1) Tr'de, (hasmı karşısında) kaybeden bir erkeğin zihninde, bir kadının tüm sevgisiyle yani özel bir erkek olarak sevilmeyeceği endişesi canlanıyor. Kaybetmek, dişilleşmek anlamına geliyor çünkü. Erkekler arası ağız dalaşlarında, "erkeksen gel" sözüne çok başvuruluyor bu yüzden.
2) Bu erkek zihninde, yenilmenin dişilleşmek anlamına gelmesi, "altta kalma" endişesinin de sebebi.Hasmının üstün gücüyle pasifleştirdiği erkek, artık onun "dişisi" gibi oluyor. İşte buradaki, kastrasyon endişesi.Demek ki henüz bastırma yok ve yasaların yasası içselleştirilmemiş.
3) Yasaların yasasının içselleştirilmemiş olması, sözü geçen erkeğin,
annesinin yegane sevdiği yani onun tüm sevgisine mazhar olan birisi olma
isteğinden vazgeçmemiş olması demek. Anneyle baba arasındaki özel
"hukuk" tam olarak tanınmamış henüz. >>
4) Yasaların yasasını tanımak, annenin temel duygusal ilişkisini kendisiyle kurduğu biri olmak isteğini bastırmak demek. Oysa, özel birisi olarak kalmak isteği narsisistik bir istek. Yani odip öncesi tüm dönemler narsisistik. Buradan şu noktaya geliyoruz: ya bastırma ya narsisizm
5) Yasaların yasasının tanınması, diğer tüm sosyal ve hukuki yasaların
tanınmasının da temelidir çünkü toplumu kuran yasa, işte bu yasadır. Bu
yasa, Babanın yasasıdır ve ilk yasa bir yasaktır. Arzu da bu yasayla
doğar.
6) Tr'de, bu yasanın tanınmasında bazı sorunlar var. Tr'deki aileci
sistemde, evliliklerin temelinde, duygusal bağlardan çok, çocuk yapma
imkanına kavuşmanın yatmasının, annenin temel duygusal ilişkisini
çocuklarıyla kurmasına yol açtığını yazmıştım dünkü dizide.
7) Annenin çocuklarına sözü geçen duygusal yatırımı, çocukları
annelerine iyice bağlar ve çocuklar, kendileri evlendiklerinde bile,
ilksel aileleriyle ilişkilerinin niteliklerini değiştirmekte
zorlanırlar. Özellikle de erkek çocuklar, kaynana-gelin çatışmasının
arasında kalırlar.
8) Kaynana-gelin çatışmasının ana sebebi, çoğunlukla, erkeğin/erkek çocuğun sadakat tekeline kimin sahip olacağı kaygısıdır.Bu tarafta da, sevilmeme endişesi canlanır yani.Ama bu endişe, "kadın olduğum için sevilmiyorum" endişesidir; erkekteki gibi, dişilleşmek endişesi değildir.
9) Yasaların yasası tanınmayınca, diğer tüm yasalar da muallakta
kalırlar ve bağımsız işleyen bir normatif üst-ben oluşmaz. O zaman da,
sokağa tükürmek, çekirdek kabuklarını ve izmaritleri sokağa atmak,
sürücülerin yaya geçitlerini kullanan yayalara yol vermemesi vb
sıradanlaşır.
10) Böylece, Tr'de kamusal alan, burada defalarca yazdığım üzere, gündelik hayatta, bir serbestlik (liberty) alanı ama özel alan (burada özellikle haneleri kastediyorum) bir disiplin alanına dönüşür ki bu Batıda olanın tam tersidir.
11) Tr'de "herkesin ve hiç kimsenin" alanı olan kamusal alanın "hiç kimsenin" kısmı yok! Parktaki çiçeklerin yeni konmuş gübresini bile bir poşete koyup üstelik poşeti de kücük kızına taşıtıp evine götüreni de gördü bu gözler!
12) Tr'de devletin toplumun üzerinde bir iktidarı (potestas) var; ama
toplumun içindeki iktidarı (potentia) çok zayıf.15 000 000 kaçak bina
göz göre yapıldı ve sineye çekildi mesela. Kümes var ama kümesin kafesi
ardında tavuk ve horozlar bildiklerini okurlar. Tr'deki durum böyle.
13) Erkeklerdeki sözü geçen dişilleşme yani kastrasyon endişesi yüzünden, Tr'de birçok çatışmanın hacmi, görünürdeki çıkış sebebinin önemiyle orantısız oluyor. Mesela, trafikteki sıradan olaylar cinayetle sonuçlanabiliyor. Mesele çatlayan tempon, ezilen kaporta değil aslında.>>
14) Mesele, bu erkeklerden kimin, hangisinin diğerini pasifize ederek
dişilleştireceği ve böylece annenin yegane sevgi nesnesi olma ümidini
koruyabileceği. "Sert" adam olmazsan, baban seni ezer çünkü!
15) Fiziki üstünlüğün diğer tüm üstünlükleri kodladığı bir kültürel coğrafyada kimse kimseyle doğru dürüst konuşamaz.
16) Doğru dürüst konuşulmayan bir yerde, bilim de dahil, ne olur, gerisini siz düşünün!
(dr.murat önderman İÜSBF twitter adresinden derlenmiştir)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder