmeseydi şayet, ne olan olurdu, ne olmayan olmazdı.

Unutmamalı, her şey imkanla mümkün!

8 Haz 2016

LANET OLSUN MU ???!!!

LANET OLSUN!
Sadece polis olduğu için, sadece asker olduğu için, sadece protesto hakkını kullandığı için, sadece yabancı olduğu için kanlı teröre kurban gitmeyi, diken üzerinde yaşamayı, sivillerin her an bir bombanın kurbanı olabileceğini düşünerek yaşamasını, bu ülkenin kaderi, rutini, doğalı haline getirenlere lanet olsun.
Bizi bu bataklığa çekenlere lanet olsun.
Terörü ve masumlara saldırıları meşrulaştıranlara lanet olsun.
Düz ovada siyaset yapsınlar politikasının, şehirlerimizde patlayan bombalara dönüşmesine virgül kadar katkı yapanlara da lanet olsun.
İdealleriniz, koltuklarınız, hayalleriniz yerin dibine batsın.
Cennet yapabileceğimiz bir coğrafyayı, ırkçılık düzeyinde milliyetçilikle, siyasallaşmış dincilikle, bölücülükle saflara ayıranlara da lanet olsun.
Olsun mu?
Evet bin kere olsun! (Habertürk,Yavuz Semerci'nin bugünkü makalesinden)
Ben lanet olup olmamasından ziyade birilerinin hesap verebilir olmasını istiyorum. Lanet benim işim değil . Düşüncenin eşlik etmediği inanç katılaşır ve şiddet üretir der Dücane Hocam elhak doğrudur. Tecrübeyle sabit. Bu Ülkenin sorunu bu , düşünce yok öğrenilen ezberler var. Sıradan insanın hayat planı yoktur ve değer yargıları da yoktur. Ana ve duruma göre yaşar ve tepki verir. O yüzden bir ülkenin idaresi siyasilere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Bir ülkede bilgi ve akılla işleyen bir bürokrasi yoksa başa her türlü bela gelebilir.  
İslamcıların ve Cemaatin bürokrasiyi ele geçirme sevdası devlet aklını dumura uğratmış gözüküyor. (Devlete tasallut eden Kemalist soslu askeri vesayet ayrı bahis bu işte asıl vebal bu tarafa ait)
Üstünde yaşadığımız şu vatan toprağında barış ve refah içinde yaşayamıyor olmamız ne üst aklın ne haçlı zihniyetli batının suçu. Tümüyle bizim ahmaklığımız.
Cumhurbaşkanın ve kadrosunun her vartadan ''kandırııldık'' diye sıyrılması siyasi bir başarı olabilir ama ceremesini hepimiz çekiyoruz.
Bu ülkedeki her grup (siyasi,dini,politik,etnik) kendi için kendine kadar istiyor her şeyi. Halbuki oturup adam gibi konuşabilsek çözülmeyecek ne sorunumuz varmış ki???