Ne olup bittiğinin farkında olanlar için daha da berbattı.
Farkında olmayanlara gelince, hayatın berbat olup olmadığının ne önemi var onlar için?
Farkında olmak, ızdırab çekmek demek, hayata alışmamak, bir türlü rahat olamamak demek.
Farkında olmak, varolmak demek, varoluşu idrak etmek demek.
Farkında olmak, dahil olmak, oyuna katılmak demek değil, bilakis farkında olmak, oyunun farkında olmak, katılmaya değmeyecek bir oyunun oynandığını görmek demek.
........................

Farkedenler için, evet, asıl farketmeye değen şeyleri farkedecek zekâlar için ziyadesiyle berbattı hayat.
Büyük işler berbatlığın büyüklüğü oranında zuhur eder. Hayatın saldırıları arttığında —sanıldığının aksine— kendi olabilen, kendi kalabilen şirzime-i kalile’nin gücü de artar.
.................................
Zaten kısa olan bu hayatın berbat geçip geçmemesi önemli değil, asıl önemli olan bu geçicilik içinde bizim kalıcı olarak ne yaptığımız.
Kendimiz için ne yapıyoruz meselâ?
Ruhlarımızı korumak için, Rahman’ın defterinde adımızı görebilmek için, hüsrana uğramamak için ne yapıyoruz?
Biliyorum, insanın kendi olması, kendi kalması zor, çok zor. Fakat kendimiz olmak, kendimiz kalmak için zamanı ayarlayamayız. Çünkü bütün zamanlar, zor zamanlardır! Zorluk zamanın arazı değil, bilakis kendisi, kendisinden bir parça, mahiyetinin bir parçası.
Farkedenler, farkedebilenler hep berbat bir hayat içerisinde, hep bir zor zaman diliminde farkettiler, farkedebildiler ve fakat asla bu dünyada berbat olmayan bir hayatın, zor olmayan bir zamanın gelmesini beklemediler.
Hayat berbat, zaman zor olmasaydı —bir düşünelim bakalım— elimizde dikmeye değecek bir fidan olur muydu, olsaydı onları dikmeye gerek kalır mıydı?
Sakın yanlış anlaşılmasın, bardağın dolu tarafını görmeye çalışın, hayattan kam almaya bakın, filan demiyorum, zira bu bardak hep boş idi, kam alınmaya değer bir hayat da hiçbir zaman yok idi. Binaenaleyh bu boşluğu, bu yokluğu idrak edip siz asıl yokluk içerisinde varolmanın keyfine bakın!
Sûfîler, küfr-i hakikî olmadan iman-ı hakikî olmaz, derler, ben de derim ki:
Varlık içinde yokluk çekeceğinize, bir kere de yokluk içinde var olmayı deneyin!
Öyle ya, varlık varlık’a nisbetle değil, yokluk’a nisbetle varlık niteliğini kazanıyor değil midir?
Sevgili dostum, unutma ki zübde-i âlemsin sen, o halde, hoşça bak zâtına!
Dücane Cündioğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder