14 May 2016

DURUDUM KENDİMDEN NEFRET ETTİM

Aşağıda okuyacağınız yazı, kendisine bir nick bulamayan bir ekşi yazarının korkularıyla yüzleşme anının anlatısı. Bu arkadaşın yazdıkları hayatımla o kadar örtüşüyor ki ben yazdım zannettim. Ne yazıkki ben , kendine nick bulamayan bu arkadaşın gösterdiği cesareti gösteremedim hayatımın hiçbir anında. Şu anda korkularımın altına sıkışmış bir halde ezik büzük titriyorum. Ben asla o parka geri dönemedim ve kimsenin elinden hakkım olan bir şeyi geri alamadım. Kişisel gelişim ile tanışıp travmalarımdan özgürleşme çalışmaları yaptığım 2009 yılının mayıs ayında (yedi yıl olmuş) en temel iki travmamdan birinden özgürleşip (bu blog o sayede yazılıyor) hem migrenimden hem kabızlığımdan kurtulduğum o muhteşem günlerde hayatımın en temel korkusuyla yüzleşme fırsatı sundu hayat bana. Hem de altın tepside. Korkumla yüz yüze geldim sandığınız gibi kaçmadım ilk anda. Aşağıdaki örnekten alırsak; geri döndüm  banktaki tinercilere fakat ne sigarımı ellerinden alma cesareti gösterdim ne de bir söz söyleyebildim. Banktaki tinerciler '' ne var lan'' dediklerinde kuyruğumu bacaklarımın altına kıstırıp gerisin geriye döndüm.  

Geçen hafta da böyle bir şeye asla cesaret edemeyeceğimi anladım ve her şey bitti. Kendimden nefret ettiğim o anda dondum kaldım...


'' can sıkıntısıyla uzun süre dışarıda sürttüğüm bir akşam bir olay geçti başımdan. (aslında buna olay bile denemezdi.) 

yürümekten sıkılıp yakındaki bir büfeden iki bira aldım, hemen yandaki parka girip bir banka oturdum. oturduğum anda da pişman oldum. on beş on altı yaşlarındaki iki tinerci çocuk, tam karşımdaki bankta oturmuş sırıtarak bana bakıyorlardı. saçlarımdan ayakuçlarıma kadar ürperdim. 

korku!

oturur oturmaz kalkıp dikkatlerini çekmek istemediğim için ilgisiz görünmeye çalışarak birayı açtım ve içmeye başladım. çocukların bulunduğu tarafa hiç bakmıyordum ama onların sürekli beni süzdüklerini biliyordum. ilk birayı aceleyle içip ikinciyi bankın altına doğru sürdüm ve kalkıp yürümeye başladım. arkamdan seslendi bir tanesi. 

“abi! abi baksana! biranı unuttun.” 

“senin olsun.”, dedim. 

dönüp yürümeye başlamıştım ki tekrar seslendi. 

“bu sigarasız gitmez be abi.” 

pis pis sırıtıyordu. ondan korktuğumu biliyordu ve bu çok hoşuna gidiyordu. yanına gidip cebimden çıkardığım paketi verdim. “al”, dedim. “ben büfeden alırım birazdan.” sigarayı aldı, küçümseyerek yüzüme baktı. 

“arkadaş için bira parası vermeyecek misin? 

sinirlendim. “ortak için”, dedim. “o kadar param yok.” 

allah kahretsin nereden çıkmıştı bunlar şimdi? nasıl kurtulacaktım bu serserilerden? bir şeyler yapmalıydım. verdiğim sürece istemeye devam edeceklerdi çünkü. 

“biranız var, sigaranız var. keyfinize bakın işte. hadi iyi akşamlar!” 

dönüp hızla yürümeye başladım. arkama bakmaya cesaret edemiyordum. uzun süre seslenmelerini bekledim ama vazgeçmişlerdi anlaşılan. korkudan dizlerim titriyordu. orada, o karanlık ve rüzgarlı caddede kendi ayak seslerimden ürkerek ve kalp atışlarımı kulaklarımda hissederek yürürken tuhaf bir şey oldu: kendimden nefret ettim bir anda! 
kendimi önemsiz, üzerine basılıp geçilecek bir sürüngen gibi hissettim. o kadar güçlü bir duyguydu ki bu başka her şey anlamını yitirdi. 
hayatım boyunca kaçmış, saklanmıştım. hiçbir şeyle yüzleşmeye cesaretim olmamıştı. sokak çocuklarından, köpeklerden, kapı eşiklerindeki cinlerden, aklımı karıştıran şeytandan… 
yağmurda saklandığımız o saçak altında onu öpmem için bana neredeyse yalvaran gözlerle bakan melek yüzlü o kızdan… 
onun ruhumun derinliklerine bakan gözlerinden… 
korkularım bir örümcek ağı gibi sarmıştı beni. 
çocukken yukarı mahalledeki bakkala gitmekten korkmuştum yıllarca; sataşan, laf atan, sopa gösteren, taş fırlatan çocuklardan. 
herkesin eğlence konusu olan, ağzından salyalar akan o zararsız deliden, onun gözlerindeki tuhaf ışıktan… 
mezarlıktan, ölülerden, okula giderken her gün yanından geçtiğim -üzerinde yüzlerce hayaletin izlerini taşıyan- musalla taşından, her gece rüyalarıma giren beyaz saçlı ikiz kardeşlerden… 
karabasandan… 
camide kuran kursu veren hocanın adresini hiç şaşrımayan sopasından… 
kız arkadaşıma asılan serseriden, lisede üç yıl boyunca bana asılan güzel gözlü o kızdan… 
trafikten, gürültüyle yanımdan geçen araçlardan, sokak lambalarından yansıyan parlak ışıktan, gölgelerden… 
sarhoşlardan, aptallardan, iki kelimeyi bir araya getiremeyen devlet memurlarından... 

durdum! 

hırsla geri dönüp çocukların oturdukları banka doğru yürümeye başladım. daha çocuklar ne olduğunu anlamadan banktaki sigarayı alıp cebime soktum. sonra çocuğun elindeki bira kutusunu kapıp çimlerin üzerine fırlattım. hiçbir şey söylemeden yüzüme bakıyorlardı. dönüp yürümeye başladım tekrar. rahatlamıştım. bu sefer arkamdan kırık, mahcup bir sesle bağırdı benimle konuşan çocuk: 

“eyvallah abi, ona da eyvallah!” 

yüzümde kendimden memnun bir ifadeyle gülümsedim. 

“ben sokakların kralıyım!”, dedim içimden. "bütün korkuların canı cehenneme!" 

sonra ancak bir krala yakışan heybetle belediye otobüsüne binip evime gittim.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder