30 Nis 2014

TAKIL BANA SENİ CENNETE GÖTÜREYİM

" dini inanç sahibi olan insanoğlunun bir tandansı vardır. inandığı tanrı ile başbaşa kalmak istemez. o'na tek başına yolculuk etmek insanoğluna biraz zor gelir. bundan dolayı meseleyi çözdüğüne inandığı bir kişi arar. biraz "garantiye alma" durumu vardır. 

bu duygu insanlık tarihi boyunca sömürülmüştür. canla başla en yüksek verimle, sorgusuz sualsiz çalışmaya hazır ucuz insan kaynağı. saf/temiz niyetli insanlardan maksimum verimi, genellikle değerleri ön plana çıkararak alırsınız. din olabilir, milliyetçilik olabilir, kavmiyetçilik olabilir, futbol takımı bile olabilir. ya da bir değer yaratıp bir gurup toplayıp yine sömürü sistemi kurabilirsiniz. iyi bir çalışma gerektirir.

bu tür organizasyonlarda en büyük silah ise "vaat"tir. eskiden sertifika veriyorlarmış değil mi? en azından yazılı bir belge veriyorlardı. (bkz: endüljans

şimdi o da yok. 

kimi zaman huri, kimi zaman cennetten bir köşk, kimi zaman küçük bir hikayecik ve rüya karışımı ile kağıt işlerinden de kurtulabilirsiniz.

saf/temiz duygularla yaklaşanlar, canla başla çalışanların üstüne fazla bir yükümlülük olduğunu düşünmüyorum. onlara sitem ettiğim konu ise sadece biat kültürüne sahip olmaları ve başka bir düşünceyi hiç analiz etmeden, tartışmadan (biraz da tandansları sebebiyle) hayatlarını harcamaları. "benim liderim ne diyorsa doğrudur" diyerek hareket etmenin bir hesabı olacaktır diye düşünüyorum. ama herkes kapasitesi kadar sorumludur tabi.

asıl kızdığım insan gurubu ise bu tür organizasyonlarda bilerek ve isteyerek bu duyguları sömürenler. 

ha bunları ben niye sadece f.g. cemaati başlığı altına yazdım? bu cemaat örneklerin en günceli ve en populeri şu anda. onun için.

r.t.e. cemaati içinde de aynı şeyler geçerli, menzil cemaati için de aynı şey geçerli, filipinlerdeki pentakostal cemaati için de geçerli. 

benim bu cemaat içinde de, r.t.e. cemaati içinde de, menzil cemaati içinde de sevdiğim saf/temiz niyetli insanlar var. üzülüyorum bazen onlar için."


Çok düzgün anlattığı için Yardırabi rumuzlu ekşi sözlük yazarının bu cemaat eleştrisini bloguma alıyorum. Benim de sık sık temas ettiğim bu hal maalesef insanlık zaafıdır ve sömürülmeye devam edilecektir bir kısım önde lider denen fırsatçılarca.

Tamamen aynı duyguları paylaşıyorum ve üzülüyorum gerçekten.Benim de çok yakınen tanıdığım insanlar gözlerimin önünde hayatlarını ve paralarını harcıyorlar. 

İÇSEL DİRENCİN AŞILMASI- PARA İLE ARAYI DÜZELTMEK İÇİN BAŞLANGIÇ

*Başlık kuantum.blog'dan alınmadır.Yazının esin kaynağı da aynı blogtur .teşekkür ederim kendisine*

Kendilerini değiştirmeye gayret eden ve bu yolda azimle ilerleyen herkes bilinçaltı,sürüngen beyin,bilinçaltı formatlama, amigdala , kuantum sıçrama gibi kavramlardan haberdardır. Haberdar olmayanlar bu yazıyı okumadan önce bu konularla ilgili biraz araştırma yapıp bilgi edinsinler aksi halde bazı konuları anlayamayabilirler baştan uyarayım. Ya da kendilerine saçma ve komik gelebilir.

Barış Muslu'nun , Beynine Format At isimli harika kitabını bir arkadaş masamda görüp istedi bir kaç ay önce. Kendisinin pek çok takıntısı ve sağlık sorunu var. Hep bu bilinçaltındaki çöpler yüzünden. Kendisi ile pek çok kez bu konuyu konuştuk . Babası ile olan duygusal bağını düzeltmediği sürece düzelmeyeceğini anlattım. Dün bana kitabı geri getirdi. Nasıl istifade ettin mi dedim ? Hocam ben inanmıyorum,daha doğrusu kitaplardan bir şey olacağına inanmıyorum dedi. İşte " İçsel Direnç" tam da bu. Bu yüzden anlattım bunu. İyileşmeye karşı içimizden gelen bilinçaltı itirazı. Şanal Bey'in Kuantum Sıçrama kitabını da okuması için verdiğim arkadaş kitabı iade ederken , ben daha buna hazır değilim demişti. 

Bu " İçsel Direnç " hayatın her alanında olabilir fakat etkisi hep aynıdır ; ilerlemenizi engeller hep yerinizde sayarsınız. Bütün bunlardan sorumlu olan da özelde amigdala ve genelde içinde amigdalanın da bulunduğu limbik sistemdir. 

Bir insanın hayattaki en zorlu mücadelesi bu bilinçaltı kayıtlarla yani egosu ile olan mücadelesidir. 

Benim bugün bahsedeceğim içsel direnç paraya karşı olan direnç. Aslında kendimin para ile olan ilişkisini düzeltme çabasına değineceğim.

Para ile olan ilişkimiz hayat ile olan ilişkimizin yansımasıdır. Ben şunu farkettim ki yaşama karşı direndiğim için para ile de ilişkim negatif. Işık Hnm ile yaptığım çalışmada bunu çok net görmüştüm. Kazanmak,başarmak,nimet elde etmek ve en önemlisi bunları taşımak benim bilinçaltımda bir sebepten alarm zilleri çaldırıyor ve bunları farkında olmadan itiyorum. (farkındayım biraz biraz şimdi). Mesela eski müvekkillerim var yada müvekkilim olabilecek kişiler ve şirketler. Fakat anlamlandıramadığım bir şekilde bunlarla iletişime geçmiyorum. Görünüşte bahanelerim var ama aslı sebep amigdala bana bir şekilde engel oluyor. Mesela yüklü bir alacağım var ama gidip istemek bile zor geliyor. Sanki suç işliyormuşum gibi. İşte bu da tam bir içsel direnç. 

Dün itibariyle para ile aramdaki direnci aşmaya kesin olarak karar verdim. Zira önümde duran ve kazanması çok kolay olan bir parayı bu içsel direncim yüzünden alamayınca çıldırdım artık. Tiksindim kendimden resmen.

" İçsel Direnç " in aşılması iki yoldan olabilir. İlki amigdalanın by pass edilmesi bu en kestirme ve en kesin çözüm ama uygulaması en zor olanı. Korkunç bir direniş ile karışlaşacaksın çünkü. Diğer yöntem amigdalayı ürkütmeden yavaş yavaş ikna etmek. Mesela araba kullanmaktan korkuyormusun,korkuyorsun. İlk önce arabaya biniyorsun ve kontağı açıp motoru çalıştırıyorsun. (kimse gülmesin korkan kişi için bu dar ağacına çıkmak gibidir. dışardan komik görünebilir ama korkan kişi için korkusu gerçektir ve dehşet vericidir) buna alıştıktan sonra gaza basıp arabayı hareket ettiriyorsun,buna da alıştıktan sonra birkaç metre ilerliyorsun, sonra sokağın başına kadar gidiyorsun böyle böyle trafiğe çıkmaktan endişe etmediğin noktaya kadar devam ediyorsun. Arabayı evin önünden alıp şehirde bir tur atıp eve döndüğünde bu korkundan da kurtulmuş oluyorsun. Her türlü içsel direnç için bu uygulama yapılabilir. Süreçte tamamen kendinize bağlı.

Şimdi kazanmak duygusuna alışmak için nasıl bir çalışma yapabilirim onu düşünüyorum. Bu konuda bir çalışma yapmış olan varsa deneyimlerini paylaşmasını rica ederim.

Para ile ilgili korkularım anne tarafından geliyor onu biliyorum. Bilmediğim bunu nasıl aşacağım. Meditasyon falan diyeceksiniz çok yaptım ama bir şeyler eksik kaldı sanırım. 

Eşimin tavsiyesine uyup İDDAA'dan sadece kupon tutturarak başlayabilir miyim küçük küçük ? Çünkü bu konuda da büyük bir direnç var. Bu kadarlık kupon yapılır mı ? Hiç vazgeçmez amigdala çünkü kendisini bize rağmen bizi korumaya adamıştır.

Bakalım başlayacağız bir yerden.. 

TRT'DEN SPOR( 50.CUMHURBAŞKANLIĞI BİSİKLET TURU) SEYRETMENİN IZDIRABI

Mark Cavendish  Alanya-Kemer etabını kazanırken
Malum (ya da değil bilmiyorum) 50.Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu başladı üç gün önce. TRT Spor da bunu canlı yayınlıyor. El mahkum oradan seyerdiyorum çünkü Eurosport'tan seyretme şansım yok maalesef. Digtalden çanağa geçtik Eurosport seyeredemiyorum. Daha Giro var,Tour var anam anam bunlar TRT den seyredilmez zaten yayınlamıyor galiba. 

Arkadaş bu TRT'yi kapatsınlar.İnsan bir Eurosport,bir BBC falan seyereder naslı yayıncılık yapılır biraz ibret alır ya hu. Bu nasıl bisiklet turu yayını ? Yarışla bir alakaları yok zaten bilgileri de yok. Levent Özçelik Türkiye Turizm Tanıtma Ajansı gibi görev yapıyor yarış ikinci planda. Dünyanın en ünlü sprinterlerinden biri gelmiş tura katılmış sen onu devşirsene adamım bana Elmalının elmalarını anlatacağına yarım saat. Cavendish'e öyle bir gaz ver ne bileyim adamın ağzından gir burnundan çık seneye iki üç zirve bisikletçiyi de yanında getirsin asıl tanıtım o dur. Bu nasıl bir kafadır ya bisiklet turu canlı yayınına köy muhtarını çıkar , koyunlarından keçilerinden bahsetsin on dakika. Bu arada yarışta kaza olmuş onlarca bisikletçi yerlerde muhtar konuşmaya devam ediyor,kaymakam konuşmaya devam ediyor ,belediye başkanı konuşmaya devam ediyor,dernek başkanı konuşmaya devam ediyor.Yarış orada kendi kendine sürüyor nasıl olsa. Elmalar daha mühim. İnsanın gideceği varsa gitmez amına koyiym ya. 

Müstahak bana ama hayatına sahip çıkmazsan TRT işkencesiyle Tour seyretmek zorunda kalırsın. Bununla yırtsak o da iyi canım.

Güya Tour de France'ı yerinde seyredecektik bu sene Eurosport'a abone olacak paramız yok amına koyim. Bedava götürseler ekmek alacak paramız yok fenası...

Arda'nın Mutfağı programını yapan Arda Türkmen(kendisi amatör bir bisikletçidir) yeminle Levent Özçelik'ten (bisikleti var mı acaba hiç Tour seyeretmiş mi çok merak ediyorum) on kat daha iyi anlatır bu yarışı ahanda buraya yazıyorum.

TRT bu işleri bırak bilenler yapsın kafamızı ütüleme yaa..

29 Nis 2014

BAHAR,BÜLBÜL,İNSAN,ALT BEYİN,LOZAN VE ARDIÇ

Bizim site bahar geldiğinden beri iyice şenlendi. Pencereden baktığımda taze  yeşil bir örtünün sarmaladığı bir bahçe görüyorum.İnsana pencereden içine dalma hissi veriyor.Sabahları hele bıcır bıcır adeta bir bahar senfonisi sunan ötücü kuşlarla dolu. Oğlan , orman gibi baba diyor evet aynen orman gibi. Bana çocukluğumun bülbüllerle uyandığımız sabahlarını hatırlatıyor.Çok keyifli sabahlara uyanıyorum çok şükür..

Geçen hafta sonu şahit olduğum olay beni tefekküre sevketti. Bir anne-baba ve iki kız. Kızlardan büyük olan tekerlekli sandalyede tahminim doğuştan bir beyin anomalisi var,yüzde ifade yok,gözler dalgın ve ağızdan sürekli tükürük ve salya akıyor. Önününde önlük var zaten. Konuşma yok,duyduğunu anlamıyor. Sadece basit tepkileri var. Diğer küçük kız ise son derece sağlıklı. İnsan dediğin tamamen program dedim ya. Gerisi cesettten ibaret. İşte karşımda insana benzeyen biri var ama insani hiç bir belirti vermiyor. Konuşamıyor,düşünemiyor,ağzını silemiyor,kim olduğunu bilmiyor,yürüyemiyor vs vs. Beyinden ibaretiz yav zihin yoksa insan da yok.. 

*
Yüz metre arayla iki üst geçit var. Çift geliş gidişli bir yol ve tam kavşak noktasında Alibeyköy tarafından bağlanan yol alttan ana yola bağlanıyor.Trafiğin dört koldan aktığı bir yol. Ortada demir parmaklıklar var. Peki benim alt beyinli gelişememiş insanım ne yapıyor ? Yolun en tehlikeli yerinden demir parmaklıkları aşarak karşıya geçiyor. Neden ? Çünkü üst beynini kullanmadığı için konformist alt beyninin direktifleri doğrultusunda " en kısa yol-en kolay usul" mantığıyla direk karşıya geçiyor. Benim oğlanla aynı beyin seviyesinde diyeceğim ama benim oğlan üst geçitten geçiyor. Israrla hem de.Küçük adımlarıyla zorlanarak çıktığı halde hem de. 

Alt beyinlilik nedir ? Duygulara ve yargılara teslim olmaktır. Frontal beyinini çeyiz sandığına kaldırmaktır. Ahmaklıktır. Trafik sıkıştığında zart zart kornaya basmaktır.Sanki sen kornaya basınca trafik açılacak. Düşünmekten sıkılmaktır alt beyinlilik. Tekamül edememektir.Tefessüh etmektir. Cem Yılmaz,Recep İvedik seyretmektir. Kahvede oyun oynayarak ömrünü çürütmektir. Üst beyinliler inşaa eder alt beyinliler çürütür ve bozar.Yol verme kavgasında birbirini öldürmek,düğünde silah atmak ve gelini kocasız bırakmaktır.İşine yaradığında yalan söylemek,işine yaradığında rüşvet vermek lafa geldiğinde esip gürlemektir.  
*

Lozan konusu dillere dolandı bu ara gene. Lozan hezimet mi zafer mi mevzusu vardı ya bir ara. Bizim islami cenahta acayip bir geri zekalılık hali var bazı konularda. Sanırım bu Atatürk nefretinden kaynaklanıyor ya da sadece ahmaklık. Koskoca bir akademisyen hem de ünvanı var; yok efendim Lozan bir ihanettir ( bakın bu laf adama girer yani ne demek ihanet vatanı kurtaran adamlar gidip memleketi mi satacaklar bu nasıl bir kafadır Allah ıslah etsin. Bu işte Kadir Mısıroğlu ile Mustafa Armağan'ın büyük vebali var.) Biz Lozanda 12 mlyon km2 topraktan vazgeçmişiz (sanki fazla geliyordu vermişiz gibi) yok onu istememişiz yok bu tavizi vermişiz. Yav Atatürk kendi doğduğu topraklardan bile vazgeçti barış için. Sanki alacak gücün vardı ? Vatanı zor kutardın.İstanbul İngiliz işgalinde , yiyecek ekmeğin yok , atacak kurşunun yok ama işkembeden atmak serbest anasını satayım. Gazi, İngilizlerle anlaşıp vatanı sattı demeye getiriyor. Yuh derler adama bu kadar mı vicdansız imansız ve ahlaksız oldunuz yav. Buna inanan da bir sürü andaval var. Dedik ya ALT BEYİN. Sana akademik ünvan veren üniversiteyi ben.... 
*

Biliyorsunuz ki ardıç ağacı üremek için ardıç kuşuna bağımlıdır. Ardıç kuşunun ismi de ağaçtan gelir zaten. Ardıç ağacının tohumu , ardıç kuşu tarafından sindirilip dışkılandığında filiz vermektedir. Benim merak ettiğim evrimsel açıdan bunun izahı. 

25 Nis 2014

EĞİLEN YALNIZCA SENSİN

Dün akşam eve gittiğimde bizim oğlan her zamanki gibi kapıda karşıladı ablasıyla beraber sonra sofraya oturduk.

"Baba ben kedi oldum adım ponpon.Ben insan dostu bir kediyim ve konuşabiliyorum" dedi.

"Merhaba ponpon kedi " dedim ben de.

"Sadece ponpon" dedi oğlan.

Yemekten sonra karetecilik oyanamaya başladık. Bir ara çocuklara "karate öğrenmek için yıllarca çalışmanız gerek çocuklar " dedim.

" oo sabaha kadar sürecek desene " dedi oğlan yılgın bir suratla. Orada koptum ben. İlahi Bilgehan çok yaşa emi. 

++++++++++++++++++++++++++++++++++










Çocuk: Kaşığı eğmeye çalışma. Bu olanaksızdır. Bunun yerine sadece gerçeği anlamaya çalış. 

Neo: Ne gerçeği? 

Çocuk: Kaşığın olmadığı gerçeği.

Neo: Kaşık yok mu ?

Çocuk: O zaman eğilenin kaşık olmadığını anlayacaksın. Eğilen yalnızca sensin.

+++++++++++++++++++++

" Nerede olursanız olun, ölüm gelip sizi bulacaktır, göğe yükselen kulelerde olsanız bile." Onlar güzel şeylere kavuştuklarında, bazıları "Bu Allahtandır!" derler; ama başlarına bir kötülük gelince, "Bu senin yüzündendir (ey arkadaş)!" diye feryat ederler. De ki: "Hepsi Allahtandır!" O halde bu insanlara ne oluyor da kendilerine bildirilen hakikati kavramaya yanaşmıyorlar? " (nisa 78)

24 Nis 2014

70'li YILLARDA BİR KÖY OKULU

70'li yıllar,hikayeleri henüz yazılmamış, hafızalarımızda ama hatıralarımızda unuttuğumuz, bol paçalı, pos bıyıklı ve bol acılı yıllar.

Tüm bu keşmekeşten uzak bir çocuklukta kendi dünyamızdaki kahramanları oynayan ben ve çocukluk arkadaşlarım. Biz tam bir 12 Eylül nesliyiz,çocukluğumuz bir masal gençliğimiz ise çalınmış..

O yıllarda köy ilkokullarında okuyordu bu ülkenin çocuklarının kabaca  %70.

Beyaz yakalı siyah önlüklü kara tahtalı yıllar. Babalarımızın bizi okula "eti senin kemiği benim" diyerek teslim ettiği yıllar. Tüme varım ilkesinin eğitimde geçerli olduğu çarpım tablolu , hece tablolu yıllar.

Benim okuduğum dönemde Ali İhsan öğretmen ve eşi (ismini hatırlayamadım) Fatih öğretmen ve eşi Sevinç öğretmen ve bizi bir sene okutan Gönül öğretmen bizim ilkokulda görev yaptı.

İlkokul birinci ve ikinci sınıf okuma ve yazmayı öğrendiğimiz ve temel formasyonu edindiğimiz çaylaklık sınıfları. Üçüncü sınıftan itibaren aslı eğitim başlıyordu. Doğru hatırlıyorsam eğer dersler ve teneffüsler 40'ar dakikaydı. Daha sonra Lise eğtimi yıllarında işemeye bile vakit bulamadığımız beş dakikalık teneffüslerde ilkokul yıllarımı hasretle anmışımdır. 

İlkokuldaki teneffüslerimizde çift kale maç yapardık 20'şer dakikalık devrelerden.

İlkokul üçüncü sınıfta Gönül öğretmen derslere girmeye başladı. Dayağın gırla olduğu (Fatih öğretmenin kulakları çınlasın bır kız öğrenciyi dayaktan bayıltmıştı sınıfta) o eğitim yıllarında Gönül öğretmen bir Mevlana gibi sevgi ve hoş görü ikiliminde bir mesih edasıyla ders yapardı. Biz siyah önlüklü ve sümüklü öğrenciler aradığımız anne şefkatini bulmuştuk onda. Benim yazma yeteneğimi keşfettiğim yıllardır .

Gönül öğretmen türkçe derslerinde bize bir hikaye okurdu dersin ilk 20 dakikası. Sonra kitabı kapatır ve hikayeyi siz tamamlayın derdi. Biz de aklımız erdiği hayalimizin yettiği kadar çizgili defterlerimizde kurşun kalemlerimizle hikayeyi tamamlamaya çalışırdık. (şimdiki nesil adını zor yazıyor cv yazamıyor ve şimdi liselerde böyle bir eğitim var mı bilmiyorum). Okulun bir kitaplığı vardı hem de fena sayılmayacak bir kitaplık. 

Fatih öğretmen ise çok idealist bir solcuydu(bunu sonra anladık tabiki) ve eğitime çok önem veriyordu. İlkokul dört ve beşinci sınıflarda derslerimize girdi ,Gönül öğretmen malesef bizi üçüncü sınıfta okuttuktan sonra okulumuzdan ayrıldı. Fatih öğretmen tam bir eğitimiciydi hem de eli sopalı ( o dönem dayak vakay-ı adiyedendi ). 

Fen bilgisi derslerini uygulamalı yapardık. Fatih öğretmen  kitaplardaki deneyleri öğrencilere dağıtır ve hazırladığımız deneyleri tüm sınıfa hem gösterir hem anlatırdık. 

Fatih öğretmen her hafta hepimize bir kitap verirdi. Okuyup özetini çıkarırdık.Ben hızımı alamaz komşu çocukların da kitaplarını okurdum.

Kompozisyon dersimiz vardı aga şimdiki nesil adını bile bilmez. Kompozisyon yazardık.

Ben alt sınıflardayken üst sınıflar piyes hazırlayıp oynardı mezuniyette.(Malesef biz son sınıfa geldiğimizde darbe oldu ve her şey karıştı)

Şimdi özel okullar benim yukarıda yazdığım şeyleri yapıyoruz diye övünüyor ve tonla para alıyorlar velilerden. O zamanlar ingilizce öğrenmek gibi bir saplantısı da yoktu insanların. (şimdi güya ingilizce öğretiyorlar adı var kendi yok boşa vakit ve nakit kaybı )

Dün kızımın da gösteri yaptığı 23 Nisan törenlerini seyrederken ilkokul yıllarımı hatırladım. 

Dershanelerin eğitimi esir aldığı yıllara geldik şimdi. Başbakanı destekliyorum o yüzden bütün dershaneleri kapatsın sonra da okulları. 70'li yıllardaki öğretmenleri çağırsınlar ve her şeyi yeniden kursunlar aga.

Bugünkü eğitim falan değil.. 

NOT: Mehmet Barlas'ın (kendisinden hazzetmesem de) yazdığı ,artık beyaz türklere mor türkler diyelim tanımı çok hoşuma gitti ve ben nasıl akıl edemedim diye hayıflandım. Ağzına sağlık. Mor Türkler çok iyi yaa.






BİRAZ KİMYASAL BİRAZ ACI BİBER KENDİME GELDİM

Bu sabah , dünkü 23 Nisan kutlamaları ani ısınan hava iki gecelik uykusuzluk  ve tabiki başımın belası lodos nedeniyle kafa akşamdan kalma vaziyette ayaklarımla kafamla mı yürüyorum belli olmadan kendimi ofise attım. Gelirken Barış'ın Ben Bilirim şarkısı dilime dolandı.

PC mi açtım hemen netten videoyu buldum ve açtım dinledim. Biraz bir hafiflik verdi lakin ilacım bu değilmiş. Ne yapsam ne yapsam diye düşünürken ,ulen Teo dedim kimyasal kardeşlerden damardan alsana.

Hop hemen bir Elekrobank,ardından Test ve altın vuruş Do İt Again. Seviye normale döndü. Ardından bir Şili Kırmızı Acı Biberi'nden Give İt Away enerji bombasına dönüştüm.

Acil durumlarda en yüksek dozdan tavsiye ederim çakı gibi oluyorsunuz. 

22 Nis 2014

ESNAFLIK BAŞKA BİR ŞEYDİ - MEKAN HAYATI DA BELİRLER

Değişmeyen tek şey değişim !

Ha bire mekanlarımızı değiştiriyor,şehri büyütüyor,yükseltiyor ha bire sokaklardan ucube sitelere yığılıyoruz. Bunun neticesinde bakkal,kasap.manav ortadan kalkıyor ve sabahın dokuzunda marketlerin kasalarında sıraya giriyoruz. Herkes indirim afişlerine bakıyor uykulu gözlerle.

Ne garip ya neyi önümüze koyarlarsa onu alıyoruz sanırım kapitalzmin ürettiği en büyük  illüzyon bu,gördüğün şeyin iyi olduğunu sanman.

Müslümanı ateisti farketmiyor, hepimiz aynı zokayı yutuyoruz.Çünkü parçalanmış tarih,parçalanmış gelenek ve sonucunda parçalanmış şuur. Cahil ve fakir (bugünden bakınca öyle niteleriz) dedelerimizin mekan ve zaman şuurundan eser yok artık.

Haftasonu bizim oğlan ablasıyla kavga ederken kumandayı kırdı. Ceza olarak bir gün televizyonsuz kaldı. Dün kumanda bakmak için ofisimin yan sokağında bir dükkana girdim. Tam benim uydunun kumandasını bulamadılar ve iki adet kumanda verdiler " abi denersin hangisi olursa diğerini geri getirirsin olmadı ikisini geri getirirsin " dedi dükkan sahibi. İki kumandayı aldım akşam eve gittim dükkan sahibinin bu kesin çalıştırır dediği uyduya kumanda etti. Bu sabah diğerini götürüp aynı dükkana geri gittim dükkanda başka birisi vardı " abi dün iki kumanda almıştım öteki çalıştırdı bunu geri getirdim " dedim. Hiç laf etmeden kumandayı geri aldı ve parasını iade etti. 

Gene bir arkadaşım parasız kalmış beni aramış ulaşamamış ne yapsın inmiş bakkala , bakkal yılların esnafı bizimkinin kızarıp bozarmasından durumu anlamış , bizimki sigara alacak ,bakkal " ya sıkıntı yapmana gerek yok bizim mahallenin insanısın be ya takma böyle şeyleri ne lazım söyle demiş " . Bizim  arkadaş " bir paket sigara " demiş kekeleyerek. Bakkal bir karton sigara uzatmış , bir de öte beri doldurmuş bir poşete senin paran yok madem al demiş 20 lira olunca verirsin,bu arada çekinmeden gene gel istediğini al demiş.

Bir markette böyle bir sahne yaşama imkanın yok. Bu neyi getiriyor insanlar arasındaki yatay sosyalleşme kesintiye uğruyor.

Esnafın olduğu bir klasik mahallede bir aidiyet duygusu hessedersin,oranın insanısındır,sokağa çıktığında selamını alacak tanıdıklar vardır. Bakkalın önüne oturur haftasonu oynanan maçı tartışırsın.

Oysa yeni mahalle diyebileceğimiz sitelerde karşı komşunu tanımazsın,market 25 kuruş eksik para versen kabul etmez, sen artık mahalleli değil,site sakini bir müşterisindir. 

Yen çağda insan tanımı budur,müşteri.

21 Nis 2014

UCUBE LAFLAR UCUBE TAVIRLAR UCUBE DİNDARLAR

Leman ablamız hacca ya da umreye giderek araplara para kazandırmak istemediğini beyan etmiş. Kendisi Yunan adalarını pek sever Araplar arkadan Yunanlılar önden vurmuştu ya demek önden vuranları seviyor ablamız..

Kebap yanında kola içen arkadaşlar var görüyorum arada..Lütfen tez tövbe ediniz. Kebap yanında şalgam içilir bilmiyorsan öğren canım kardeşim. Ha ben kola içerim keyfimin kahyası mısın diyorsan ,nasıl eşek hoşaftan anlamayınca kızmıyorsam sana da kızmıyorum.

Kot giyip üstüne baş örtüsü takan bacılara rast geliyorum bir de. Olmuyor netekim. Ayeti nerenizden okuyorsunuz bilmiyorum ayet başını ört ama kıçın açıkta kalsın demiyor. Ha  böylece tesettür yaptığını düşünüyorsan mümkünse geceleri dışarı çık gündüz ampül gibi sırıtıyor çünkü o pantolon. 

Hizmetçi arkadaş Ali Ünal inciler döktürmeye devam ediyor adaşı büyük sosyolog Ali Bulaç ile birlikte. Toptan kafayı yediniz her halde herkesi kör alemi sersem mi sanıyorsunuz ? Hizmete düşmanlığın iki sebebi diyerek gene döktürmüş Ali Ünal. Kıskanıyor muşuz efendim ve kendi adamları üç yüz milyon verirken diğer zavallı müslüman bir milyon veriyormuş dava için. Valla Ali Bey o saydığın iki sebep dışında ben sana pek çok sebep sayayım ama önce şunu bir düzeltelim. Hizmete düşmanlık eden falan yok bir kere aynayı tersten tutma . Hizmet dediğiniz o masonik yapılanma bir kere diğer bütün müslümanları dışlayarak ötelemiş ve onlara kendi çıkarları için kumpas kurmaya kalkmıştır.Bu sebepten düşmansak bu sizin eserinizdir. Peşinden seyirttiğiniz hocaefendi Alvarlı Dergahında çekemediği arkadaşını Atatürk aleyhine vaazlar veriyor diye Jandarmaya şikayet ederek ilk düşmanlık tohumlarını atmıştır. Buna da yalan dersiniz siz. Tıynetiniz buradan belli.

Beni en çok çileden çıkartan şey sürekli HİZMET demeniz. Savcı ve hakim satın almak hizmet (hocaefendi öyle buyuruyor ne de olsa) sınav sorularını çalmak hizmet,bunları kendi adamlarına el altından verip sınav kazandırmak hizmet, peygamber üzerinden yalan uydurup twitleri ikiye katlamak hizmet, hocaefendiniz hakkında kitap yazanı sol terör örgütü üyesi yapıp içeri atmak hizmet, CİA ile yatıp kalkmak hizmet, İsrail'i savunmak hizmet, müritlerinizden gönüllü gönülsüz haraç toplamak hizmet, Zaman gazetesine abone olmak hizmet,Yeni Şafak gazetisine(bu gazete aklıma ilk geldiği için öyle yazdım belli bir sebebi yok) abone olmak şirk,Dersanelerde(FEM değil üniversite ve lise öğrencilerinin cemaatçi yapıldığı evler) risale okumak hizmet Kuran okumak boş iş(zaten Kuran da yok evlerde ve hiç okunup üzerinde sonbet edildiğine de şahit olmadım ), Sen söyleyince hakikat nuru hakka hizmet başkası sana söyleyince iftira yalan, okullarınızdaki saf zihinleri hocaefendiye robot yapmak hizmet , Ak partiye oy vermek şirk CHP ye oy vermek hizmet böyle uzar gider efendim bu cümle..

Yavrum benim biz de yedik..   

UFOLAR VE YE'CÜC VE ME'CÜC

"Ta ki, Yecüc ve Mecüc'ün (dünyaya) salınıp, (yeryüzünün) her köşe(sin)den boşalacakları zamana kadar," (enbiya 96)

Bilindiği gibi Ye'cüc Ve Me'cüc bizim kitabımızda kıyamet alameti olarak nakledilen iki alametten biridir (diğeri dabbetülarz). Literatürde bu konu çok tartışılmış pek çok israiliyat işin içine karışmış ve müfessirler, mealciler , fıkıhçılar pek çok akıl dışı yorumlar yapmış bu Ye'cüc ve Me'cüc'ün dünyanın neresinde hapsedildiği bir muamma olarak kalmıştır. 

Son günlerde çok fazla UFO videosu yayınlandı. Kimine göre üzerinde durulması bile gerekmiyen halüsünatik bir olgu kimisi içinse iman konusu. Pek çok akım var hatta UFO ile ilgili. Neyse onlar ayrı bahis.

Eski müfessirlerin ve eskileri nakledip duran yeni müfessirlerin , Kur'anda geçen bazı kavramları bir türlü anlayamaması (tabi bana göre) ve ısrarla yanlış yorumlaması (ayetin açık kelime anlamına rağmen  zıt anlamlar ile yorumlanması ) kısıtlı evren görüşünden kaynaklanmıştır. İnsanı tek yaratılmış zeki varlık,yeryüzünü yaşamın olduğu tek gezegen ve Yaratıcı'nın sadece insan ile muhatap olduğu eksik ön kabuller ile ayetleri anlamaya çalışmanın neticesi kaçınılmaz olarak aklı zorlayan yorumlar olacaktır. 

Mesela Kehf süresinde Zülkarneyn'in ayette açıkça " güneşin battığı yere,güneşin doğduğu yere"  doğru yolculuk yaptığı ifade edildiği halde o zamanki astronomi bilgisi ve yukarıda bahsettiğim evren algısı nedeni ile ısrarla batı ve doğu anlamı verilmeye çalışılmıştır. Oysa haşa Allah doğu ya da batı demeyi bilmiyor mu? Kitabı okurken Allah'ın seçtiği kelimeleri eğip bükmek yerine Allah ne buyurduysa o dur düsturu elden bırakılmamalıdır. Bugün biliyoruz ki güneşimizin doğduğu bir yer(colomba ) ve batacağı bir yer var(Vega) ve oraya doğru inanılmaz bir hızla akıp gitmektedir(solar apeks ve solar atapeks). 

Yeri gelmişken blogumda yazdığım "Zülkarneyn ayetinin en güzel tefsiri"  yazımı tekrar okuyun ve orada bahsettiğim kitabı alıp okuyun. O zaman beni daha iyi anlayacaksınız.

Yukarıda alıntıladığım Enbiya 96 ayetinde "hadeb" kelimesi geçer. Bu kelime arapçada "min külli hadebin ve savbin" kalıp cümlesi içinde kullanılır ve bu tamlama türkçede "her taraftan" zarfının karşılığıdır.

Kelime öznel olarak; tepe,tümsek,sırttaki kambur gibi anlamları vardır. Dikkat buyurulursa ayette sadece "hadeb" kelimesi kullanılmış ve "savbin" kullanılmamıştır. Genelde bu kelimeye(yukarıda da olduğu gibi ) tepe anlamı verilmiş ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün her taraftan derelerden tepelerden boşalacağı gibi bir anlam verilmeye çalışılmıştır. Oysa ayet sadece "hadeb" diyor. Yani "kamburlardan tümseklerden" boşalacaklar diyor. Bildiğimiz anlamda tepe demek isteseydi tepe derdi Allah. 

Bildik UFO görüntüsünü gözünüzün önüne getirin neye benziyor ? Bir tabaktaki kambura değil mi? Bu "hadeb" kelimesinden daha güzel nasıl anlatılabilir? Ama işte dış uzayda canlı olmadığını varsayarsan bu ve buna benzeyen Zülkarneyn ayetlerinin içinden çıkamazsın.

Allah şüphesiz alemlerin rabbidir değil mi? Ee niye sadece dünyamızı yaratmış olduğunu kabul ediyoruz ki ?

Şüpesiz ki Ye'cüc ve Me'cüc dünyamıza dış uzaydan gelecektir ve "hadeb"lerden boşalarak yer yüzünü istila edeceklerdir kıyamete yakın. Ayet bunu açıkça belirtiyor.

İster inanın ister inanmayın "İndependence Day" filminin açılış sahnesini hatırlayın işte aynen öyle olacak.



17 Nis 2014

ALİ BULAÇ'IN ZİHİNSEL SEFALETİ

İbretle izliyorum kendisini. Kendisini sosyolog bilirdik.bilim insanı bilirdik en mühimi aklı başında görgüsü yerinde biz cahil fanilere bir ufuk açar mı diye basiretine ve ilmine güvenirdik bir zamanlar. 

Bir zamanlar ağlak hoca diye eleştirdiği insanın medyasında onun yaptığı bedduayı aklamaya çalışıyor kaç zamandır. Cemaatin içinde dura dura takiyyeci mi oldu nedir ? Benim nezdimde bilimsel bir imajı kalmadı Zaman Gazetesinde yazan Mümtaz şahsiyetten bir farkı yok benim için bir kaç aydır. Etyen Mahçupyanın yazılarını ondan beklerdim heyhaat. Biz bilmiyoruz beddua nedir mülaane nedir mübahale nedir biz siz biliyorsunuz ve gözümüzün içine baka baka yalan sölüyorsunuz. Bir Faruk Beşer vicdanı bekliyordum ama umudum kalmadı artık. 

Hocanla sana saadetler.Cumhura,Halka,Palavralar sıkmaya devam edin biz de sizi gömmeye devam edeceğiz..

Yazık ya koskoca Ali Bulaç vıdı vıdıdan başka bir şey yazamıyor...

http://www.litost.com/2014/02/ali-bulac-ya-da-bir-aydn-sapmas.html

Yukarıdaki linkten daha uzun bir eleştri yazısı okunabilir tümüyle katılıyorum.Ali Bulaç kendi eleştirdiği duruma düşmüştür. 

ADALET OLMAZSA CİNAYET OLUR

Malum iki gün önce Bakırköy'de eski ANAP millitvekilinin eşi ve hanımı gaspçılar tarafından öldürüldü kendisi ve oğlu yaralandı. Gaspçılardan biri olay mahallinde öldü diğeri yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.
Gazeteler yaralı gaspçıyı suç makinesi olarak haber yaptılar. Ölen arkadaşı da onun gibi suç makinesiydi şimdi ahirette hesabını veriyor hayatının ama giderayak iki can aldıktan sonra. 

Bir insanın iki temel hakkı vardır yaşama hakkı ve mülkiyet hakkı.Bunlar dokunulmaz haklardır ve anayasa ve uluslararası sözleşmelerle teminat altındadır.

Fakat bizim memlekette nedense bu mala karşı cürümler suçtan sayılmaz ve bu hırsız arkadaşlar ömürlerinin sonuna kadar gire çıka cürüm işlemeye devam ederler. Oysa benim için bir insanı öldürmek ile malını gaspetmek arasında nitelik olarak hiç bir fark yok. İslam hukukunda da can ve mal iki dokunulmaz haktır ve kişinin bunları koruma hakkı vardır. Canına kastedeni meşru müdafaa ile öldürebileceğin gibi malına kastedeni de öldürebilirsin.

Eğer adam gibi adalet olsaydı bu ükede bu eylemi gerçekleştiren iki suçlu ya içerde olurdu ölümü bekleyen ya da asılmış olurlardı çoktan. Malesef gevşek adalet ve ceza sistemi iki suçluyu gereği gibi cezalandırmayarak iki masum insanın ölmesine sebebiyet vermiştir ve devlet geride kalanlara bence yüklü bir tazminat ödemelidir. Devlet adaleti sağlamazsa insanlar sokaklarda birbirini öldürür işte böyle. 

Bugün gene bir haber vardı gazetelerde;Bolivya'nın Cochambaba şehrinin Ayorama (isimlerde yazım hatası olabilir) köyünde iki hırsız üç adet motosiklet çalarlar ve bu iki hırsız köylüler tarafından yakalanır ve iki hırsız ağaçlara bağlanarak üzerlerine zehirli karıncalar bırakılır. Hırsızların akrabaları köylülerin zararını karşılayınca hırsızlar serbest bırakılır. Adil mi? Evet adil çünkü vicdanı rahatlatıyor. 

Evime giren ya da sokakta silahım olmadığı için malımı gaspeden adamı yakalıyorsun içeri atıyorsun banane ? Zaten atı ay bir sene sonra çıkıyor. Hani benim maddi ve manevi zararım ? Ha aklıma gelmişken bu eve giren hırsızlarla ilgili cezaların kesin arttırılması lazım böyle yasa mı olur amına koyim polis bile hakim izni olmadan evime giremiyor o lavuk giriyor . Evet girsinde o evden çıkamaması lazım onun. Bir insanın yatak odasına kadar girdikten sonra ve arkadaş elini kolunu sallayarak çıktıktan sonra ne o evde yaşanır ne de karını çocuğunu yüzüne bakabilirsin. İnsan iğrenir ya artık o evde yaşamaktan. Bu eve giren hırsızlarla ilgili benim de karıncalı bir ceza fantezim var. (Allah korusun ne evime girsin ne ben bu fanteziyi gerçekleştireyim) Adamı yakalıyabiliyorsan yakalıyorsun abi yakındaysa kardeşine ya da arkadaşına haber veriyorsun (polisi işin içine hiç karıştırmayacaksın yakalıyıp bırakıyorlar nasıl olsa gidip başka bir haneye tecavüz edecek) arabanın bagajına istifliyorsun arkadaşı ya da arkadaşları (silah şarta ya da sağlam bir odun) doğruca ormana. Yanına bir kavanoz bal. (mevsimin yaz olması lazım tabiki mevsim kış ise bir çukur kazıp boyununa kadar gömüyorsun bu arkadaşı bırakıp geliyorsun ) Arkadaşı itinayla soyuyorsun mümkünse kan akmasın sinek yapar ve karıncalar için olumsuz. Bütün vücudunu bal ile kaplıyorsun öylece ağaca bağlıyorsun gerisin karıncalar hallediyor.  

Yaşasın adalet..

16 Nis 2014

MADJERİN ATTIĞI GOL

Dün gece durup dururken 1987 yılının o zamanki adıyla Şampiyon Kulüpler Kupası final maçında Porto forması giyen Madjerin Bayern Münih'e attığı gol geldi. O maçta şüphesiz Porto'yu tutuyordum zira Avrupanın Efendisine karşı oynuyordu. Ari ırkın temsilcisine karşı ikinci sınıf , köylü Portekiz takımı. Madjer o şahane golü attığında nasıl sevinmiştim kibirli Almanlara. Golü atanın bir Cezayirli olması ayrı bir keyifti.( O Cezayir daha sonra efendisi Fransa'nın gözetiminde 1991 yılında müslüman katliamına girişti o da ayrı bahis belki oradan aklıma gelmiştir Madjerin golü ama öldürerek bu işi bitiremeyeceksiniz ya da asarak Kartaca elbette Romadan intikamını alacaktır).

Maradonada 1986 Dünya Kupası yarı final maçında İngiltereyi tek başına sahaya gömmüştü Tanrı'nın yardımıyla. O zamanda çok sevinmiştim.Finalde de Almanları yenip kupayı aldılar ya tadı hala damağımdadır.

Beyaz Türkler anlayamaz bunu.Başbakan Erdoğan'ın çok basit gözüken o "one minute" olayının bu coğrafyada nasıl bir mutluluk yarattığını anlayamaz. Onlar hep Almanyayı destekler çünkü , beyazdırlar, aridirler ve kibirlidirler.

Neyse gün olur devran döner ne Sisi kalır bu topraklarda ne Burgiba.Romanın bütün sütunlarını söküp Vatikan'ın ortasına dikeriz bir gün.

14 Nis 2014

HEZEYAN VEYA KERAMET


"Toplumda aşırı kuşkucu evhamlı insanlara "paranoyak mısın?" diye takıldığımız çok olur.. Nedir paranoya? Paranoya; kronik sistematik hezeyanlarla ve akli meleklerden muhakeme bozukluğu ile karakterize bir psikiyatrik durumdur. Muhakeme bozukluğu sonucu gelişen hezeyanlar, hastalığın hemen hemen tek belirtisidir. Bu hastalıkta hastanın tek bir konuda "takıntısı" vardır. Bu takıntıyı öylesine sistemli tefsirli anlatımı vardır ki inanmamak çok güçtür. Ayrıca, paranoyada günlük "olağan" hayatta görülebilen türde kıskançlık, takip edilme, kötülük görme, icatçılık, hastalanma, tek yanlı aşk, zehirlenme, eş yada sevgilisi tarafından aldatılma gibi-acaip, garip, nitelik taşımayan hezeyanlar tabloya hakimdir.


Paranoyak insan, hezeyan ve hezeyanlarının doğurduğu sonuçlar dışında, davranışlarında anormal değildir. Şizofrenlerde sıklıkla görülebilen, olmayan sesler işitme, olmayan nesneleri görme (halüsinasyonlar) paranoyaklarda çok nadirdir. Olsa bile belirgin değildir. Paranoya hastalığı 30-40 yaşlarından sonra ortaya çıkar. % 10 kadar irsiyetle ilgili olduğu söylenmektedir. İlerleyici ve tedaviye son derece dirençli bir hastalıktır.

Bu insanlar, bütün ömrü boyunca, kendi karakterine ve şahsiyet yapısına sıkı sıkıya bağlı; belirli bir sıra, düzen ve açıklık içinde ifade edilen tek bir konuda hezeyanlara sahiptirler. Örneğin; birilerinin kendisini takip ettiğini, öldürmek istediğini iddia edip, bütün olayları bu yönle tefsir eden ve buna yönelik tedbirler alan hasta gibi..

Paranoya psikozu yerleşmeden önce hasta üç evre geçirir;

1) Dikkat ve analiz devresi; Hasta etrafında olup bitten hadiselere dikkat eder. Onları gelecekteki hezeyanlarını besleyecek tarzda tefsir eder. Kendisinde ve etrafında kendisine karşı olan davranışlarda birçok hususiyet keşfeder.(Bu yüzden her yere dinleme aygıtı yerleştirir sürekli istihbarat toplar,arkadaşlarının cüzdanını karıştırtır falan filan)

2) Perseküsyon devri; Bu durumda hezeyanlar ortaya çıkmaya başlar. Etrafında ona fenalık yapacak, hakkını gasp edecek, onu tahrik edecek ve izzet-i nefsi ile oynayacak, hatta onu öldürmek içi fırsat kollayacak bir şebekenin mevcudiyetinden vehmederek tedbir almaya başlar. Yollarını değiştirir, oturduğu yeri değiştirir, göç eder.(Pensylvania'yı tercih eder bazıları)
Etrafta dinlenme cihazları arar. Kapıyı, pencereyi "iyi" kontrol eder.

3) Büyüklük hezeyanları devresi; Aslında bu dönem 2 devre ile beraber gelişir. Hasta kendini "büyük", "azametli", "birilerine yön veren" güçlü biri gibi algılar. Bundan dolayı kendisini çekmeyenler olduğunu söylerler.(Kainat imamı, Herkül.org,vs.gibi isimler seçilir fakat büyüklük iştiyakını bastırmak için sürekli kıtmir olduğundan dem vurulur. )

Bu hastalarda kendiliğinden ve iradi olan dikkat ve hafıza; bilhassa hezeyanıyla ilgili konularda çok artmıştır.

Paranoyanın Bazı Klinik şekilleri;

a) Kötülük görme paranoyası; Yukarda temas ettiğimiz gibi hasta, çevresindeki insanların kendisine düşman oldukları, kendisinin birtakım komplolara kurban gittiği fikrindedir.

b) Hak iddiası; Hastanın ömrü mahkemelerde geçer. Haklarının gasp edildiğini, aslında kendisinin çok yetenekli, büyük işler başaracak biri olduğunu, fakat kıskançlık ve komplolar yüzünden yükselmediğini söyler.

c) Keşif hezeyanlı paranoya; Bunlar mevcut keşifler ve icraatlardan birini kendine ait olduğunu iddia ederler. Veyahut yeni ve "uçuk" bir proje, icattı geliştirir. Bunu resmi makamlara kabul ettirmek için uğraşır dururlar. Bu tür "icatçı paranoyaların" basında sansasyonel haberler konu olduğu çok duyulmuştur.

d) Büyüklük, asalet hezeyanlı paranoya (ihtiraslı idealistler) Toplumlar için en tehlikeli tip budur. Bu insanlardan bazıları mehdilik, peygamberlik veya insanlığı kurtaracak yeni mesajcı olduklarını iddia ederler. Etrafına da telkine yatkın, zeka seviyeleri orta veya ortanın altı insanları rahatlıkla toplayabilirler. Bu insanlar her zaman toplumda dikkat çekerler. Mesela, islami anlayışa uygun olmayan "mut'a nikahı" kıyan, tesettürü inkar eden, olan olayları mehdiliği yönünde tefsir eden ve kitap yazan insanlar vardır. Bilgisiz, masum yüzlerce genç, bu tur insanların peşinden gitmektedir.

"Toplumsal paranoya" bu gibi durumlarda söz konusudur. Çünkü "lider" in paranoyası ona inanan kitle tarafından paylaşılmıştır. Ona inanılmaktadır.(Maalesef büyük bir kitle bu hezeyana inanıp muhabbet fedaisi olduğunu sanarak kime ve neye hizmet ettiğini bilmeden koşuşturup durmaktadır)

Mistik hezeyanlı paranoyakların yanın da politik, ideolojik fikri olanlarda vardır. Bunlar da etrafında topladıkları insanlarla mitingler yaparlar. Kendilerine engel olmaya çalışanlara tecavüzlerde bulunabilirler.

Böyle insanlar kötü niyetli ve çıkarcı birtakım kimseler tarafından bazen kolayca elde edilip ihtilal, anarşi, isyan vs. gibi tertiplerin içine düşebildikleri gibi bazen çevrelerini inandırıp büyük bir lider haline de gelebilirler.(Misal CİA,misal Tc.hükümeti başbakanını devirmek)

e)Kıskançlık paranoyası; tehlikeli klinik tablolardan biridir. Hasta, eşinin "ihanetini" ispat için çeşitli deliler arar, bulur. Sokakta geçen şahısların bakışları, aralarındaki konuşma, sokak satıcının malını methi, gazetede neşredilen ve kocasını aldatan bir kadının maceralarını mevzu olarak almış bir romanın neşri dahi ona göre karısını baştan çıkarmak veyahut etrafına, karısının ihanetini ima etmesi şeklinde tefsir edilebilir.

Bu paranoyaklar eşlerine tam bir işkence hayatı çektiriler. Cinayetlerde işlenebilir. Paranoyak hastalar işledikleri suçlardan dolayı TCK' nın 46. maddesine mes'ul değildirler. Çünkü muhakemeleri yanlış işlenmektedir..

Paranoyaklarla hezeyanları konusunda mantıki tartışmaya girmek doğru değildir. Boşa nefes tüketilir. Bu insanlar hezeyanlarıyla beraber "mezara girerler", kesinlikle hasta olduklarını kabul etmezler. Fazla üzerine varırsanız sizi de "düşman" bellerler.... bu insanlara karşı açık ve dürüst olmak gerekir. Kesinlikle yalana tevessül edilmemelidir.(Burada açıkça yazıyorum ve dürüstçe ,sen delisin)"

Faruk Beşer'in(ki kendisi cemaate çok yakın bir isimdi) cuma,c.tesi,pazar günkü yazılarını okumanızı salık veriyorum. Tabiki imama değil kitaba inanıyorsanız.

Geçen Hilal Kaplan yazmıştı bunu sanırım ben o vaazdaydım ve Üsküdardaki camideydi gibi hatırlıyorum şöyleki; bir arkadaş hem de önemli bir arkadaş (sürekli bir arkadaş var haber veren hocaefendi hiç kendi ağzından anlatmaz hep bir arkadaş ağzıyla konuşur bu konuyu da dikkatinize çekiyorum) peygamber temessül etmiş rüyada değil üstelik gündüz gözüyle, biz din hizmeti konusunda Türkiye'de HİZMET'i vazifelendirdik demiş(miş). O zamanki gençlik ve cahillik heyecanıyla Allah Allah deyip coşmuş kendimizi seçilmiş sanarak acayip gaza gelmiştik.

Yukarıda anlattığım olay normalde bir insanı akıl hastanesine kapatmak için yeterli bir sebeptir.Bunun dinde ve kitapta yeri olmadığı gibi aklen de deli saçması bir haldir. Malesef aklını emanete vermiş kitabi bilgisi olmayan insanlar için bu keramettir. Ve orada söz biter.

Leküm,diniküm ve liyedin der geçerim ben.Ben cemaat dinine değil kitaptaki dine iman ediyorum. 

Biz kitaba inanmakla emrolunduk hacı hocaya değil..

Allah akıl ve fikir versin. 


11 Nis 2014

ÖLÜM,ZAMANDA YOLCULUKTUR

" De ki:Sizin için emanetçi kılınan ölüm meleği sizi alıp öbür dünyaya götürür.Sonra da rabbinize tersinirsiniz. Ah sen o örgütlü suç elebaşılarının ,rableri huzurunda başlarını öne eğerek (Rabbimiz,alt beyin sahibi olduğumuzu şimdi anladık,şimdi bizi geri gönder,salih amel işleyelim zira biz seninle buluşulacağını kanıksadık artık) dediklerini bir görsen." (Secde süresi ayet 11-12)

Zamanda yolculuk tartışılıyordu Taşkın Tuna bir ara " ölüm zamanda yolculuktur işte" dedi. Harbiden hepimiz zamanda yolculuk yapacağız ölüm dediğimiz şeyde bu yolculuğun ismi.

Dün gece Nuh Peygamber konşuluyordu Öteki Gündem'de .Malum filmi gösterime girdi ya. Ama hep ön kabullerle tartışılıyor mevzu. Hep şablon konuşuluyor oysa ayetler açık ve seçik. Anlamıyoruz diye eğip bükmeye çalışıyoruz. Buna karşıyım bilimsel değil bu tavır. Öyle ilahiyatçılarla da anlaşılacak bir konu değil. Kuranda ne kadar yaşadığı rakamla belirtilen tek peygamber. Gemiye her canlıdan bir çift alması emrediliyor mesela bu konu makul bir seviyede tartışılmıyor. Ya efsane boyutunda kalıyor iş ya da yereldi tufan ve gemiye alınan hayvanlar yöredeki hayvanlardı gibi çok basit bir açıklama yapılıyor. Kuran boş laf kullanmaz bir şeyin altını çiziyorsa o önemlidir. Niye önemli bu konu ? İnsanlık tarihi jeolojik evrim ve uzay zaman kavramları bakımından bu Nuh Tufanının çözümü önümüzde çok büyük bur ufuk açacak diye umuyorum. Belki o zaman Kehf süresinde anlatılan acayip olayları da çözebiliriz. Bilim ufkunda çağ atlayabiliriz.

Bu arada bahar tüm renkleriyle şehre hakim olmaya başladı bilmem farkında mısınız ? Yağmur kimisine şiir yazdırır kimisni ise sadece ıslatır ya bahar da öyle. Çoğumuz farkında bile olmadan burnumuzun dibinde cereyan eden binlerce mucizeye şahitlik yapmayı atlıyoruz. Ve rabbimizi anmayı tabiki..

10 Nis 2014

ERKEK BEYNİ EMPATİ YAPAMAZ BEN NAPAYIM KARDEŞİM

erkek ve kadın beyni 
Uludağ Üniversitesi (UÜ) Mete Cengiz Salonu’nda ’NBeyin’ adlı programı ile ilgili öğrencilere konferans veren Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Serkan Karaismailoğlu, kadın ve erkek arasındaki çarpıcı özellikleri hakkında açıklamalarda bulundu. Kadın ve erkeğin birbirini yeteri kadar tanımadığını anlatan Karaismailoğlu, beyninde bir cinseiyetinin olduğunu açıkladı. Beynin cinsiyetini belirleyenin anne karnında maruz kalınan testesteron olduğuna ifade eden Karaismailoğlu, “Beynin iki yarım küresi eşit bir şekilde büyürse dişi beyin olur. Ama işin içine Y kromozomu girdiğinde sol yarım kürenin, hemisferin gelişimini geciktirir. Sol yarım kürenin gelişimi geciktikçe, beynin solu ile ilgili erkekte değişiklikler olmaya başlıyor” diye konuştu.
"ESPRİ ERKEĞİN GELİŞTİRDİĞİ BİR SÜS"
Karaismailoğlu, erkeklere rağmen ilişkiyi kadının belirlediğini vurguladı. "Türk kızını aya gönder ilk adımı aydan bekler" düşüncelerinin yanlış olduğunu söyleyen Karaismailoğlu, şöyle devam etti:
“Bunun Türklükle falan hiçbir ilgisi yok. Kültürel değerlerden uzaklaşıp doğaya bakıldığında dişi ve erkek hayvanların dahi beyinleri farklı. Hayvanlarda erkeğin tek derdi dişiyi etkilemek. İnsanlara baktığımızda erkeğin süslü olmadığını düşünüyoruz. Ama öyle değil. Erkeğin süs kavramı daha farklı. Araştırmacılar erkeğin süs kavramını daha çok beyinde geliştirdiğini öne sürüyorlar. Mesela espiri erkeğin geliştirdiği bir süs. Kadınlar kendileri güldüren erkekleri seviyorlar araştırmalar bunu gösteriyor. Erkekler ise kendilerini güldüren kadınlara karşı nötrler. Bir etkilenme yok. Kendilerine gülen kadına bayılıyorlar. Erkeklerin tek bir derdi var dişiyi etkilemek. Bir ilişkiyi kadın başlatır kadın bitirir. Bunu tüm erkekler kabul etmeli. Türk kızı falan uğraşmayalım. Ama kadınlarda şunu unutmamalı her zaman başlatan ve bitiren aynı kadın olmayabilir.”
"ERKEKLERİN BEYİN YAPISI İŞİTMEYE MÜSAİT DEĞİL"
Kadınların genel olarak kendisini dinlemediği için şikayetçi olduğunu kaydeden Karaismailoğlu, erkeklerin beyin yapısının işitmeye müsait olmadığını belirtti. Bunun nedeninin beynin sol yarım küresi olduğunu dile getiren Karaismailoğlu, “Sol yarım küre detaycı. Kadınlar detayda yaşıyor. Erkeğin sol küresinin gelişimin gecikmesi bunda etkili. Sol kürede konuşma, işitme ve muhakeme solda daha baskındır. Erkekte sol tarafında gelişim geciktiği için işitme konusunda gerçekten sıkıntılılar. Özellikle bir şey yaparken sizi çok kolay duyamaz. Kadın beyninde duyusal girdiler çok daha fazla. Televizyon izlerken bir şey söylediğinde erkeğin kafa salladığına bakma o bir reflekstir. Eğer bir erkeğe bir şey anlatmak istiyorsan. Al karşına tut kafasını. Kulakları kapamamaya dikkat et. Mümkünse çok açık bir şey giymeyin” şeklinde konuştu.
“ERKEKLER EMPATİ YAPAMAZ”
Erkeklerin empati yapmakta zorlandığını belirten Dr. Serkan Karaismailoğlu, “Bir söz vardır. Ateşi kim keşfetti bilmiyoruz ama odunu kesin bir kadın keşfetti. Biz odun muyuz? Aksini söylemeyeceğim. Evet biz odunuz. Bunun bilimsel bir nedeni var. Erkekler empati yapamaz. Limbik sistem denilen bölümle ilgili. Erkek üzgün bir kadın gördüğünde. Bir miktar kendisi de üzülüyor ama onun için üzgün yüz olarak kalıyor. Kadınlar beni anlamıyor diye şikayet ediyor. Erkekler bu konuda suçlu değil. Sistem öyle işliyor. Erkekler duygusal empatiden hemen bilişsel empatiye geçiyor. Ve tek derdi kadının sorunu çözmek. Erkekler aslında iyi niyetli" açıklamalarında bulundu.
“KADINLAR ERKEKLERDEN ÇOK KONUŞMAZ”
Kız bebeklerin doğduktan iki saat sonra yüz okumaya başladığına dikkat çeken Dr. Karaismailoğlu, kadınların çok konuştuğunun yanlış bilgi olduğunu belirtti. Karaismailoğlu, “Erkeklerin az koştuğunu düşünen birisi varsa pazar günleri futbol programlarını izlesin. Kadınlarda işitme ve konuşma merkezleri daha gelişmiş ama bu fark üç katlık değil. Aslında kadınlar günde 16 bin 215, erkeklerin ise 15 bin 669 kelime kullanıyor. Konuşmaya başlama yaşı kadınlarda daha önce, yabancı dil eğitiminde daha iyiler ve kekemelik erkeklerde daha çok görülüyor. Kız çocukların oyunları konuşma ağırlıklıdır. Erkek çocuklarda daha çok az konuşma ve vurdulu kırdılı oyunlar vardır” dedi..
Kadınların çok detaycı olduğunu söyleyen Karaismailoğlu, “Bir erkek bir erkekle karşılaştığında iletişim yöntemi göz gözedir. Benden uzun mu? Güçlü mü? Kadınlar öyle değil tarayıcıdan geçiriyor. Kadınlar ile erkeklerin hepsi kadınlar için süslenir” açıklamalarında bulundu.

9 Nis 2014

ANLAYIŞSIZ ERKEK ANLAŞILMAZ KADIN

Altbeyin uygarlığı;sanırım en uygun olan tanım bu. Altbeyin şüphesiz her daim egemen olmuştur toplumlara lakin o toplumların bile çok insani alanları vardı ve gelenek , iktidarın(buradaki iktidar siyasi iktidar değil) karşı denge unsuruydu.


Günümüz kapitalist toplumu tam bir altbeyin toplumudur ve gelenek ortadan kaldırıldığı için birey tümden iktidara karşı savunmasızdır ve korku içindedir.

Yaptığım uçak yolculuklarında bu altbeyinlilik olgusunu çok net gözlemliyorum. Metrolarda ve diğer toplu ulaşım araçlarında dönen muhabbetler hep altbeyin muhabbetleri.

Sosyal medya denen ve büyük bir çarpıtma olan bu tanım altındaki internet uygulamalarından sosyalleşen? bu yeni birey geleneksel ortak alanı da kalmadığından tümden sanallaşmış ve iktidarın manipülatif etkilerine karşı tümden savunmasız kalmıştır.

Bu uygulamalar tamamen altbeyine hitap etmektedir. Kaptilazmin başarısı zaten altbeyin merkezli olmasıdır. Altbeyinde düşünce yoktur sadece duygu vardır ve duygular doğuştan içimizdedir.Onları gıdıklayan her şey itibar görür.

Aslında sohbet tarzı bir yazı olacaktı akademik bir teze doğru gidiyor alt beyin hemen devreye girdi bakın..

Kadınlar mesela neredeyse altbeyinden oluşur. Limbik sistemleri o kadar gelişmiştir ki (böyle olması gerekir anne olacaklardır çünkü) üst beyinli olmaları için çok uğraşmaları gerekir.Erkeklerde çoğunlukla altbeyinlidir kadınlar kadar duygusal bölgeleri gelişmediği için de daha da sevimsizdirler hatta .(bu cümleyi yazayım da ayırımcı demesinler )


Erkek kadın çatışmasının temelinde beyin farkımız yatar hiç lafı uzatmaya gerek yok. Bu hayatın dengesi için gerekli bir şey kadınlar böyle erkekler şöyle deyip kestirip te atamayız. Uzlaşmak zornudayız Yaratıcı'nın iradesi bu yönde. 


Kadın beni anlamıyorsun der ve doğru der.Anlamıyoruzdur erkekler olarak kadınları. Bir kadının bir erkek tarafından anlaşılması zaten yer yüzünün en problematik ve çözülemeyen bir sorunsalıdır.(sorunsal mı dedim o ne ya , müşkülü yazacaktım yeni nesil öğrensin).

Kadın aslında anlaşılmak ta istemez beni anlamıyorsun derken dediğimi niye yapmıyorsun demektedir aslında.(çok aslında demeye başladım bu hayra alamet değil)


Fatih Sultan Mehmet Han (daha önce yazdım bunu tekrar olacak) bir sabah divana suratı asık olarak gelir ve başvezirine dert yanar; 
-hanım bu sabah ne dese beğenirsin " bana ne verdin ki" 

Bu ne demek ya daha ne vereceksem der koca sultan şaşkınlık içinde.

Evet kadın bunu der;hatta peygambere bile anlat ama doğruyu söyle diyecek kadar ileri de gider. Ama hep haklıdırlar biz onları anlamıyoruzdur çünkü.

Paran yoktur,ne biçim adamsın para kazanamıyorsun der,paran vardır bana yeterince ilgi göstermiyorsun para her şey değil der,paran vardır yeterince ilgi gösteriyorsundur , hayatında başka birisi var kesin bana bu kadar ilgi gösterdiğine göre der der de der...

Hanımla aramız bozukta bu aralar işi felsefeye vurdum anlayacağınız..Beceriksiz ,anlayışsız , parasız, iletişim sorunları olan,annesinin gölgesinden çıkamamış,içerde farklı dışarda farklı, kamyoncudan daha kötü,beyin ve ruh emici,insanı deli eden, duygusuz, duyarsız, anlayışsız,
yalancı,güvenilmez falan filen bir adamım ben. 


Bunca yıl sana iyi katlanmışım diyor ya hanım haklı böyle bir adamla beş gün bile durulmaz yani...


Adamın biri karısıyla kavga etmiş artık nasıl bunaldıysa kendini sahile atmış.Sahilde dertli dertli bağrını serin rüzgara vermiş dolaşırken ayağına doğru yuvarlanan bir şişeye o hırsla bir tekme atmış ve şişe fırlamış kayalara doğru ve dağılmış parçalanmış. Fıkra bu ya bu şişede meğer bir cin hapismiş. Cin ögürlüğün verdiği minnetle dile benden ne dilersen demiş. 

Bizim adam da bana göğe doğru uzanan bir yol yap,yap ki canım sıkkın olduğu zamanlarda o yoldan göğe doğru çıkayım da biraz ferahlayım der.

Bizim cin de pişkinlikle ;dile dediysek o kadar da değil kim uğraşacak şimdi onunla yav der.O kadar çimentoydu asfalttı kumdu o oo çok zor o iş mümkün değil başka bir şey iste der.

Bizin adam da madem öyle o zaman bana kadınları anlama becerisi kazandır da kadınları anlayım der.

Cin şaşırır bir durur kafası önünde düşünür çaresizce. Homurdanır kendi kendine ve şöyle der; yol kaç şerit olsun.