Bu ülke son 20 yılda üç büyük travma yaşadı; 1999 Gölcük depremi, 2001 ekonomik krizi ve 15 Temmuz darbe yeltenmesi.
Üç travmada üç akılsızlığımızın bedeliydi.
1999 depremi çarpık kelimesinin karşılayamayacağı vicdansız bir akılsızlıkla ele ele aç gözlü bina hırsızlarının ürettiği bina yığınlarının altında bıraktı bizi. Doğa bu yaptığınız kentleşme değil gece kondu kafalılar dedi bize.Bedeli çok ağır oldu. 17 bin küsur can ve on binlerce yaralı ve binlerce yıkık bina...Binlerce yaralı yürek..
2001 krizi tıkanmış soyguncu eko-siyasetimizin duvara toslamasıydı. Bu kriz Türkiye'deki ekonomiyi ve siyaseti 180 derece dönüştürdü. AK Parti iktidarı 2001 krizinin soncudur ve bu krizi yaratmış olan bütün partiler 2002 kasım seçimlerinde sandığa gömüldüler MHP hariç tarihten silindiler.(ANAP-DYP ve DSP)
15 Temmuz (daha çok taze) da bütün devlet aklımızın çöp olduğu gündür. Devlet dediğimiz şeyin aslında niç olmadığını anladığımız gündür.
1999 depremi yaradır benim için. Hiç bir yakınımı kaybetmedim ama kalbim çok acıdı o gün...Çaresizliğimle çaresizliğimizle yüzleştiğimiz , ağustos sıcağının yürekleri cehennem gibi kavurduğu ülkece yalanlarımızdan uyanmaya başladığımız çok acı bir gündür..
İşe gittim neye gittiğimi de bilmiyorum.. Bir şeyler yapmak istediğim ama yapmadığım zamanlar (tıpkı 15 temmuz gecesi gibi). Patron " niye çalışıyoruz ki abi " soruma " ne yani hayat dursun mu " diye cevap vermişti. Hayat dursundu be bir kere de bir hafta olmadı bir gün iki gün...Hayat durmuştu binlercesi için onlara saygımızdan biraz da biz dursaydık , ağlasaydık ve dua etseydik sadece..
Patron yeni ev almıştı bilmem kaç yüz bin dolara , evin taksitlerini ödüyordu..O zamanlar DASK ta yok. Şok içindeydi.
- Ulan kıçımdan ter akarak zar zor taksitlerini ödediğim ev az kalsın yıkılıp gidiyordu be..
Bu cümleyi sayıklayıp durdu günlerce..
Stv yi açıp Kuran dinliyordu içki içmeyi de bırakmıştı.. Birkaç hafta devam etti böyle sonra da hayatına kaldığı yerden devam etti..
1999 benim patronumun gözünde ölümle ve elimizdeki her şeyi yitireceğimiz gerçeğiyle yüzleşmeme sebep oldu. Patronumun yüzündeki o endişeyi ve gözlerindeki korkuyu asla unutamam. Ölüp dirilmiş gibiydi...
1999 17 ağustos , sevgilimden gelen telefon, yalnızlık, çaresizlik ve utanç demek benim için.
Hesabı verilemeyecek bir hayattan duyulan utanç, insanlar çürümüş cesetlerin ve bina enkazlarını arasında yaşam savaşı verirken kıçını yayıp uyumanın utancı...
Kocaelinde binaları yıkılmış bir akrabımıza boş duran bir evi vermemenin zahmet edip Kocaeline kadar gidip onlara bunu söylememenin utancı...
Orada kimse var mı ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder