
............
Felsefesiz toplum
Söz konusu ankete verilen cevaplar, ne yazık ki, böylesi bir "derinlik"i yansıtmaktanuzaktır. Aynı karşılaştırma üzerinden açıklamaya gayret edersek, "iyi yaşam"ı hayat tarzı üzerinden ve onu zevkleri azamî ölçüde tatmin etmek ile özdeşleştiren bir hedonizm çerçevesinde tanımlayan Türk sekülerliği gibi "dindarlık" da popüler düzeyde "din"in "ahlâkî" boyutunu, bu alandaki mesajlarını ikinci plana atmakta ve onu "şeklî bir ibadet"e indirgemektedir.
İlginç olan toplumumuzdaki "sekülerlik" ve "dindarlık"ın bir asır öncesi ile kıyaslandığında bu konuda ciddî bir seviye kaybına uğramış olmalarıdır.
Osmanlı/ Türk sekülerleşme hareketinin önde gelen isimleri Jean-Marie Guyau'dan etkilenerek, bir yandan güçlü örgütlenmiş din eleştirileri dile getirirken öte yandan da "geleceğin din yokluğu"nun yaratacağı sorunların "vecibesiz, müeyyidesiz, dogmadanazâde, bireyi felsefî anlamda dindar yapacak" inanç biçimleri ve bunların getireceği "ahlâk" ile aşılabileceğini savunmuşlardır.
Bunu çarpıcı biçimde dile getiren bir hikâye olan Tıbbiyeli ve Nişanlısı yahud Mekârim-i Ahlâkiyesiz Din, Dinsiz Mekârim-i Ahlâkiye ile verilmeye çalışan mesaj da "dinsiz olmanın fezâil-i ahlâkîye sahibi olmaya asla mani olmadığı," modern bireyin "felsefî anlamda" dindarlaşmasının gerekli olduğu idi.
Ancak Türk sekülerliği böylesi bir felsefîahlâkî yaklaşım yerine, on dokuzuncu asır Alman popüler maddeciliğinin, en veciz anlatımını Ludwig Büchner'de bulan, "geleceğintoplumu deneysel bilime dayanacak, o da kendi ahlâkını doğuracaktır" sığ yaklaşımını benimsemiştir. Bunun neticesi ise yaşam tarzını kutsayan, "bilim"in "ahlâkî doğru"yu da belirleyeceğini varsayan, "iyi hayat"ı "içilen şarabın markası" ve tüketime indirgerken onun ahlâkî boyutunu önemsemeyen, kaba bir dünyevîlik anlayışı olmuştur.
Buna karşılık, bilhassa yirminci asır başı Osmanlı İslâmcılığının temel vurgusu olan, dinin aynı zamanda bir ahlâk öğretisi olduğu, "sırat-ı mustakim"in "itikad" kadar kapsamlı bir "ahlâk" ile onun değerlerini de içerdiği yaklaşımı yerine, dini biçimsel ibadete indirgeyen, verilen ahlâkî mesajın ikinci planda kaldığını düşünen (ya da bunun farkında bile olmadığı için düşünemeyen) bir anlayış "dindarlık" olarak revaç bulmaya başlamıştır. Sığ Türk sekülarizmi gibi bu kaba, biçimci "dindarlık" da hedonist eğilimlere sahiptir. Bu açıdan bakıldığında, "din" ve "ahlâk"ın ayrı olduğu kanaatinin popüler düzeyde revaç bulması "felsefî bir derinlik"ten ziyade kaba bir "dindarlık" yaklaşımını yansıtmaktadır.
Üyelerinin önemli bölümü bu tür "dindarlık"anlayışını benimseyen, geri kalanı da sığ bir sekülarizmi içselleştiren bir toplumun ciddî bunalımlar ile karşı karşıya kalacağı açıktır. Bunun modernlik sonrası dünyası, bilhassa da post-modern çağın önemli gelişmelerinden birisi olduğu doğrudur. Ancak "felsefesizlik"in bir sorun değil övgü vesilesi olduğu, bunun neticesinde "biçimsel," "kaba" ve "sığ" olanın öne çıktığı Türkiye'nin bu alanda oldukça uç bir örnek teşkil ettiği de ortadadır.
"Din-ahlâk ilişkisi" önemindeki bir tartışmanın entelektüel mehâfile sıkışması ise şüphesiz zikredilen "sığ"lığın toplumumuzdaki tartışılmaz egemenliğini kanıtlamaktadır.
Hedonist eğilimlere sahip popüler "dindarlık" ve "sekülarizm"in sığ, kaba ve biçimsel karakteri Türkiye'nin en önemli sorunlarından birisidir.
Makalenin tamami icin
http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2017/05/28/felsefesiz-bir-toplumda-ahlk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder