29 May 2014

BİLİM Mİ KERAMET Mİ?

" Muhammed Üftâde hazretlerini sevenlerden fakir bir kimse vardı. Her sene hac mevsiminde hacca gitmek ister, fakat gidecek parası olmadığı için de bu arzusuna nâil olamazdı. Üzüntüsünden hiç yüzü gülmez, gözleri hep hacca gidenlerin yolu üzerine takılır kalırdı. Hanımı, yüzü gülmeyen kocasının bu hâline çok üzülürdü. Yine bir sene parası olmadığı için hacca gidemeyen bu fakir, hanımına; "Eğer bu sene de hacca gidemezsem, seni üç talak ile boşadım." dedi. Günler geçti. Kurban bayramı yaklaştı. Fakiri bir düşüncedir aldı. Hacca gidemezse, hanımı boş olacaktı. Bir yerden de borç bulup hacca gidememişti. Ne yapacağını şaşırdığı bir gün, aklına Muhammed Üftâde geldi. Hemen huzûruna gidip, ağlayarak durumunu anlattı. Muhammed Üftâde; "Bizim Eskici Mehmed Dede'ye git, bizim selâmımızı söyle. O seni hacca götürüp derdine dermân olur." buyurdu. Fakir, sevinerek huzûrdan ayrıldı, süratle Mehmed Dede'nin dükkanına koştu. Mehmed Dede'ye hocasının selâmını söyleyip, derdini anlattı.Mehmed Dede; "Ey fakir! Gözlerini kapa. Aç demeden sakın açma!" dedi. Fakir gözlerini açtığında, kendilerini Mekke'de buldular. Mehmed Dede, Allahü teâlânın izniyle, fakiri bir anda kerâmet göstererek Hicaz'a götürmüştü. O gün, Arefe idi, hacılar Arafat'a çıkmışlardı. Fakir ve Mehmed Dede de ihram giyip Arafat'a çıktılar. Ertesi günü Kâbe-i muazzamayı tavaf ettiler. Ziyâret yerlerine gittikten sonra, Bursalı hacıları buldular. Onlar, hemşehrileri olanMehmed Dede'yi ve fakiri görünce sevindiler. Fakir, birkaç hediye alıp, bir kısmını götürmeleri için hemşehrisi olan hacılara emânet etti. Vedâlaşarak ayrıldılar. Aynı şekilde bir anda Mekke-i mükerremeden Bursa'ya geldiler. Fakir, getirdiği bâzı hediyelerle eve gelince, hanımı, birkaç gündür eve gelmeyen kocasını eve almak istemedi ve; "Sen beni boşamadın mı? Hangi yüzle bana hediye getirerek eve giriyorsun?" dedi. Kocası da; "Hanım ben hacdan geliyorum. İşte bu getirdiklerimi de Mekke'den aldım." dediyse de, kadın; "Bir de yalan söylüyorsun. Üç-beş gün içinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye vereceğim." dedi. Kâdıya giderek durumu anlattı ve; "Nikâhımızın feshedilmesini istiyorum. Çünkü nikâhsız yaşamayı dînimiz yasaklamaktadır. Bu sebeple haram işlemek istemiyorum." dedi. O sırada Bursa kâdılığına Azîz Mahmûd Hüdâyî bakıyordu. Kâdı, hanımın kocasını mahkemeye çağırtarak onu da dinledi. Fakir, hacca gittiğini, Kâbe-i muazzamada tavâf edip, ziyâret edilecek yerleri gezdiğini, Bursalı hacılarla görüşüp, getirmeleri için emânet eşyâ verdiğini iddiâ etti. Bu sebeple boşanmanın vâki olmadığını söyledi. Fakir, Mehmed Dede'yi şâhid gösterdi. Mehmed Dede de; "Şeytan, Allahü teâlânın düşmanı olduğu hâlde, bir anda dünyânın bir ucundan bir ucuna gittiği kabûl edilir de, bir velînin bir andaKâbe'ye gitmesi niçin kabûl edilmez?" dedi. Kâdı hayret ederek, mahkemeyi diğer hacıların geleceği günlerden birine tehir etti. Aradan günler geçti. Bursalı hacılar hacdan döndüler. Mahkeme gününde de, şâhid olarak fakirin hac vazifesini yaptığını, hattâ emânet verdiği şeyleri getirdiklerini bildirdiler. Kâdı, şâhidlerin verdiği ifâde ile, dâvâcı hanımın nikâhı feshetme isteğini reddetti. Böylece, boşanma hâdisesi olmadı."

Aziz Mahmut Hüdai'nin dergaha intisabına vesile olan bu olay pek meşhurdur ve menkıbe olarak anlatılır fakat bu olay menkıbe değildir ve mahkeme kayıtlarına geçmiş bir vakıadır. Bu yüzden vakıa üzerinde tartışmak ve burun kıvırmak mümkün değildir. Bir kaç gündür yazdığım gibi insan bütün bunları yapabilecek kudrettedir ve bu kudretin ismi gayret ve bilimdir. Bugün parası olan herkes yukarıdaki kerameti kolayca gerçekleştirebilir alır biletini iki saatte Mekke'ye uçar. Bilim geçmişin kerametleri olarak anlatılanların hepsini günlük kullanıma sokmuş ötesine bile geçerek insanoğlunu ayda yürütmüştür. 

Eskiden bireysel tekamül ile elde edilen melekeler bugün ticari ürün olarak satılmaktadır. Bu durum hala bireyin uçağa ihtiyaç duymadan Mekke'ye gidebileceği gerçeğini değiştirmez. 

Mesela bilimin bu aralar üzerinde en çok çalıştığı konuda zihin gücüyle aletleri kullanmak. Bugün okuduğum bir haberde iki pilot ellerini hiç kullanmadan sadece düşünceleri ile bir uçağı uçurmayı başarmışlar (tabiki pilotların beyni ile uçak arasında diyotlar bağlı). 

Peygamber devrinde Medine'de yaşayan bir bedevi de (yahudi de olabilir) doğru hatırlıyorsam zihin okuyabiliyordu. Hatta peygamber bu zatı duyunca pek taaccüp etmiş ve bu zatı bizzat kendisi denemiştir. Peygamberimizin aklında tuttuğu sayıları tek tek bilmesi üzerine peygamberimizin taacübü daha da artmış adeta gözlerine inanamamıştır.

Sözün özü,keramet dediğin bilim üretmektir menkıbe anlatmak değil. Bize düşen çalışmak çalışmak çalışmak. Zira Yaratıcı, bu dünyayı bir laboratuvar olarak emrimize vermiştir. 

Gerisi biz ekalmış ya sürünürüz ya uçarız...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder