Üniversiteyi kazanıp İstanbul'a geldikten sonraki iki yıl içinde kendimde yolunda olmayan bir şeyler olduğunu,huzursuz olduğumu , iyileştirilmesi gereken bir yara taşıdığımı farkettim.
Niye diye sorduğum sorular beni çocukluğumun 3-4 yaş dönemine götürdü. Kardeşim yeni doğmuştu 73 yılının mayısıydı ve bu kardeşin gelişiyle pabucu dama atılan ben fazla şahsileştirmiştim olayı. Tabi ortadan kaldırma teşebbüslerimiz tehlikeli boyutlara varınca annemin köyüne teyzemin yanına yaz kampına sürgün cezası yedik.
Hayatımın hatırladığım ilk hatıraları da teyzemin yanında Hacıköyde geçirdiğim günlere aittir. Travmaydı benim için hem de beklenmedik derecede hasar bırakmıştı.
Paramparça olmuştum.

Dilini bilmediğim bir yerde ilk dışlanmışlığı ve öteki olmanın ruh acısını da tatmıştım.
Korkudan ödüm kopmuştu o kadar korkmuştum ki komşunun hindileri havadan geçen uçak herhangi bir dış etki beni korkudan dona kalıyordum.
Teyzem ve komşular (ki onlarda akrabaydı çerkestiler ama köyde yerleşik türkmenlerde vardı ve sokağın dili türkçeydi ve ben tek kelime türkçe bilmiyordum.) Annesinden ayrı bu küçük çocuk hayattan çok ürkmüştü velhasıl.
Teyzemin evinin yanındaki bakkaldan bisküvi almaya gitmek bile korkutucuydu benim için çünkü sokağa çıkmam gerekiyordu bir anlık da olsa sokak beni feci korkutuyordu. Çünkü dayak yemek riski vardı (ya da ben öyle algılıyordum zira bakkala hiç bir gidişimde dayak yemedim ilk sokak deneyimimde ne biçim konuşuyor bu diyerek tartaklanmış taşlanmıştım , çocuklar çok zalim olabiliyor ordan kalma bir ürkeklik hali sanki her sokağa çıkışımda aynı şeyleri yaşayacakmışım gibi geliyordu)
Ergenlik döneminde de benzer bir korkuya kapılmıştım , büyümek ve değişmek ve cinsellik korkutucuydu.Elimden gelse hiç ergenliğe girmeyecektim. Belki de bu yüzden çok geç buluğa erdim. Annem "benim küçük ürkeğim" derdi bana ve aşırı bir koruyup kollama modundaydı. Ya da ben sürekli çaresiz halimle annemin yitirdiğimi düşündüğüm sevgi ve ilgiyi mi elde etmeye çelışıyordum.
Okudum çünkü başka çarem yoktu.Elimden gelse 40 sene okurdum hayata hiç atılmamayı yeğlerdim. Para kazanmak fikride beni çok ürkütüyordu çünkü.
Lise yıllarımda postane sendromu dediğim bir olay yaşamıştım ve daha sonra bu olayı hatırlayıp korkularımın üzerine gitme cesareti bulmuştum.
Şöyleki;lise 1 veya 2 ydi komşumuz postaya verilmek üzere bana bir mektup vermişti (köyden ilçeye gidiyordum liseye). Kabusum oldu o mektup benim o gece ve ertesi gün. Mektubu postaneye götürüp nasıl verecektim daha önce hiç mektup atmamıştım aman Tanrım nasıl nasıl olacaktı bu iş ya beceremezsem ya şöyle ya böyle olsa falan filan .Ertesi gün mektubu atacak birini aradım bigadaki arkadaşların hepsinin bir işi çıkmıştı nedense.
Mecbur kelle koltukta :-))) postanenin yolunu tuttuk okul çıkışı. Geldik postanenin önüne ama bir türlü içeri giremiyorum camdan içeri bakıyorum nasıl oluyor kim nereye gidiyor , volta atar gibi dolnıyorum kalbim güp güp atıyor. Saat geçiyor mesai bitmek üzere kaçış yerimiz kalmayınca tüm gücümü toplayıp içeri girdim şöyle bir etrafıma baktım elimde mektup heyecandan ölmek üzereyim yüzüm yanıyor titriyorum ,mektup dedim nasıl çıktı o kelimeler ağzımdan artık bilmiyorum şu taraftan dedi bir erkek memur yüzüme bile bakmayan bir memure hanıma mektubu verdim parasını ödedim ve dışarı çıktım ve hayattaydım kimse bana kızmamıştı kimse bana bağırmamıştı.
Garip değil mi inanılası değil sanki !? Ama böyle..
Bu mihenk taşı oldu benim için. Ama hala hayattan korkuyorum biliyor musunuz ,para kazanmaktan kendim olmaktan bağırmaktan fikrimi açıkça çekinmeden söylemekten ..
Korkularım var ama cesaretim de var ve kararlıyım , hayatın kapısından içeri gireceğim ve o mektubu göndereceğim ve mektub okunacak ve yaşanmış olacak bu hayat tüm haşmetiyle.
Kendimi seviyorum , canlıyım ve neşeliyim hayat amacımı gerçekleştirmek için değişerek ilerliyorum , güçlüyüm ve gücümü kullanıyorum.
O kadar...
Not:2018 yılı şubattaki beş yazıma bakınz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder