23 Oca 2018

BİR ZAMANLAR ANADOLUDA

ekşi sözlükten kopyaladığım bu enfes  film eleştrisi ekşi yazarı "unutulan replik"e aittir. kendisine arz-ı hürmet ederim. burada dursun.





bu yazı tüm güzel bulduğum insanları sevebilmek için yazılmıştır. filme olan sevgim ise nuri bilge ye sevgim olsun.

uyarı: film hakkında bilgi içerir. fakat filmi halen izlememişseniz belkide film hakkında buraları okuyup filmi izlemelisiniz. 

izlediğimiz film, cinayet suçu sonrası aranan bir ceset ile yolları kesişen karakterleri tanımamızı sağlarken söz konusu karakterlerin hikayeleri ile yaşadığımız ülkeye ve kendimize insanlar üzerinden varabileceğimiz bir zeka ve ustalıkla yazılmış bir yapım. küçük fotoğrafa bakıp tüm fotoğrafları görebileceğimiz ve her izleyenin farklı algısına göre şekillenebilecek boşluklarla izleyicinin hayal gücüne saygı duyan, izleyiciyi yücelten bir yapım.

cinayet sonrası komiserin manda yoğurdu sohbetine tanık oluruz. arabada statü olarak en yetkin kişi komiserdir ve manda yoğurdu hakkında eşsiz düşüncelerini paylaşmaktadır. bir ara alt statüden olan polis komiserin fikrine ters bir fikir beyan ederek ''bizim lojmanın orada o yoğurttan var'' der. bu yorumu kendi statüsünün tehdidi olarak algılayan komiser kendi krallığını korumak için hem polisi aşağılar hem de kendi fikrinin tartışılmaz tek doğru olduğunun altını hiç bir argüman üretmeden çizer. ''yaw bazı insanların ağız tadı yok yaw'' der.

film ilerlemeye başlamadan önce dünya izleyicisine şunu söyler; ''bu karakterler arasında ilişkiler statü üzerinden edinilen ego nedeni ile bu tip diyaloglarla şekillenmektedir.'' 
ortada konuşulan konu iş değilken dahi sadece statüsü yüksek olduğu için her zaman haklı olması gerektiğini düşünen ve alt statüyü bu nedenle aşağalayabilen karakterlerin ilkidir komiser. bize içinde yaşadığımız toplumda çok sık gördüğümüz için gayet normal görünen ve normal olmayan bu diyaloglar, dünya izleyicisine de normalleştirilir. açıklanır. (ilerleyen sahnelerde doktor karakteri çakan şimşekle ansızın tarihi bir kabartma görür ve hayretle diğerlerinin yanına döndüğünde ''aşağıda kabartma var'' der. ''haaaa'' der şoför. ''normal. buralarda çok var kabartma.'' böylece izleyici tüm bu statü ile yaratılmış ego savaşları içinde filmi izlemeye devam eder. komiserin insanlara kazma kürek diye seslenmesi normalleşir. savcı-doktor-komiser ve her mesleğin kendi dengi arasında olan anlamsız mücadele normalleşir.)

film ilerlerken ilk olarak kazma ve kürek diye seslenilen karakterlerin ikisininde işe gelirken yanlarına kürek aldıklarını öğreniriz. ''olum niye ikinizde kürek aldınız?'' der komiser. izleyici olarak henüz nedenini anlayamayız. 

film ilerlemeye devam ettikçe savcının olayı bir an önce çözmesi ve cesedin yerini 
öğrenmesi için komisere baskı yaptığını öğreniriz. cesedin yerini henüz hatırlamayan fırat 
tanış'a komiser yılmaz erdoğan baskı yapmaya ve hatta şiddet göstermeye başlar. savcının, hukuğun tepkisi ''naci bizi rezil mi edeceksin?'' gibi bir cümleyle ifade edilir!

doktor, şoför ve savcı arabada beklerken yavaş yavaş karakterlerin hayatına daha fazla girmeye başlarız. şoför doktora ''size de veriyorlar ölü parası dimi'' der. ''bilmem'' der doktor. ''veriyorlar herhalde.'' şoför kendisine ölü parası iyidir diyerek konuşmaya başlar. kendi hikayesi izleyici zihnine bırakılmış yarım bir hikayedir. kamera arkadan şoföre yaklaşır ve şoför konuşur. kamera şoförü önden gösterdiğinde konuşanın iç ses olduğunu fark ederiz.(iç ses olduğunda , ses tonu değişir şoförün. bu ayrıntı filmi sonraki izlemeler için hesaplanmış gibidir.)
''adamın gözüne sürmeyi çekerler. üstüne borçlu çıkarırlar. onu bunu bilmem. dairede duracaksın. merkezi kollayacaksın. çember olsa olmaz mı? o da olur. ama gerektiğinde vazgeçmesini bileceksin. dünya sultan süleyman'a da kalmamış vb..''

kamera bu defa doktora arkadan yaklaşır. doktorunda iç sesi olduğunu düşündüğümüz karede şoförün düşüncelerini entelektüel bir dille ifade eden konuşmayı dinleriz.
''yüzyıllardır yağıyor yağmur. yağsın. ne değişir. bu ağaçlar olmayacak. ben olmayacağım vb...''
doktor susunca az önce içinden dünya sultan süleyman'a kalmamış diyen şoför hemfikir olduğu halde doktora ''ne yaptın doktor yaw. daha yapılacak bir sürü işimiz var'' der. savcı yandan bakar. doktorla hem fikir olmaz şoför. içtenlik yerine kendi mücadelesini verir. 

tüm bu olanın bitenin içinde doktor diğer karakterlerin çekişmelerine pek katılmaz. suçluya sigara vermesi komiser tarafından ''burada patron benim'' edasıyla engellendiğinde mücadele etmez. bulunduğu topraklara yabancı gibidir! orada olup biten davranışlar ona yabancı gibidir! izleyici tüm bu insanların içinde diğerlerine benzemeyen doktor karakterine umut bağlar. izleyici için umut ve değişim doktor karakterindedir.

ceset bulunamayınca muhtarın evine konuk olurlar. muhtar burada misafirlerini ağırlarken hiyerarşik düzen korunmuş, iki ayrı sofra kurulmuştur. muhtar ev sahibi olarak ortadadır. köye morg yaptırabilmek ve köy sandığına para alabilmek için savcı ve gelenlerden yardım istemektedir. bu sahnede ölüler ve morg bahanesi ile köy sandığından para arakladığı izleyiciye gösterilir. 
yemek yenirken suçlunun, fırat tanış ın geri zekalı kardeşi tüm hiyerarşiyi bozarak kola ister. böyle bir düzende çay yerine kola istemek özellikle komiseri ve suçluyu memnuniyetsiz ifadelerle şaşırtır. suçlu, suçlu da olsa, kardeşi akılsız da olsa bozulan hiyerarşiden mutsuzdur. suç işlemiş dahi olsa düzenin, masanın adamıdır!
savcı muhtarı dinlemediğini belli edecek sorular sorunca muhtar doktora bal çok güzel der ve hiyerarşide savcı çiğnenmiş olduğunu fark edince bir kavanoz bal ister. kara kovan balı. beş saniye önce köylünün hali perişan diyen muhtar biz kuzu etinden başka et yemeyiz der. bal kara kovan balıdır. dışarıda bazlama yapılmaktadır. 

elektrikler kesildiğinde kesintinin sebebinin rüzgar olduğunu söyler muhtar. morg için para isteyeceğine elektriği düzelt der komiser. elektrik kesilince çay servisi yapmak üzere muhtarın kızı odaya girer. görücüye çıkmış kız edasıyla çayları dağıtırken tüm karakterlerle göz göze gelir. tüm erkek karakterler kadına bakar. yani, alıcı gözüyle uzun uzun bakmakta sorun görmez. kadına bakış savcı, komiser, doktor, suçlu arasında bir fark gözetmemektedir. fırat tanış bu sahnede belkide kendisi ve hayatı için ağlar, çözülür. öldürdüğü karakteri halüsinasyon ile görür.

ceset bulunduğunda kendi aralarında yaşadıkları çekişme nedeniyle yanlarına ceset torbası almayan karakterleri görünce iki işçinin ikisininde neden yanlarına kürek aldığı anlaşılır. karakterler sürekli çekişmekte ve işler bu çekişmelere göre şekil almaktadır. ''ceset torbası niye almadınız ? nereye gittiğimiz belli.'' diye insanları azarlar savcı. oysa iki dakika sonra neden ambulans çağırmadık sorusuna verecek cevabı yoktur. ceset bulunduğu için tutanak tutulurken doktorun söylediği tıbbi tespitleri istediği gibi eğip bükerek yazar savcı. 
doktor mücadele etmez. karakterler arasında izleyicinin umutlarını bağladığı yabancı karakter doktordur.

muhtarın evinde savcı doktora bir ölümden bahseder. bir kadın kendisinin öleceği tarihi bilmiştir ve müthiş güzel bir kadındı der bahsettiği kalp krizi vakası için. savcı konuştuktan sonra kamera ağacın arkasından dolaşarak doktora gelir ve dolaylı yoldan kendi hayatından bir kadından bahsettiğini, ayrıca müthiş güzel bir kadındı dediği için düşünmeye başlarız. savcı ile doktor konuşurken hep aralarında bir çalı, bir ağaç vs vardır. yani konu tam olarak şeffaf bir dille anlatılmaz ve aralarında mesafe vardır. doktor konuyu irdeleyecek sorular sorar. ''otopsi yapıldı mı?'' 
ama savcı ''bizim işimiz şüphe etmek. ölüm nedeni belli. otopsiye gerek yok.'' gibi cümlelerle doktoru püskürtür. 
ilerleyen sahnelerde savcı içinde bulunan anlatma isteği ile tekrar konuya döndüğünde filmde bir rüzgar çıkar. yapraklar uçuşur. doktor ve savcı arasında tabiri caizse sert rüzgarlar eser ve doktor intihar şüphesinden bahseder. ilaç ismi konuşma içinde geçer. savcı kayın pederin ilacının ismini duyunca düşünmeye başlar. ilerleyen sahnelerde doktor intihar şüphesi üzerinde tekrar durup, kadının öfke duyabileceği, üzülmüş olabileceği bir olay olmuş muydu dediğinde savcı gözünden ortada bir sorun olmadığını, sadece bir kez aldattığını ve bununda önemsiz olduğunu, kadınla bunu konuşup hallettiklerini söyler. yani savcı için karısını aldatmış olmak öyle çok dert edilecek bir sorun değildir!

doktor karakteri ısrarla gerçeğin ortaya çıkması gerektiğini ve otopsi yapılması gerektiğini savunur. gerçek ortaya çıkmalıdır! savcının egolu ve sert duruşuna direnir. finalde savcının ağzından ''karım'' diye dökülen hikayede kadının intihar ettiğini savcı anlar. gerçeği daha fazla inkar edemez. gerçek savcının vicdanına sunulur. savcı ekrana inanılmaz bir yüz ifadesi ve oyunculukla bakar. 
savcının cevabını zaten bildiği ''bir insan bir insanı cezalandırmak için intihar eder mi?'' gibi sorularla kendisini sorgulamaktan ne derece kaçtığını fark ederiz. film boyunca başkalarının hayatlarına yaptıkları eleştirileri kendisi söz konusu olduğunda yapmayan karakterler izleriz aslında. finalde suçlunun çocuğu için üzülüp ''çocuklar babalarının günahlarını çekiyor'' diyen komiser, kendi hasta çocuğu için ''neden bu başımıza geldi?'' diyen eşine ''sus yaw. allaha isyan mı edelim der.'' başkasının günahlarını bulabilen komiser kendisini sorgulamaz. eleştirmez. gerçeği kendi vicdanına sunmaz.
tüm karakterleri belkide çıkışa ve iyiliğe sürükleyecek gerçekle yüzleşmek, gerçekleri vicdanlara sunmak bir türlü gerçekleşememektedir!

finalde doktor kendi odasından dışarı bakarken çöpün altına bir kedi saklanır. doktor kendi evindedir. doktor odasına gittiğinde eski albüm fotoğraflarını karıştırır. neredeyse tüm fotoğraflarda yalnız olan doktorun bir kadınla çekilmiş bir iki fotoğrafı vardır. öğrenci yurdundan yalnızlık, sahilden yalnız bir çocukluk ve yitirilmiş bir kadın.

doktor odasında birden durup izleyiciye, yani bize bakar. uzun uzun bakar. sonra baktığı yerin ayna olduğunu, yani aynada kendisine baktığını, yani kendisine baktığı kişinin biz olduğunu anlarız. doktor odadan çıkar ve yürümeye başlar. hastaneye geldiğinde insanlarla konuşmamak ve yardımcı olmamak için telefonla konuşuyormuş numarası yapar. bu belkide izleyiciye ilk bıçak darbesi, ilk şaşkınlığa uğratmadır. doktor hastaneye geldiğinde suçlunun ilişkisi olduğunu öğrendiği kadını görünce durur. yemek pişiren adam kadının çocuğuna üzüldüğü için yemek verdiğini söylediğinde kadını ayakkabılarından başlayarak süzer. orada bir süre bekler.
otopsi alanına gittiğinde tekniker ve savcı oradadır ve tutanağın son kısmını savcı bitirdikten sonra savcıya otopsi yapılması için ''kesinlikle yapılmalı'' ifadesini kullanır. 
otopsi kesinlikle yapılmalı ve gerçek kesinlikle savcının hayatında olduğu gibi ortaya çıkmalıdır! savcı bir süre sonra odayı terk eder. yalnız kalan doktor teknikerle konuşmaya başlar. tekniker otopsi cihazlarının yenilenmesi gerektiğini söyler. ödenek alamadığı için saymanı şikayet eder. ölüler üzerinden tekniker de ödenek istemektedir. statü üzerinden ego savaşı vermeye başlayan doktor, kendi çöplüğünde olan doktor, katibin oturuşunu düzeltir. izleyici film boyunca diğer karakterlere ve yaşadığı topraklara yabancı sandığı doktordan umudunu yitirmeye başlar. camdan dışarı bakmaya başlayan doktor yürümekte olan çocuk ve kadını izler. tekniker cesedin boğularak öldüğünü ve canlı canlı gömüldüğünü söylediğinde teknikerin söylediklerini dikkate almaz. gerçek ölüm nedenini otopsi şart diyen doktor rapora yazmaz. gerçek ölüm nedenini gizleyen doktor izleyiciye içinde bulundurduğu umut kırıntısını bıçaklayarak tam da bu toprakların adamı olduğunu ispatlar.
şaşkınlığını üzerinden atan izleyici doktor karakterini düşünmeye başlar.
kasabaya dönünce sokaklarda yabancı gibi gezip sokakları süzerken yanından geçen araçtan yükselen ''sessiz sessiz ağlar gibisin vay aman...'' şarkısı haklıdır. ağlar gibi görünen doktor yaşadığı şehre ve karakterlere yabacı değildir. insanlara değil yaşadığı şehrin çirkinliğine üzülmektedir.
o da tıpkı nerede bir karışıklık görsen kadına bakacaksın diyen komiser gibi düşünmektedir kadın hakkında. ayakkabısından başlayarak kadını süzen doktor karakteri olay sonrası kadınla artık dul olduğu için yakınlık kurma yarışına giren katip, aşçıdan farklı değildir. sadece bu davranışı yanlış olduğu için değil, doktor olduğu için yapmamaktadır! 

doktorun yüzyıllardır yağıyor yağmur dediği sahnede yabancılaşma yaşamadığını, kendi ego savaşını pasif ve zekice savcıya karşı verirken, savcıya aslında ''o kadar böbürlenme.'' dediğini fark ederiz. 

sonunda filmde izleyici ölüm nedenini öğrenmiş dahi olsa filmde kamu cinayetin gerçek nedenini öğrenememiş, cinayet kamu vicdanına sunulmamış, gerçek yerine yeniden kendini kandırmak davranışı seçilmiştir!

fotoğraflarında yalnız olan ve aynaya bakan doktor, bize aynadan ben sizim diyen doktor, yaşadığı yere yabancı değil egoist olduğunu bizi bıçaklayarak gösterir.
bu anlamda tüm nuri bilge filmlerinde olduğu gibi,
iklimler filminde telefon numarasını küllüğe atan isa karakteri gibi,
kış uykusunda içtiği şarabı kusan aydın gibi doktor da yine hayal kırıklığıdır. 
bence nuri bilge ceylan değişimin eğitimiyle yabancılaşmış insanlardan başlayabileceğini ve eğitimsiz insanları zaten oldukları gibi kabul ettiğini, etmese de öyle resmettiğini bir kez daha izlediğimiz filmdir bir zamanlar anadolu'da.
mükemmel bir filmdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder