16 Mar 2015

SAHABEYE DELİ DERDİNİZ


' 1926'da kış sonuna doğru herat'tan ayrılarak merv, semerkant, buhara, taşkent üzerinden moskova'ya gitti, sonra avrupa'ya döndü. elsa'yı ikna etti ve onunla evlendi. gazete'den ayrılarak yeni gazetelerle anlaştı; bir müddet berlin'e yerleştiler. jeopolitik akademisinde daha önce verdiği seri konferanslara devam etti.


bu yılın sonbaharında bir gün berlin metrosunda seyahat ederken gördüğü yüzlerin istisnasız hepsinin derin ve gizli bir acıyla kasılı olduğunu müşahede etti. duyduğu sarsıntıyla bunu yanındaki elsa'ya açtı. elsa şaşkınlıkla "bir cehennem azabı çekiyorlar sanki... acaba kendileri bunun farkındalar mı?" cevabıyla onu tasdik etti. esed bu acıları ve ıstırapları insanların gerçeksiz, inançsız ve fasılasızca refah peşinde olmalarına bağlar. eve döndüklerinde masada açık kalmış mushafı gördü. kapatıp kaldırmak için uzandığında gözü tekâsür suresine ilişti. birden surenin o gün metroda yaşadıklarının tam bir yankısı olduğunu hissetti ve şunları düşündü: "bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır: ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ... ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştı. ... insanların boyunlarına binmişti ifrit; kamçısını tam yüreklerinin başına indiriyor ve uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehliyordu onları. ... ne kadar hikmetli olursa olsun bir insan, yirminci yüzyıla özgü bu acılı koşuyu kendiliğinden bilemez. böylesine hakim bir perdeden, böylesine apaçık bir üslupla dile getiremezdi. hayır kur'an'da konuşan, muhammed (s.a.v.)'in sesinden daha güçlü, daha yüksek bir sesti ve bütün zamanları aşarak ulaşıyordu insan kulağına..."

esed, bu olaydan kısa bir süre sonra elsa ile birlikte müslüman olduğunu açıkladı. böylece on dokuz yaşlarındayken görüp çoktan unutmuş olduğu bir rüya tecelli etmişti: bu rüyada esed, içinde bulunduğu bir metro treninin yeraltından çıktıktan sonra saplandığı sonsuz ufuklu bir batakta, az ötede çökmüş duran ve kendisini beklediğini hissettiği, yüzü örtülü kısa kollu harmanili binicisi olan bir devenin terkisine binerek, saat, gün, ay, kısaca zaman kavramını yitirecek kadar uzun bir yolculuk sonunda, yakmayan fakat kör edici parlaklıktaki bir beyaz ışığa vardığını görmüş ve tasvir edilemez ahenkteki bir sesin 'burası batının en uç şehri' dediğini işitmişti. yıllar sonra, rüyasındaki binicinin hz. peygamber, ışığın kavuştuğu, işittiği sözlerin ise batıdaki hayatının sona ereceğinin habercisi olduğu tefsiriyle karşılaşacaktır.'
Yukarıdaki alıntıda Muhammed Esed'in müslüman olma (kendisi bir eşkenazidir aslen) hikayesini okudunuz.Esed'in bu sürenin etkisi ile islam olması bana çok ilginç geldi. Ekonomik büyüme ile kafayı bozmuş biz müslümanların da kendi islamlığı hakkında bir tefekkür açabilir mi diye düşündüm. Tekasür süresi o günkü arap aşiretlerinin ve Mekke kodamanlarının mal ve evlat çokluğu ile övünüp durmasını yerer. Yerer de bu sürenin biz müslümanlara da bir uyarı olduğunu düşünemez miyiz ?

Klasik para ve iman meselesi. Bu ikisini nasıl bağdaştıracağız. Müslümanın dünya karşısında tavrı nasıl olmalıdır. Nebi (as) nin örnekliği bir model olabilir mi? Nebi (as) yaşadığı o zühd hayatı kendisine mi mahsustu yoksa bir model midir de ayrıca ?

Yıllar önce cemaat içindeyken  Ülker grubunun (olayı ve konuşmanın ayrıntılarını tam olarak hatırlamıyorum doğal olarak kaç sene geçmiş üzerinden) işten çıkardığı işçiler üzerinden bir konuşma geçmişti Ramideki cemaat evinde. Evin imamı İsmail abi (tabi gerçek ismi değil o yüzden rahatça yazıyorum) bu durumu savunmak için bir sürü şey anlatmıştı o gün. Ülker grubu şöyle bir uygulama yapıyordu , senesi dolmaya yaklaşan işçileri işten çıkarıyor yerine yenilerini alıyordu kıdem tazminatı felan. Sanırım eleştirdik biz bu uygulamayı da islam falan diyerek de İsmail Abi durumu kurtarmak için bir şeyler anlattıydı. Cemaatin en büyük finans kaynaklarından biriydi Ülker bildiğim kadarı ile o zamanlar.

Ya biz niye müslümanız ? Temel farkımız ne müslüman olmayanlardan ? Aynı ekonomik sistem içinde benzer dünyevi telaşlar içinde isek  diğer insanlardan ne farkımız var ? Sakalın uzunluğunu kısalığını bu kadar dert edeceğimize (ne luzumsuz mevzular var içim almıyor yazmaya ) ekmek özgürlük ve iktidar konularına biraz kafa yorsak diyorum. Gerçek sorunlarımız bunlar değil mi ? 

Mesela İlhami Hoca bir soru sormuştu ; gecekondusunun yerine apartman dikip sekiz daireyi müteahhide satan adamın kazancı helal midir ? Müslümanlar böyle bir soru sormuyorlar hiç diyor.

Bir müslüman işine öyle geliyor diye adaletsizliği savunabilir mi mesela ? Bir müslüman hem namaz kılıp hem de şahsi zenginlik ve kariyer hırsı için durmadan çalışabilir mi ? Ey Muhammed bir sene senin tanrına bir sene de putlara tapalım diyen Ebu Cehilden ne farkımız kalıyor mesela o zaman ?

Piyasanın ve dünyevi telaşların bizi esir ettiği bu çağda bizim müslüman olarak bir çığlığımız olmayacak mı? 
Geçen ofiste bir tartışma oldu devletin kıdem tazminatını kaldırma planları doğrultusunda , ben bunu işçileri düşünerek ve bazı düzeltmeler yapılarması şartıyla savundum bizim ortak o zaman biz aç kalırız üstat dedi. Parayı oradan kazanıyoruz..

Gülüyorsunuz belki içinizden amma salaksın diye bu kafayla da yaşanır mı falan . İyi de hocam hangi kafayla yaşayacağız onu da bir anlatıver bir zahmet  hem müşrik hem müslüman nasıl olacağız.

Fethullah Gülen'in (hoca değil artık benim için bunun 17 aralık ile de bir ilgisi yok blogu takip edenler bilir) bir sözü aklıma geliyor: siz sahabeyi görseydiniz deli derdiniz onlar da sizi görseydi müslüman demezdi.

Nokta...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder