7 Şub 2018

SÜRGÜN ÇOCUK

(yaşama açılmak serisi 5.yazı)

-bu serinin yazılış amacı kendimle yüzleşme ve yüreğimi hiç tanımadığım insanlara açma cesaretimdir. bir nevi oto-terapi-

cesaret, korkmamak değil korkuna rağmen harekete geçmektir.yoksa hepimiz korkarız ama pek azımız cesaret ederiz.

doğumla beraber getirdiğimiz duygu ,kaygı.doğum başımıza gelmiş en derin travmadır. bebekler memedeyken çoğunlukla uyuyup kalırlar. tam olma bütünleşme fantezisinin en somut hali annenin memesinnden hem besin hem güven duygusunu emen bebeğin halidir. anneden ayrı olmaktan daha derin bir kaygısı yoktur bebeğin. 

ilk çocuksanız (benim gibi) anne sizin için hayat veren bir sığınaktır.her şeyi onun gözünün içine bakarak yaparsınız. bütün çabanız onun ilgisini çekmek yüzünde bir gülümseme oluşturmaktır. (cem mumcunun paylaştığı bir video vardı bulup seyredin.bir anne ile bebek arasında bir deneysel çalışmayı gösteriyordu .iki dakikalık. bir bebek ve annesi var,anneye ne olursa olsun bebeğe hiç tepki vermemesi söyleniyor. bebek önce gülümsüyor ,şirinlikler yapıyor annede hiç tepki yok,sonra anneye eliyle dokunuyor yüzünü elliyor falan gene hiç tepki yok sonra bebek ağlamaya başlıyor zangır zangır annede gene tepki yok ama bebeğin gözü hep annede. sonra anne bebeğini kucağına alıyor deneyi bitiriyorlar.cem mumcu sonunda şöyle dedi,bu iki dakika bile bebeğe travma olarak yeter)

sonra bir kardeş gelir üstünüze. siz daha anneye bağlanma yaşındasınız ve biri geliyor ve anneyi elinizden alıyor. annenin ilgisi artık başkasında. kaygınız ölüm korkusuna dönüşüyor ve uzmanların doğuştann mı yoksa öğreniliyor mu diye tartıştığı haset duygusu devreye giriyor ve eve yeni gelen canlı sizin için ortadan kaldırılması gereken bir nesneye ,düşmana dönüşüyor. (bu durumu uyarlayın gündelik yaşama bakın nasıl anlayacaksınız hayatta olup biten her şeyi) . kardeşimin gelişi de benim için düşman atlılarının yurdumu işgal etmesinden farksızdı ve savaş kaçınılmazdı. ve savaş başladı.

ilk denemelerim salıncaktan atmak yüzüne yastık kapatmak gibi masumane cinayet girişimleriydi. ne zamanki annem elimde makas ile kardeşimin beşiğine sinsice yaklaşırken enseledi beni durum adliyeye intikal etti. annem beni kendi köyüne o zamanlar bekar olan teyzemin yanına yolladı ceza olarak. doğrusu bu kardeşimin hayatta kalması için en uygun tedbirdi zira onu öldürmeyi kafaya koymuştum.hayat amacım ondan kurtulmaktı yoksa anne elden gidiyordu göz göre göre. 

sürgün o yaştaki bir çocuğa verilecek en ağır cezaydı şüphesiz.ve sürüldüm..

bir çocuk adaptasyon makinesidir ve hemen uyum sağlar. ben de bu duruma uyum sağlayabilirdim her ne kadar annemden uzaklaştırılsam ve bildiğim ortamdan çıkarılıp atılmış olsam da . korku ve kaygı kaçınılmaz bir travma yaratacaktı ama etkileri bu kadar derin ve yaşamsal olmazdı eğer adapte olabilseydim. 

ben homojen bir çerkes köyünde doğmuştum ve herkes çerkesçe konuşuyordu benim de bildiğim ve anladığım tek lisan buydu. annem de çerkesti fakat annemin köyü homojen çerkes köyü değildi. ağırlıklı türk ve bir çerkes mahallesinden ibaretti. sokaktaki hakim dil türkçeydi ve ben tek kelime türkçe bilmiyordum.

sokağa çıkmak ve oyun oynamak istedim ama dil problemi beni bundan mahrum etti. sokaktaki çocuklar beni anlamadılar ben onları anlamadım anlaşamadık ve çocuklar çok acımasızdır ve ben pis denilerek ve aşağılanarak üstüne üstlük taşlanarak eve kaçmak zorunda kaldım. hayat benden yana değildi ve beni kaldıramayacağım şeylerle sınıyordu. daha önce yazdığım gibi güreş müsabakasında dedem tarafından zorla tuş ettirilmemin travması üstüne annemin dilini bilmediğim bir yerde beni bırakıp gitmesi ikinci kere ihanete uğramam demekti. dilimden utandım,kimliğimden utandım,gücümden utandım. en yakınlarım tarafından yok sayılmış ve ezilmiştim. küçücük bir çocuktum yalnızdım " anne" diye kucağına sığınacağım kimse yoktu(yetimhanelerde yetişen çocukları anlıyor musunuz şimdi)  korkmuştum hem de ölesiye korkmuştum.ve annem yanımda değildi.

o avluda geçirdiğim bir ay (zira avlunun dışı ölüm demekti) bir ömür kadar uzun geldi bana. orası gerçek hayatta öbür yapıp ettiklerim falan hep rüyaymış gibi yaşadım uzun bir süre. o avludan çıkmam yılarımı yıllarım aldı(tam olarak çıktım mı bakacağız şimdi). avlunun batısında avlunun hafif yokuş aşağı arka kısmında bir incir ağacı vardı. tek başıma köye döneceğim anın hayalini kurarak o incir ağacının üstünde güneşin batışını seyrederdim. her gün batımı benim için annemden yalnız geçen bir gece daha demekti. 

bir kereste artığından kendime bir araba yapmıştım ve o araba ile köye gittiğimi hayal ederek tek başıma oynardım. evin demir ferfojeden cumbasının içine oturur içinde güllerin olduğu bahçeye bakarak elimde tencere kapağı araba sürerdim annemin kucağına doğru. o avlu artık benim için anne kucağı olmuştu ve o avlunun dışına çıkmak dehşet korkutucuydu. belki de rahim demeliyim , annemin rahmine geri dönmüştüm adeta. 

evin hemen yanında bakkal vardı o da çerkesti ve annemlerin uzaktan akrabasıydı. teyzem beni arada o bakkala yollardı beni, bisküvi arası lokum yapardık. avlunun dış kapısını mandalını kaldırıp dışarı çıkmak ise tam bir kabustu benim için. (o zamanki büyükler ne kadar empati yoksunuymuş ya hu). kapını arkasına geçer sokağı dinler dışarda kimsenin olmadığına kanaat getirince ürkek adımlarla dışarıyı kolaçan ederek hemen bakkala geçerdim yüreğim patlayacakmş gibi atardı korkudan. sonra hop eve avluma güvenlikli kucağa sığınırdım.dışarı -hayatın kendisi yani- korkutucu ve ürkütücüydü güvende olmak istiyorsan dışarı çıkmayacaktın. 

bir ay kadar sonra teyzem bizimkilere haber göndermiş ,bu çocuk bana anne demeye başladı gelin alın bunu demiş. 

geldiler bir gün ve kırmızı bir tofaşa binerek anneme köyüme döndüm. ama gidenle dönen aynı çocuk değildi artık. kalbim kırık,ruhum paramparça,öz güvenim tarumar dilim lal olmuştu. o sonbahar bana yeşil  içi yünlü kapşonlu bir palto almışlardı,palto dizlerimin altına kadar düşüyordu. evimizin önündeki yola çıktığımı mezarlığa doğru uzun uzun baktığım hatırlıyorum. yabancı gibiydim. diğer dedemin büyük torunu koşarak aşğı inip yanıma gelmiş bana hoşgeldin diyordu. ne hoştum ne de gelmiştim. ruhum annemin köyünde gömülü kalmıştı.tepki vermedim. dolmuş gözlerimle kahveye doğru baktım baktım. sokakta kimse yoktu sokakta bana taş atacak kimse de yoktu. 

şimdi bir ay geçirdiğim annemlerin evinin dış kapısını eşiğinde duruyorum..ve o sokakta oynayan çocuklara sesleniyorum  türkçe olarak;lütfen beni de oyununuza alır mısınız ben de sizinle oynamak istiyorum buna ihtiyacım var kaleye geçerim top toplarım ebe olurum ama beni oyuna alın sokağa çıkmama izin verin çünkü ben de sizin gibi bir çocuğum ve oynamaya ihtiyacım var. lütfen benimle oynar mısınız??? (bir anda gözyaşlarım boşandı ve hüngür hüngür ağlamaya başladım çünkü yıllardır içimde gömülü kalan bir cümleydi bir duyguydu o kadar ihtiyacım vardı ki) 

sevilmek istiyorum,başarmak istiyorum,alkışlanmak istiyorum..başardığım zaman birilerinin gelip sırtımı yere çalmasından korkmak istemiyorum,duygularım ifade ettiğim zaman aşağılanmak sürülmek korkusu yaşamak istemiyorum lanet olsun artık yaşamak istiyorum. size ihtiyacım var hadi gel sen de bizimle oynasana demenize ihtiyacım var..ben zavallı küçücük bir çocuğum bu kadar şeyin altından kalkamam elimi tutun bana destek olun buna o kadar çok ihtiyacım var ki..

teyzeme o kadar kızgınım ki , insan bir elimden tutar çocuklar bu benim yeğenim türkçe bilmiyor ama ona öğretirseniz sizinle oynayabilir hadi onu aranıza alın oynayın demek aklına gelmez mi insanın burada kırk senedir cebellişiyorum ben o sokağa çıkmak için. sonra niye para kazanamıyorsun ulan ödüm kopuyor benim senin haberin var mı??

ah be bir elimden tutsaydınız ne kadar güzel oynayacaktım ah be..

yine de benimle oynar mısınız???

not: bu blogu zahmet edip okuyan ve yorum yazan herkese müteşekkirim.

sınıfın kapısında duran çocuk ile ilgili görsel sonucu

1 yorum:

  1. durmak yok devam güzel insan.
    geçmişin ağırlıklarından yüzleşerek kurtulmak,
    kuş gibi hafiflemek. oh be işte şimdi rahatladım(k) diyebilmek....

    YanıtlaSil