28 Ara 2015

MÜSLÜMAN...



Gandhi ,Güney Afrikada trenden atılana kadar kimliğinin farkında değildi. İngiliz okullarında ,ingilizlerden bir farkı olmadığına inanmıştı lakin hayat kimliğini yüzüne çarptı. O gün Gandhi ahmaklık uykusundan uyanmıştı...

Sonra olanları bliyorsunuz...

Ya müslümanlar olarak ve türk-müslümanlar olarak kaç trenden daha atılmamız gerekiyor ahmaklıktan uyanmak için ???

Düşünüyorum da uzun zamandır ne ara salaklaştığımızı bulamıyorum. Hayatı ıskalayarak ne inşaa edilebilir ? Bu hakikati ne ara unuttuk. 

AB'nin bizi gerçekten alacağını düşünen saf ! insanlar var bu ülkede. AB'nin bir ekonomik ve siyasi bir birlik olduğunu sanan demokrasi kelimesinin beyinlerini uyuşturduğu pek eğitimli pek avrupalı bir kitle hayat sürüyor bu çilekeş topraklarda. Aldanmak kader midir ?

Selahattin Demirtaş'ın bile arkasından gidecek kadar beyinsiz bir kitle...

İşte bu hamakat müptelası kitlenin bir de bizim mahallede yaşayan bir hayli kalabalık benzerleri var. Avrupaya girince demokrasi ve özgürlük güneşinin ışığıyla pırıl pırıl bir hayata kavuşacağımızı düşünen kitleye muarız şeriat gelince bütün dertlerimizden bir anda kurtulacağımızı , halifemiz olunca yekvücut küffara galebe çalacağımızı haşa cenabi hakkın gökten melekler indirerek bizi kutsayacağını ciddi ciddi zanneden bir kitle de hayat sürüyor. 

Fatma Barbarosoğlunun bugünkü şahane makalesinde altını çizdiği gibi durup düşünmek yürürken düşünmek çoktan terkettiğimiz bineklerimiz.

Devrim olunca her şeyin düzeleceği  aptallığına müptelayız. Bu sanrı insanlığın beyin tümörü. (mehdi gelecek dertler bitecek)

Bir taraf dindar nesil öteki taraf muasır medeniyet seviyesini hedefleyen avrupai bir nesil inşaa etmek hayalinde. Lakin hayatın matematiği böyle çalışmıyor. İnsan inşaa edilemez ..Öyle olsaydı ne kilise yenilirdi ne de moğollar..

Komünizm deneyimi bize bunu açıkça gösterdi. Kültür asla yokedilemez. 

Bakın Putin'e , komünist Sovyetlerde yetişmiş eski bir KGB ajanı. Fakat üstündeki komünist maske düşünce ortada kalan tipik bir rus .

İslamcıların da eski komünistlere benzer müslüman tahayyülleri var. Ütopya.

Kültürünü yok sayarsan dımdızlak ortada kalırsın. Teneke korkuluk.Kargaları kovalamaktan başka işe yaramaz..

Ben safkan bir adige köyünde büyüdüm. Köy genel tabiatıyla müslüman. İçimizde dinsiz de vardı komünistte. Çok dindar da vardı az dindar da. Zengin de fakir de..Ama hep beraber aynı düğünde eğlenirdik. Düğünleremiz aynıydı. Gelenkelerimiz aynıydı. Önce adige sonra müslüman ya da komünisttik. Dedem çok dindardı lakin safkan adigeydi ve düğün yapmasını da çok iyi bilirdi. İslami bir düğün gibi bir ucube fikir yoktu kafalarımızda. Seksenlere kadar genel eğilim evli ve dul kadınlar örtünür bekar kızlar ise örtünmezdi. İslamcılığın etkisi ile seksenlerde genç kızlar örtünüp çarşafa girmeye başladı. Yadırgadık hepimiz.
Doksanlarda köyümüzün eşrafından sonradan islamcı olan bir abimizin kızının düğününe gittik Bayrampaşada. Düğün camideydi alt katta kadınlar üst katta erkekler vardı. Bir hoca vaaz ediyordu. Ayran pilav tatlı dağıtıldı. Mevlit mi düğün mü belli değil. Kültürden kopunca işte böyle savruluyorsun düğün yapmayı bile beceremiyorsun.Karikatür bir durum. 

Abdülaziz bayındır ya da Kurancı tayfanın önerdiği islam işte ahanda tam böyle bir şey. Nasıl düğün yapacağını bile bilemeyen tarihten hayattan kopuk bir kitle. Sokağa inmeyen , hayata karışmayan bir şeyin içselleşmesi ve yaşanması mümkün değil. Süleyman Çobanoğlunun tabiriyle kültüre dönüşmeyen her şey ideolojik bir yama olarak kalmaya mahkum. 

Oysa o küçümsenen annelerimizin islamı hayatın tam içindeydi. Sofradan tarlaya kadar attığımız her adım da dini öğrenir ve yaşardık. Yoldaki karıncalara basmamamız gerektiğini babaannemden öğrendim. Komşuluğun ne olduğunu, paymlaşmayı,infakı,sadakayı, saygıyı,nezaketi,Allahı,peygamberi velhasıl her şeyi günlük hayatın içinde bizzat yaşayarak görerek öğrendim. Kuranda ne yazdığını bile bilmezlerdi lakin saf inanmış birermümin olarak yaşıyorlardı. Kitaptan değil hayatan öğrenilmiş bir pratikle. Sevimliydiler bizdendiler ve insandılar. 

İslam nedir diye sormuş ve şöyle cevaplamıştı (ismi aklıma şu an gelmedi ) bir hocamız (akademisyen prof hoca derken) tv de; islam dediğin en nihayetinde müslümanların yaşadığı hayattır. 

İçi doldurulması gereken bir tanım  evet  lakin tanım net. Zaten art niyetlilerden başkası da buzağı aramaz bu lafın altında. 

Din dediğin bir prospektüs değildir ilaç alır gibi din alınmaz dışardan yani kitaptan. Nebi kitap sayfaları okumuyordu sahabeye , anlatıyor ve hep birlikte bir kültürün içinde pişiyorlardı. Vahiy onların sadece istikametini değiştirdi ne dillerini ne geleneklerini iptal etti . Arap olmaya ve arap gibi yaşamaya devam ettiler. (insanlık dışı bazı adetler kaldırılmıştır vahiy inşai değil ıslahidir).

Kuran deyince benim aklıma ilk gelen şey Nahl süresi 90.ayettir. Dinden de anladığım bu. 

Bugün dindar nesil yetiştireceğiz diye küçücük yaşta çocuklar oyun oynamak yerine kuran kurslarının ve tarikat odalarının duvarları arasına hapsediliyor ve hayattan koparılarak adam edilmeye?! hala devam ediliyor. Buradan bir şey çıkmaz ruh hastaları dışında. Bu mesele hiç tartışılmıyor. 

Geçen bizim stajyer çok akıllı bir laf etti; (kuran kursuna yardım mevzusu geçmişti de ) bu çağda kuran öğretmek için hala bina yapılmasını anlamıyorum internet diye bir şey var. 

Burada cemaat ve tarikat pratiği ,iktidar proplematiği ve iktisadi çıkarlar meselesi pirinicin içindeki beyaz taş gibi duruyor ayıklanamsı gereken mevzular olarak.

Müslümanım lafı o yüzden anlamsız bir tanım.İsteyen bu hakikati inkara devam edebilir ahmak olmak herkesin hakkı. Doğrusu şudur türk -müslümanım ( ya da hangi millettense). Bu bize bir şey anlatır tanımlanabilirdir. 

Camide kendini patlatan ahmak prospektüs müslümanı. 

Tarlaya karpuz ekerken niye bu kadar fazla ekiyoruz baba soruma yoldan geçenler de yesin diye cevap veren de kültürel müslüman..

Hadi bakalım ayıklayın pirincin taşını...

21 Ara 2015

ÖĞRETMENLİK KUTSAL BİR TERSLİKTİR

18 Ara 2015

DİYANETE ÇAĞRIM - BU ŞİRK KOKAN VAAZLARDAN ARTIK VAZGEÇİN

Bugün cumayı kılmaya gittim her cuma olduğu gibi. Gene aynı ninniler kürsülerden bin senedir anlatılan..
Yav artık cumaya gitmeyecem o kadar soğudum lan..Töbe töbe

Hocaefendi gayet kendinden emin anlatıyor..

Peygamberin her adını duyduğunuzda salavat getirin . Bunu ihmal etmeyin. Biliyorsunuz allah ve melekleri de peygambere salavat getiriyor. Ne diyor ayette (her cuma okunan ahzab 56.ayet) (diyanet mealinden) ; allah ve melekleri peygambere salat ediyor siz de salavat getirin. 

Allah niye yarattığı bir kula salavat getirsin ya hu. Ayete böyle mana verilir mi Allah aşkına . Ne dediğinizi bir düşünün iki dakka. Peygamber evrenin merkezinde Yüce Yaratıcı da dahil herkes onun etrafında pervane olup salavat getiriyorlar. Çüüüüşşşş demezler mi adama !!! Bu şirk değil mi sayın başkan..Bu şirk değilse şirk nedir ??? Şirki ortadan kaldırmak için gelen kitapta allah haşa şirk mi koşuyor kendi kendine..Böyle aptalca mana verilir mi ??? Aklınızı nettiniz ?! Lafın nereye gittiğini görmüyor musunuz ?! Yuh yaa...


Allah ve melekler nebiye destek olur ancak bizden istenen de tam teslimiyet ile destek olmamız. Salavat ta nereden çıkıyor ? Oldu olacak namaz da kıldırsaydınız allaha ve meleklere. O biraz saçma geldi olsa olsa salavat getiriyordur diye mi düşündünüz meal verirken..

Bununla bitmiyor rezillik, efendim peygamber doğduğunda (önümüzdeki hafta mevlid kandili) o zamanki adetlere göre gece doğduğundan yüzüne bir çanak kapatılıyor güneş doğduğunda açılmak üzere.. Amine annemiz  peygamberin yüzüne çanağı kapatınca çanak çat diye parçalanmış. Peygamberin (daha yeni dğomuş) ağzından bazı sesler geliyormuş ,amine annemiz başını peygambere doğru yaklaştırmış bir de ne duysun "ümmeti" diyormuş ...

Bu deli saçmasını kürsüden anlatıyorlar. Buna inan varsa ahmağın tekidir. Bu din falan değil..Birilerinin götünden uydurduğu hikayeleri utanmadan sıkılmadan aklı ve izanı yok sayarak kürsülerden bağır bağır anlatmak ne zamandır vazu nasihat oldu sayın başkan..?!

Bu zırvaları nasıl anlattırıyorsunuz kürsülerden ya hu !? 

Mahşer günü secdeye kapanacak ta ümmeti allah tarafından bağışlanana kadar başını kaldırmayacak mış ...

Peygamberi allaha meydan okutuyorlar utanmadan sıkılmadan..Böyle bir densizliği nasıl yakıştırıyorsunuz peygambere?. Bi dediğiniz bi dediğinizi tutmuyor. Kızım fatıma nefsini allahtan satın al bana güvenme kıyamet günü kimsenin kimseye faydası olmayacak diye bir hadis koyuyorsunuz kitaba (ki kuranın lafzına ve ruhuna tamamen uygun ve sahih olma ihtimali çok çok yüksek)  öte yandan peygamberi mahşer meydanında allahın elinden günhakarları kurtaran bir don kişota çeviriyorsunuz..

Sizin anlattığınız şey din falan değil kusura bakmayın. Zırva... 

Hiç bir kafası çalışan adam bu anlattığınız dine girmez de inanmaz da kusura bakmayın...

Sinirden elim ayağım titriyor ya..

17 Ara 2015

AZİZ SANCAR

Memleketimizin yetiştirdiği en büyük bilim insanı olan Aziz Sancar önünde saygıyla eğiliyorum...Üstadın bu topluma geçen bir ay içinde verdiği mesajları öpüp başıma koyuyorum. Aziz Hocaya sövüp sayan başta PKK itleri olmak üzere tüm beyinsiz tayfayı da Allaha havale ediyorum.. 

Aziz Hoca ile ilgili duygularımı yazacaktım lakin Seyfettin Hoca bugün köşesinde yazmış oradan alıntalayım işin kolayına kaçayım. Anıtkabirde dua etmesi çok çok hoşuma gitti ve bize ne güzel ders verdi. Muhabirde dua mı ettiniz diye soruyor , ulan kabir orası başında anıt olsa da kabrin başında da rahmetlinin ruhuna fatiha okunur bizim gelenekte. Aziz Hocam çok yaşa...Buyrun "Aziz" bir insandan öğrenilecekler başlıklı makaleye

Türkiye, târihinde ikinci defâ Nobel ödülünü aldı. Bununla berâber, bahsedilen iki ödülün toplumsal yankısı aynı olmadı. Bilindiği gibi ilk ödülü edebiyat dalında yazar Orhan Pamuk almıştı. Sayın Pamuk'un başarısı siyâsal angajmanları sebebiyle sâdece hiç şüphesiz kendi çevresinde heyecan yarattı. Orhan Pamuk'un siyâsal angajmanlarına sâhip olmayan büyük bir kütle ise bu sevincin dışında kaldı. “Türkler I.Dünya Savaşı sırasında 1 milyon Ermeni'yi kesti. Şimdi de Kürtleri kesiyorlar” kabilinden açıklamalarıyla tanınan Sayın Pamuk, hâlkın kalbinde, gönlünde bir yer kazanamadı. Bununla berâber ben yine de, halkın dile getirmese de, içinde bir yerde bu başarıyla gururlandığını düşünüyorum.

Aziz Sancar'ın başarısı ise tam tersine büyük bir yankı yarattı. Bunun birden fazla sebebi olduğunu söyleyebiliriz. Bir defâ Sayın Sancar'ın aldığı ödül “pozitif” bilimler alanındaydı. Yâni, edebiyat gibi “netâmeli”, hele hele Türkiye'de siyâsal yan anlamları, çağrışımları derin olan “öznel” bir alandan değil; kimyâ gibi son derecede “nesnel” gözüken bir alandan geliyordu.

Diğer bir etken ise Sayın Sancar kültürel duruşuyla bağlantılıydı. Bu memleketin insanları, kültürel olarak bir çeşitlilik taşıyor. Bunun bir zenginlik değil de fakirlik doğurmasının başlıca sebeplerinden birisi de bahsi geçen çeşitliliğin paldır küldür siyâsal gerilim alanlarına taşınmasıdır. Kültürel çeşitlilik, siyâsal müdahale görmese, hiç şüphem yok ki kendi iç etkileşimleri içinde şaşırtıcı bir zenginliğe ulaşabilir. Hâlbuki en küçük bir farklılık hemen bir husûmet doğuruyor ve siyâsal alanın kutuplarına taşınıyor. Bu da kısırlık doğuruyor. Dahası, kültürel dünyayı kendi çeşitliliği içinde besleyecek ve zenginleştirecek olan sanatsal faaliyetler de bu akıma kapılıyor ve bu kısırlığın içinde yer alıyor.

Aziz Sancar'ın aldığı Nobel ödülü, kimyâ gibi “nesnel” bir alandan olunca işlerin rengi derhâl değişiyor. İklim yumuşuyor ve bu başarının toplumsal-ulusal sâhipleniminin imkânları artıyor. Ama bir düşünelim: Bu ödülü jeoloji dalından Sayın Celâl Şengör almış olsaydı tablo ne olacaktı? Günâhını almayalım ama, çok büyük bir ihtimâlle Sayın Şengör kamuoyunu son derecede rahatsız eden açıklamalarını devâm ettirecek ve gerilimleri tırmandıracaktı.

Sayın Sancar'ın ve Sayın Şengör'ün durduğu yerlerin ne kadar farklı olduğu hemen anlaşılıyor. Aziz Sancar yokluk ve yoksulluk içindeki şartlardan geliyor. Yâni bir Beyaz Türk doğmanın avantajlarına sâhip değil. Ama ka'biliyetleriyle, âdeta söke söke bu aşamalara gelmiş. Dahası, Sayın Şengör gibilerden farklı olarak bu memleket ile duygusal bağlarını asla kopartmamış. Senelerce ABD'de yaşamış olmasının sonucu Türkçesi biraz kırık hâle gelmiş olsa da, bu durum kimseyi rahatsız etmiyor. Çünkü, Aziz Sancar kâlben o kadar buralı ki…. Tevâzu Sayın Sancar'ın sindirilmiş hayâtının bir yansıması. Davranışlarında ve konuşmalarında hiçbir eğretilik, veya abartı yok. Ardından duranların hiçbirisini inkâr etmiyor: Ne Savurluluğunu, ne Mardinliliğini, ne Osmanlılığını ne de Türklüğünü. Atatürk'e karşı duyduğu bağlılığın ise hiçbir siyâsal çağrışımı yok. O, Cumhûriyet'in bilimci-pozitivist çabalarının sağladığı maarif reformunun içinden geldiğini biliyor. Türkiye'deki eğitim ve öğretim hayâtının kendisine kazandırdıklarının çok iyi farkında. Nobel Ödülü'nü kişiselleştirmiyor. Bunun Anıtkabir'de sergilenmesini istiyor. Yâni bir bakıma, borcunu ödemek istiyor.

Aziz Sancar işini bi'hakkın yapan sapına kadar “yerli” bir insan. Mardinliliği başka vilâyetlerin insanlarını; ceketinin üzerindeki ayyıldız rozetinde temsilini bulan Türklüğü Kürtleri; belki de etnik düzeyde Arap kökeni Türkleri; kravatındaki desenlerde simgesel karşılığını bulan Osmanlılığı ise lâik veya sekülerleri rahatsız etmiyor. Bu vurgular, popüler bir sempati yaratmak; veya müşteri toplamak için sun'i bir şekilde ard arda sıralanmış değil. Herbiri nâzik bir şekilde özümsenmiş ve yerliliğinin ma'cununda kıvama getirilmiş durumda. O kendi insanlık hâlini “kendinde” taşıyor. Dahası, yerliliğini, yerlicilik yaparak örselemiyor.

Aziz Sancar'ın başarısı, kabûl edelim ki nihâyetinde bireyseldir. Bu tarz bireysel başarıların ulusal bir iftihar duygusu doğurmasını ise anlamak gerekiyor. Bu memleket eksik işlerin memleketi. İşini beceremeyen, yüzüne gözüne bulaştıran, bunu örtmek için de “abartılı” başka işlere sapan, veya bir işi yaparken başka işleri berbat eden o kadar çok insan var ki. Sayın Sancar'ın başarısı ulusallaştırılarak gâliba bu gibi hususlar biraz da telâfi edilmek isteniyor. Bunun da doğrusu, ulusal iftihar duygularında abartıya gitmemek ve bazı şeylerin “iyiniyetli bir gayretle” sindirilerek nasıl yapılabildiğini bu “aziz” insandan öğrenmek olabilir.

15 Ara 2015

VATANLARINI YAŞANMAZ BULANLAR VATANLARINI YAŞANMAZLAŞTIRANLARDIR


"her dudakta aynı rezil şikayet: yaşanmaz bu memlekette! neden? efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lağım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? hayır, onlar türkiye'nin insanından şikayetçi. insanından, yani kendilerinden. aynaya tahammülleri yok. vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını "yaşanmaz"laştıranlardır.

türk aydını, kitab-ı mukaddes'in serseri yahudisi... hangi türk aydını? kaçanlar ne türk, ne aydın. bu firar bir kabil kompleksi. (cemil meriç-bu ülke, iletişim yayınları, sf 95)

12 Aralık büyük usta Cemil Meriç'in doğum günüydü Ustayı hatırlamayı unuttuk hatırası önünde saygıyla eğiliyorum

Bu Ülke'yi okumayan bu ülkenin yabancısıdır. 

ÜÇ FİRENK HAVASI



ÜÇ FİRENK HAVASI


1. capriccio alum

gülünç bir ölümle öldü deniyor max stirner için
çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir
ama fanya kaplan
nasıl öldü diye sorarsak sanırım
işimiz fazlasıyla ciddileşir.

bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.

ölümle şaka olmaz diyenler
kıyasıya yanıldılar bu çağda
taksitle alum diye bir roman yazıldı artık
önce öl/sonra öde denilmek suretiyle
aşılıp geçildi bu roman da.

doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda alum
geceleri şehrin varoşlarında ikamete mecbur edildi
gündüzün kimlik soruldu ona
sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi
seken bir kurşun kadar
kurşuni bir kış denizi kadar bile 
taraf tutmayan ölüm


2.ölüm cantabile

ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata
görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını
yerimi yadırgadım
yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka
çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı
durmadan bir beyaz aygırla taşardım derin göllerden
bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara
güneşin zekâsıyla doymak isterdim
kaba solgun kâğıtlar sunardı
şehrin insanı bana

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin.

ogün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım
kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı
ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.
azıcık gece alayım yanıma yalnız
serçelerin uykusuna yetecek kadar gece
böcekler için rutubet
örümcekler için kuytu
biraz da sabah sisi
yabani güvercin kanatları renginde
biz artık bunlar olarak gidiyoruz
eylesin neyleyecekse şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
bozuk paraların insanı, sivilcelerin.

işte öldüm, işte son kadife çiçekleri
son defneler, baldıranlarla kefenlediler beni
bütün kaçaklar için ince bir merhem oldu benim ölümüm
bütün hoşnutsuzlar yanlarında saklayacak
benim ölümümden yayılan kırpıntıları
boğaz tokluğuna çalışanlar
özenle kilitleyecek göğüslerinde
benim ölmüş olmamı
hiçbir yaprak damarından
hiçbir su özünden atamayacak beni
ortaya benim ölümüm sürülecek
pey akçesi olarak
tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca
ama neler olup bittiğini hiçbir âyetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin


3. requiem

bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi
seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah
ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış
ağır, kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı
bekarların kaburgalarına gümleyen karanlık
isterik kokusu beyaz dantelaların
seni seyrederdi
sen diriyken sana bakmak
başlı ve sonlu bir uğraştı sanki.

gövdene imrenirdi ok atmayı bilenler
gövden aklın gibi engebeli ve dakikti
sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden
sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı
ejderlerle çarpışırdı bey çocukları
müminler müşriklerle savaşırdı.
toprak ve yağmur savaşırlardı
anahtar ve kilit
birbirlerine girerdi ekmekle bulutlar
kan ve su
nadirle zenit.

isıtırdın salkımları bağlar bozulunca
tohumların bilgisine hısımdın
beyninde yelkenlerini açarak
serinlerdi kısır kadınlar
sen diriyken
sepetlerine çiçek doldurup insanlar
peşinden gelirlerdi
sürevenler peşinden yürürdü endazelerin
mekikler otlakların yörüngesiydeydi
ayıklardı insanların rüyalarını
yaktıkları tütsü, okudukları yasin.

sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni
gösterişsiz tabutunu yuhaladılar
lahana yaprakları attılar sana
sonradan görme tombul ortayaşlılar
semiz, genç burjuvalar seni
tepeden tırnağa fermuarladı.

akşam gezmesine çıkan emekliler bile
duygusuzca silkeledi üzerlerinden
senin gözyaşlarını

bir soğuk uzay
parıltısıyla anılıyorsun artık
kuru bir bilgisayar tıkırtısıyla
açıyorlar taçyapraklarını ancak
bir alkol koması sırasında
senin yorgunluklarını
hastanelere makbuz yaptılar
çekingen duruşunu intihara karşı
kullanıyorlar koğuşlarda
çünkü çoktan alum götürdü seni
alum alum
gündelik sözlerimiz arasında
geçecek kadar kaba.



İsmet Özel'in modern şeherli adamların ve kadınların Ölüm'e ne kadar yabancılaştığını anlattığı bu nadide şiirin  http://www.tubar.com.tr/TUBAR%20DOSYA/pdf/2007GUZ/11.tzer.ibrahim.%20frenk%20havasndan%20modern%20insana%20lm%2

adresinden Dr.İbrahim Tüzer tarafından yapılmış analiz ve değerlendirmesini okumanızı öğütlerim. Hepimiz öleceğiz neticede değil mi ? Yoksa öleceğin aklından uçtu mu akıllı telefonuna aklını kaptırmış çöl kumu seni..

10 Ara 2015

KENDİNİ YENMEK (BAHİSTE VE HAYATTA KAZANMANIN ALTIN KURALI)



İddaada kupon tutturma üzerine Ekşi'de açılan başlıkta şu an mahlasını hatırlayamadığım bir yazar çizer arkadaş yazısını başlıktaki cümleyle bağlamıştı. Kendini yendiğinde para da kazanmaya başlayacaksın...

Bu kendini yenmekteki kendin hangi benimiz ?

Korkan , tamahkar, dik kafalı, ön yargılı , statik, güvensiz tarafımız. Adı her neyse.

Herkesin bir hikayesi vardır (olmalıdır yoksa boş gelip boş gideriz) ve her bahisçinin de bir hikayesi vardır. Bu hikayelerdeki ana karakter işte yenmemiz gereken o "kendimiz" . 

Amaç ne bahiste para kazanmak mı heyecan yaşamak mı ? İlk önce karar vermemiz gereken amacımız ne. Para kazanmak için oynadığımızı sanırken başka alt beyin duygularını tatmin ediyor olmayalım ?

Ben bu "iddaa" işine şu an kardeşim gibi sevdiğim bir arkadaşımın elinde gördüğüm iddaa kuponu ile başladım. O zamanlar kuponlara 15 maç yazılıyordu. Bir gün ofise geldi ve hoş beşten sonra kupon doldurmaya başladı. Bu ne dedim aga. İddaa kuponu dedi. Nasıl oynanıyor nasıl para kazanılıyor falan derken futbolla da ilgili olduğumuzdan hadi bizde bir kupon yapalım dedik. O zamanlar kupon bedeli 1 TL idi. Vay be dedim bir kuponla zengin olacaz ha. Gözümde dolar işareti belirdi. 

İlk yaptığım kuponun getirisi sekiz milyon küsürdü. Arkadaş,bu kadar parayı ödemezler en çok 500.000 TL alabilirsin deyince kuponu 500.000 TL seviyesine indirdim. O zamanlar (ki hala var az biraz) kendimizi kaf dağında gördüğümüzden ve eşsiz yeteneklerimiz olduğunu sandığımızdan tereyağından kıl çeker gibi kupon tutturacağımı düşünüyordum. Tabi olaylar öyle gelişmedi :-)))

O gün bugündür iş inada bindi . Ta ki düne kadar.

Herkesin bir yoğurt yiyişi var benim tarzım da amele tarzı dediğim bugün asgari kupon bedeli olan 3 liraya binlerce lira kazanmaya çalışmak. Gazetelerde bahis sitelerinde verilen üç beş maçlık ve getirisi en fazla 8-10 TL olan kuponlar hayatıma hiç girmedi. (Yok pardon girdi yazarken hatırladım 2010 dünya kupası esnasında tek maçlık , iki üç maçlık çok yüklü girdiğim ve kazandığım kuponlarım oldu. Çeklerin bir maçı vardı bak şimdi hatırladım temdit penaltısıyla kupon tutmuştu da ofiste çığlık atmıştım resmen).

Peki 12 maçlık kuponun hepsini doldurmak ve 3 TL ye binlerce TL kazanmak mantıklı mı ve ne kadar kupon tutturabilirsin ? Hayır mantıklı değil ve tutma olasılığı istatiksel olarak çok çok düşük. Benim yaklaşık yedi yıldır süren (arada üç yıl es verdim) bu bahis maceramda çok trajik hikayelerim var tek maçtan yatan kuponlara dair. Dünden beri düşünüyorum bu kuponlar tutabilir miydi ve beni bu kuponları yapmaya iten hangi bendim ?

En yakın geçen p.tesi yaptığım kuponlar bu durumun açık kanıtı. 

Maçlara baktığımda kendimce banko olarak ayırdığım altı maçım vardı. Akhisar 1, Trabzon ÜST, Panatelikos ALT, Dinamo Bükreş 2, Targu 2, A.Bilbao 2 ALT. Yetmiyor mu ? Evet yetmiyor çünkü oran düşük kalıyor . Ne yapıyorum bu durumda maç eklemeye başlıyorum. Espanyol 2-3 gol , Viborg 2, Rio Ave 2, Gornik 1 , Everton maçına da 2 oynuyorum. Şöyle bir kupon yapıyorum; Rio Ave üst (2.05), C.Palace 0-2 , Espanyol 2-3 gol, Nac Breda 3,5 üst, Trabzon 4-6 gol, A.Bilbao 2 0-1 gol,Dinamo Bükreş 2, Targu 2, Gornik 1, Akhisar üst ve Viborg 2 (oran 4.00). Kupon getirisi otuzbin küsür. Şahane değil mi ? Teorik olarak şahane ama pratikte elde var sıfır oluyor. Kupon da Viborg , Breda,Gornik ve Akhisardan yatıyor. (Akhisara niye üst oynadın dersen oran düşmesi beni kıllandırdı da ondan. Yok yere kıllandım Akhisarın galibiyetinden çok emindim oysa)

Yukarıda verdiğim örnek benim hikayemin özeti gibidir. Akhisar'a üst yerine 1 , hiç bilmediğim polonya ligine hiç bulaşmasaydım (editör tavsiyesi ile yazıldı Nesine editörü Me uluca), Viborg maçına 2 oynama inadı yerine normalde yapacağım 1 ve 2 yapsaydım ve normalde asla kupona yazmayacağım Hollanda 2 ligi takımı Nac Bredayı ( o da editör tavsiyesi) 3,5 üst oynamasaydım (maç 3-0 bitti direkten döndü yani 3,5 üst)  kupon tutuyordu.

Ama olsaydı tutsaydı ile bu işler olmuyor netekim. Yani inatla bi şey kazanılmıyor. (Ha bir de yunan liginden bir maç vardı onu da ALT oynamıştım). Aalborg'un oranı 1.40 diye yazmadım kupona beni tatmin etmedi çünkü. 1.40-4.00 oranlamasında eğer 1 ihtimali gerçekleşirse kupon bedeli çok düşüyor (sanki garantim var 2 olacak ve 4.00 oran gelecek) diye risk aldık ve risk kaybedilmiş bir kupon olarak geri döndü.

İşte böyle dostlar hayatla hele bahisle hiç inatlaşmaya gerek yok.Kazanmaya odaklanmak lazım. 

Sene 2008 ya da 2009 avrupa maçları oynanıyor hafta içi. Nesine de kalmış 3 TL  kupon bedeli 2 tl. Maçları şöyle bir süzdüm biraz istatistik baktım ve 3 TL lik bir kupon yaptım. Kupon getirisi sekizbin küsür. Milan-Herta Berlin maçı var ben direk 0 oynadım maç 2-2 bittiydi sanırım. Herkes Milan'dan yatmıştı. Ben ise Leverkusenden yattım. Lever ilk maçı 1-0 kazanmıştı Belçika deplasmanında sanırım Gent ile oynuyordu. Maça baktığımda 2 hissettim nedense (işte o yenmemiz gereken kendimiz devreye girdi) sonradan maça 0 oynadım nasıl olsa Lever'e beraberlik yetiyor yenmesine gerek yok dedim ve maçı Lever 1-0 kazandı. İşte benim o sekizbin küsür TLlik kupon da o maçtan yattı. Hala ciğerim yanar hatırladıkça. Göz göre göre kuponu yatırmıştım . 

Hissiyat çok önemli o 6.his denilen şey. Maça odaklandığında benliğine bir ihtimal doluyorsa ne editöre ne de orana bakın. Yoksa çok pişman olursunuz.

Bir p.tesi günü ve kuzey ligleri var. Majör ligler tatilde. (en sevdiğimiz şey). Çok maç yok ağırlıklı Norveç ligi var bir de İsveçten AİK maçı. Maçlara baktım baktım baktım ve maçlar hakkında şöyle bir hissiyat geldi içime. (Evsahipleri çok favoriydi mesela Rosenborg-Lilleström maçı vardı onu çok iyi hatırlıyorum) Deplasman takımları ilk yarıları önde kapatıyor sonra tekrar baktım maçlara ve hissiyatımda bir değişme olmadı hatta ulan maçlar İY 2 MS 0 olacak dedim. Bir tek AİK deplasmanda 2/2 yapar dedim. Sonra altı maçın birden İY 2 MS 0 olması saçma geldi. Aklım karıştı ve ne yaptığım bilmiyorum abuk sabuk kuponlar yaptım. Ertesi gün siteyi açtım ve maç sonuçlarına baktım AİK 2/2 olmuş ve diğer Norveç lig maçları da İY 2 MS 0 olmuştu ve bütün maçlar 1-1 bitmişti. O gün bugün daha kendime gelemedim. Yani demem o ki gerçekten bir hissiyatın varsa oyna abicim en fazla 3TL kaybedersin. 

İşte kendini yenmen gereken anlarda kendini yenebilirsen hem bahiste hem de hayatta da kazanırsın. Bournemouth'un ve Newcastel'ın kazanma ihtimali var abicim Chelsea ve Liverpool ile oynasa bile.  

İnanmadığın maça oynama, inandığın maça ise cümle alemin tersine bile olsa oyna. Kazanmaya odaklan ve tamahkarlığa düşme. Arada kalmış maçları ara takımların serilerini takip et, bilmediğin maça bahisyapma ve kararlı ol . Kazanmaya odaklanırsan kazanırsın hiç kaçarı yok. (Bunları kendime yazdım isteyen üstüne alınır)

Milyoner zamanlarda görüşmek üzere..Sevgiler..

Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz...

9 Ara 2015

BABA CİNNETİ

Geçen hafta Aydın'ın Efeler ilçesinde vuku bulan “baba cinneti”nden bir şekilde haberdar oldunuz muhakkak. 30 yaşındaki eş/baba, boşanmak üzere olduğu 20 yaşındaki karısını barışmak üzere otele davet ediyor. Genç kadın barışmak konusunda istekli olmalı ki, iki çocuğunu da yanına alarak otele geliyor. Çocukların biri 3 diğeri 1 yaşında. Tartışıyorlar. Adam eşini ve çocuklarını öldürerek intihar girişiminde bulunuyor.

Bu olay tekil bir olay değil. Boşanmak üzere oldukları eşleri tarafından çocukları ile birlikte öldürülen kadın cinayetleri üzerinde derinlemesine inceleme yapılması gerekiyor.

IV-
Halk arasında şöyle bir yaygın kanı mevcut: “Yuvayı dişi kuş yapar.”
Yuvayı dişi kuşun yaptığı zamanlar mahalle hayatının, geniş ailenin yaygın olduğu dönemlerdi. Çekirdek ailede dişi kuşun yuvayı tek başına yapmasına imkan yok.

Yaşanılan sıkıntıların önemli bir kısmını “çekirdek aile krizi” olarak değerlendirmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
Aydın'ın Efeler ilçesinde meydana gelen katliamla ilgili olarak fikrimizi yormaya devam edelim...
Katil babanın barışacağını söylemesi gerçek miydi yoksa tuzak mı?

Gerçek ise, aile otel odasında değil de bir yakınlarının evinde bir araya gelmiş olsaydı babanın cinnet geçirmesi engellenebilir miydi?

Engellenemezdi büyük ihtimal, çünkü adam “Hakkınızı helal edin” demek için ailesine telefonu açmış demek ki niyeti baştan belliymiş diye düşünebiliriz.

“Hakkınızı helal edin” cümlesini dini bütün bir adamın veda cümlesi olarak okuyacaksak o zaman masum yavruları katletmesini nereye koyacağız?

“Hakkınızı helal edin” derken büyük ihtimal kendisini durduracak bir engellenme arayışı içindeydi. Ya da intihar ederek hayatını sonlandıracağını baştan planlamıştı.

Kendisinden on yaş küçük olan eşinin iki defa intihar girişiminde bulunduğunu da hesaba katacak olursak, ailede ciddi bir anlaşmazlık olduğu kesin.

Peki bu anlaşmazlık konusunda geniş ailenin fertleri neden aracı olmayı, hakemlik yapmayı düşünmüyor?
Cinnet ve katliam vakalarının bireysel olduğu kadar toplumsal boyutunu da dikkate almak zorundayız.
Doğru yerden başlamak için ilk sormamız gereken soru şu: Düne kadar kayınvalide baskısı, gelin-kayınvalide gerilimi arasında kıt şartlar atında evlilikler sürerken bugün köyler de dahil olmak üzere evlilikleri imha eden şey nedir? (FATMA BARBAROSOĞLUNUN BUGÜNKÜ MAKALESİNDEN ALINTI)

Fatma Hanım"ın sorduğu soru zihnimizde asılı dursun ve üzeride düşünelim. Benim dikkat çekmek istediğim ise olayın faili babanın psikolojisi. Bir baba ve bir koca nasıl gözü dönmüş bir katil olur ? Bu sorunun bir kültürel bir de fizyolojik cevabı var. Toplumdaki erkek algısı ve özellikle koca ve baba algısı bu işin temeli. Kültürümüzün inşaa ettiği erkek ve kadın tipi arızalı. Bunun üstüne alta beynin çalışma prensipleri de eklenince bu tür vahşetlere tanık oluyoruz maalesef. Peki her boşanan erkek neden karısını ya da çocuklarını öldür müyor ? Bu sorunun yukarıda açıklamaya çalıştığım genel prensipler açısından genel bir cevabı yok.

Her vaka ayrı inceleme konusu. Buradaki mesele failin yargılarının ve amigdalasının tepki eşiğini belirlemek. Yoksa hepimizin defalarca birilerini öldürmek hissi aklımızdan geçmiştir fakat bunu büyük çoğunluğumuz eyleme dökmeyiz zira üst beyin devreye girer ve bizi frenler. 

Olay faili erkek bağımlı kişilik sergilediğinden ve annesinden duygusal ve bilinç düzeyinde özgürleşemediğinden(toplumun ekseri erkekleri gibi) , karısının kendisini terketmesi durumunda maruz kalacağı yoksunluk duygusu amigdalayı tetikler ve bu tetikleme  hayati risk seviyesine yükseldiğinde amigdala bilinci kapatır ve hayati tehdidi ortadan kaldırmak için bireyi harekete geçirir. Olayın kabaca yarı bilimsel (neticede ünvanımız yok) izahı budur. Yoksa aklı başında bir erkek çocuklarını öldüremez.

Failin intihar girişimi ve ailesinden helallik istemesi aklı başında olduğunu göstermez bilakis eylem ve suçluluk duygusu dengesinin yarattığı baskının failin bilincini tamamen kör ettiğini ve eylemin tamamen amigdala kontrölünde olduğunu gösterir. 

Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz..Aklımızı başımıza devşirelim ...

2 Ara 2015

HERKES BİR YOL TUTTURUR

İsra 83: İnsana bir nimet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizer, ona bir şer dokunduğu zaman da umutsuzluğa kapılır.

İsra 84: De ki: "Herkes kendi yapısına göre davranmaktadır; ve bunun içindir ki Rabbiniz kimin en iyi yolu seçtiğini çok iyi bilmektedir".(Muhammed Esed mealinden)

ZENGİNİN MALI ZÜĞÜRDÜN ÇENESİNİ YORAR

"çocuklarınıza susmayı öğretin konuşmayı nasıl olsa öğrenecektir" (Benjamin Franklin)



Kendini bilmeyen başkasını ne bilsin ve insan kendi nasılsa karşısındakini de öyle bilir. Sosyal medya denen illetin bataklığa dönüştürdüğü sanal dünya mahşer öncesi vicdan aynası gibi bütün içimizdeki insani kokuşmuşluğu ekranlardan boca ediyor. İnsana ait olan şey kokuşmuştur zira. Ubudiyet bilincine varamamış ego ya kendini ya da kendisiyle beraber etrafını kokutur. Çünkü nefs daima kötülüğü emreder.

Biraz önce Vedat Milor'un Cüneyt Asan ile yaptığı programı seyrettim youtube ta. Altına yazılan yorumlardan birisi şu: siktiğimin cahil kasabı trilyoner oldu amk.millette mal mal okusun amk.okumak harbiden hamallık.

Bu cümlede asırlık bir sistem trajedesi ile maksimum 30 yıllık bir bireysel kokuşmuşluğun izleri var. Bu tipten hayli yekün tutan bir kitle hayat sürüyor. Bu şahıs bu kitleden bir emsal sadece. Olmamış ve olma ihtimali de olmayan bir zihin tefessühü yaşayan bir zatın palyaçolaşması .Üstelik palyaço olduğunun farkında olmayan bir palyaço. 

Kendi zavallılığına bahane üreten acınmayı bile hak etmeyen fakat fena halde acınası bir kaybeden profili. 

Altına yazılan yorumların çoğunluğu negatif ifadeler içeriyor. İşin garibi bu ifadeler ne programla ilgili ne de yenen etlerle ilgili. Sadece şikayet ediyorlar o kadar. Kendi fakirliklerinin sorumlusu kendileri değilmiş gibi etrafa çemkirme halindeler. Be adam 120 TL  verecek paran yoksa gelip ne izliyorsun ve ne yorum yapıyorsun aptalca. Fakirliğinin sorumlusu Cüneyt Asan mı "siktiğimin cahil kasabı" diyen zavallı tip. Ne kadar acınacak haldesin ama sana acımıyorum.. Bok bile değilsin çünkü bok bile bir işe yarar sen ancak geri dönüştürülemez bir çöpsün o kadar.

Hayatının kitabını yazmış birisine laf sokacağına sen de kendi hayatımın kitabını nasıl yazarım diye kafa yor. Bir şey başarmış birini alkışlamayı öğrenin öğrenin ki bir işe yarayın en azından. Başarmış birini taktir etmeyi becermiş olun.

Bu ülke yengeç sepeti biliyorum bu ülkede başarı cezasız kalmaz onu da biliyorum ama şunu da biliyorum ben kendimi değiştirdiğimde bunlar da değişecek. Ve ben kendimi değiştirdim ve yolculuğum devam ediyor. 

Be adam çeneni değil aklını ve bedenini yor ve alkışlamayı öğren.

24 Kas 2015

BU KAFALAR HANGİ OCAKLARDA DÖVÜLDÜ




Üzgün ve kızgınım belki de hiç bilinmeyen bir duygunun tezahürü yaşadığım..

Ne desem hangi kelimeleri kullansam da anlatabilsem hislerimi ?

Bu kadar ahmak hangi arada büyüdü bu topraklarda..Bu kadar ülkesinden tarihinden kültüründen örfünden ve dininden bihaber hatta düşman nesilleri nasıl yetişdirdik biz. 

Bu kadar ezik,bu kadar kendini hakir ve hor gören bu kadar kendine yabancılaşmış nesilleri kendi ellerimizle mi büyüttük Allahım. Öyleyse biz ne yaptık !?

Şu an dünyadaki en büyük terörist olan ABD'nin hala özgürlükler ülkesi olarak algılanıyor olması ne acayip bir yutturmaca. 

İŞİD'i destekliyor diyerek kendi hükümetine devletine sövenler (ki ellerinde ki ne delil var ayrıca destekler de ) Usame bin Ladin'i kimin yetiştirdiğini sonra da kimin öldürdüğünü biliyor mu acaba?

Ulan El-Kaide diye önümüze konulan yemeğin CİA nin mutfağında pişirildiğini unutarak  hipnotize bir şekilde Batının her dediğini vahiy kabul edip amin diyen bu ahmak beyinli tayfası ne ara bu ülkeye doluştu??

Batılılaşma ve demokratikleşme denen şey ne ara palyaçoluğa ve Batı soytarılığına dönüştü ?

Dünyaya rezil olduk (milli maçta yaşananlardan sonra) , Rusya bize saldırmasa bari( bugünkü uçak olayından sonra) .

Dışarıda rezil olacağımız bir dünya yok adamım dünya zaten yeterince rezil.

Kafanı gömdüğün o aşağılık kompleksi dolu çukurdan kafanı çıkar o kafayla biz kurtuluş savaşı çanakkale savaşı yapamazdık bu ülkeyi de kuramazdık.

Oratada fol yok yumurta yok adam yazıyor (yazıyor abi bunu utanmadan sıkılmadan bu kadar kendini kaybetmiş ) Rusyayla % 49 anadolu çomarları savaşsınmış ? Sen de işgalci Rus ordusuna katılırsın sana da bu yakışır votka içerek zaferinizi kutlarsınız ..

Adam '' allahu ekber '' lafından rencide oluyor , kelle kesen piçleri türkmen diye yutturuyormuş TRT. Ulan sen nasıl bir piçsin , büyük taarruzda bu ordu '' allah allah'' diyerek hücüm etti. Ulan soysuz ibne Rus mu sikti ananı da ''allah'' lafından tiksinir oldun.. Valla hakkaten siktirin gidin bu ülkeden ..

Cumhuriyet neslinin geldiği noktaya bak arkadaş..

Yurtta sulh cihanda sulh demek kafanı kabuğunun içine çekerek pusmak demek değil canım kardeşim , sulh dediğin kılıç gölgesinde olur...

Bir de şunu diyeni de gördüm '' atom bombası atsalarda dünya türklerden kurtulsa'' ...

Bu kadar mankurtlaşmış bu kadar kendisine yabancılaştırılmış adam mı müsevedde mi ne ise artık. Ülkeyi işgal etmeye gerek yokki işgal etseler bu kadar muhibbi yetiştiremezlerdi İngilizler..

Bu memleketteki bu ingiliz muhibbi cemiyeti tayfası bitmek yerine bölünerek çoğalmış...

Bu ülkenin dinsizi ayrı ızdırap dindarı ayrı dert...

Ahmaklıkta eşitleniyorlar ama...

Helal olsun gavurlara ne diyim 20 milyon adam yetiştirmişler emre amade..