26 Mar 2015

LİKYA YOLUNDA ANDA YÜRÜMEK

Bir kaç akşamdır TRT Belgesel kanalında likya yolu ultra maratonu adlı belgeseli izliyorum. Lİkya bilindiği gibi Antalya ve göller bölgesinin antik ismi, Olimpos ,Patara,Demre vs.gibi antik kentlerin mekanı. Bu belgesel bende yürümek iştahını yeniden kabarttı. Evlendiğimden bu yana şöyle alıp başımı gittiğim adam gibi bir yürüyüş yapamadım. Yürümek (yapmayan tatmayan bilmez onlar için fuzuli yorgunluktur. ) ibadettir, meditasyondur ve insanın en derin tefekkür anlarını deneyimleyebileceği eşsiz bir tecrübedir. Aşağıda benimle benzer duyguları hisseden ve likya yolunu yürümüş birinin bu anlara ilişkin duygularını aktarıyorum.( Bugün beni çileden çıkaran bazı zevat hakkında yazacaktım ama yürüyüşün hayali bile derviş tarafımı ortaya çıkardı ve onları boşverdim): Yürümek dediysem öyle iki saat yürümek değil , günlerce yürümek kastet
tiğim,iki saatte kendine varamazsın..

Lİkya yoluna vursam kendimi ,bir ay yürüsem unutsam bu pespaye şehri, bu ışıklı yolların körleştirmesinden dolunayın rehberliğinde ruhumun gözüne gözüne doğru...

'' likya yolu aslında en zorlandığımız “an’da olmaya” yarıyor. bina yok, medeniyet yok, insan yok, araba yok, direk yok, gürültü yok... kimi yerde rüzgar, kimi yerde dalga, kimi yerde arı, böcek sesleri, su sesi, adım sesi, baton sesi ama daha çok sessizlik... kendi nefes sesin...

yürürken sadece bastığın adımdasın, önceki ve sonraki adımla ilgili değilsin o an’da doğru yerde doğru adımdasın. çeşit çeşit meditasyonibadet ve ritüelle ulaşılmaya çalışılan an’ın içinde ve akışındasın. 
uzun yürüyüş saatleri boyunca an’da olmak çok farklı, zor, yabancılaşıyorsun. şehir hayatında kendinle ve sadece o zaman yoğunluğunu kaplamayı o kadar az yaşıyorsun ki, algıların değişiyor. düşünme yolların da, yürüdüğün yükseklikler gibi farklı nöronlara değiyor.
ayağının altında, dibindeki; otlar, kurumuş dallar, yapraklar, taşlar , toprağın rengi sadece o an’lık. dik rampalarda, bastığın yerde kayboluyor sadece nefesindesin, soluklarının ritminde, kan pompalayan kalbinin atışındasın.
kimi yerde şehir hayatının düşüncelerine düşüyorsun, düşüncelere, olaylara, insanlara kayıyorsun. ben istemeden hayatımdan uzaklaşan birkaç insana takıldım, özledim, 400 metreden aşağı yuvarlanıyordum. sanırım kayalık, çalılar ve ağaç çizikleriyle çok da yakışıklı olmayacak cesedimin cenazesine belki gelirler diye düşünüp, an’da kalmaya gayret ettim. kimi düz, riskli yollarda da ilişkilerin virgüllerini, kesme işaretlerini düşündüm. ilişkilerin sahiplenme, sahiplenilme, paylaşım, emek, huzur anlamlarını. bu düşüncelerin bazıları da ilerdeki inişler gibi riskliydi. içimden türkü tutturmadım ben hiç bir şarkının sözlerini aklımda tutamam, düşünceler huzursuz edince wagner ritimleri çaldım, gülümsetince dünyada insan sesleri kullanılan ilk senfoniyi bazen unutup sesli sesli söyledim... 
3-4 kilometre düz yolda yürürken 3 haneli para ödeyip aldığım çanta ve ayakkabının ergonomisini değerlendiriyordum, önümde ayağında tek haneli plastik bir ayakkabı ve sırtında tek haneli bir iple benim taşıdığımdan en az 20-30 kilo fazla odun taşıyan, çantamın terletmeyen omnitech bel koruyuculu desteği yerine güzel kokulu otları sırtına yastık yapmış, iki büklüm yaşıtım bilemedin 5-6 yaş büyüğüm kadını gördüğümde, utandım. utanmam 3 saat kadar sürdü, sakat omzum egomu ele geçirdi. "mola" diye bağırdım...
o kadınla 150 metre yürüdük ama tüm yolculuk boyunca utancımın elinden tuttu hiç bırakmadı.
tüm bitki, hayvan ve coğrafi özelliklerin ahenginde kar/maliyetişçilik/üretim..vb. işgalci dengeler yerine gerçekdenge duygusunu hatırladım. hayranlıkla uyumu izledim. her neye inanıyorsan yaradanbirenerjievrim teorisiagnostik düşünce...vb ona yaklaşıyorsun. tüm hücrelerinde huzur...



plastik, beton ve insan eli değmeyenin ne muhteşem olduğunu tekrar tekrar gördüm. matrix’de insanın dünyanın virüsü olduğunu söylemişlerdi, bence yetersiz; “insan dünyanın kanseri”. en muhteşem kıyamet senaryoları; doğanın insana karşı atağa kalkmasını, versiyon versiyon kafamdan yazdım. belki gerçekten de yazarım... likya olur, ipekyolu olur, alpler olur, 1-2 günlük değil gerçekten uzun yürüyüşlere çıkın... “kafanı da gittiğin yere götürüyorsun” sözü, doğada sağsalim yürüme gayretindeyken çalışmıyor.'' Ekşisözlük-Kutasan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder