"…dönerken yolda, uzun uzun arabasının özelliklerinden bahsetti: bir düğmeye basınca camlar yıkanıyor, bir düğmeye basınca kuruyor, bir düğmeye basınca pencereler iniyor… bir düğmeye… bir düğmeye… ne söylediğini izleyemiyordum. düğmeler bitmiyordu. bütün bu aşağılık durumlara, düğmelere sahip olmak için katlanıyor. bana çocuklarının resmini gösteriyor. oysa ben güzel bir metresi olduğunu biliyorum. kötü bir şaka yapıyorum, metresi olduğunu ima ediyorum: gülüyor. erkeklik üzerine bir şeyler söylüyor. onu duymuyorum. gülümsüyorum…"

"herkesle birlikte gülüyorum durumuma. daha doğrusu, güler gibi yapıyorum. benimle birlikte oldukları zaman genellikle gülerler. öyle alıştırmışım. kimi görsem, seni andık geçen gün: bilsen ne kadar güldük, der. iki yıl önce birlikte içerken ne demiştin, hatırlıyor musun? diyorlar. hatırlamıyorum. onlar hatırlıyor. tekrar anlatıyorlar. anlatırken bile dayanamayıp gülüyorlar. ben gülecek bir şey göremiyorum ortada."
'insanlar kendi evlerinde, ya da biraz daha iyi bir evde yaşamak için nerelere geliyorlar. dağ başında otobüs bekliyorlar. biraz uzak, ama havası temiz. çocuklar için katlanıyoruz. bu temiz hava modası da yeni çıktı. herkes temiz havaya koşuyor. tabiata dönüş. hilesiz süt içip taze yumurta yiyorlar ayrıca. sizin, şehirlerde aldığınızdan çok ucuz üstelik. bir yerde durup kahvaltı edelim olric. hususi arabaların henüz şımartmadığı bir yer olsun.'
"...baba ben artık bu evde yaşamak istemiyorum yıllardır ruhumuzu öldürdün bu evde hayatında bir roman okumadın bir sinemaya gidip heyecanlanmadın beni ve annemi bu çirkin eşyanın içine hapsettin yemekten ve uyumaktan başka bir şey düşünmedin bende bütün duygular senin bu inatçı duygusuzluğuna karşı gelişti kuru mantığınla içimizi kuruttun sana benzeyen tarafımdan ellerimden ayaklarımdan utanıyorum yaşlanınca sana benzemekten korkuyorum..."
"düşünün; düşünün ama durup dururken düşünmeyin. işinizde çalışırken düşünün, ev satın alırken düşünün. çocuklarınızın geleceğini düşünün. yalnız, akşam evde otururken, durup dururken düşünmeyin."
''sürekli akan çeşmenin yanına geldi. selim, böyle çeşmelerde her tarafını ıslatırdı; suyu da içemezdi istediği kadar. oysa, bazı insanlar vardır; en çamurlu yerlerden bile kolalı beyaz gömleklerini ve açık renk pantalonlarını kirletmeden çıkarlar. böyle adamlar hayatta başarıya ulaşırlar olric. selim nereye tutunacağını bilemezdi. bir eliyle çeşmenin duvarına dayanmaya çalışırken, öbür elini suya uzatır: dengesini bulamaz bir türlü. ayakları çamura batar, dudakları suya yetişmez. ıslanırız, gene kururuz; ne yapalım?''
"üniversitede en çok sevdiğim öğrenciler, yıllardır okulu bitiremeyenlerdi. yanlarından ayrılamazdım. onların başarısızlık masallarını büyük bir hayranlıkla dinlerdim. sonra onları öğrenci olarak bıraktım üniversitede: ben bitirdim. meyhane arkadaşlarını da meyhanede bıraktım; ülkü arkadaşlarını da ülküleriyle başbaşa. bir yerde durmasını bilemedim. hiçbir yere varamadım. en çok da, başarısızların yanında kalmayı becermek istedim. beşiktaş'taki koltuk meyhanesindeki reşit beyle geçirmek isterdim bütün yaşantımı. beni bir yerde barındırmadılar."
"yasarken, ne sıkıcı ve soluk insanlarla birlikte geçiriyoruz ömrümüzü. hiç olmazsa öldükten sonra, aralarinda bulunmaktan zevk alacağimiz insanlarla yaşasaydik"
''cennet muhallebiden duvarlar demek değildir sayın yetkili cennet insanların birbirlerini dinlemeleri demektir birbirlerine aldırmaları birbirlerinin farkında olmaları demektir ''

"her nefes alışında bu cümleyi alıp vermeli insan: kötülüğe karşı direnmeyeceksin.
ilk tokadı yediği zaman insan bu gerçeği bilse... yapılan işkenceler önemini kaybeder. önemsiz bulduğunuz için de işkence yapılmaz size: faydasız hareketlerden kaçınır insanlar.
oysa, yüzünüze bakar bakmaz, gözlerinizin ifadesinden, size eziyet etmenin onlar için faydalı olacağını görüyorlar.
ne kadar gözlerinizi kaçırmaya çalışsanız fayda vermiyor, daha beter oluyor. sizi ölü sanmaları gerekiyor önce: bizden bu dünya için ümitlerini kesmeleri gerekiyor. bir ölüyü konuşturamayacaklarını bilirler ve vazgeçerler işkenceden.
haksızlığın insan ruhunu nasıl yıprattığını biliyorlar ve bunun için ısrar ediyorlar.
herkesin başına bir sorgu yargıcı dikiyorlar: neden bu sözü söylediniz? neden mi? öyle istedi canım. olmaz. bir sebep bulmalısınız. mantık denen bir zehir aşılamışlar. nedenini bulmak sorumluluğunu duyuyorsunuz. canın cehenneme, diyemiyorsunuz. hürriyet, gerçek hürriyet kalkıyor ortadan.
tanımlar istiyorlar sizden: sonradan aynı tanımlarla canınıza okumak için. tanımlarınız yoksa, bu sefer konuşturmuyorlar sizi.
tanımlar veremeyen insan saçmalar, diyorlar. saçmalarla uğraşamayız. kimseye saçmalama hürriyeti veremeyiz. mantıksızlık hürriyeti veremeyiz.
tanımları verince de herkes, daha önce kendisi için kazılmış olan çukura düşüyor. başkaları için de tanımlar istiyorlar sizden. başkalarının işine karıştırıyorlar sizi zorla, başkalarının da size karışması için yolu açıyorsunuz böylece. bugün neden düşüncelisiniz? diyorlar. düşüncelerinizin içine kadar sokuluyorlar. mantığı ortadan kaldırmadan, bu gidişe bir son vermek, kötülüğe direnmekten vazgeçmek ve gerçek hürriyeti tanımak imkânsız."

İnsan yirmili yaşlarda okuduğu kitapları kırklı yaşlarda tekrar okumalı. O zaman görecek ki yirmili yaşlarında çayırdaki bir papatya kadar cılızmış , mavi gökyüzünün altında ezilen bir beyazlıktan ibaretmiş aklı. Dalsız ve budaksız. Kırklı yaşlarında ise ( eğer büyütmüşse aklını , zihnini tırmık gibi gezdirmişse hayatın ve kitapların içinde ) devasa asırlık bir çınar gibi güneşi sırtlamış ve gölgesiyle yeryüzünden bir alanı kapmış , gökyüzünden de bir kucak ışık fethetmiş bir ülkeye dönüştüğünü farkeder. Kırklı yaşlarında yirmili yaşlarını tekrar okumalıdır ve yirmili yaşlarındaki fazla köpüklü akan ruhunun dökülüp dinginleştiği bir deniz olmalıdır kişi. Yaşamak dediğin kirlenmektir ve kirlenmeyen nehirler alüvyon biriktiremezler.
Ne acıdırki kitaplar ve nutuklar hiç bir şeyi değiştirmiyor. Her cuma hutbe okunur vaaz edilir hiç bir şey değişmez. müminler aynı ahlaksız yaşamlarına geri dönerler. Eğer Candide,Bu Ülke, Tutunamayanlar ve dahi Kuran vs gib kitapları okuduktan sonra hayatında hiç bir şey değişmiyorsa ne okudun ki zahmet edip o kadar sayfayı. Bu vahşi sömürü düzenine bir avuç adalet katmıyorsa okuduğumuz kitaplar çöpe atılan bir kağıttaki resim kadar değeri yoktur o okumanın.
Zulmü seyirlik hale getiren televizyonlardan her gece evlerimizden temaşa ettiğimiz cinayetleri görüp rahatça yatıp uyuyorsak bir sorun var yaşadığımız hayatta.
Kitap açıkça ;tefrikaya düşüp bölünmeyin allahın ipine toptan sarılın diyorken biz elli parça içinde binbir parçaya bölünüyorsak bu nasıl iman sahibi olmak denmez mi ?
Klasik örnek verilir ya islamın ne kadar insani bir din olduğunu vurgulamak için;komşusu açken tok yatan bizden değildir. Biz komşumuzu tanımıyoruz ya hu. Bunu vaazda anlatmak değilki marifet, marifet yaşamak.

Sapına kadar riya denizinde yüzüyoruz da kendimizi kandırıyoruz.
BU düzende Ebu Zerlerin yeri yok bu düzen Muaviyelerin düzeni. Çıkarlarını din haline getirenlerin tanrıyı yeryüzünden kovanların düzeni.
Ya intihar ya da tımarhaneye...
Bütün bu habisliğin kaynağı bu çıkar duygusu ve şeytanla pazarlık..
Böyle sürecekse bu devran 'bat dünya bat' ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder