Bir türlü gerçeği göremiyordum. Ne olayların ne kendimin ne de onun farkındaydım. Bir yalana bir hayale inanmak istiyor ve öyle yapıyordum. Çünkü ön kabullerim vardı. Çünkü salaktım. Aklımı yanlış işletiyordum. Eleştriye ve tavsiyeye kapalıydım. Dinlemek yerine kurgulamayı seçiyordum. İnandığım şeylerin ötesinde bir gerçeği kabul etmek ödümü koparıyordu...Ne evliliğimin farkındaydım ne yaşadığımın hayat olmadığının Ne de eski eşimin duygularının ..Anlamak yerine sanrılarımın gerçekliğinde yaşıyordum..
Dini inançlarım ve dini hayatım da evliliğim gibiydi. Ezbere inanıyordum. Binikiyüz yıllık hanefi geleneğini din sanıp öyle yaşıyordum. Diğer mezheplerin sadece adından haberim vardı. Kitabımı anlayarak okumuş bile değildim. İçinde ne yazdığından bihaber bir inanmış..
Cemaatle de ilişkim aynen evliliğimdeki gibiydi. Ne içindeydim ne dışında ama hayran ve taraftar. Gözüm , önümdeki gerçeği göremeyecek kadar o ışıltıyla büyülenmişti. Vadedilen toprak gibiydi cemaat benim için. Tartışılmaz..
Üniversite yıllarında yengemin yeğeni ile hareretli tartışmalar yaşardık cemaat yüzünden.. Biz seçilmiştik..Risaleler kutsal kitap gibiydi. Gençtik; inanmaya , ait olmaya , yalana ve hayallere teşneydik..Statlarda bağıran taraftarlardan hiç bir farkımız yoktu..Biz o formanın kutsal olduğuna inanıyorduk. Takım kazansın diye yapamayacağımız fedakarlık yoktu. Bizim küçük ve değersiz hayatlarımızın ne önemi olabilirdi ki takım ruhu yanında..
Rahmetli babamı bir Üsküdar vaazına götürmüştüm heyecanla..Hocanın maneviyatından etkilenmesini bekliyor ve fikrinin değişeceğine kesin gözüyle bakıyordum(anti cemaatçiydi rahmetli).. Gözü tutmamıştı rahmetli babamın sahtekar bu demişti. Çok bozulmuştum... Yıllar sonra hatırladığım bir anımla bugünü birleştirdim kafamda derin tefekküre daldığım bir demde..
Rahmetli babam ön görülü bir insandı sıradan biri gibi düşünmüyordu..12 Eylül Anayasa referandumunda hayır oyu kulanacağını ve bunun gerekçelerini anlatmıştı bana 12 yaşındaydım ve onu anlamıyordum.. İçimden kızmıştım hatta vefasız adam diye..
Kırklı yaşlarıma gelip fikren olgunlaşıp kendi aklımla düşünmeye başladığım yıllarda bu iki anımı hatırlayıp babamı rahmetle yad ederim..
İnsanlar kitapsız yani kitabı bilgi ile temas etmek istemiyorlar. İnsanlar korkuyor inanmış insanlar daha çok korkuyor.. Kitaplarını bilmiyorlar ve bu yüzden Allah'ı da tanımıyorlar.. Tarikatçı gelenek toplumsal aklımızı esir almış durumda.. Bir mürşidin eteğine yapışmadan cennete giremeyeceklerini zannediyorlar. Bu yüzden bu mürşidler yanılmaz ve sarsılmaz oluyor.. O yüzden şefaat kültürü egemen oluyor topluma.. Herkes Allah'tan yani cezadan kurtulmak için kurtarıcı aramaya başlıyor( Ne tezat değil mi ? Şirkin daniskası işte bu hal. Allah'tan kurtaracak bir şefaatçi aramak ).. Bir de işin kolaycılığı var tabiki.. Yapış birinin ipine gir cennete..
2007 yılında birden (birden değil tabi aydınlanma birden oldu geride çok uzun uykusuz geceler çok günahkar gündüzler acılar mutsuzluklar salaklıklar tecrübeler kayıplar var bu aydınlanmanın temelinde) yazın ortasında bir gün gerçeği gördüm ve üstümdeki eskiye ait bütün maddi ve manevi elbiseleri çıkarıp attım. Eskiye ait her şey için tövbe ettim. Ve eskiye ait ne varsa hepsi usulca hayatımdan çıkıp gitti ve gitmeye devam ediyor...
Vatandaş bankasına sahip çıkıyor bankaya destek için satılık ev ilanı haberi vardı dün Zaman'da.. Açıp okumadım haberin içeriğini merak bile etmedim çünkü yukarıda yazdığım bütün hikayeyi ayırntılarıyla zihnimde döndürdüm durdum ve o adamı ya da o kadını çok iyi anladım. Muhtemelen değişmeseydim o adamın yerinde ben de olabilirdim ya da bir dava uğruna yaptığını sanan başkalarının yerinde. Putlara ilk çocuklarını kurban eden Fenikelilerden bu yana değişne tek şey kurban ettiklerimiz sadece..Öyle inanıyor çünkü.. Öyle inandırılmış öyle yaşamış..
O rüyalarda sürekli gördükleri Nebi gelip senin yolun yol değil dese o adam rüyasını hayra yormaz yoramaz. Çok iyi bilirim o psikolojiyi. Yıllar önce ben de istiareye yatarken bir türlü işaret gelmemesini hayra yormuş işaret geliyordur da ben anlamıyorumdur demiştim..
Ben iyileşirsem peki geçen hasta yıllarım ne olacak demişti ya bir arkadaş terapide ayıdnlanınca. İşte böyle bir şey bu..
Takımının maçını seyredebilmek için evini satan Şilili taraftar ile aynı psikolojidir bu .. Mecralar farklı sadece..
Sene 1994 doğru hatırlıyorsam.. Hakimlik sınavı var.. Cemaatten yakinen tanıdığım bir arkadaş elinde liste ile Beyazıt meydanında karşılaştık bir kaç arkadaşta var yanımızda.. Seni de listeye yazıyorum dedi . Ne listesi bu dedim. Bizim sınava girecek arkadaşların listesi Bakanlığa gidecek dedi. Ben daha mezun olmadım dedim. Yapma ya dedi tüh bu fırsatı kaçırmasaydın bütün arkadaşları yazmaya çalışıyoruz daha kontenjanı da dolduramadık dedi. Seyfi Oktay'dı üstelik Adalet Bakanı doğru hatırlıyorsam.. O listedeki arkadaşların hepsi sınavı kazandı ve görev yerlerine yerleştirildiler bildiğim kadarı ile..
İçimdeki adalet duygusuyla yüzleştiğim bir andı..Hayatım boyunca kopya çekmemiştim ihtiyaç ta duymamıştım. Ama arkadaş zoruyla kopya verdim.. Toplumsal kurallar işte.. Hayatım boyunca torpil de aramadım. Hakimlik sınavına girdiğimde de cemaatten kimsenin haberi olmadı..Hangi gerekçeyle olursa olsun böyle bir şeyi onaylamam. Bu Kitaba da aykırıdır. Nebinin ahlakına da sünnetine de..
" emrolunduğun gibi dosdoğru istikamet üzere ol ve sana uyanlar da aynen öyle yapsınlar " (HUD SÜRESİ)
Benim ölçüm budur hiçbir ulvi gerekçe başkasının hakkını çalmayı haklı kılmaz..
Benim cemaate ilk eleştirim bu olayla başladı..Sonra koptum zaten hayatın akışı içinde..
Allah'ın birinci emri adalettir.. Adalet yoksa zulüm vardır ve zulüm en büyük günahtır...Benim yolum bu.
Herkes kendi yoluna gitsin serbest...İnanmış biriyle tartışılmaz çünkü...
Cemil Meriç'in veciz ve asla eskimeyecek ifadesiyle bitireyim daha da uzatmadan;
" Yığın kadındır.Irzını teslim edecek bir zorba arar.Çobansız rahat edemeyen kaz sürüsü "
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder