Erikler çiçek açtı mı artık bahar gelmiş ve yaz kapıya dayanmış demekti. Uzayan günlerle havalar ısınmaya başlar ve doğa yeşil bir örtüyle kaplanırdı.Çocukluğumun geçtiği köy kelimenin tam anlamıyla yeşile bürünürdü.Biz mevsimleri ağaçlardan takip ederdik zaten. Baharda badem ve erikler çiçeklenir ve çok geçmeden dallar taze eriklerle dolardı. Benim çocukluğumda komşu bahçelerden erik aşırmak gelenek gibi bir şeydi. Sonra kirazlar olgunlaşır ardından evin önündeki dut ağacı bal damlalı dutlarla dolardı. Çok sinek yapıyor diye annem daha sonra o dut ağacını kestirmişti. Dutlar oldu mu yaz gelmiş demekti. Orak elmaları ve armutları dalları eğdiğinde en uzun yaz günlerinin sıcak öğlenleri elma ve armutları bağrında pişirirdi adeta. Çocukken bayılırdım orak elmalarına. Bu sene çok aradım ama hiç kalmamıştı.Elma değil armut bile kalmamış.
İşte o orak elmalarının dallarda olgunlaştığı günlerde komşumuz maceraperest Celal hadi gidip balık tutalım ve filmlerdeki gibi ağaç çubuklara takıp pişirip yiyelim dedi.Serde macera hevesi var tamam dedim.
Düştük yola. Yaklaşık üç km yol yürüyerek Bakacak Deresine vardık. Köyümüzün içinden dere akıyordu aslında lakin Bakacak Deresi daha büyük olduğundan içinde de daha büyük balıklar vardı. Derenin küçük bir gölet oluşturduğu bir yerine konuşlandık. Ya derede balık kalmamıştı ya da av vakti değildi. Saatler süren uğraş sonucu biraz balık tuttuk. Tuttuğumuz balıklar ikimizin karnını doyuracak kadar vardı.Şimdi ziyafet vaktiydi. Hevesle ağaç dalları toplayıp ateş yaktık. Celal bu arada küçük çakısıyla balıkları pişireceğimiz çubukları hazırlıyordu. Ateş kıvama gelmeden (acemilik işte) balıkları çubuklara taktık ve koyduk duman tüten ateşin üstüne .Balıklar dumandan karardı biraz sonra. Bu işte bir terslik var dedik yahu filmlerde balıklar böyle olmuyordu. Sonra ateşin köz haline gelmesi gerektiğini anladık. Zaten biz uğraşırken alevler sönmüş yaktığımız ateş köze dönmeye başlamıştı. Yeniden bir heves balıkları çubuklara taktık ve koyduk ateşin üstüne. Bu seferde balıklar çubuklarda durmuyor ve küllenmeye başlamış közün içine düşüp duruyorlardı,bu iş televizyondan görüldüğü kadar kolay değildi anlaşılan. Bir hayli uğraştık balıkları pişirmek için bir kaç tanesi heba oldu bu hengamede. Neyse büyükçe birini pişirmeyi başardık tam istediğimiz gibi çıtır çıtır kızarmamıştı ama gene de film atmosferini yakalamıştık biraz. Hevesle çubuğa takılı balıktan bir lokma aldık,tanrım o da ne ? Tuzsuz ve çiğ bir balık tadı,üstelik buram buram is kokuyor. Erkekliğe bok sürmek istemediğimizden biraz yemeye çabaladık ama gitmiyor arkadaş. Sonra Celal ile bakıştık gözlerimizle o sessiz anlaşmayı imzaladık ve balıkları olduğu gibi ateşe attık.

Bizim doğaya dönüş maceramız hüsranla bitmek üzereydi ve ateşte ağaç çubuklarıyla balık pişirme işinde öğrenmemiz gereken çok şey vardı ve filmlerde göründüğü gibi olmuyordu bu iş. Ee şimdi ne olacaktı? O kadar yol gelmiş saatlerce balık tutmakla uğraşmış ve fena halde acıkmıştık. Karpuzlar daha olmamıştı ki gidip karpuz aşıralım. Son anda aklıma bizim mısır tarlası geldi. Hemen yakınımızda mısır ektiğimiz bir tarla vardı normalde dedem görse beni dayak manyağı yapardı ama aç kalan köpek fırın duvarını delermiş. Bütün korkuma rağmen usulca tarlaya daldım ve yeterince mısır kopardıktan sonra ateşin başında bekleyen Celal'in yanına geldim. Balıkları pişirememiştik ama mısır közlemeyi iyi biliyorduk.
Topladığım mısırları bir güzel közledik biraz balık kokuyorlardı ama kime dert, bir güzel afiyetle mideye indirdik.
Balıkla ilgili bu başarısızlığımızdan asla konuşmadık daha sonra ve kimseye anlatmadık. Bir kaç gün sonra hatalarımızdan ders çıkarmış olarak yeniden aynı yere gittik ve bu sefer balık yedik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder