
Dokuz on yaslarindaydim, köydeki eski (cünkü sonradan yanina yeni bir ev yapildi dede evinden bahsediyorum) evin verandasinda (hayat denirdi) sirtimi kirec badanali duvara yaslamis asma gölgesinden serinleyerek yüzüme vuran yaz sicaginda avluyu seyrediyordum. Ögle günesinin cöktügü avludan gölgelerde serinleyen tavuklarin gidaklamalari, ara sira rüzgarin hisirdattigi dut agacinin ciliz iniltisi ve annemin telasli ayak sesleri ile birlikte parlak ve sicak yaz gününün kulaklari aciz birakan sessizligini dinliyordum. Ölü bir adamin hayatta kalan gözlerinden bakar gibi hareketsizce günesin yikadigi avluyu seyre dalmistim. Bir süre sonra sessizlige karisan ciliz seslerde kayboldu. Kendimi isigin icinde yüzen bir ruh gibi özgür hissettim. Derin bir huzur gözlerimde. O gün sanki hic aksam olmayacak ben hic büyümeyecegim dut agacindaki rüzgar dinmeyecek, annem hep ocagin basinda mutluluk pisirecek, ölmeden ölümsüzlük yurdunda o anki halimizle isinlanacagiz gibi inandim.
Ne muhtesem bir yazdi o gün hayat ölümsüzlüge yazgiliydi ve öglen ikindiye varamiyordu avluyu gecip.
Ne annem ne o yaz ne de o cocuk ne de hayat var simdi..Ikindi aksama yaz ise kisa döneli hayli zaman oldu..
Yazlari bu kadar sevmem belki o günün hatirasidir...Kim bilir...
Hayat nasil da geciyor zaman hic gecmezken ?!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder