Modern çağ bize hafta sonu diye bir vakit dilimi hediye etti. Takvimi bile kitlesel çalışma düzenimize göre ayarlıyoruz zaten takvimi oluşturmamızın sebebi de vergiyi ne zaman toplayacağımızı belirlemek ve alacak ve borçlarımızı vadeleştirebilmekti. İnsan zannedildiği gibi oturup düşünerek icat yapmaz ihtiyaçlar onu zorlamadıktan sonra.
Pazar sabahı erkenden kalktığımda 15 milyonluk bu metropolde şahit olduğum ıssız sokaklar, terk edilmiş araçlar, başıboş gezinen kedi ve köpekler ve sokağın başındaki fırından yayılan sıcak ekmek kokusu. Bakkalımız bile sekiz buçuktan önce açmıyor dükkanı.
Çoğumuz için pazar günü , öğleden sonradan ibaret. Pazar sabahları medeniyetin uyumamız için bize bahşettiği serbest vakitler olmalı ki uyuma eylemi pazar sabahları ile özdeşleştirilir. Pazar uykusu diye bir tabirimiz bile var.
Pazar öğleden sonraları ise ertesi gün okullu çocuğu olanlar için farklı olmayanlar için farklı akar. Vakti ve nakti olanlar için pazar öğleden sonra gezmelerin, buluşmaların, maçların, sinemaların kalabalığına karışmaktır. Ya da aile ile alışveriş ve dışarıda bir yemek.
Öğrencilik yıllarımızda hafta sonu okulun olmadığı vakitleri tanımlardı, sadece okula gitmezdik zira etrafta hafta sonu olduğuna dair hiçbir işaret olmazdı. Benim büyüdüğüm yerlerde hafta bölünmemişti. Bütün günler bir aradaydı ve güneş günleri ayırmazdı(ingilizin pazar gününe sunday demesi enteresan). Sonra şehre düştü yolumuz ve pazar günlerinin gün doğumsuz sabahlarıyla tanıştım. Nedense insanlar ertesi gün pazar diye c.tesi geceleri geç saatlere kadar oturmak zorundaymış hissediyorlardı kendilerini. Biz de öyle yapardık ve sabaha kadar otururduk. Şubat ayından çaldığımız günleri yaz aylarına serpiştirdiğimiz gibi hafta içi sabahlarımızdan ve gecelerimizden çalınan saatleri de hafta sonuna ekliyorduk.
Otuzlu yaşlardan sonra bu bahşedilen hafta sonu ve pazar sabahı kutsallığının beni yabancılaştırdığını hissettim. Rahatsız edici hale geldi benim için. Herkesin bir lütuf gibi karşıladığı pazar günleri görünmez parmaklıklar arasında içine hapsetti beni. Çıkıp uzun uzun yürürdüm bu koca şehirde kaçacak bir yer konuşacak bir adam dönecek bir yuva arardım. Bir ara hemşehri kahvesinde, parklarda , çarşıda , akraba ziyaretlerinde dost meclislerinde bir teselli aradım. İnsanlar arasında bulunmak iyi gelebilirdi . Olmadı. Pazar günleri p.tesiye kadar katlanılması gereken upuzun bir yalnızlığı dönüştü.
Ne mevsim ne deniz ne aşk ne de mabet! Pazar günü aynı ruhsuz,zevksiz,müziksiz haliyle sökün etti ne uzadı ne kısaldı. Benim derdim pazar günüyle değildi sanırım zaten insanın ne derdi olabilir ki takvimdeki bir günle!?
Pazar günleri kaçtığım bir dünyanın kapısının eşiğine getiriyordu beni huzursuzluğum ondandı. Hafta içi zihnimi oyalayan gürültü pazar sabahı birden kesiliyor ve sessizliğin ortasında iç sesimle baş başa kalıyordum. Sen bu dünyaya ait değilsin diyen!
Yazmadığım kitaplar okumadığım yaşamlar düşünmediğim hayaller birikiveriyordu işte. Korkuydu bu düpedüz yaşam korkusu .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder