
25 Nisan 1915 günü Conk Bayırı’nda Türkler ve birleşik kuvvetleri arasında korkunç siper savaşları oluyor. Siperler arasında 8-10 metre mesafe var. Süngü hücumundan sonra savaşa ara verildi. Askerler siperlerine çekildi. Yaralılar ve ölüler toplanıyor. İki siper arasında açıkta ağır yaralı ve bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz yüzbaşısı avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağlıyor, kurtarın diye yalvarıyordu. Ancak hiçbir siperden, kimse çıkıp yardım edemiyordu. Çünkü en küçük bir kıpırdanışta yüzlerce kurşun yağıyordu. Bu sırada akıl almaz bir olay oldu. Türk siperlerinden beyaz bir iç çamaşırı sallandı. Arkasından aslan yapılı bir Türk askeri silahsız siperden çıktı. Hepimiz donup kaldık. Kimse nefes alamıyor. Ona bakıyorduk. Asker yavaş adımlarla yürüyor. Siperdekiler kendisine nişan almış bekliyordu. Asker yaralı İngiliz subayını okşar gibi yerden kucakladı, kolunu omzuna attı ve bizim siperlere doğru yürümeye başladı. Yaralıyı usulca yere bırakıp geldiği gibi kendi siperlerine döndü. Teşekkür bile edemedik. Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti, güzelliği ve insan sevgili konuşuldu.
Dünyanın en yürekli ve kahraman askeri Mehmetçiğe derin sevgi ve saygılar.”
Üsteğmen Casey
…Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı vak’asını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuranı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelimei şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.”
Mustafa Kemal
“… Bilirsin her muharebeye giren ölmez. Fakat ölürsem gam yeme. Ben ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasip ettiyse elbet ruhlarımızı da kavuşturur. Vatan için şehit olursam bana ne mutlu. Ancak vasiyetim var. Eşyanın listesi ilişiktedir. Bunları sat, ele geçecek paradan mihri muaccel ve müeccelini al. Üst tarafı ile bana mevlit okut. Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma…"
Üsteğmen Zahid
“Sevgili Babacığım, Valideciğim,
Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muharebede pantolonumdan hain bir İngiliz kurşunu geçti, Bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından bir hatıra olsun diye şu satırları yazıyorum.
… Gözbebeğim zevcem Münevver ve oğlum Nezih’ciğimi önce Cenab-ı Hakk’ın sonra sizin himayenize bırakıyorum. Onlar hakkında ne mümkünse lütfen yapmaya çalışınız. Servetimiz olmadığı malumdur. Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem, istesem de boşunadır.
Refikama hitaben yazdığım kapalı mektubu lütfen kendi eline veriniz. Fakat çok üzülecektir, o üzüntüyü giderecek şekilde veriniz, teselli ediniz. Allahü Teâlânın takdiri böyleymiş. İsteklerim ve borçlarım hakkında refikamın mektubuna koyduğum deftere ehemmiyet veriniz. Münevverin hafızasında veyahut kendi defterinde kayıtlı borçlar da doğrudur. Münevvere yazdığım mektup daha geniştir. Kendisinden sorunuz.
Sevgili babacığım ve valideciğim, belki bilmeyerek size karşı bir çok kusurda bulunmuşumdur. Beni affediniz, hakkınızı helal ediniz, ruhumu şad ediniz. Sevgili hemşirem, Lütfiye’ciğim, bilirsiniz ki sizi çok severdim. Sizin için gücümün yettiği nispette ne yapmak lazımsa yapmak isterdim. Belki size karşı da kusur etmişimdir. Beni affet, hakkını helal et. Yengeniz Münevver hanım ile oğlum Nezih’e sende yardım et. Sizi de Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve himayesine tevdi ediyorum.
Ey akraba ve ehibba! cümlenize elveda. Cümleniz hakkınızı helal ediniz. Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun. Hepinizi Cenab-ı Hakk’a tevdi ve emanet ediyorum. Elveda, Elveda!
Ebediyyen Allahaısmarladık, sevgili babacığım ve valideciğim.”
Yüzbaşı Mehmet Tevfik
“…Toprak kerevetimden şimdi kalktım. İçinde barındığımız kocaman oyuğun ağzına yaklaşıyor ve dışarıya bakıyorum. Toprak, gecenin sis ve rutubetiyle ıslak… Şuh ve şirin çimenler zümrüt dereler teşkil ederek aşağılara doğru akıyor. Güneş yükseliyor…
İngilizler bugün galiba geciktiler. Sabah salâmı makamından teatisi adet olan top ve tüfek gürültüsünden henüz eser yok. Aşağıya iniyor ve toprak peykenin üstüne oturarak sana bu mektubu yazmaya başlıyorum. Arkadaşım karşımda vazifesiyle ilgili evrakı hazırlamakla meşgul… Dün gece geç vakte kadar devam eden top atışı ikimizi de uykusuz bıraktı. Oh… Derin ve uzun bir uykuya ihtiyaç hissediyorum. …Kumandanım beni çağırıyor. Mektubuma biraz sonra devam ederim.
…Kumandanı gördüm ve geldim. Fakat maateessüf mektubuma devam edemeyeceğim. İngilizler faaliyete başladılar. Ateşin birden çok şiddetlendiğine bakılırsa bunların sabah keyfi olsun diye atılmadığına inanmak lazım. Anlaşılıyor ki siper komşularımız bugün pek ciddi niyetlerinden birinin daha tecrübesine girişecek… Ooo… bugünkü ateş pek başka. Etrafta kıyamet kopuyor. …Ah… öyle uykum var ki… Top ve mitralyöz yıldırımları kulaklarımı patlatıyor.Allahaısmarladık kardeşim.”
Mektup yazıldığı tarihten üç hafta sonra Kızılay hastanelerinden birinin vasıtasıyla Hüseyin Ragıp’a ulaştı. Mektubun yanında küçük bir not vardı: “Beyefendi, ben Münir’in siper arkadaşıyım. O vazifesi başında Rahman’a kavuştu. Bende yaralandım, bu hastaneye naklolundum. Şehit düştüğü geceden evvel yazıp da postaya vermeye vakit bulamadığı mektubu size gönderiyorum. Merhumun emanetidir.” (2)

Dün grip nedeniyle yazamadım Çanakkale ile ilgili bugün biraz toparladım en azından gözümü açabiliyorum bir şeyler yazayım bari bir Çanakkale'li olarak.
Yekten söyleyim benim gözümde savaş politik hırslar yüzünden gök ekini gibi ana baba kuzularının biçilmesidir. Çok can yakıcıdır , diliniz tutulur, yüreğiniz sıkışır, dereyatağının içine yığılmış binlerce cesedin oluşturduğu manzara aklınızı kaybettirir ya da taşa dönüşürsünüz.
Az buçuk mermi atmış mermi yemiş biri olarak savaş ortamının nasıl idraksiz bir yer olduğunu bilirim. Günlük hayatta aklınıza bile gelmeyecek şeyler çok büyük dert demektir orada.
Nasıl yol verdin vermedin kavgasından hiç tanımadığın birine tekme tokat girer bazen de boku bokuna ölür ya da öldürürsün ya ona benzer bir saçmalık işte. Akıl dışı insanlık dışı bir durum. Hiç tanımadığın birileri ' düşman' diyerek yaftalanır ve sen hiç tanımadığın o 'düşmanı' yok etmek için vahşice saldırırsın.
Eğer bir haklılık durumu olacaksa biz biraz haklıydık. Vatanı savunuyorduk..Ama Rus limanlarını bombalayan da bizdik öbür taraftan bakıldığında..
Savaşmadan meselelerimiz çözmeyi öğrenene kadar daha çok cinayet işlenecek yeryüzünde öyle görünüyor ki..
Kazandığın zafer yüzbaşı Mehmet Tevfik'in yetimine babasızlığın acısını unutturur mu ? Refikasının yalnızlığına ,dulluğuna çare olur mu ?
Savaşmakla ve zafer kazanmakla kafayı bozmuş olanlar 22 yaşında felç kalan ast.Serkan Aydoğdu'ya sorsunlar bir de. Savaşın ne olduğunu o anlatsın bir de size. Bir de annesine sorun tek evladı üstelik babasız büyüttüğü tek evladını yeni avukat olmuş evladını tekerlekli sandalyede ömür boyu taşıyacak olmanın kederini sorun annesine..
Ondan sonra savaşırsınız ...
Çanakkale'de on binlerce yiğit insan toprağa düştü. Kimi vatanı için kimi kendisini terk eden sevgilisinin acısını unutmak için kimi din için kimi para için..
Ama Çanakkale Savaşının bence şöyle bir önemi var , bu savaş ve neticede kazanılan zafer Anadolu'da başlayan müdafanın ve Türkiye Cumhuriyetinin temelini atmıştır.
Çok enteresan bir anekdot okudum gerçekliğini bilmem:Limon Paşa Enver Paşaya sahildeki düşman birliklerine su taşıyan tekneleri topla batırmayı denemeyi önerir böylece susuz kalan düşman savaşılmadan alt edilecektir ya da çekilmek zorunda bırakılacaktır.Enver Paşa bunu kabul etmez ve dini inancına ve yapılan kutsal savaşa aykırı bulur.
Netekim yurtta barış dünyada barış...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder