"ne tuhaf bir yaşam bu!... her yerde yabancı olmak, her ayrılışta, her yola çıkışta, sonunda kendi yerine, yurduna varabileceği umudunu taşımak, garip bir iştir. insanın kendi yeri, yurdu, neresi?" bilge karasu
Kendimi bildim bileli Vega'dan dünyayı gezmeye gelen bir çiftin durakta unutulmuş çocuğu gibi yaşadım. Gitmek istenen fakat bir türlü gidilemeyen bir masal ülkesinin kayıp pusulasının peşinde geçen bir yaşanmamışlık öyküsüydü benimki.

Daha 0-2 yaş evresinde gücümü kullanmamam gerektiğini öğrendim aksi halde büyüklerimin gözünden düşeceğimi anladım daha yürümeyi öğrenmeden. İçime attığım bu bastırılmışlık hali fıtık olarak tepkisini verdi bedenimde. Fıtık olduğum anlaşılıp ameliyat edilene kadar geçen uykusuz ve sancılı gecelerde artık sinirleri iflas eden babam tarafından fırlatıldığımda bilinçaltım sanırım dükkanı kapatmış. Ameliyattan geldikten sonra çekilen bir fotoğrafım vardı ,(malesef pek çok şeyim gibi onu da yitirdim bir yerlerde) korkmuş, ağlamakla dehşete kapılmak arasında kararsız kalmış bir ifadeyle objektife doğru bakan küçücük bir çocuk yüzü.
Kardeşimin doğumuyla birlikte çok sancılı geçen iktidar serüvenimde sona eriyordu ve yersizlik duygusunun tümüyle zihnime yerleşeceği bir perde açılıyordu hayatımda.Geçmişime ne zaman dönüp baksam hep o yıldan sahneler doluşuyor belleğime. Bir incir ağacı,hanımeli,kırmızı güller ve komşu bahçedeki hindiler belirir hemen gözümde. Gökyüzü ve duvarlar arasında sıkışmış sokağa çıkamayan üç buçuk yaşındaki o çocuğun yalnızlığı hiç bırakmadı elimi. Bütün bu hayatı onunla birlikte yaşadım.
Stendhal'in bir sözü vardır ' başkalarını sıyırıp geçen şeyler beni ta kalbimden yaralar ' diye aynen öyle. Ben tam kalbimden yaralanmıştım ve yaramı iyileştirecek kadın benden uzaktaydı.
Sokaktan kovalanmıştım çünkü onlarla aynı dili konuşmuyordum 'pis' demişlerdi bana ne kadar çirkin ve anlaşılmazsın seni aramızda istemiyoruz demişlerdi. Köyümden kovulmuştum gittiğim yerde beni arasına almıyordu. Kendi dünyama kaçtım elimde tencere kapağından bir direksiyonu olan bir arabaya binip. O günden beridir yabancıyım sizin ülkenize ey memleketim.
Ruhum paramparça olarak döndüm bir gün akşam üstü aranıza ama ne dönen gidendi ne gelen bendim. Yurdundan kovulmuş bir peygamber gölgesi gibi usulca sığıştım araya, o avluya, o avlunun dışında uzanan yola, o yolun aralarında dolaştığı kiremit çatılı evlerin arasına. Lakin evimizin tam karşısındaki mezarlık kadar büyük ve sessiz ve ıhlamur kokan bir yalnızlıkla çıktım hep o avludan.
Kendimi kitaplara verdim daha okumayı sökmeden kurtuluşu kitaplarda bulmuştum belliki. Nispeten sakin geçti ilkokul yılları. Her üç yılda bir çoğalan kardeşlerimi artık kanıksamıştım üstelik beni aralarına alan benimle oynayan bir okul dolusu arkadaşım vardı. Ama o yıllarda bile ilk çocukluk yıllarımda bana arkadaşlık eden gök yüzü ile aramı hiç koparmadım. O mavi gök o yıldızlı samanyolu arkadaşlarıma anlattığım hikayelerde hiç eksik olmadı.
Belki de kendimi gerçekten bir yere ait hissettiğim yıllarım o yıllardır. Siyah önlük beyaz yakalı ilkokul yılları.
Ergenlik gelip devran değişmeye başlayınca daldığım o tatlı uykudan uyanma vaktim de gelmişti. Arkadaşlarım delikanlı ve genç kız olmaya ve düğünlerde boy gösterip pselho halkalarında kaşenleri ile yeni bir hayata doğru akmaya başladıkça benim aidiyet ve cinsel kimlik sorunları ilk çocukluğumdaki yasak sokaklardan beter bir aşılmaz duvar gibi dikildi karşıma. Ne delikanlı olabildim ne de kaşenim oldu. Ergenlik o çocukluk korkularımı yeniden hortlatmıştı. Arkadaşlarım birer ikişer yetişkinliğin ve yeni cinsel kimliklerinin kendi serüvenlerini yaşamak üzere hayatımdan çıkıp gittiler. On dört yaşımın bayramları iç acıtacak kadar yalnızlığımı hissettiğim azap günleridir. O kadar yalnızdım ki bayram gününü benden kaç yaş küçük çocuklarla birlikte ormanda dolaşarak geçirmiştim.
Büyümek istemiyordum, erkek olmak istemiyordum yetişkin olmak ta istemiyordum. Ben gene saklanbaç oynamak, kızılderili koboyculuk oynamak ve en fazla evcilik oynamak istiyordum.
Ergenlik yıllarım kendimi boğazlamakla geçti.
Bedenim irileşti bana inat ve elimde olmadan bir sabah erkek oldum. Ve uzun yıllar içinden çıkılmaz bir düğüm haline gelen cinsel kimlik sorunlarımı da kucağımda buldum. Bu sadece bir cinsellik sorunundan öte bir kültürel kimlik sorununu da getirdi beraberinde ve ben hem kendime hem içinde yaşadığım kültüre yabancılaştım.
İçinde yaşadığım toplumla tek ortak bağım konuştuğumuz lisandı , kendimle o bağım bile kalmamıştı. Bedenim hiç anlamadığım bir lisanla konuşmaya başlamıştı benimle. Ve bozuştuk..
Kendimin dişi versiyonunu yaratmıştım zihnimde tek karşı cinsten arkadaşım yine kendimdim. Çocukken sabahtan akşama kadar içinden çıkmadığım düğünlere artık gitmez olmuştum. Dışarı bile çıkmıyordum. Berbere gitmek bile işkence olmuştu benim için çünkü dışarı çıkmak zorunda kaldığım tek durum buydu. Arkadaşlarım kahveye takılırken ben kahvenin önünden bile geçmiyordum. Aynada baktığım beden bana benziyordu üstelik te bir penisi vardı ama aynada seyrettiğim erkek ben miydim..Ben bir erkek miydim.. Erkek olmayı ben seçmemiştim. Penisim olmasını da.. Cinsel kimliğime yabancılaşmıştım...
Erkek kimliği ve erkek bedeni bana bir şey ifade etmiyordu nihayetinde..
Ergenlik yıllarım dişi tarafımı erkek tarafımla anlaştırmaya çalışmakla geçti.
Bu karmaşada üniversite imdadıma yetişti ve beni boğulmaktan kurtardı. Kendimi en büyük şehrin en büyük üniversitesinin kucağına fırlattım delirmekten kurtulmak için..
Üniversite ve İstanbul bana yepyeni bir yaşam alanı açtı ve cinsel kimlik sorunlarımı gömme fırsatı verdi bana. Beni hiç tanımayan insanların arasında rahatça kendi kimliğimi inşaa etme fırsatı buldum..Artık erkek olup olmadığımla o kadar ilgilenmiyordum...

Yıllar geçmiş ve üniversitenin tatlı sarhoşluğu mezun olma gerçeği ile sona ermişti. Gene arkadaşlar birer ikişer mezun olup hayata ve hizmete atılıyorlardı. Ben gene ilk çocukluğumun korkularıyla yüz yüzeydim ve sokak kapısının önünde kalakalmıştım..Gene yalnızdım ve okulu bitirmek istemiyordum..Okulu bitirmek demek hayata atılmak demekti hayata atılmak demek para kazanmak demekti ve ben deli gibi korkuyordum..
Depresyona girdim...
94 yılında hayatta kalma iç güdüm baskın geldi ve fakültenin üç sınıfını birden o sene verdim..
Askerlik bana yepyeni bir alan açtı.. Askerlikten önce tek vakit namazı kazaya kalmamış eline namahrem eli değmemiş mütedeyyin bir müslüman delikanlıydım.. Bu kimliğimdi. Fakat sınanmamış bir kimlik.
Askerliğin kapısından içeri girerken o saf müslüman kimliği elbiselerimle birlikte dolaba kaldırdım..Ülkenin değişik yerlerinden çeşit çeşit insan tipi vardı etrafımda ve ben kendime yeni bir kimlik arıyordum..
Komondo olarak Hakkari dağlarında askerlik yaptım bir asteğmen olarak fakat ömrümün en kendim olduğum en hayırla yad ettiğim ve çok mutlu olduğum bir yılını yaşadım.. Oradaki gök yüzü o kadar güzeldi ki anlatamam . Öyle dolunaylara şahit oldum ki üstünüze düşecek gibi başınzızn hemen üstünde kocaman ...İnsana zıplama hissi veriyordu..
Kendimi buldum çünkü yazdım hem de delicesine yazdım.. Cevap beklemeden anlaşılıp anlaşılmadığımı düşünmeden yargılamadan içimden geldiği gibi yazdım. Adını ve adresini bildiğim hemen hemen herkese bir şeyler yazıp gönderdim. Üstelik bir rütbem vardı ve para kazanıyordum..En önemlisi kendimden bile uzaktaydım.. Bana o kadar iyi geldi ki o sene üç sene o gazla mutlu mesut yaşadım. Kendime bir sevgili bile yarattım yoktan ve bir dişinin hayatıma girmesine izin verdim..
O dönem makul sınırlar içinde ( bu içimdeki makuliyet frenine lanet olsun) işlenebilecek her türlü günahı işledim. Yeni kimliğim buydu artık.. Ladini bir hayat..
Zamanla burada da bir şeyler ters gitmeye başladı ve ben buraya ait değilim duygusu iyiden iyiye güçlendi. Başarısız bir evlilik denemesinden sonra tekrar mezarlığıma geri döndüm...
Lanetlenmiş İsrailoğulları gibi dolaştım yer yüzünde ve hiç bir şehir beni kabul etmedi...
Bir adım var fakat bu ismin altında yaşayan ruhun bir adı yok .. Ne bir çerkesim ne de türke benziyorum.. Namaz kılıyorum fakat içimde bir anarşist yaşıyor..Beni bazı sıfatlarla çağırıyorlar ama ben onlara yabancıyım. Mülkiyet duygum yok şahsi çıkar ne demek hiç bilmem.. Bir kimliğim olsun diye Unıted taraftarıydım, formula yarışlarını takip eder sinemaya giderdim.. Hepsi geride kaldı hiç birinini içine sığamadım..
Erkeğim ama içimdeki doğurgan dişiyi daha çok seviyorum..Oy vereceğim parti ile hiç bir duygusal bağım yok..En çok çocuklarımla konuşmayı seviyorum ne yalan biliyorlar ne de fanatikler..
Kırk yamalı Amiş battaniyesi gibiyim..Ne desenim var ne de belli bir rengim...Ne birirne benziyorum ne de kimseden faklıyım...
BU hayatta becerebildiğim tek şey iki tane çocuk...
Bir ideolojim yok bir dinim var mı ondan da emin değilim.. Kendimi tanımlayamam , tanımlamıyorum da o yüzden zaten bu muhacirliğim ..
Tanrı misafiri gibiyim geldim gidiyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder