(Bu yazı Radikal Gazetesinin kitap ekinden alınmıştır.Behice Tezçakar'ın kitap tanıtım yazısıdır. Önemi itibariyle bloga alınmıştır.)
Bilim dediğimiz şey ‘bu kadarını biliyoruz gerisini henüz bilemiyoruz ama araştırıyoruz’un sistematik olarak bir amaç çerçevesinde toplanması. Modern zamanların başımıza açtığı ruhsal bin bir sıkıntının devasını bulmak için çare arayan psikoloji, psikiyatri bilim dallarının çok dışında ruhsal psikoloji denen bir meret var ki pek çok insan ona bayılıyor. Nereden mi anlaşılıyor, kitap satışlarından. Bu alanda çalışanlar adeta insan makinesinin kullanma kılavuzunu çıkarmaya çalışıyorlar. Bilinçaltını inceliyor, sıklıkla hipnozu kullanıyorlar. Carl Jung, Sigmund Freud, Milton Ericson, Wilhelm Reich mevzuyu dünyaya öğreten adamlar.
Türkiye ’de ise ruhsal psikolojiye yoğunlaşmış isimler arasında en enteresan olanı bence Seda Diker. Kitapları peynir ekmek gibi satan bu kadın bilinçaltı ile ilgili araştırmalar yaparken karşıma çıktı. Diker, bilinçaltının biz fark etmeden hayatımızı nasıl yönlendirdiğine, bu hard diski nasıl temizleyip format atmamız gerektiğine dair yol yöntem öğreten bir uzman. Danışanlarının problemlerinden ve bunlara sebep olan korkularından bilinçaltı hipnoz yöntemleriyle kurtulmalarına yardım ediyor. Kitabında yapmaya çalıştığı şey kadınların derdine derman olmak. Hangi derdine mi? Tabi ki erkekler.
‘Aslında Giden Erkek Yoktur’, dişiliğin, modern dünyanın dayattığı müstehcenlikle ilgisi olmayan bir sanat olduğunu anlatıyor. Genel itibariyle bilinçaltının hayatımız üzerindeki etkisi üzerine çalışan Seda Diker kitabında bilinçaltının ilişkilerimizi nasıl yönlendirdiğine yer vermiş. Yazar yaradılışın doğal dengesinin henüz bozulmadığı, bilinçaltının tam kirlenmediği devirlerde kadınların kadın, erkeklerin erkek gibi olduğunun altını çiziyor. Buradan hareketle ana tezi bilinçaltı temizliği yaparak ve tarih öncesi çağlarda kalmış olan dişilik ilminin kadim bilgilerini tekrar hatırlayarak ilişkilerimizin doğal dengeye kavuşacağı. Diker kadınlık ilminin eski çağlarda gayet iyi bilinip icra edildiğini yazıyor. Bu işin kurallarını öğrenebilmek için kadınlığın tarihine kısa da olsa bir göz atmak gerekiyor.
Dişiliğin tarihi
1961 -65 yılları arasında Çatal Höyük’de kazı yapan British Institude of Archeology arkeoloğu James Mellaart, bu M.Ö. 8000’lere dayanan meşhur neolitik çağ köyüne yeniden hayat verirken kadınlığın tarihine de ışık tutmuş oldu. Dönemin Anadolu ’sunda kadının ne kadar önemli olduğunu anlatan tek veri herkesçe bilinen tanrıça figürleri değil. Arkeologların ortaya çıkardığı ‘ay evleri’ de var. Neolitik köyün kadınlara özel servis veren kurumları varmış ve kadın metabolizması ayın dünya etrafındaki döngüsüyle paralel gittiği için buralara ‘ay evi’ denmiş. Aylık periyodunu yaşayan her kadın, kız çocuğunu da alıp bu evlere gidermiş. Yaklaşık bir hafta süren bu dönem boyunca kadınlara hizmet edilir, masaj yapılır, devrin en bilge kadınından hamilelik, kadınlık, dişilik, annelik sanatı ve enerji kullanımı üzerine eğitim alırlarmış.
Ay evlerindeki en bilge kadına verilen isim ‘An-a’ anne kelimesinin etimolojik kökenini işaret eder. Kadınlar An-a’dan duygusal güçlerini doğru yönde ve toplumun refahı için kullanmayı öğrenirler.
Neolotik çağın anaerkil anlayışına göre kadınların duygusal, ruhsal, zihinsel ve bedensel olarak mutlu olmaları çekim yasası gereği iklimi olumlu yönde etkiler, kadınların duygusal doyumu toprağın bereketini arttırırmış. (Bu inanış bana Kur’andaki ‘kadınlar sizin tarlalarınızdır’ ayetini hatırlattı.) Kadınlar ay evine gider de dönemin erkekleri hiç boş durur mu ? Onlarda güneş evlerinde kadınları duygusal, ruhsal, zihinsel ve bedensel olarak nasıl mutlu edeceklerini, eşlerini nasıl koruyacaklarını, avcılığı, çiftçiliği, babalığı öğrenirlermiş.
İnsanın anaerkil düzende yaşayası geliyor. Yani çağın yin-yang dişi-eril döngüsü şu şekilde işliyormuş. Erkek kadını mutlu eder, kadının olumlu duygularıyla çekim yasası harekete geçer, kadın bereket ve bolluk enerjisini çeker, toprak iklim güzelleşir, ürünler bollaşırmış. İnanışlarına göre bir bölgenin kadınları topluca mutsuz olursa, orada doğa mutlaka intikam alırmış.
‘Gılgamış çok kabasın’
Seda Diker konuyla ilgili olarak ‘Gılgamış Destanı’nı şimdiye kadar tarihçilerin ve edebiyatçıların bakmadığı bir tarzda ele almış. Yazar iri, güçlü ve kaba yapıdaki Gılgamış’ı berbat Aryan kültürünün bir temsilcisi olarak değerlendiriyor. Pazar yerine gidip sorgusuz istediği her yiyeceği alması, canının çektiği her kadına ilişmesi, tersine giden erkeklerle dövüşmesi Aryan özellikleri. Seda Hanım destanlaşmış ‘Gılgamış’ın bilinçaltındaki ölüm korkusu yüzünden böyle davrandığını yazıyor. Bilindiği gibi hikayedeki Gılgamış hayatı boyunca gerçekten de ölümsüzlüğün peşinde koşar. Diker enteresan bir şey söylüyor, yüzyıllardır içinde yaşadığımız bize Aryanlardan miras kalan ataerkil düzenin kökünde erkek bilinçaltını kirleten ölüm korkusu var. Kitapta bilinçaltını kirleten 5 ana korkudan bahsediliyor; değersizlik, kaybetme, yetersizlik ve başarısızlık, yüzleşme ve ölüm. Örneğin çapkın, hovarda erkeklerde yetersizlik korkusu var. Çapkınlar yetersizlik duyguları yüzünden tek bir kadından aldıkları onayla yetinemiyorlar, pek çok kadının onayına ihtiyaç duyuyorlar.
Korktuğum başıma geldi diyenler, size söylüyorum Diker bilinçaltını işgal eden korkuların hayatımızın kısır döngülerine sebebiyet verdiğini, onları çektiğimizi, sürekli aynı sorunları bu sebeple yaşadığımızı açıklıyor.
Ben Diker’in bahsettiği korkulardan oluşan bilinçaltını tasavvuftaki ‘nefs’ ile aynı şey olduğunu düşündüm. Geçim korkusu, yalnızlık korkusu, takdir edilmeme korkusu, beğenilmeme korkusu, hastalık korkusu gibi tüm korkularından kurtulmuş, teslim ve güvende hisseden insan gerçek anlamda huzurlu, mutlu özgür insan oluyor. Tıpkı nefsini eğitmiş insan-ı kamil, ermiş derviş gibi.
Diker özet olarak doğru ilişkiyi duygusal boşluklarımızı ve bilinçaltı korkularımızı sildiğimiz zaman yaşayacağımızı söylüyor.
Kadının yaşam enerjisi
* Kadında beklenti oluşturup yerine getirmeyen, sözleriyle davranışları tutmayan erkek, kadının yaşam enerjisini çalmış olur. Duygusal olarak yarım kalan kadının pozitif enerjisi istemese de onu yarım bırakan erkeğe kaçar, erkek böylece daha iyi hisseder. Kadının bilinçaltı ise sevdiğinden değil enerjinin kimin çaldığını bildiğinden onu düşünmekten kendini alamaz. Enerji vampirlerinden zihnen kurtulmanın, yaşam enerjinizi geri alıp hatta borcunu ödetmenin yollarından biri topraklama.
* Bir erkeği elinizde tutabilmek, evliliğe ikna edebilmek için ondan çocuk sahibi olmak hiç iyi fikir değil. Eğer işe yarasaydı sevdiği adamdan bebek sahibi olan güzeller güzeli ünlüler terk edilmezlerdi.
* Kızına fiziksel ya da sözlü şiddet uygulayan babaların kızlarının değersizlik duygusu yüzünden yetişkinliğinde kendisine iyi davranmayan erkekleri beğenme riski artıyor.
Kitaptan
ASLINDA GİDEN KADIN YOKTUR
Seda Diker
Destek Yayınları
2012, sayfa, TL.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder