"Asagida Balikesir Üniversitesi Sosoyal Bilimler Enstitüsü Dergisinin 30.sayisinda Aralik 2013 tarihinde yazar Elif Cimen tarafindan kaleme alinan makaleyi okuyacaksiniz. Maalesef cözümlemesi yapilan resmi buraya kopyalayamadim ilgili kaynaktan resmi önce incelemenizi sonra alttaki yaziyi okumanizi öneriyorum. Yazi ikonolojiden cok ikonografi olmus gibi ama temel fikir vermesi acisindan dikkate sunulmustur.Keyifli okumalar"
ÖZ
20. Yüzyılda Erwin Panofsky tarafından geliştirilmiş olan, üç aşamalı
ikonolojik yöntemin yanı sıra görsel göstergebilimsel yöntemlerden de
yararlanarak Günümüz Türk resim sanatının sağlam desen yapısıyla
dikkati çeken Prof. Mahmut Bozkurt’a ait, mitolojik öğeleri çok zaman
barok üslubu andıran renk, form ve kompozisyon anlayışıyla güncel
yaklaşım ve sorunlara göndermelerle ortaya koyduğu bir dizi eserinden
biri olan “Uyku Krallığı” adlı yapıtın şifreleri incelenmiştir. Bu
bağlamda sanatçımız ve işlediği mitolojik öykü hakkında bir art- alan
ve art-zaman araştırması yapılarak resim düz anlamsal açıdan irdelenmiş
devamında ise yan anlamsal inceleme yapılarak analiz edilmeye
çalışılmış, Yorum aşamasında da ressamın bu yapıtla insanlara aktardığı
önemli bir mesaj olduğu değerlendirmesi yapılmıştır.
GİRİŞ
“ ...
Günlerim bir düş
Sayarken yanılmıyorsun;
Ama Umut gitmişse uzaklara
Bir gece ya da bir gün
Bir görüntüde ya da bir şeyde olmaksızın
Fark eder mi bu yüzden?
Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz
Yalnızca bir düşün içinde bir düş.”
Edgar Allan Poe(2003)
Günümüz Türk resim sanatının popüler anlamda ön planda görmeye alışık
olmadığımız sanatçılarından biri olan Mahmut Bozkurt’un sağlam bir desen altyapısı
ile ürettiği çalışmalarına kaynak oluşturan en önemli unsurlardan biri mitolojik
öykü ve karakterlerdir. Bu öykü ve karakterler Bozkurt’un resimleri içinde
çağımıza dair izleri bazen gizlice bazen de çok açık bir ironiyle barındırır. Sanatçı,
mitolojik öğeleri çok zaman barok üslubu andıran renk, form ve kompozisyon anlayışıyla
güncel yaklaşım ve sorunlara göndermelerle ortaya koyarken, belki de çağımızda
üretilmiş eserler içinden “zamansız” olmaya aday çalışmalar yapmaktadır.
2000 ila 2003 yılları arasında ortaya çıkan “Uyku Krallığı” ve bu resim etrafında
kümelenen diğer üretimler yukarıda bahsedilen nitelikleri taşımaktadır. Resim
tarihinde pek çok kez ele alınan bir temanın yeniden yorumudur “Uyku Krallığı”.
Sanat tarihine bakmak adına farklı bir pencere açmış olan E. Panofsky’nin
“İkonoloji” adı altında geliştirdiği yöntemi(Tükel;2005) kullanarak ve sanat yapıtlarının
anlamlandırma çalışmaları için ilk kez Ferdinand de Saussure tarafından
isimlendirilen Göstergebilimin, Görsel sanatlar için geliştirilen Görsel Göstergebilim
kavram ve yönteminden de yararlanarak, bilimsel bir anlamlandırma süreci izleyerek
yapıtın bildirisini bir üst dile dönüştürme adına, bu özgün ve çağdaş Türk
resmini okumaya gayret edeceğim.
ÖN İKONOGRAFİK BETİMLEME
Ön ikonografik inceleme safhasında ve düz anlamsal göstergeler bağlamında,
resimde, ana izlek olarak, birisi siyah tenli iki bebeği kucaklamış
bir anne, aydınlık bir boşlukta durağan göstergeler olarak gözlenmektedir.
Alışılmadık figürler, kanatlar, giysiler ile bulutlardan oluşan mekandan meydana
gelen dizim bize onların mitolojik karakterler olduğu izlenimini vermektedir.
Yapıtın dilsel göstergesi olan adı de bu izlenimi güçlendirmektedir.
Mekan, günbatımı alacakaranlığını andıran bulutsu bir atmosfer üzerinde
olduğu duygusu uyandıran biçimde betimlenmiştir.
İKONOGRAFİK ÇÖZÜMLEME
Eserin İkonografik çözümlemesi için yapılan artalan çalışmasına göre;
İzleklerin, gece tanrıçası Nyks ve ikiz oğulları Hypnos (uyku) ve Thanatos
(ölüm) un alegorik bir tasviri olduğunu bilmekteyiz.[**] Birçok kaynakta,
gece tanrıçası Nyks’in göksel tanrılar arasında en eskisi olduğu, mitolojide ilk
anne olarak kabul edildiği yazmaktadır. “Bu kara kadın, tek başına gün ışığı
tanrıçası Hemera ile mavi göğün tanrısı Aither’i doğurdu. Öteki çocuklarının
sayısı da yüksektir ve isimleri hayli karanlık anlamlar taşır: Thanatos(ölüm),
Hypnos(uyku), Momos (Küçümseme, alay), Oizis(sızlanma), ve (Oneiros)
düşler. Nyks bunlardan başka tanrıça Nemesis(öç), Geras(yaşlılık),
Eris(uyuşmazlık), Moros (öldüren yazgı), ve sonra cinayet, sefalet, öfke ve
acımayı doğurdu.” (Agizza,2001a)
Resimde Gece tanrıçası Nyks tüm heybetiyle yeryüzüne hakim bir duruş
sergilemektedir. Arkasına aldığı güneşin sarı sıcaklığı ortama hakimdir,
ama bu hakimiyet hafifçe baş gösteren kızıllıkların verdiği ipucuna göre
fazla sürmeyecektir. İhtişamlı kara kanatlarıyla Nyks çocukları Hypnos ve
Thanatos’u hayatı ve günü temsil eden güneşten adeta sakınarak kucaklamıştır.
Belli ki ikizler gecede (yani annelerinin koruması altında) barınabilirler
ancak. Ana izlek olan annenin sırtındaki kanatların kendilerine ait başları
ve gözler vardır. Bunlar anneleri adına ikizleri gözetmektedirler
Sıra dışı bir gösterge de ikizlerden birinin beyaz tenli diğerinin ise siyah
tenli olmasıdır. Beyaz tenli bebeği Hypnos, siyah tenli olanı ise Thanatos’u
simgelemektedir. Hypnos’un gözleri net değildir, adeta bir gözlük ya da kuşakla
görüşü engellenmiştir, uyku halindedir. Thanatos ise her haliyle aykırıdır.
Ten rengi başta olmak üzere saçları ve bakışları bu aykırılığı destekler.
Ayrıca Nyks’in elleri de biri beyaz biri siyah olarak betimlenmiştir.
R.Agizza şöyle anlatmaktadır; “Nyks görkemli bir yer altı sarayında oturur,
her akşam siyah giysilerine bürünüp kızı günışığı tantıçası Hemera’ya
giderdi ancak hiçbir zaman birbirlerini görememişlerdir. Nyks’in kocaman
kara kanatları vardı ve yeryüzü üzerinde uçarak insanlara karanlıkları getirir
ve sıkıntılara, dertlere ara verdirirdi… İkiz oğulları Hypnos ve Thanatos
da kanatlıydılar., Birincisi yakışıklı bir delikanlıydı, beyaz kanatlarıyla
zarif ve dingin bir karakteri vardı. İnsanlarla buluşan iyi varlık denirdi ona.
İkincisi kocaman kara kanatları olan bir şeytandı. Ölüleri kapıp kaçırırdı.
” (Agizza,2001b)
Bazı mitolojik kaynaklarda Nyks (gece) için, kozmik prensiplerin primordial
ilk annesi, bütün kozmik başlangıçların kaynağı denmektedir. Gece
günü takip eder ve onun ardından gelir. Gündüzün tezahürünü hazırlar. Hemera
ile Aither adlı ikizlerin, Erobos’la birleşmesinden doğmuş olduğu,
diğer bütün çocuklarını kendisinin ürettiği söylenir Gece’nin. Bu anlamda
yaratıcı gücün de sembolü sayılmaktadır. Gece’nin diğer sembolleri Baykuş
ve Ay’dır. Baykuş aynı zamanda güzel sanatların da simgesidir. Ay tanrıçası
Hekate de Nyks’in kızlarından biridir. (Battisini, 2005)
Orifichins’e göre de; Gece rüzgarla birleşti ve gümüşi bir yumurta yumurtladı,
o da “ay” dı. “Evrensel Rahim” olarak Gece, tohumların filiz verdiği
yerdir ve 5 elementten ikisi olan su ve toprakla da ilişkilendirilir. Yer
altı nehirlerinden bazılarının da anası olduğu belirtilir. Belleği uyuşturan
Lathe, gözyaşı nehri Costos gibi…(Erhat,1978) Bu özelliklerinden dolayı
da Gece olasılıkların kaynağıdır. Olasılıklar gün ışığında fark edilir. Rüyaların
(Oneiros) da anasıdır. Bu boyutuyla Eros’u da simgeler, böylece gizem
ve fantezi dünyasına açılan bir kapı haklini alır.
Ölüm(Thanatos) ise hayat gücünün bitişini, insan kaderinin kaçınılmazlığını
simgeler. Yeniden doğma gücü taşır. Ölüm tanrı tarafından sevilme,
sonsuz güzellikte ona katılma anlamına da gelir. Uyku(Hypnos) ya
gelince; İki yönlü, belirsiz, muğlak bir tanrıdır. Birbiriyle çelişen hediyeler
sunar. Birisi gece dinlenmesi ki günlük işlerin yorgunluğundan arınır kişi,
diğeri korkunç kabuslardır; Genelde ölülerin ruhları vasıtasıyla, önsezi ve
kehanetlerle gelecek hakkında bilgiler verir. Bir başka hediyesi de rüyadır.
Çünkü oğlu rüya tanrısı Morpheus’tur.(Necatigil,2003) Rüya, irade dışında
işler yapılan, başkalarınca yönetilen bir yolculuktur. Gerçeğe paralel bir boyutu
da vardır elbette. Bilinçaltı ile birlikte ayrıcalıklı, yüce bir ilişki olarak
karakterize edilir. Gece rüyası, gaipten haber almayı, insan ve maneviyatın
bütünleşmesini simgeler. Gündüz rüyası ise ince zeka, hayal gücü ve
yaratıcılıkla bağdaştırılır. (Battisini, 2005)
Ölüm(Thanatos) ise hayat gücünün bitişini, insan kaderinin kaçınılmazlığını
simgeler. Yeniden doğma gücü taşır. Ölüm tanrı tarafından sevilme,
sonsuz güzellikte ona katılma anlamına da gelir. Uyku(Hypnos) ya
gelince; İki yönlü, belirsiz, muğlak bir tanrıdır. Birbiriyle çelişen hediyeler
sunar. Birisi gece dinlenmesi ki günlük işlerin yorgunluğundan arınır kişi,
diğeri korkunç kabuslardır; Genelde ölülerin ruhları vasıtasıyla, önsezi ve
kehanetlerle gelecek hakkında bilgiler verir. Bir başka hediyesi de rüyadır.
Çünkü oğlu rüya tanrısı Morpheus’tur.(Necatigil,2003) Rüya, irade dışında
işler yapılan, başkalarınca yönetilen bir yolculuktur. Gerçeğe paralel bir boyutu
da vardır elbette. Bilinçaltı ile birlikte ayrıcalıklı, yüce bir ilişki olarak
karakterize edilir. Gece rüyası, gaipten haber almayı, insan ve maneviyatın
bütünleşmesini simgeler. Gündüz rüyası ise ince zeka, hayal gücü ve
yaratıcılıkla bağdaştırılır. (Battisini, 2005)
Dizimin sonuncu elemanı olan ve mekan olarak seçilen “alacakaranlık”
hakkında ise bazı kaynaklarda, yaşam enerjisinin biterek ölüme geçişi
simgelediği söylenmektedir. Gün ışığından gece karanlığına geçişteki kısa
bir süreyi tanımlar. Zamanın hızla geçtiğini, ihtiyarlığı, yaratıcılığın verdiği
yorgunluğu, çok yoğun duyguları ve nostaljiyi de temsil eder. Genelde Tanrıların
ölümsüzlük bahşedip fakat gençlik bahşetmediği yaşlı bir adam olarak
simgelenir. (Battisini, 2005)
İKONOLOJİK YORUM VE SONUÇ
Panofsky tarafından oluşturulmuş yöntemin, eserin “asıl anlam ve
içeriği”nin yorumlanacağı bu son aşama için Bedrettin Cömert(2006)
şöyle diyor: “ Bir eserinin içeriği, başka bir deyişle asıl anlamı, bir
ulusun, bir dönemin, bir sınıfın, bir dinsel veya felsefi anlayışın, bir
sanatçı kişiliği tarafından nitelenmiş ve bir eserde yoğunlaşmış temel
davranışını belirten temel değerlendirmesi, insanlığın ulaştığı düşünce
ve beğeni aşamasındaki yerinin belirlenmesi yani gerçek anlamda
algılanıp estetik bir bütünlük içinde yaşanılması, insanın ötekietkinlikleriyle uyum içinde bir ilişkiye sokulmasının sağlanması için
uygulanan işleme ikonolojik yorum adı verilir.”(Cömert,2006)
Bu açıklamanın ışığında eserimize yan anlamsal düzlemde bakmaya
başlamadan önce, ressamın kültürel kotlarıyla ilgili bilgilenmemiz
gerekmektedir; Sanatçımız, Prof. Mahmut Bozkurt, İstanbul’da
doğmuş ve büyümüş Güzel Sanatlarda Akademisinde resim eğitimi
almış, akademik kariyer yapmış, ilgi alanında mitoloji ve sanat tarihi
olan bir kişidir.
Ressamın kullandığı mimesis, simgesel öğeler taşımaktadır ve
eserindeki alegorik anlatım güçlüdür. Öncelikle boşluk duygusu yaratan
mekan bulutsu görüntüler de dahil olmak üzere bir “Vanitas”tır ve her
şeyin geçici olduğunu bildirir. Kadın figürü mitolojide yer aldığına
çok benzer bir şekilde güçlü bir anneyi temsil eder. Kanatlarındaki kuş
başları onun çocuklarını onun yerine gözetlemektedir, böylece dikkatini
dış dünyaya yöneltebilmektedir. Bağımsız bir kadını, tüm çocuklarını
kendi yaratan ve büyüten bir anneyi simgelemektedir. Onları koruyup
kollamakta ve yönlendirmektedir. Ayrıca kadın, yeryüzüdür, toprak
anadır ve kozmik sistemdir. Bereketin, doğurganlığın, yoksulluğun,
savaşların, ölümün, bütün iyiliklerin ve kötülüklerin anasıdır. Kucağında
büyüttüğü bebeklere gelince; Onlar yani ölüm ve uyku henüz
büyümemiş, etkileri başlamamış ancak dünyayı tehdit etmektedirler.
Büyüyecek ve Habil ile Kabil misali bir kavga mı başlatacaklardır?
Uyku figürü, sistemin, insanları uyutmasına, olan biteni görmelerini
engellemesine metaforik bir göndermedir. İnsanlığa korkunç kabuslar
hediye ederek korkudan sinmemizi, uykuda gezmemiz bir türlü
uyanmamamız için bilgi kirliliği bombardımanına tutulmamızı da
anlatıyor olamaz mı?
Ölüm ise; saldığı korku ile insanların kolayca manipüle edilebilecek
hale gelmesinin bir metaforu olarak yorumlanabilir. Yine çağımızda
bitip tükenmeyen savaşları ve toplu katliamları, açlık ve salgın
hastalıklarda ölenleri simgelediğini de düşündürmektedir. Annenin bir
elinin siyah diğerinin beyaz renkli olması dünyada yeniden tırmanan
ırkçılık, cinsiyet ayrımcılığı gibi insanlığı karşı karşıya getiren konuları
eğretiliyor olsa gerektir. Zıtların birliğine de bir gönderme olan bu
bebeklerin anneleri, Toprak ana veya Gece, nasıl adlandırıldığının bir
önemi olmaksızın, doğası gereği onları iyilik yapmak üzere büyütecek
ve çok zor görünse de insanlığın iyi günler görmesini isteyecektir.
Eserin bir başka bildirisini de; Gece’nin çocuklarını kucakladığı gibi,
çevre katliamları ve küresel ısınma sonucunda tıpkı bir çöle dönecek
olan bu dünyadan, ölümden, kabustan bile daha kötü, daha acımasız
bir gelecekten korumak için kaçırma alegorisi olarak yorumlamak da
mümkündür.
“Boş yere bir Ethiopialıyı neden yıkayıp durursun?
Ah, vazgeç: kara gecenin gölgesini kimse ışığa çeviremez.” (Alciatus,2005)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder