4 Mar 2015

KİMSEYLE YAŞLANMAK İSTEMİYORUM KENDİMLE BİLE (TEZER ÖZLÜ)


"olum dusuncesi izliyor beni. gece gunduz kendimi oldurmeyi dusunuyorum. bunun belli bir nedeni yok. yasansa da olur, yasanmasa da. bir kaygi yalniz. beni, kendimi oldurmeyi denemeye iten bir kaygi.


karanlik bir gecenin gec vaktinde kalkiyorum. herkes her geceki uykusunu uyuyor. ev soguk. cok sessiz davranmaya ozen gosteriyorum. gunlerdir biriktirdigim ilaclari avuc avuc yutuyorum. kusmamak icin uzerine recelli ekmek yiyorum. genc bir kizim. olu govdemin guzel gorunmesi icin gun boyu hazirlik yapiyorum. sanki guzel bir olu govdeyle oc almak istedigim insanlar var. karsi cikmak istedigim evler, koltuklar, halilar, muzikler, ogretmenler var. karsi cikmak istedigim kurallar var. bir haykiris! kucuk dunyaniz sizin olsun. bir haykiris! sessizce yataga donuyorum. olumu ve yoklugu uzun sure dusunmeye vaktim kalmiyor. simdi gozumun onundeki goruntuler renkli kirlari andiriyor. korkacak bir sey yok. kirlarda kosuyorum. sanki bir deniz kentinde yasamiyorum. hep kirlar. esintiyle birlikte egilen otlar arasinda bir basimayim. birazdan olum beni alacak."

"insanın başkasına söyledikleri kendi duymak istedikleridir.yazdıkları,okumak istedikleridir.sevmesi,sevilmeyi istedigi biçimdedir."

" her anı ölüdür.


şimdi sen de bir anısın. sen de ölüsün. her zaman benimle birlikte olan, birlikte taşıdığım, yaşadığım sözcüklerime dönmem gerek. sözcüklerim olmadan o gökyüzüne nasıl dayanabilirdim. o caddeye, o geceye, gecelere, uykuyla uyanıklık arasında öylesine yatıp uyuyamadığım için sinirlendiğim ve her şeyi düşünüp, kalkıp düşündüklerimi sözcüklere çeviremediğim gecelere. ya da uykunun ölümsü derinliğinde var oluşumuzun küçüklüğünü algıladığım gecelere. bu yaşam, beni ancak içimde esen rüzgarları, içimde seven sevgileri, içimde ölen ölümü, içimden taşmak isteyen yaşamı, sözcüklere dönüştürebildiğim zaman ve sözcükler, o rüzgara, o ölüme, o sevgiye yaklaşabildiği zaman dolduruyor.başka hiçbir şey. "


"bıraktım. bıraktım. hepsini, kendi ve benim dünyamı anlamaları için bıraktım. ama hiçbiri kendi dünyalarını anlayamadı. ve bana ölümsüzlüklerin sonsuz acıları kaldı. ya da sonsuz bağımsızlıkları. bu kadar duyguyu nasıl taşıyacaktım? bunca yıl taşımış, bunca büyük kentin onca büyük alanlarında bu yalnızlığıma bir destek aramıştım. beni yaşamcıl kılmakla en büyük ölümlerin en derin acılarını bana vermemiş mi bu insan olma çabası? ben, insan olma çabasının sürekli üstüne giden ben? artık beni benden alsınlar. atsınlar bir alanın sabah süpürülen, sabah boş şişeleri taşınan bir büyük çöp tenekesine. ben de biraz onlardan olmak istiyorum. duyguları ölçüleyen, sevgilerini sevmeyen, acılarını acımayan, yollarını yürümeyen, uykularını uyuyan, iştahlarını yiyen, sevişme isteklerini boşaltanlardan olmak istiyorum. sevişme isteğinin sonunda tüm aşkları üstleyecek yorulmazlığı değil, yorgunluğu istiyorum bir insanın yürek atışlarında. ama sessiz gecelerin sonu var mı sanıyorsun. hayır? hayır mı? o zaman bir anadolu bozkırında özlediğin o adsız ve sıfatsız (zarif? snob? dalgacı?) beni, nasıl oluyor da bir orta avrupa kentinin bu kalabalık, trafiği yoğun caddesinin orta yerindeki, bu kahverengi halı döşeli odasında buluyorsun? çünkü, herkesi, her yerde bulmak mümkün."
"iki insanın sarılarak geçirdiği bu sarsıntı, özü olmalı evrenin.."

''yaşamımda elde edebildiğim bir tek başka boyut var: kimsenin sahip olamadığı bir boyut. cesaretleri yetmediği için sahip olamadıkları bir boyut. kendi kendilerine kıyamadıkları için, yaşam boyunca sürüklenip çıkamadıkları aklın boyutları. deliliğin derin boyutunu tanıyorum diyorum. akıl ve delilik arasındaki o ince çizgiyi. önümde açılan puslu akdeniz'in gökyüzüyle birleştiği ufuk çizgisi gibi. denizin nerede bittiği, gökyüzünün nerede başladığının belirlenmediği sınır çizgisi gibi. artık kimse çıkıp, bana bencil olduğumu söylemesin. her ''ben'' bencildir, her ''kır'' kırsal olduğu gibi''


uzun zamanım kalmadı. önümde kalan zaman benim zamanım, benim can sıkıntım, benim hiç'im , ama benim olacak.

kırk yıldır düşündüğüm halde, düşünmeye zamanım olmadıgı duygusundayım.
varoluşumuzun en ilginç yanı bu düşünsel oyun.acı, sevgi, kurtuluş, yanlızlık, mutluluk , kin ölüm ağaç, dağ, deniz, çocuk, adam , gece, sabah, evlerin duvarları,dünya,dünyayı saran boşluk,sonsuzluk,hepsi düşüncede oluşuyor.hayır, " cogito ergo sum " demeyeceğim. peki ne diyeceğim?" varım, öyleyse düşünüyorum"."


"sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. ve hepsine haykırmak istiyorum. onayladığınız yanıtlar yalnız bir yüzey. ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin 'medeni durum' dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. hem de hiçbir çaba harcamadan. belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. istediğiniz düzene erişmek o denli kolay ki... ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için değeri yok ki... bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzüne haykırmak istiyorum. sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. aranızda dolaşmak için giyiniyorum. hem de iyi giyiniyorum. iyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. içgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. evlerinizle. okullarınızla. işyerlerinizle. özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim, dirilttiniz. yazı yazmak istedim, aç kalırsın dediniz. aç kalmayı denedim, serum verdiniz. delirdim, kafama elektrik verdiniz. hiç aile olmayacak insanlarla bir araya geldim, gene aile olduk. ben bütün bunların dışındayım. şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da hangi tren istasyonuna, hangi havaalanına ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum."

"bütün yaşama cesaretimi ölülerden alıyorum. anlatılarında yaşadığım ölülerden. bu kahrolası dünyayı, yaşanır bir dünyaya dönüştürmüş ölülerden. dünyanın ihtiyacı olan her olguyu vermiş, söylemiş, yazmış ölülerden."


beğenmediği insan tipleri:


lodosta başı ağrımayanlar 
uçakta iştahla yemek yiyenler 
karı veya kocasına hayranlık duyanlar 
sabahları genel konular üzerine konuşabilenler 
âşık olunca, ömür boyu sürecek eşlerini bulduklarını sananlar 
kendilerine hâkim olmaları gerektiğini sananlar 
görgüden söz edenler 
insan dramının bilincinde olmayanlar


"(...)çoğu kez insan yaşamı, yaşanmış coşkuların anısı ile de geçer. ama yaşamın bazı kesitlerinde bu coşku gece ve gündüz somut olarak kavrar benliğimizi. bir şarkıyla. bir resimle. uzayan bir bulvarla. sevilen, teni okşanan bir insanla. yaprakları hışırdayan bir ağaçla. (...)"

herhangi bir yol. bu yolun istanbul'da bitmesi bir rastlantı. kenti, ülkeyi, yolları ben seçmedim ki. hiçbir yerde değilim. hiçbir yerde olmayacağım. hiçbir şeyi benimsemeyeceğim. uzay kentlerini andıran bu otelde yıllar boyu binlerce insan konaklayacak. ben onlardan birincisiyim. burada oturuyorum ve temmuz ayının zaman zaman bulutlanan gökyüzüne bakıyorum. insanlarla konuşuyorum. özlediğim tepelere bakıyorum. her tepe benim değil mi? her toprak. her insan. her insan ben değil miyim? her insan kendi sevgisini taşımıyor mu? o halde neden ilişkileri bir tek insanda toplamak. alışagelmiş ilişkilere karşı çıktığın an, insanı yadırgıyorlar. toplumdışı bırakmak için tüm çabalarını harcıyorlar. toplum dedikleri kitlenen bir aradaki dayanılmaz yabancılaşmasını sanki kimse algılamıyor. aklımı ellerinizden kurtardım. geçti. ben gökyüzümün altında, topraklarımın üzerinde olacağım. toprakların dümdüz ve sonsuz ufku boyunca sürekli gideceğim.

"yalnız yaşı olmayan ve dünyalarını kendi içlerinde taşıyan insanlara dayanabildiğimi görüyorum."

"bir yüksekliğin, bir başıma olduğum bir yüksekliğin en ucundayım. inemiyorum, yaşayamıyorum, ölemiyorum."

"yirmi yıl sonra aynı şarkılar çalıyor.elli üç yıl öncesi çekilmiş bir film gösteriliyor.yirmili yılların,ellili yılların giysileri vitrinleri dolduruyor.açlık,savaş,geri kalmışlık ve inanılmaz felaketlerle ilgili haberleri kitleler,masal dinler gibi dinliyor.işte böylesi bir yaşam önümüzden gelip gidiyor"
“yaşamımın annemin ve babamın yaşamıyla bir ilintisi olmadığını düşünüyorum. bir ana ve babadan olma değilim. bir yaban otu gibi anadolu yaylasında bittim. doğumum bile bir kökünden kopma idi. köklerimi hiç aramadım. içerisinde severek yaşayabileceğim arka dünyalardan kopma köklerim olabilirdi. annem ve babam gibi, tüm kentler, ülkeler, günler, geceler, her gökyüzü de yabancı kaldı bana. insanlara daha fazla yaklaştıkça bu saydıklarımdan daha fazla uzaklaşıyorum. gökyüzünden, onun ışıklarından, gün batımlarından, karanlıklardan ve bulutlardan, kendi çıktığım karanlığa ulaşıncaya kadar onlardan uzaklaşacağım. “

"hiçbir şey aramamak için kendi başıma ormana gittim, niyetim buydu..."

"neden yazılır? dünya acılı olduğu için yazılır. duygular taştığı için yazılır. insanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. ama insan bu, bir kez bu zavallılıktan sıyrılmaya görsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. işte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazılır ya da kendi kendine kanıtlamak için. çünkü insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalımı yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. ben dünyama egemen olabilmeyi edebiyatla öğrendim." 


gece saat üçe doğru uyandığımda(ilk kez doğru işleyen bir saate sahip olduğumdan, durmadan saate bakıyorum) hiç değilse acıları dönüştürecek sözcüklere sahip olduğumu düşündüm. ama diğer insanlar, acılarını yaşantılarını, uykusuz gecelerini, umut ve umutsuzluklarını ne yapıyorlar."

"yaşamım boyunca uykuyu beklediğim kadar hiçbir şeyi beklemedim. ancak anlamsızlık ve acı sonsuz bir gelişigüzelliğe verdiği günlerde derin derin, uzun uzun çok yorucu uykuları uyudum. yorgun, isteksiz ve umutsuz uyanıncaya dek" 
"neden dost olmadan, erkek-kadın, karı-koca olmaya çabalıyoruz? yirmi yaşlarının başındaki insanlar böyle mi olmalı? sevişmek için, ilkin nikâh imzası mı atılmalı? ya da yalnız kalıp, yıllar yılı erkek-kadın özlemiyle kendi kendilerine mi boşalmalılar? erkekler, kadın resimlerine mi bakıp heyecanlanmalılar? ilk kadını genelevde mi tanımalılar? karı-kocalar birbirlerinin gövdelerine mal gözüyle mi bakmalı? insanın doğal yapısı bu davranışların tümüne aykırı. bizim insanlarımızın insan sevmesi, insan okşaması çocukluktan engelleniyor. saptırılıyor. çarpıtılıyor."

' artık giderek dünya insanları bana birer fabrika ürünü gibi görünüyor.''

Geçen ay Tezer Özlü'nün ölüm yıl dönümüydü. Rahmetle yad ediyorum şahsı manevilerini..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder